DONANMA MECMUASI 17 / Temmuz.1911
DONANMA MECMUASI 17 – Temmuz.1911
Temmuz 1327 şaban 1329 numara 17 sene 2
10.TEMMUZ MAHMUDİYEMİZİN İLK GÜNÜ TEMADİ EYYAMI SAADET-İ VİFAKI TERAKKİPERVERANE İLE ELDE EDİLİR.
TRABLUSGARBA AİT MÜHİM MAKALAT VE RESİMLER. Matbaayı Ahmet ihsan ve şürekası – İstanbul
Temini hayat için muhtaç olduğumuz donanmaya muavenet etmek üzere açılan ianeye her zaman ve her vesileyle iştiraki vazifeyi vicdaniye addeden cemiyetimiz heyet idaresi ve şurayı devlet maliye nafia ve maarif dairesi azayı kereminden Cemil paşazade Mustafa Reşit bey efendi hazretleri bu defa da mukassatan bin lira itasını taahhüd buyurdular; Kendilerine milleti Osmaniye namına beyanı teşekkür eyleriz.
BEYANI İTİZAR: Mecmuamızın bu nüshasının hasb el zaruret vuku bulan tehir neşrinden dolayı muhterem karilerimizden temenniyi af eder ve badema intizam neşri hususuna gayret olunacağını da arz eyleriz.
Teşrinevvel 1327
Ey vatandaş!
Sana bu gün söylenecek söz verilecek öğüt fazladır, sen bugünkü halimizi görüyorsun, işitiyorsun vatana bir takım değersiz haydutlar tarafından edilen tecavüzün donanmasızlık yüzünden olduğunu biliyorsun, bu noksanı senin temiz vicdanın gözlerin yaşararak duyuyor. Bu yaraya merhem, bu hastalığa ilaç ancak senin göstereceğin fedakârlık olacaktır. Ah! Eğer bu gün senin elinde kavi gemilerin olsaydı bu haydutlar bu cürette buluna bilirler mi idi? Lakin bu günün bir de yarını var, yarın için de hırpalanmamak, hırpalanmamak ister isek – ver –
Düşmanlarını memleketlerinden çıkarmak için yirmi dört saatte beş milyar frangı iane suretiyle veren milletleri düşün, senin hamiyetin senin vatan için titreyen, sızlayan kalbin onlarınkinden daha yüksektir. Onların kadınlarından çocuklarına, zenginlerinden, fakirlerine varıncaya kadar hepsi neleri var ise bu uğurda feda ettiler; Hayır feda etmediler bu günkü hayatlarını temin ettiler, sen de aza, çoğa bakma kudretin yettiği, gücün erdiği kadar ver, ver ki çocukların yarın düşman elinde ağlamasın. Bu gün mezarlarından bize bakan – ne yapacaklar, mezarlarımızı düşmanlara çiğnetecekler mi? – diyen, kan ağlayan ecdadımızı şühedamızı hatırına getir, onların ruhlarını şad et yarın da senin mezarın ayaklar altında kalmasın.
Hepimiz mütereffikiz ki bu güne kadar donanma için verdiğimiz iane fedakârlık derecesini bulmadı verdiğin iane ancak – kaderince – bir kuvvet vücuda getirdi. Bu kuvvet senin büyük sahillerin, ucu bucağı bulunmayan denizlerin için hiç dir bunu sen de tastık edersin. Onun için şimdiye kadar verdiğin iane bundan sonrasının başlangıcı olacaktır; Sen vereceksin, daima vereceksin vermeği unutmayacaksın vermek için söz verdiğin parayı – namus borcu bilerek vereceksin – vatanı kurtaracaksın ve alnın açık yaşadıktan sonra istirahat kalp ile olacaksın, sonra da rahmet ile yad olunacaksın, senin vicdanın böyle emir ediyor, senin namusun bunu icap ettiriyor değil mi vatandaş?
Demin söylediğim beş milyar frangı veren milletlerden daha yüce daha yüksek büyüklükler gösteren arkasındaki elbisesinden elindeki mezrağından maada tekmil varını bir harp esnasında vatanı için, milleti için feda eden ecdadını hatırına getir ve onlarla yalnız iftihar edip kalma; Onların yaptıklarını sen de yapmaz isen onların ruhlarını hoşnut etmez isen senin de ruhun hoşnut edilmez sen ver, sen fedakârlık et, vatanını yaşatmak ahfadının rahmetini kazanmak istiyorsak ver, verdir. Sen de taşkın olan vatan aşkı her bir şeyi vücuda getirir; Düşünme, meyus olma, yalnız vermeğe, yaşamağa azim et. Emin ol ki verdiğin para zayi olmaz.
Azmet, ver, ecdadının mezarını ağyar ayağına çiğnetme, çiğnetme ki senin de mezarın, senin de namusun çiğnenmesin.
VAZAİFİ MUKADDESE KARŞISINDA MİLLET
Akvam ve hükümet medeniyenin hayatı siyasi ve içtimaisini bazı şerait esasiyeye tabidir ki o kayıt asliye muvacehesinde her dakikayı ihmal ve lakaydı; Mutlaka bir asır felaket, bir devir musibet tevlid eder. Kaldı ki ömür fer iyyenin ta’lil ve tavikindeki şumul ve inbisat bu asır ve devri daha mazlum bir akde ile sütun siyah ebediyete rabt ve bend eyler. O şerait esasiye iman ve itikad, habb vatan, teavün içtimai, gayret umumiyeyi milliye zayıf mukaddesedir ki bi esasat karşısında bulunan bir millet her saniyesinin hüsnü istimali mecburiyetiyle ifası farz olan bir borç altındadır.
Donanma mecmuası bâlâda serdolunan şeraitin <<iman ve itikat>> maddesinin salâbet ve devamına yine bütün iman ve itikadıyla mutmaindir. Mecmua bu satırlarda asıl olarak <<hibb vatan>> şartını, bu vazifeyi mukaddese karşısında ifayı fedakarıdan bir an hali kalmayan muhterem Osmanlı milletinin inzarına arz eyleyecektir.
Vatan! Hibb vatan! . . . Ah bu ne füsunkâr bir kelimedir ki telaffuzu bile bir milletin harem vicdanında ebedi heyecanlar, ebedi ve müheyyiç nurlar hasıl ediyor.
Vatan! Denilince bir millet; Onun her yeşil vadisinde, her taşında, her ırmağının tebeşbüş cereyanında ciddiyenin bir hatırasını, tarihinin bir safhayı şan ve şerefini, mukadderatının safid ü siyah her türlü vukuatını görür gibi his eder.
Vatan! Denilince bir millet; Bacası tüten ve tütmeyen her ocağın kapısından başını uzatarak:
– onun uğrunda can veririm! Diye asumana dikilen gözlerinin nur fedakârıyla teeyid peyman eyler.
Hibb vatan! Denilince bir kalp tasvir olunmaz ki bu maşukayı pakizenin aşk sözu neyle daha fazla darban etmesin. . .
Hibb vatan, hibb vatan! İşte bir milletin vicdan umumiyesini bir güneş gibi ihata edecek olan hissi asil. . .
Ve bir milletin yüreğindeki, bu aşkın, bu sevdayı suzanın meşaleyi lahutiyesi payidardır; cenabı hakkın da kâfi rahmet ve inayeti o milletin mevcudiyet hüda pesindanesine ebediyen mensur olur.
Sayfa: 1524
Lakin bu muhabbeti kutsiye, her kavl ve tasvir gibi fiile müncer olur, fiil ile de ibraz edilirse ne mutlu o millete ki ekmeğini yediği, koynunda yetiştiği toprağın hakkını ödemiş olur. Bu fiil ve bu teşebbüsün sur adidesi vardır. Bu maddeyi asliyenin de bir maddeyi asliyesi vardır. Sevdayı vatan insanı evvela maşukayı muhafazaya sevk eder. Muhafaza edilirse kıymeti, şan ve şerefi, hayat saadeti tezayüd etmiş bulunur,
TRABLUSGARB: RIHTIMININ BİR KISMI 10.TEMMUZ ŞENLİĞİ.
bu suretledir ki itila ve terkiye mazhar olur.
İşte muhafaza, muhafazayı vatan o maddeyi asliyedir. Sur adide vardır demişdik ki esbabı ve vesaiti icabet zaman ve mekân ile mukiddir. Dehrin hatıratı bize gösterir ki o leyyin akvam insaniye yurtlarını vatanlarını evvela elleriyle, sonra sivri taşlarla ağyardan muhafaza etmişlerdir. Zaman
Sayfa: 1525
ve mekân değiştikçe kuvvetsiz kalan yumruklar, kırılan taşlar, okları, gürzleri ve bil netice kılıçları istilzam etmiştir. Zaman ve mekân tebdil ettikçe bunlar da az gelmiş, delikli demir çıkmış ve iptidai bir sedayı ateşin ile muhafazayı vatana çalışmıştır. Bugün ise seri ateşli toplar, müteharrik tüfekler, tayyareler, seyyar kaleler devridir. Ati için de Allaha kalmış.
İşte bu gün biz devrimiz ortasında muhafazayı vatan vazifeyi mukaddessi karşısındayız. Bu gün biz, bu günkü vesait muhafazayı ihzara fartı gayretle meduvv bulunuyoruz. Çünkü vatan; dünden belki yarından daha çok muhtacı muhafaza bir vaziyettedir. Bu günkü ihmal ve tehire yalnız biz değil tarihi cihan ağlar. Kaldı ki vatanın yalnız Trablusgarp hatası değil, hatta, hatta her tarafı bile düşmanların fiili tecavüzlerine maruz bulunuyor. Biz o vesait muhafazayı hakkıyla ifa ve ikmal etmiş olsaydık; vatanımıza yakışır bir donanmamız bulunsaydı, şimdi Trablus’un binaları yanar yıkılır mı idi? çoluk çocuk cehennemden kopup fırlamış güllelerin hücum kahhara nesiyle paralanır, yaralanır mı idi? vatanın vücut umumisi böyle bir tariz fiiliye duçar olur muydu? Nihayet İtalya gibi cesaretsiz askerini sigaralar, çikolatalarla kandıra kandıra vatanımızı parçalamağa cüret eyleyebilir miydi? Ne haddine, ne haddine idi değil mi? . . .
Fakat müteessir işte hepsi oluyor, mader vatanın Osmanlı adındaki evlatlarının gözü önünde oluyor. Fakat bu Osmanlı adındaki millet, bu Müslüman bayrağı altındaki Allah kulları bu faciaya, bu mesaibe lakayıd mıdırlar? Haşa, bin kere haşa! . . .
Ey muhterem millet! Ey bağrı yanık Osmanlı! Sen mazinin seyyianı katiyen telafi etmek için üç yıldan beri çalışıyorsun. Fakat bil ki bu candan yürekten mesai, fedakârlık bugün gayri kâfi geldi. Sen de his ettin ki ey Osmancığın evladı! Sen de his ettin ki bugün daha fazla, daha daimi ve umumi bir fedakârlığa borçlusun!
Bugün aşikâr oldu ki çarıklı ayağın vatan toprağı üstünde iken nasıl dövüşüyorsan, vatanı nasıl muhafaza ediyorsan, ayağın deniz üstünde iken de öyle dövüşmeğe, öyle muhafazaya mecbursun. Fakat bu emir mukaddesin vesaitini istikmal en birinci şarttır.
Donanmayı ne kadar çabuk ihya edersek, bu uğurda ne kadar çok fedakârlık ibraz eylersek, yarın Allahın huzuruna, tarihin huzuruna o kadar ak pak bir cephe ile çıkarız.
Haydi, ey millet; bu gün sen vatanı mukaddese karşısındasın. Vicdanından tagiyan eden emir lahutiyi dinle! Sana öyle bir devlet hücum ediyor ki onun mazisini bilir misin? Senin memleketini, evladını, karını hemşireni yakıp öldüren bu düşman pek eski bir mazinin belki bir zerre şerefine nail olmasıydı. Lakin
Sayfa: 1526
bu şeref bir ölü simasına sürülen yağsız düzgünler kadar muvakkat zuhur etti. Onlar bir günlük kahramanlıktan sonra yanakları içine gül yaprağı düştüğünden dolayı bütün gece rahatsız olan asılzadeğan yetiştirecek bir derekeye düştüler. İşte bu gün Osmanlının bağrında topları patlayan bu devletin babası o asil zadegândır.
Ne. . Y! Artık sen, sen ki tarihin bu güne kadar şan ve şerefle, namus ve mertlikle doludur. Böyle bir düşmanın karşısında zelil ve aciz kalacak mısın?
Gönlün bu kadar temiz, vicdanın bu rütbeyi parlak, tarihin bu mertebe berrak, mevcudiyetin bu derece fedakâr iken daha ne duruyorsun?
Ecdadın; kendinden bin kere fazla düşmanlarla cenk etti. Sen maddiyat ve maneviyatı senden bin kere aşağı düşmanlarına karşı vesaiti harbiye istihsaline çalışmayacak mısın?
Hayır, hayır! Ne zelil ve hakir kalacaksın. Ne duracaksın ve ne de fedakârlıktan, gayretten kaçmayacaksın! Sen yücesin osmanoğlu! Senin imanın koyudur Müslüman oğlu.
Ey Müslüman oğlu Müslüman be
Dinin gibi doğru söyle
Düşman gemisi dayandığında
Yurdun da vatan da yandığında
Kalbinde ne duygular duyarsın?
Duygunla da çok mu bikararsın?
Hep bikarar olma! Bil ki direğinde Osmanlı sancağı uçacak, bordasında Osmanlı topları parlayacak bir donanma seni acizden, zilletten, memattan kurtaracaktır. Bil ki vatanı o donanma muhafaza edecektir.
Artık ne duruyorsun! Bu gün ağzındaki kuru ekmek lokmasını verirsek, yarın birine taze et lokması gelecektir.
Haydi arkadaş! Trablus’ta inleyen hemşerilerin seni bekliyor, vatan sana bakıyor. Vezaif mukaddeste karşısındasın! Emin ol ki bu vazifenin derece ve nispetini cenabı Allah mizanı ahrette hesaba katacaktır.
Sayfa: 1527
TRABLUS DONANMASIZLIKTAN YANIYOR!
Bundan üç yüz altmış iki sene evvel parlak bir eylül günü mahmur seması, zerrin güneşi ile İstanbul’un yeşil tepelerini, âli mezhep minarelerini, gümüş köpüklerle işlenmiş sahilini, lacivert ve cevval denizini bütün bedayi elvan ve envariyla süslerinin muhip Osmanlı imparatorluğunun, adeta merkezi âlem olan bu merkez mamurinde derin bir galeyan, pür neşe ve luledar bir heyecan vardı. Her yer donanmış, İstanbul, Kadıköy, Üsküdar arasındaki sahayı bahri binlerce sandallar, kayıklarla dolmuştu ve şevketi Osmaniye’nin berc metin istikrarı olan Kanuni Sultan Süleyman bile tahtı ihtişam ve azimetinden inerek bu sürümlüye iştirak için yalı köşküne bütün vezirası ve sefirayı ecnebiye ile muhat olduğu halde gelmiş bekliyordu: donanma geliyor! Evet, Osmanlı donanması seferden dönüyor, bütün Avrupacın el birliği ile iki senedir hazırlayarak dualar ve adaklarla Trablus garbı Osmanlıların elinden almak için gönderdikleri muhteşem ve müthiş bir ehli salip kavi bahriye ve biryesini Cerbe adası önünde maf ve perişan ettikten sonra şan ve ganaimiyle merkez saltanata geliyordu. Bu gazayı âliden sonra Turgut göz bebeği gibi sevdiği Trablus’ta kalmış, refik cihadı Piyale paşa donanmayı alıp dönmüş idi.
Nihayet donanmanın bir ihtişam vakar ile sancaklara, filandıralara müstağrik Sarayburnu’nu döndüğü görüldü. Eski Roma ahalisi çok defalar konsüllerinin, Sezarlarının muzaffer ordularla, şan ve şeref alaylarıyla kapılarından girdiğini görmüştür. Lakin bu muzafferiyet alaylarından hiç birinin o gün tarihi Bizans muhitini çalkayan, tenvir eden avdet galiba neye makûs olamayacağına eminiz. Çünkü bu Cerbe avdet muzafferanesi hem Şevket bir yeyi, hem Şevket bahriyeyi aynı zamanda temsil ediyor ve Romanın yorgun ordularının güzergâhında miskinane akan çamurlu (tiber) nehirciği yerine tarih âlemin bir nakış nevvar ve bedii, olan geniş, çoksun, mai ve bir cennet havzası kadar Dil ruba bu sefer nice melul muazzamayı güzeştenin hazzına ikbalinden çalıp sakladığı kaliçeyi pür nakış ve füsununu hafif ter nemat tebrik eyle bu muzaffer Osmanlı donanmasının pişgah haşmet ve daratına seriverdi!
Sayfa: 1528
Kaptan paşa gemisi en önde burnu döner iken selam ve şadımani topları gürlemeğe başladı ve uzakta yanında, karada denizde her yeri dolduran kitleyi muazzamayı milletin ta umk kalbinden muhib ve sema peyma meserret ve alkış avazeleri Akdenizle Karadenizin öpüştüğü bu mevki telakkide mabet akisler bıraktı. . . Kazanılan büyük muzafferiyette zaruri gururundan kim bilir hangi çelik kalpli Türk mücahidinin demir pençesiyle koparılıp alınmış olan İspanyanın büyük bandırası gazi Piyale sefinesinin direğinde alameti zillet ve makhuriyyet olarak yarıya kadar çekilmiş dalgalanıyor, her Osmanlı sefinesinin
TRABLUS GARP: SAHİLDEN BİR KISIM
Yedeğinde direkleri düşmüş, dümenleri kırılmış birçok düşman gemileri çekilip geliyordu. Asara arasında olan Don Alvaro, Vifutet di Cigalo gibi büyük kumandanlar silahsız, başları açık olduğu halde Piyale Paşa gemisinin kıç kasarası üzerinde durmakta idiler. Osmanlı himmetinin bandi hayret fezası, Osmanlı kaliçenin ser tezi bu levhayı garay ihtişamı tarih ilime bu revnak ve azametiyle hak eder, donanmanın topları ateş ve duman saçar, İstanbul bir velveleyle çalkalanırken sultan
Sayfa: 1529
Süleyman’ın yanında bulunan Almanya imparatorluğunun sefiri bu halin Kanuni üzerinde nasıl bir tesir icra etmekte olduğunu anlayabilmek tecessüsüyle muhterizane gözlerini padişaha ithaf etti.
O bu mazhariyet cihangiraneyi koca vezirinin ilerisinde ayakta durmuş, çehresinin hiçbir asabi hareket etmeksizin ve kuru mutedil seyir ediyordu. Çünkü onun büyük fikri, demir kalbi için bu fevkalade bir şey değildi. Çünkü: mademki tevfik ezel gayrete âşıktır, zafer ve şevketin daima Osmanlı silahının hakkı meşru olması lazım gelirdi. Mademki: padişahı veziri, askeri âlemi, zengini fakiri bu koca millet baştanbaşa malıyla canıyla, aklıyla zamanıyla itlayı namusa, iftiham müşkülata, ittisag şevket milliye ye çalışıyordu, bu parlak bu hayalengiz, bu meşhun ihtişam ve azamet eylül gününü, bu Cerbe zafer şan averi dönüşünü, bu kahramana donanma avdetini elit hak eylemişlerdi. Zaten Orhan milletin âli izzet ve şanı bu mertebede idi ki: düşmanın hücumunu bekleyip hücum etmemek zillet, bir düşman ayağının Osmanlı sancağının dalgalandığı kutsiyet kesb etmiş toprağa hatta en az bir zaman için bile basması bir musibet add olunurdu. Ve o kaidenin muktezası idi ki: Osmanlılar pek büyük hazırlıklar ile Trablus garbı elimizden almağa gelen ve cesim bir orduya hamil bulunan düveli müttefike Hıristiyan donanmasını doğruca gidip Cerbede basmış, kahraman İspanyol, İtalyan şövalyelerine daha Trablusgarp kalesini görmeden dünyayı kan ile dumandan ibaret bırakmıştı.
Bu muzafferiyet ferdasında ihtiyar Turgut’u, aksakalı barut dumanıyla kararmış, gür kaşlarının altındaki gözleri birer Zülfikar gibi parlar iken görmeli idi. Trablus kurtulmuştu. İhtiyar korsan düşmanlarının, bu kadar kanlı ve zelilane bir mağlubiyetten sonra, uzun seneler bellerini doğrultamayacaklarını Afrikayı şimali darülislama göz atamayacaklarını biliyordu. Allaha şükür etti ve mümkün iken kazanılan muzafferiyetin mükâfat ve iftiharından mustefid olmak, Kanuni sultan Süleyman gibi krallara iltifatı teammüd bilinen bir şehri yar şevket unvanın iltifatlarından hem de bi hakkı hissemend bulunmak için İstanbula gelmeyi lüzumsuz add eylemişti. Hakikaten tarihe bakılacak olursa Turgut ile Trablusgarp isimlerinin bir irtibat ve münasebeti şedide ile beraber yürüdüğü görülür. Muattar Mersin ormanlarının Pakize ve bakir tenfisatı içinde doğmuş, şevket ve serveti ile cihanda mümkün el husül her türlü leziz hayatiye ye nail olabilmesi en sehl umurdan bulmuş olan koca Turgut’un, bu oyulmuş, ıssız, fırtınalı Trablus yalılarına olan aşkı ne idi? Kanuninin davet iltifat karina karşı <biz denizde yetiştik, dışarlık adamıyız. Saltanat tertibi bize gelmez!> mealinde cevap veren bir kahraman bi minnet acaba Trablusgarbı fetih ettirebilmek, oracıkta darülislamın o köşeyi mensisinde
Sayfa: 1530
ölmek için neden padişaha, vezirasına o kadar minnet istemiş, yalvarmıştı;
bunu anlamak bizim borcumuz, bizim din hamiyet ve milliyetimiz idi. anlayamadık, Turgut, Trablus! Bu iki kelimeyi murad fi tarih bahri ve kahramanımızın bu iki tılsımını artık heyecanı hicabdan titreyerek, zillet perişanı ile sarsılarak zikir etmeğe mahkûmuz. Şu vakte kadar ki: hamiyeti milliye bu hatayı maziyi tashihe şitab etsin. Baba Turgut da, kendisinin bir nikâhına deniz olmayan yadiğaran ikbali saltanat gibi, isteseydi, bu parlak payitahtın bir zerrevi muteberinde altın parmaklıklı, gümüş eşikli, yaldızlı kubbeli bir türbe bulabilirdi. O, orasını tercih etti. O islamın şevket ve kudretiyle haleti işbaga gelmiş bir muhite, bir merkeze fazla bir ziynet olmaktansa unutulmuş, kadınları ahdında durmayan, dinlerini bilmeyenlere bazice olmuş hakir bir köşeyi islamiyeti muhafazayı, orada sevindirilmek üzere bulunan çırağı hidayeti uyandırmağı daha âli bir vazife bilmişti. Bunun için, ihlaf islafa faik olmak lazım gelir itifadiyla kemiklerini, kabrini bizlerin hamiyetine, hamiyetine emanet ederek mülk meftuhun ta kapısı eşiğine, deniz dalgalarının hemen islattığı cepheyi beldeye bıraktırmıştı. Bu halde, bu kararda, bu vaziyette birçok noktalar yok mu?
Ne malümki: şehit sayid böylece bizlere, ricat eden ordusunun önüne yatarak <beni çiğneyiniz, öyle kaçınız!> diyen malum bir generalin komutunun daha alası, daha tüyler ürperticisi olarak <<çocuklar, işte ben burada seksen senelik bir gazayı mütemadiyen ve sizi, gazinizi, dininizi muhafazadan sonra hab ebediye yattım. Biliniz ki: Trablus’a girmesine müsaade edecek olduğunuz düşman pay gayz ve intikamıyla ilk evvel benim mezarımı çiğneyecektir!>> demek istememişti ne müesser cilveyi vukuattır ki: o kahraman Trablus garbın ağyar elleriyle, babadan, anadan kalma intikam şiddetiyle duçar olduğu gülle ve ateş yağmurunda bile üçyüz bu kadar sene sonra da vatanın ilk saf müdafaasında bulundu. İhtimal makber mukaddesinin duvarları düşman güllesinden birkaç zavallı ihtiyarı, aciz kadını, nereye kaçacağını şaşırmış çocuğu muhafaza etti. Evet, Turgut ve Trablus! Biz bu iki tılsım mefahirimizden şimdilik mahrumuz. Turgut’un kemikleri – Allah göstermesin – belki bir zaman genişçe bir cadde açılmak için yerinden çıkarılıp atılmak tehlikesinde, Trablus, merkezden uzak bir fırka kalileye verili ahalinin harekât gayri muntazama sına sığınmış bir hastayı felaket, bir sahneyi sefalet! Bu gün, vatandaşlarım, sırf kuvveyi bahriyemizin mefkudiyyeti sebebiyle sekiz tanesi bir kahraman neferimizin bileğini bükemeyen cılız İtalyanlar tarafından adeta iki sefilin bir evi basması kayıtsızlığıyla zabt olunmak istenilen Trablusgarp nedir bilir misiniz? Derin ve mukavemetsiz bir feveran bilseniz de beni bila ihtiyar
Sayfa: 1531
söyletecek: – ve tekrar, tekrar söylemek farzdır, farz aynıdır ki; bir soğuk su ile nefsimizi telziz için feda ettiğimiz paslı bir onluğu irtikâp, itfa etmek yüzünden, tehlikemizi, kendimizi, vazifemizi bilememek sebebi ile bu ana kadar çektiğimiz zilletleri öğrenelim, neler kayıp ettiğimizi anlayalım ve daha nasıl ve maazallah çaresiz zilletlere düşeceğimizi açıkça muhakeme edebilelim. Bir memleket tasavvur ediniz ki; Afrika şimalinin Mısır hududu müntehası ad olunan bir noktadan başlama ile şarkından garba doğru ve Girit adasının altından geçerek bahri muhit
Itlasiye mümted olsun, yani koca Akdeniz’in bu nice uzayan; bunların en garip parçası olan Fas müstesna olmak üzere münkasım olduğu Cezayir, Tunus, Trablus ve Bingazi hatalarından bildiğimiz gibi Cezayir’le Tunus Fransızların yetkisine, yine kabahatlerimizin neticesi olarak geçti. Arada bir Trablus ile ona mülhak olan Bingazi hatası elimizde kalmış, münafi islamiye, azamet ve mekanet siyasiye namına anî elde bulundurmak üstümüze farz olmuştu, birçok vatandaşlarımız Trablus denince taştan topraktan yapılmış elli bin kişi nüfusu havi ve bir liman kenarına kurulmuş bir şehir
Sayfa: 1532
Farz etmemelidirler. Trablus teali ve tekâmül islamiyetde, bil netice şevketi Osmaniyette en âli ve muazzam rolü oynayacak vasıtamız, sahamız, tarik münasebetimiz idi.
<<bir zaman dünyayı besleyen Mısır. . .>> denince lâl olup kalıyoruz; lakin bilelim ki, Trablusgarp ve Bingazi hatası tamam Mısır hidiviyetinin mesahayı sathiyesine müsavi bir vesaite maliktir. Daha ziyade vazıh söylemiş olmak üzere diyelim ki: İzmit ve Biga mutasarrıflıkları da dâhil olmak üzere Bursa, Cezayir Bahri sefid, İzmir, Kastamonu, Ankara, Konya, Adana, Sivas ve Trabzon vilayetlerimizi hep bir yere getirsek yine Trablusun Bingazi hatası onların iki buçuk misli büyüktür. Çünkü saydığımız mutasarrıflıklarla vilayetlerimiz ancak 193450 mil
TRABLUS GARP: SAF SULARINI KİRLETEN KORSAN GEMİLERİ
biri İngiliz murabba oldukları halde Trablus ve Bingazi mesahayı sathiyesi 400000mil murabbadır. Ve en az, istatistiklerin adam mevcudiyetine rağmen iki milyona karib sırf İslam ahaliyi cemidir. Bize diyorlar ki: <<Trablus uzak idi, muhafazası güç idi, arazi çoraktır, badiyedir mahsul vermez, hükümetin başına fazla bir gailedir…>> bunu söylemeye, bu küfranda bulunmağa cesaret edenler mahaza siyaset hazirenin reviş ceryanından bir hisseyi istifade almak yahut müşkülat mukaddereden kurtulmak arzusunda bulunanlardır. Ne bir İslam, ne bir Osmanlı kalbi bunu tasvire, tekdire cesaretyab olamaz. Trablus ve Bingazi hatalarının bir çok aksamı çorak çöllerden ibaret olmakla beraber tarihi kadime, hatta Roma
Sayfa: 1533
Tarihinin ilk ve son devirlerine bakarsak sahilin keza asırlar içinde heykel ümran halinde kalmış yüz binlerce nüfuslu şehirlerle ziynettar olduğunu, henüz Bulgaristan sahilleri ve Tuna yalıları bir ve hoştegah haşyet engiz iken medeniyetin ilk tıfl külçehreyi tealisinin orada naz ve naim içinde doğup büyüdüğünü görürüz ve böyle olmasaydı Yunanistan, İtalya, İspanya gibi cihanın en civanmert ve cennet âsâ iklimi olan memalikten kan can bahasına bu kuru çöllere hicret edecek, birleşecek, mamureler yapacak insanlar bulunabilir mi idi? Roma tarihinde bir fasıl medid mahsus ve ibret aver teşkil eden muharebeleri mahaza Afrika şimalinin mamuriyet ve servetini, satvet ve şevketini bel’ için vücut bulmadı mı? Roma imparatorluğu tarafından şarki ve garbi Afrika şimaliye vaki olan muhacemetin şimalliler kuvveyi bahriyece kesb tefevvuk etmedikçe hezimetten başka bir netice hasıl etmediği, bilakis Afrika şimali donanmalarının gerek Vandallar, gerek İslamlar, gerek İslam Osmanlılar devrinde muteber yalılarını bile titrettikleri bize bir dersi ibret olmalı değil mi idi? çok doğru söylenilmiştir ki: tarih sırf bir tekerrürden ibarettir ve muzafferiyet bu tekerrürü kendilerine müsait bir vaziyetinde karşılaya bilenlere nasip olur.
Sayfa: 1534
Bütün bu şeyleri bıraksak bile Trablus’u kayıp etmekle hilafeti İslami’ye ile bütün cihanın İslamları arasında kalan yegâne tarikin, bizim malımız, bizim kanımızla sulanmış olan şeh-rah irtibatın dahi kaybının ebediyesini görmekte olduğumuz zanna mukavemet edebilecek bir vicdan var mıdır? Yine kuvveyi bahriyenin lüzumunu, Girit ve Afrika şimalinin ehemmiyetini tebeyyün ve halkımızı bezl hamiyet ve civanmerdi ye sevk ve teşvik maksadıyla bir yerde daha söylediğim şu sözleri burada tekrar ediyorum: Avrupa ulema meşhuresinin ve müdekkikin azamından bir zat demiştir ki: İslamiyet’in istikbali farikadadır. Bu gün ise İtalya zırhlıları sırf toplarının, zırhlılarının kuvvetiyle ve başka hiçbir meziyet maddiye ve hukuk maneviyeleri olmayarak hilafeti İslamiyenin Afrika merkez kapısı olan Trablus’u bize kapadılar; çoktan tarik hidayete girmiş kabileler merkez iyeyi; henüz dahili hidayet olanları ve dahili hidayet olmak için irşada muhtaç ve zilletlerinden mesuliyetleri – dünya ve ahret – bize müterettib olan akvam ve haşyeyi bir set metin biğanegi ve intikam ile set eylediler. Bir şehit hürriyet kadısının dediği gibi: yazık zamanlara!
Vatandaşlarım; emin olunuz, şu satırları yazar iken bir ateşi izdırap sinemle beraber göz pınarlarımı yakıyor, ne hatırıma geliyor bilirmisiniz; bir zamanlar o kıymettar Trablus da sefineyi harbiye ile memur bulunduğumuz bir bayram idi. sabah topları atılır atılmaz yirmi otuz kayığın sandalın birden beyaz ihramlara bürünmüş Arap kardeşlerimizi hamilen gemiye geldiklerini gördük. Ademi kabul gayri mümkün, mütevelliyen varit olanları bir karavetin içine sığdırmak ise büsbütün gayri mümkün idi. köprü üstüne hüssab kamarsına kadar her yerimiz doldu. Zaten gelen gitmiyor, getirdiği bir lokma ekmeği koltuğunda aç bilaç, lakin halifeyi islamın şevketini ispat eden bir teknede akşama kalmağı hac ekber add eyliyordu. O kale toplarının her atılışında bu yüzlerce dindaş hep bir ağızdan kelimeyi şahadet getiriyordu. Zavallılar bilmiyorlar idi ki: kendilerini hamiyet ve şevk ile gaşy eden bu toplar, bu eski ahşap sefine şimdi hiçbir işe yaramaz ve Allahın nusretini üstüne istirham eyledikleri sultan Hamit şu anda belki İstanbul’un, yıldızın muşaşaa ve mutara dairesinde teskin hevesatıyla meşguldür. Umur İslam, istikbal İslam ise ancak Allaha kalmıştır.
Bu ihramları parçalanmış, müddeti hayatında yumuşak yatakta yatmamış olan vatandaşlar, bu bedevi, cevheri hamiyet Araplar, dedikleri bu halifeyi İslam gemisini görmek için parçalanmış, çıplak ayakları ile ta nerelerden geliyorlardı, bilirmisiniz? On beş günlük çöllerden, hatta Fizana peyveste vahşi yollardan! O zaman bütün arkadaşlarımızla ağladığımız gibi şimdi de ağlamak istiyorum: acaba bu garip ve mensi dindaşların kalbine bir gün olup büsbütün
Sayfa: 1535
garip ve mensi kalacakları, hilafeti İslami’ye ile aralarına İtalyan zırhlılarından müteşekkil bir duvar cebir ve kahır dikileceği ilhamı olunmuş idi? Biz vatan ve millet zillette bulundukça yaşamağa liyakatimiz olmayan bir karanlık gecelerde Trablus önündeki o vesikayı istihza teknemizle sallanırken acı acı duyuyor, mefkûremize hâkim olamadığımız için hafız Şiraz inin şu mısraını bilâ ihtiyari yaşlı gözlerle hafızadan geçiriyorduk:
<<ceres feryat mı dardaki: bir bendide mahmulha!>>
Bu mersiye felaketi okumamız efradı milleti ağlatmak için değildir. Yukarıda söylediğimiz gibi bunlardan bahis etmemiz – hâşâ hamiyetsizliğimizden değil – fakat cehil ve gafletimiz yüzünden neler kayıp ettiğimizi ve kayıp ettiklerimizin kıymeti hakikiye sini ispat ile bütün milleti, kayıp vakıada zarar dide olan bütün akvamı daha şedit surette intibaha davet etmektir. Cersin feryadına karşı izan hidayet âlâ ile mukadder!
Yoksa ağlamak acizeye yakışır; hâlbuki bu gün millet elhamdülillah şevket ve hamiyeti meknuzesi, kuvvet mefturesiyle ziyanı tazmin edebilecek bir mazi ve mahiyette bulunuyor. Osmanlılar, <erkek gibi muhafaza edemediklerini vatanları için karı gibi ağlamak> zilletinden her zaman masun ve mütealli kalacak ve ecdatlarının kendilerine <o günün düşman o günün eğer kalırsa yanına!> suretinde ve bir pazubant hamiyet kuvvetinde bıraktığı darbı meseli muebbeten unutmayacaktır. Evet, bu Osmanlılar ki; hilafı ahd hareket eden hükümdara başlarını açmamak ve bu veçhile izzeti nüfus milliyi ihlal etmemek üzere sarıklarını başlarına temel çivileriyle mıhlattılar; bu Osmanlılar ki: bütün igtişaşat dâhiliyeye rağmen ordularımız mağlup olunca vezirası gemi yapmak, padişahları ordu tertip eylemek üzere kâşanelerindeki, saraylarındaki gümüş ananeyi ortaya koydular. Bu Osmanlılar ki, bir kefen ve bir kılıç ile girdikleri imtihan akvamı meydan muhibinden – bazı cahil Avrupalıların ve daha cahil Avrupalı yamaklarının zan değil, söylemesini moda add eyledikleri gibi – sırf kuvveyi hayvaniye ve müfterisi sayesinde değil, din, beşeriyet, hukuk ahire riayet, kavmiyet ve sureti meşrua da izzet kavmiye ve ilahiyatı diniye uğruna ölmek silahlarıyla muzaffer çıktılar! Lakin düşünelim vatandaşlar ki: önümüzde zaman yok, fırsat yok, fevareyi pürtab Osmaniyecin tealiye sinden korkanlar çoktur. Ne tesir bi eser para eder, ne kadar hayalidir! Şimdi vazifemiz dereceyi felaketi, sebebi felaketi görmek, sen ve ben ayrılmaksızın, ne isek mahiyetimizin vatan olduğunu, ne olacaksak yine vatanla alakadar bulunduğumuzu, ne kazandıksa vatandan kazandığımızı, ne kayıp edersek vatanla beraber kayıp edeceğimizi düşünmek ve vicdanımıza düşen din hamiyeti sevine sevine ifa etmektir. Daima hükümetten ve her şeyi hükümetten beklemek itiyadını hatta zilletini neden kabul ediyoruz ki: hükümeti yapan
Sayfa: 1536
millettir. Mademki: vükelayı millet kaideyi meşrutiyette işine bakamayan heyeti hükümeti değiştirebiliyor, o halde işimizi görmek iktidarına haiz olduğu halde mehaza – mesela zarureti maliye gibi – esbabı mecbura dolayısıyla ifayı vazifede duçarı müşkülat olan hükümete milletin muavenet mah susası yalnız muktezayı hamiyet değil, hatta muktezayı menfaat değimlidir?
Mesela, geçenlerde bir takım şayiaya sebep olan bütçe itilafının büsbütün nazarı ibtisar millete koyduğu müşkülatı maliye olmasaydı veyahut efradı milletin vasi maliyesi müsait bulunarak ianeyi milliye cemiyeti şu iki üç sene zarfında donanmamıza üç dretnot ilave etseydi bu günkü Trablusgarp faciası karşısında bulunacak mı idik? Şüphesiz, hayır! Garip tecellidir ki: İtalya’nın Trablus garba tecavüz fikriyle ilanı harbinden yirmi günden fazla bir müddet evvel bu husus için ve sırf kahraman, yediği kuru ekmeği – icap ederse – müdafaayı milliye ye hasreden Osmanlı milletinin, hamiyet ve civanmerdi sine sığınarak ve Trablus tehlikesini tebeyyün için <<bütçe itilaftan alınacak dersler donanma ve Trablusgarp>> serlevhasıyla yazdığım halde kim bilir ne derece dakik veya bir mütalaaya devir endişeye mebni <<ikdam>> gazetesi tarafından <<henüz vukuatı gelmedi>> kavliyle neşir olunmayan bir makaleyi müfesselede korktuğu, milletimle dertleşmek istediğim felaketler bu gün başımıza geldi. O makalenin bir yerinde demiştim ki:
Trablusgarp vilayetinin Osmanlı devletinin ancak kuvveyi bahriye sayesinde, korkunç donanmaların coşkun Akdeniz den bi perva geçirdiği kahramanlar kılıcıyla elhak olunduğu nasıl bir hakikati tarihiye ise bu mevkiinin muhafazasının da ancak her ihtimale karşı kâfi bir kuvveyi bahriye sayesinde mümkün olabileceği de öyle bir hakikati askeriye ve siyasiyedir… Binaenaleyh: Bugün Girit faciası Girit muammayı hazin oldu, Girit sukut amali ile çırpınan hamiyetli Osmanlı kalplerinin yarın bize Girit ten daha uzak ve Girit’i tehdit edenden daha büyük bir kuvvetli mehlikaya karşı gerek hükümetin ve gerek efradı milletin en son ve en ateşin vezaif mertebeyi vicdaniyeleri nazarı dikkate alarak çalışmaları lazım gelir. Başlı başına bir hükümet cesmiyeyi İslamiyet’i olmak istidadını haiz ve servet umurunca mazisi muhtelif devirlerde şaşaalara, türkülere, şevketlere müstağrik olan o koca memleketin yavaş yavaş bizden çözülmek istidadı gösteren revabıt siyasiyesi müebbeten takviye edecek bir sabi umumiyi milli gösteremez isek tarihin en hamiyetsiz milletleri içinde sayılmağa layık oluruz. Bu sayi umumi ise en ziyade Osmanlı hükümetinin maksada kâfi, kuvvetli bir donanmaya sahip olabilmesi cihetine matufen yürümelidir. Büyük bir müdafaa ordusunu bütün levazım teçhizatı ile denizler üzerinde bütün taarruza ve tecavüze
Sayfa: 1537
muhtemelliğe karşı mahfuzen Berberistan sahiline nakil edebilecek ve istila ordularını daha Trablusgarp yalılarına kadem nihâde olmadan – babalarımızın yaptıkları gibi – açık sularda tevkife mahkum eyleyecek bir kuvveyi bahriyemiz olmadıkça o mevkiyi bizim add eylemek biganelerimizin, ecnebilerin lutuf ve rahmetine sığınmakla müsavidir. Yukarıda söyle diğimiz gibi devletin bahriye bütcesine ibzal fedakarı edemeyecek kadar müşkül bir mevkii maliyede olduğunu bilmiyor değiliz. Lakın hayat hususiyeyi beşer ve hayat umumiyeyi melal zaten halli müşkülat, iktiham müşkülat ile muzaf olduğu için böyle bir mazeret ne hükümeti, ne de milleti nazarı ihlaf ve sahaif tarihte teberriye edemiyecektir, ve katiyen biliyoruz ki, bize mesafat resmiye arz eden
TRABLUSGARP: KIYAMETE KADAR OSMANLI OLARAK YAŞAYACAK MÜHİM BİR VİLAYETİMİZİN MERKEZİ
bir hükümetin en ehemmiyetli matbuatında, mahfilinde <<Japonya için Kore ne ise bizim için de Trablusgarp ve Bingazi odur.>> diye bağırılırken hiçbir Osmanlı geceleri bir müsterih kalp ve vazifesini yapmış olmaktan mütevellit bir etimeinen ile gözlerini kapayamaz.
Bizde umur bahriyemizin telakkisi garip bir tecelliye mazhar oldu. İaneyi milliye cemiyeti muhteremesinin uruk hamiyet milliyeye verdiği, huban teşvik ikaz ile nazarı umumiyette kesbi ehemmiyet eyleyen donanmamızdan bu günlerde pek az bahış edildiğini – maalesef – söylemeye mecburuz. Donanmamız için çalışanların, ani endişeyi hamiyet beyanların
Sayfa: 1538
en ziyade zabıt vasat sınıfında memurin ve avama muhtass kaldığını fark etmek diğer cihetten bedii tesirdir. Hususiyle meclis milliyenin bahriye bütçesini tetkik eyler iken gösterdiği hararetsizlik dahi şayanı nazar olmakla beraber biz mebusanımızı bu hususta mazur ad ederiz. Çünkü bu zevat muhteremeden anlamadıkları bir takım guvamız nazari ve tecrübeye, sırf ihtisasa müteallik muhakeme ve muvahaza beklemek pek garip olur. Ne bahtiyar idik. Birçok zevat muktedireyi havi olan heyet teşriiyemiz bu hususta da selahiyettar rey vukuf birkaç zata malik olsaydı! Bir devlet teşkilatı bahriyesi o kadar dakik ve müntasap ciheti şamildir ki: bilhassa kuvveyi bahriyeye biz derecesinde muhtaç ve merbut olan milletlerin vükelası ifayı vazife etmiş olmak için sadece bir sefineyi harbiye cedide tonasiyla top çaplarını ve adedini bilmekten
ibaret bir seyyar merakibe ile katiyen iktifa edemezler.
Bunu tekrar tekrar söylüyoruz. En büyük cerihamız kuvveyi bahriyemizin mefkudiyetidir? Bu hal teğaffülde devam ettikçe her an bu ceriheyi umeykanın izdıraplarını, hemalarını çekecek, sarsılacak ve düşeceğiz. Ağızlarımızda gezen mahud Yunan donanmasına tevfik haziremiz fahriyyat hususesiyle oyalanmayalım. Ordumuzla desti metin hamiyeti nasıl şemşir celadette ise milletin civanmerdisi de keseyi hamiyette olsun! Bir levha üzerine <donanmayı unutma> kelimesini yazarak fakirler kulubeyi harabemize, zenginler kâşaneyi ikbalimize, amele fabrikamıza, çiftçi tarlamıza asalım. Az ile çok ile anın emrine itaat eyleyelim ki:
Sayfa: 1539
Trablus gibi baidemizdeki şüheda mezarları üzerlerine yükseltmeğe yeni başladığımız makberlerin inşaatı biter bitmez ecnebi bandırasının zelil nisyan ve bettankisi altında mahkûm harabı ve mahrumiyet olmasın!
Eyvah ki daha uzak sandığımız bu an herc ü merc pek çabuk gelmek mukaddermiş! Eski İngiliz amirallerinden meşhur bir zat sefain harbiyeden kinayeden: <<İngiltere ağaç kelimelerinin arkasında mahfuzdur.>> demiş, yüzlerce sene evvel söylenilen bu söz (hatta İngiliz çocuklarına! Okutmak için bir kadın tarafından yazılan Sea Fight to namı İngiltere tarih muharebat bahriyesinin sür namesi ittihaz edilmiştir.
TRABLUSGARB: KIŞLANIN BİR KISMI
Ey vatanı için çoluğunu çocuğunu memnunane terk edip aylarca uzak hudut başlarına – orada can vermek üzere – cesur ve heveskâr koşan Osmanlı evlatları, biz bu noktayı mevcudiyetimize, seher şevketimize hala mı gafil duracağız.
Donanma olmadıkça bizi ne siyasi ittifaklar kurtarır, ne nazariyat siyasiye. Bir kere Akdeniz eski sahiplerinin dizgini altında zapt olunmağa alışmalı, bir kere Osmanlı sancağı Osmanlı sancağına layık donanmanın sütunlarında devletler limanlarında salınmalıdır. Başka çare yok! Bu iddia ve istirhamda yalılarında kanı dökülen Osmanlı şehitlerinin
Sayfa: 1540
ruhu, Trablus kaleleri içinde şehit bulunup da İtalyan çizmesiyle çiğnenen fedakâr askerlerimizin ruhu, bize mezarlarından bakan bize <<camilerimizi, mukaddesatımızı, kabirlerimizi düşmana çiğnetmeyin. Kerimelerimizi otel servitörleri, ihtiyar kadınlarımızı düşman askerinin çamaşır yıkayıcısı yaptırmayın.>> diye bağıran babalarımızın ruhları bu talep istirhamda hep müşterektir. Ölüler şadanı ruh, diriler azadeyi zillet, bakireler, çocuklar az milliyet, vatan imdat bekliyor. <arş yiğitler vatan imdadına!>
Ey şu satırları okuyan yiğit Osmanlı, en yakındaki ianeyi milliye merkezine şitab et. Çünkü ak günü tevlit etmeyen para karadır, ak parada kara gün içindir. Bu imtihanğah izzet ve namusta vatanın selametine hadim olmayan paranın ne ehemmiyeti var ki, hatta:
<<vücudun gibi hamur mayası hak vatandandır>>
<<ne gamım rah vatanda çak olursa cürüm mihnetten>>
30.Eylül.1327
GÖZTEPE
ALİ RİZA SEYFİ.
Trablusgarb: kraathameyi askeriye
OSMANLI AFRİKASI
Mukaddeme: ahval tabiiye – teşkilatı arziye – iklim – ahvali iktisadiye – nüfus ve din – ahvali tarihiye.
Bir zamanlar hemen bütün Afrika kıtası sahillerine malik olan biz Osmanlılar 1246 tarihinde ve sultan Mahmut sanının zamanı saltanatında Barbaros Hayrettin paşanın Osmanlılığa, Kanuni sultan Süleyman’a takdim ettiği Cezayir kıtasını, o koca ülkeyi, kral ve bir alay cahillerinden mürekkep olan radikaller ve diğer bir tabirle muhafazakârlar tarafından vukua getirilen fenalıktan müteessir olan milleti, hükümet aleyhinde bulunanları, muzafferiyetlerle memnun etmek, halkın nazarını harice çevirmek ve bu suretle dâhili heyecanı teskin etmek üzere Fransa krallarından onuncu Şarl, eski dostlarımız Fransızlara – İtalya’nın şimdiki yaptığı gibi – ebediyen kaptırmış oldukları gibi Tunus kıtasını da merhum Mithat paşanın Abdülhamid’e, o kızıl sultana, İzmir Fransız şehbenderi tarafından icbar anide, sefirin emriyle teslimine mukabil – sözde denilse de – fakat hakikatte ellerinden kayıp etmişlerdir.
Cezayir ve Tunusun uğradığı bu feci akıbete bu gün de, – Fransızların Cezayir’e yaptıkları gibi – İtalyanlar da garbi Trablus ile Bingazi yi uğratmak istiyorlar.
Ahval tabiiye
Kadim Arap coğrafyayı magrib beladini üç kısma ayırmışlardır. Bahri muhitten <Tlemsen>e kadar olan kısma <Mağrib aksı> ve Tlemsen’den Barika’ya kadar olan parçasına <Mağrib üst> ve bizim şimdi Bingazi veya Barika dediğimiz kısma da <Mağrib şark> namını vermişlerdir. Mağrib aksı ile üsten Endülüs’e teadi olunduğu cihetle bu iki kısma <biralmuduha> namını dahi vermişlerdir. Bingazi ye dahi, kumlu taşlar çok olduğundan dolayı Barika tesmiye etmişlerdir.
Osmanlı Afrika’sı, garptan Tunus, cenuptan Sahrayı Kebir, şarktan da Mısır ve Sudan kıtalarıyla şimalden de Akdeniz’le mahududtur – ki bu koca ülke yirmi sekiz derecelik bir mesafe vücuda getirir.
Hükümet sabıkanın fenalıklarından biri olmak üzere sinverlerinden hiç birisi tamamıyla tayin
Sayfa: 1554
bin beş yüz metre irtifaında olan <haruç> ve <esved> dağları vardır. Cenup taraflarında da dört yüz elliden beş yüz metreye kadar yükselen <hamada humra> dağları vardır bu <hamada humra> dağları kırmızı yayla denilen arazi dâhilindedir. Kervanların en ziyade korktukları susuz ve yakıcı bir mıntıkadır. Burada güneş bütün kuvvet ve şiddetini gösterir ve cayır cayır yanar, yakar.
Bu dağlar bir takım taş ve kum yığınlarından, zeminin arızalarından ibarettir. Ormandan mahrumdurlar. Sair taraflarında da az çok arızalar varsa da bazı cihetleri ve hele şark cenubi kısmı karavan yollarından uzak olduğu cihetle tamamıyla malum değildir.
Bingazi de de sekiz yüzden bin metreye kadar yükselen bir takım dağlar vardır. Bu dağların uzunluğu iki yüz elli, üç yüz kilometre ve genişlikleri de on beş ila yüz kilometre arasındadır. Bingazinin cenup cihetindeki dağlara <cerdiye> namı verilir.
Sirte körfeziyle Mısır kıtası arasında Bahrisefide doğru uzanmış olan arazinin üzerinde bulunan bu dağların ekserisi ormanlıktır.
Tabakat ül arz ahvali
Osmanlı efrayikası, araziyi tabiiye mucibince, Trablus, Fizan, Barika kısımlarına ayrılır tafsilat lâzımede bu itibarla arz olunmuştur.
Osmanlı Afrika’sı, nehir ve göl gibi tabiatın mevhubatından mahrumdur. Taht el tarab bir takım kuyular var ise de bunlardan henüz istifade olunmamaktadır.
Sayfa: 1555
Sellerin vücuda getirdikleri vadiler de kup kuru durmaktadır. Yağmurdan husule gelen sular, sel suyu gibi akar ve kumlar içinde kayıp olup gider. Memleket henüz bu sulardan bir fayda görmemektedir. Ancak bu sular bütün bütün mahvolmayıp kumlardan süzülerek kum tabakası altındaki boş yerlerde birikir. İstifade kabil olacak surette toprak altında su havzaları, adeta göller vücuda getirirler.
Vadilerde, yeri iki üç metre kazınca güzel sular çıkar. Trablus kıyılarının çok yerleri kumluk ve alçak olduğu gibi girinti ve çıkıntıları da azdır. Mısratah burnu ile Trablus arası bir dereceye kadar kayalıktır. Tunus’tan Mısratah burnuna kadar olan sahil pek az çıkıntılarla uzanıp gider. Mısratah burnundan sonra deniz kıyısı cenup şarkiye doğru bir kavis yapmağa başlar.
Buradan Barika hizasına kadar uzanan sahil büyük Sirte veyahut Sidre körfezi namını alır. Bu körfezin kıyıları düz, alçak ve kumluktur. Umrandan mahrumdur. Şehir ve kasaba yoktur. Seyri sefaine elverişli değildir.
Trablusgarb’ın bazı yerlerinde gayet latif vahalar olmakla beraber pek çok yeri kumluktur. Pek çok kum tepecikleri vardır. Mevcut olan yaylalar vukua gelen büyük büyük volkan hadisat ve indifaı neticesidir. Hele Trablusgarp ile Fizan yaylası arasında uzanıp giden <Haruç> dağının teşkilatı ve orada bulunan bazalt parçaları bu maddenin ispatına en büyük berranlardandır.
Kum tepecikleri, eczayı ferdiyetleri birbirinden ayrılmış, bozulmuş granit parçalarıyla kilsi taşlardan mürekkeptir.
Trablusgarp <asıl Trablusgarp> ile <<sahrayı merkezi>> namıyla ikiye ayrılır. Asıl Trablusgarp, Sirte körfeziyle Tunus arasına denir. Bu da üç kısma bölünür. Bir kısmı garbi şimalide olan ovadır. Bir parçası da dağlık olan kısımdır ki, ovanın cenup tarafıdır.
Üçüncü parça da cenuba düşen kilsi yayladır. Vahalar o kısımdadır.
Sahra merkezi, asıl Trablusgarp’tan bir dağ silsilesiyle ayrılmıştır. Bu dağlar evvelce arz edilen Trablusgarp ile Fizan arasındaki Cebeli Esvet dağlarıdır. Bu dağlar oldukça geniş araziyi muhat ise de pek çok yerleri kilsidir.
Cebeli Esvet ve haricen eteklerinden inen vadiler Akdeniz’e kadar gider. Fizan vadileri ise şarka uzandıklarından bir takım kollara kadar gidip kalır.
Akdeniz’e müntehi olan vadilerin en meşhurları garbtan başlayarak vadiyi Mafsala, vadiyi Abize, vadiyi Elasal, vadiyi el Hayre, vadi Em Seyd, vadiyi Ebes, vadiyi Nikas, vadiyi Geman, Sevk elcin, vadiyi Zemzem, Emalesil, vadiyi Elşika, vadiyi Muhattardır.
Afrika’nın sair kıtalarında görülen teşkil
Sayfa: 1556
hayatı Trablusgarp kıtasında da görülür. Afrika kıtasının bazı noktalarının yükselmesine mukabil Trablusgarpın alçalmakta olması bu yerlerde arzın faaliyetinin, teşkilat tabiiye ve jeolojiyesinin henüz devam etmekte olduğunu gösterir.
Trablusgarpın iklimi sahil ciheti bir dereceye kadar çıkarıldığı halde aksamı sairesi tamamıyla sahrayı kebirin hemen hemen aynıdır.
Mizan el hararet vasati olarak 20 ile 22 derecesinde bulunur. Yazın nadiren 30 dereceden yukarı çıkar. Kışın dahi pek az defalar 10 dereceden aşağı düşer.
Bu yerlerin havası sağlam hele kışın her taraf zümrüt gibi olur. Ara sıra esen kıble rüzgârı çokça sıcak yapar ise de rutubeti kaldırdığından mazeretinden ziyade menfaati olur.
TRABLUSGARBDA FİLDİŞİ VE DEVEKUŞU TÜYÜ TİCARETİ
DERNE SAHİLİNDE GÜMRÜK DAİRESİ
VASİLİKOZDA DONANMA CEMİYETİ TEŞKİL EDEN BİRİNCİ HUDUT BÖLÜĞÜ ZABİTANININ HUDUT SANDALI İLE AT KALESİNE HAREKETLERİ
VASİLİKOZ DONANMA ŞUBESİNİ TEŞKİL EDEN HAMİYETLİ ZABİTANIMIZIN HUDUDA AZİMETLERİ
REŞİT PAŞA VAPURUNUN KAPTAN VE GÜVERTE ZABİTANI
BİZİM ÂLEM VAPURUNDA ŞUBE KUŞAT EDEN VE ELYEVM İCLALİYE KREVETİ SUVARİSİ BULUNAN YUSUF EFENDİ KAPTAN.