DONANMA MECMUASI 62 5.Teşrinevvel.1914

DONANMA MECMUASI 62

0486_0014-62_Page_02

Pazartesi Eylül 22 – zilkade 15

0486_0014-62_Page_01

Pazartesi: Zilkade 15/1332 – Eylül 22/1330 – Teşrinievvel 5/1914

0486_0014-62_Page_02-2-3

İntibaat – Mektebi bahriyeyi şahanenin 1.Temmuz.1330 tarihinde alınan en son guruptur. (en önde bulunan küçük talebe mektebe hariçten matlup “istenilen” derecede talebe tedariki müşkül bulunduğundan 1329 senesi zarfında birinci seneye namzet olarak alınan 11 – 12 yaşlarında talebedir. Yakalarında çapa bulunan talebe, mektebi henüz ikmal etmeyen talebe asliyedir. Yakaları çapasız olanlar da bu sene neşet eden mühendis efendilerdir.)

1 – mektebi bahriye müdürü firkateyn kaptanı Enver Bey (“mumaileyh – adı geçen” ahiren tahvili memuriyet etmiştir.)

2 – mektebi bahriyede ders müdürü firkateyn kaptanı İngiliz Holland Bey.

3 – mektebi bahriye korvet tabibi Mustafa Bey.

4 – mektebi bahriye mekanik muallimi korvet çarkçısı Osman Cevdet Bey.

5 – mektebi bahriye muhasebe memuru kıdemli kâtip Hüseyin Efendi.

6 – mektebi bahriye riyaziyat muallimi güverte birinci sınıf Yüzbaşı Kazım Efendi.

7 – mektebi bahriye müdür muavini Yüzbaşı İhsan Efendi.

8 – mektebi bahriye tarih muallimi güverte birinci sınıf Yüzbaşı Safvet Efendi.

9 – mektebi bahriye sınıf zabitlerinden Yüzbaşı Fehmi Efendi.

10 – mektebi bahriye lisanî Osmanî muallimi çarkçı birinci sınıf Yüzbaşı Meciddin Efendi.

11 – mektebi bahriye sınıf zabitlerinden Yüzbaşı Talat Efendi.

12 – mektebi bahriye elektrik muallimi çarkçı birinci sınıf Yüzbaşı Ahmet Tevfik Efendi.

13 – mektebi bahriye muhasebe memur muavini üçüncü sınıf kâtip Hasti Efendi.

14 – mektebi bahriye riyaziyat muallimi çarkçı birinci sınıf Yüzbaşı Mahmud Tevfik Efendi.

15 – mektebi bahriye muhafaza kumandanı Yüzbaşı Sefer Kuzu Efendi.

16 – mektebi bahriye gemicilik muallim muavini birinci sınıf Yüzbaşı Adil Efendi.

17 – mektebi bahriye dördüncü sınıf cerrah Ali Efendi.

18 – mektebi bahriye heyeti bahriye muallim muavini birinci sınıf Yüzbaşı Hayri Efendi.

19 – mektebi bahriye beşinci sınıf eczacı Tahir Efendi.

20 – mektebi bahriye makine ameliyat muallim birinci sınıf Yüzbaşı Adil Efendi.

21 – mektebi bahriye sınıf zabitlerinden güverte mülazım Mustafa Efendi.

22 – mektebi bahriye riyaziyat muallim muavini birinci sınıf mülazım Seyfeddin Efendi.

23 – mektebi bahriye sınıf zabitlerinden güverte mülazım Sıdkı Efendi.

24 – mektebi bahriye elektrik muallim muavini birinci sınıf mülazım Eşref Efendi.

25 – mektebi bahriye sınıf zabitlerinden güverte mülazım Celal Efendi.

26 – mektebi bahriye fen muallimi İngiliz Mr. Hoss

27 – mektebi bahriye elektrik memuru çarkçı mülazım Edhem Efendi.

28 – mektebi bahriye fen muallimi İngiliz Mr. Falvely

29 – mektebi bahriye elektrik memuru çarkçı mülazım Rıza Efendi.

30 – mektebi bahriye İngilizce: Mr. Charles Meyu.

32 – mektebi bahriye kütüphane memuru güverte yüzbaşısı Lütfü Efendi.

34 – mektebi bahriye ders müdüriyeti kâtibi güverte Yüzbaşı Fahri Efendi.

MÜSLÜMANLARDA İNTİBAH “uyanış”

Osman evvel ile Reşadiye’nin ferdayı gasbında donanma cemiyeti de ateşin bir hamleyi nâgeh-zuhûr’un (ansızın) tesiriyle piç ü tab (şaşkınlık) içinde kalan milletin efkârına mecmuasıyla tercüman olarak bu faciayı iğtisabın (zorla alma) beyn el müslimin (Müslümanlar arasında) pek nahoş bir haleti ruhiye hâsıl edeceğini söylemiş idi. makamı hilafeti kübranın haiz olduğu nüfuzu manevi hasebiyle o makamın kalbgahına tevcih edilen bir darbeyi hak şokunun iğbirar (gücenme) Müslimlini calib olduğunu tahmin etmek kehanete muhtaç değildir. Füruğ (ışık) mezhebiyeden sarfı nazar ve hiddet gelmede zerrece iftirak (fark) kabul etmeyen Müslümanlar, beş vakitte Kâbe’ye tevciye veçheyi ihlâs eyledikçe elbette beyinlerindeki irtibatı maneviyi düşünecekler bu düşüncede kendilerini elbette o makamın bu gün muhafız fedakârı bulunan hilafete doğru tevcih edecektir.

Bu akideyi esasiyeyi kimse bir müminin kalbinden nez’ (yok etme) edemez. Ala nakit ihtiyal (hile) ecanibe firifte (aldatılmış) olan bedbahtlar ola.

İnfiali müslimin umumiyeti ne derece Müslim (selamet) ise teferruatı hakkında elinin malumatı da o derece nakıstır. Fakat meşail ilahi nefesle kabili itfa (söndürme), veya cereyanı milli ve Süryani dini mümkün ala hafa (gizli) olmadığından intibahı müslimin, haberleri de ferceyi intişar bulmakta, ağızdan ağza gezerek salâhiyettar, hatta resmi ceraidi İslam bile bu infiale tercüman olmaktadır. Çünkü kanunu tabiat; Bu galeyanı müsliminin maddesinde de hüküm la-yetegayyerini (değişmez) icra etmiş, tazyik mütemadi, akis tesirini göstermiştir. Müslümanlarda da vicdanı milli hâsıl olmuş milliyet ceryanı seylâpa adv-keş yanında başka bir haleti irae (gösterme) etmekte bulunmuştur. Geçenlerde ceraidi yevmiye ye (günlük gazeteler) intikal eden bir haber ki – Afgan hükümetinin cerideyi resmiyetinden müntakildir – bize o kuvvetli hükümeti islamiyenin iddiasını düşündürecek bir mahiyette olduğunu kati surette anlattığı gibi Kalküta’da intişar eden meşhur “Hablelmetin” gazetesinin neşriyatı ahiresi yakaza-i (uyanıklık) müslimiyenin İngilizlerce acı, fakat bizce elbette nûşîn (tatlı) ve meserret aver bir beyne hükmünü almıştır.

Bu haberin bizce tatlı olması ve meserretler vermesi orada Müslümanların devlet matbaalarına karşı açık bir vaz’ bardo husumetkâr alımlarından neşet etmiyor. Sözün en sahihi Müslümanlarda hâsıl olan intibahın verdiği sevinçtir. Müslümanlara görülen bu hareket onların tahtı tazyik ve esarette bulunduranları elbette düşündürecek, elbette Müslümanlarda hukuki insaniye ve medeniyelerine nail olacaklardır. İşte bunun için seviniyoruz. Makamı hilafeti azamiye ye karşı gösterdikleri asar merbutiyet ve muhaleset ise bize karşı yapılacak her haksızlığın manayı hayat ve mevcudiyetlerini artık idrak etmiş olan Müslümanların kalbinde ne azim infialler tevlid edeceğini elbette yar ve agyara tasdik ettirecektir.

Yad ne kadar elim feci hatıra fersadındır ki: Bir zamanlar burada Müslüman ve Türk namını gasb eden bir alay, bişuur ve idrak ittihadı İslam gibi bir emirkarane politikacılığa tenezzül ederek hakikatini unutmuşlar, kabine devirmek için öyle bir hitabı Yezdanı melabe ittihaz etmişler, bu gün minnet ve Muhammet müslimiyeni celb eden zamamedaran umuru (işler) ittihadı İslam taraftarlığı ile itham etmişlerdi…

Cenabı hak Müslümanlara selah halü hak hissini ihsan buyursun. Bu gün ilmen sabit oluyor ki Müslümanlarda kuvveyi zinde zaafa ugramıştır. Şuuru ümmet; hali tabiyesini bulunca bu zilleti zaafı da üzerinden atacaktır. Yalnız şurasını da unutmamalıdır ki, Müslüman; Daima muti, sulhcu, hakikat perverdir. Onun için tebaası meyanında Müslüman bulunan hiçbir hükümet (pan islamizim) propagandasından korkmamalıdır. Bu gün Avusturya ordusunda kahramanane harp eden Bosna Müslümanları ise İngiltere’ye karşı hablelmetin gibi ceraid ile düşündüklerini söyleyen; isharı agrar (tecrübesizler) ve infial ilgalarda Hind müminleridir. Aradaki fark ise hüsnü idare ve sui idare beyanındaki farktır. Daha harbin bidayetinde Cezayir Müslümanlarına hukuku medeniyyede Avrupalılar ile musavat vaad eden Fransa; Bu vaadiyle bu güne kadar Müslümanların esir olduklarını ilan etmiş demektir. Dini mübin İslam ise hürriyetin vazi ve müdafiidir. Onun emir ettiği müsavatı hukuk ise bu günün ukalayı ictimaiyunu mecbur takdir ediyor.

Müslüman madur, Müslüman bikes kalmıştır. Bu gün ona hakim olan zihniyet ise idrak hak, istirdad haktır. Bu hareketi, şunun, bunun, faraza İstanbul’un teşvikatına hamil edenler evvela kendi hareketlerini muvazene etmelidirler. Hâsılı beynelmüslimin hâsıl olan intiba; Şarktan doğan nuru refahın, garptaki küsûf-i küllisine (güneşin tam tutulması) bakanlara yeniden ümit vermekten, medeniyet hazireyi garbiyenin büyük bir istihale geçirmekte olduğunu hem de bi hakkın hüküm etmektedir. Bu hal ise; Kıyamı kıyametten numune nama bir cidal olacaktır. Bu cidal ise (asy antekr heva…) ser celilini bir daha tastik ettirecek bir hadiseyi azamet maal olup bu günkü harbi umumiyede vaziyetimizi ya tamamen istirahat, ya imana muhalefet, ya cebeli ananevi bir hissi muzır hıyanet sahifesiyle iyi görmeyenlere ne güzel bir cevaptır.

Donanma

HÜRRİYETİ KUVVET MUHAFAZA EDER

Üç yüz yirmi dört senesi temmuzunda meşrutiyet ilan edildiği zaman sevinmeyen hiçbir Osmanlı kalmamış idi. Fakat eskiden kalma kemer ki yüzde üç zammı meselesi mevki’ müzakereye konulduğu zaman ecanib (ecnebiler, yabancılar) tarafından dermiyan(ileri sürülen) ve ika edilen şerait(şartlar) ve müşkülat aklı erenleri inkisar-ı hayale(hayal kırıklığı) uğratmıştı. Mükirr(doğruyu ve gerçek olanı söyleyen) biz, meşrutiyeti istihsal etmekle yalnız kuvve-i icraiyye memlekete karşı ezhar-ı hürriyet edebilecek bir vezayit (vazife)almışız. Halbu ki diğer taraftan bit-teba hükümdarı-ı ali-şanımız efendimiz hazretleri müstesna olmak üzere en ali-makam (makamı yüksek) rical-i maliyemiz bile ecanibin(ecnebilerin) en makamsızından dün bir hukuk-u insaniyeye malik bulunuyordu. Yani bütün Osmanlılar Avrupalıların söz söyleyemez, istediğini yapamaz bir esiri idi.

Avam; hürriyet ve hırz! Dedikçe aklı eren havass içini çekerek biçare, bedbaht! Sen maddeten esiri yok iken manen esir olmuş büyük bir milletin efradından olduğunu unutuyorsun diyorlar idi.

Cenab-ı Hakkın lütuf ve inayetine bin şükür! Halife-i mükerremimiz (saygı değer halifemiz) hakan-ı muazzamımız efendimiz hazretlerinin ahdı şahen-şahilerine(yüce hükümdarlığına) mukadder olan ve hükümet-i muhterem-i hazretlerinin ulüvv himmeti(büyük çabaları) ve millet-i osmaniyenin ittihad ve vefakı ile (birlik ve uygunluğu) husule gelen kapitülasyonların ilgası keyfiyeti bize meşrutiyetten mühim milli bir saadet bahş etmiştir. Çünkü komşusuna esir olan bir kimsenin hanesindeki hürriyeti sahih değildir. Şurası muhakkaktır ki meşrutiyet kendisinden daha mühim olan bir hürriyetin esasını korumuştur. Osmanlılar bugünden itibaren dâhilen ve haricen hürriyeti siyasiyeye mazhar olmuşlardır. Fakat bu iki hürriyet ile hürriyet-i milliye ikmal edilmiş(tamamlanmış) olmuyor. Nasıl ki hürriyet-i dâhiliyeden hürriyet-i hariciyeyi tevlid etti ise (meydana getirmek) bu ikisinden de bir hürriyet-i iktisadiye tevlidine say’(çabalanmalı/çalışılmalı) edilmelidir.

Nasıl ki hürriyet-i dâhiliye azimkâr ellerde olmasa idi hürriyet-i hariciye istihsal edilmeyecek idi. İşte yine böyle bir azimi-kuvve gösterilmez ise hürriyet-i iktisadiye istihsal kalınamaz (elde edilemez.) Biz bugün iktisaden hür değiliz. Avrupa ekine ipek göndermezse söküğümüzü dikemeyiz; Avrupa ipekten, yünden, pamuktan mamul kumaş göndermezse çıplak kalırız; Avrupa’dan sahtiyan (boyanmış ve cilalanmış deri) gelmese yalınayak gezeriz. Rusya Amerika ve Romanya’dan gaz gelmese karanlıkta kalırız; İtalya’dan ve Avusturya’dan kibrit gelmese ışığımızı yakamayız; Rusya ve Romanya yağ göndermese haşlama yemek yeriz; Odesa’dan (Ukrayna Hocabey limanı), taygandan (kırım Ukrayna), Triesteden(İtalya’nın kuzey doğusunda liman şehri) , Marsilya’dan un gelmese ekmek bulamayız; Avrupa’dan cam gelmese soğuktan donarız; edavet(aletler) züccaciye ve fağfuriye(çini) gelmese kullanacak kap bulamayız; kâğıt gelmese okuyup yazmak için asurbeler gibi tuğla kullanmaya mecbur oluruz; şeker gelmese zaikamızı telziz edemeyiz (lezzetten zevk alamayız); Alman fabrikaları silah yapmasa düşman gözümüzü oyar da mukabele edemeyiz. İngiliz, Alman, Fransız tersaneleri gemi yapmasa değil muhafaza-i vatan için zırhlıya hatta İstanbul’dan Üsküdar’a geçmek için vapura malik olmayız. Ecaneb ikrazatta bulunmasalar(borç vermeseler) sarf edecek para bulamayız. El-hâsıl(sonuç itibariyle) Avrupa’nın purut ticaret ve sanayi olmasa biz hali-i ibtidaiyede ki insanlar gibi vasıtasız kalırız. Çünkü kullandığımız mevadın (maddelerin) hiçbiri memleketimiz mamulatından değil. Şu halde bir hür değiliz; Avrupa’nın istediği zaman her şeyden mahrum bırakacağı bir esiri bir malını istediği fiyatla satacağı müşterisiyiz. Hâlbuki yukarıda sayılan şu havayic-i zaruriyenin( zaruri ihtiyaçların) ekserinin (çok defa) esası, mevad-ı ibtidaiyyesi(ham maddeleri) bizim memleketimizde mebzuliyetle( çok fazla/bolca) hâsıl olmakda ve buradan çıkmaktadır. Bina aleyh Cenab-ı Hakkın inayetinden ve Peygamber efendimiz hazretlerinin ruhaniyetinden istimdad ederek(yardım isteyerek) ve hükümetimizin muktedir (kudretli) ve azim-perver ellerde bulunduğuna güvenerek dâhilen nevakıs(noksanlar) iktisadiyemizde istihsalle çalışmalıyız. Bunun için evvel emirde malumat-ı iktisadiye ve ziraiyyemizi ikmal etmeliyiz. Osmanlı paralarını kendi memleketlerine gönderip sonra morutoryum/moratoryum İlanına tevessül eden (başvuran) ecnebi bankalara müftekir(muhtaç) kalmamak için namuslu ve çalışkan ellere tevdi’ edilmiş milli bankalar, sigortalar açmalıyız. Birbirimize emniyet etmeliyiz, emniyeti su istimal etmemeliyiz, şirketler teşkil etmeliyiz, darül sanayiler açmalıyız, sağlam ve hilesiz mallar vücuda getirmeliyiz. (1) Bila aram çalışmalarımız,teşebbüsatımızı kemal-i ciddiyetle takip etmeliyiz. Rehavetten kurtulmalıyız.(2) bunları yapmakla beraber

(1) teminatsız olmayan peresi esvalı(kenarları çukur olan) hükümet şemediferleri yani ecnebi aklı olmadan milli şemendiferler yapmalıyız.

(2) her işte memleketin ve bilhassa köylünün menfaati ve saadetini temin edecek cihetler aramalı ve kabul etmeliyiz, köylümüzün menafini(menfaatlerini) cümle umure takdim ettirmeliyiz

Ecanebe (ecnebilere) ve yerlilere göstereceğimiz hüsn-ü muameleler ile itidal(ölçülü bir şekilde) ve adaletperverlikle her türlü hürriyete layık bir millet ve bir hey’et olduğumuzu herkese göstermeli ve tasdik ettirmeliyiz.

Hürriyet-i iktisadiyemizi istihsal ve ikmal ettikten sonra dahi millet-i osmaniyeye daha mühim bir vazife tevcih eder ki o da hürriyet-i istiklaliyenin muhafazasızdır.

Tarih-i âleme göz gezdirilecek olursa iktisadiyyattı (iktisat ile ilgili bilgiler) derece-i kemale(olgunluk derecesi) varmış birçok müreffeh(rahata bolluğa kavuşturulmuş) milletlerin hürriyet-i istiklaliyelerini muhafaza hususunda müsamahakâr davrandıkları için namı ve nişanlarını gaib etmiş oldukları görülür. Eğer Almanlar bu hakikat ve bu dakikayı (ince düşünceyi) kırk dört sene evveli nazar-ı dikkate almış olmasalar idi şu saatte hürriyet-i istiklaliyelerini gaib etmiş bulunacaklardı. Fakat o çalışkan millet ve onun medbur(zengin) hükümeti her hususta bir kademe terakki (ilerleme) ettikçe o terakkiye(ilerleme) hürriyet-i istiklaliyesini muhafaza edecek esbabı da (vasıtaları) terdif (takip) eylemeyi unutmamıştır. Yani ordusunu ve donanmasını ikmal(tamamlamak) ve a’la etmiştir.

Biz Osmanlılar Romalılardan büyük, şevketli bir devre-i cihangirane geçirdik. Fakat bugün o azamet ile mütanasib (münasib) olmayan bir halle geldik. Sebebiyse hürriyet-i istiklaliye ve istikbaliyemizi muhafaza edecek ve saile karşı(sual edenlere) gösterdiğimiz ihmaldir. Bugün elhamdülillah bizde intibah başlamıştır. Eski hataları tamir ediyoruz. Tamirine mecbur olduğumuz hatalarımızdan en birincisi donanmasızlıktır. Donanmamızı ikmal etmek hürriyet-i istiklaliyesini muhafaza eylemekte olan bütün efrad-ı milletin vazife-i farizasıdır.(borcudur) Bu vazifeyi ifa etmek için bütün efradı millet bütün müessesat, bütün idareler el birliği ile çalışmışlardır. Millet mümkün olduğu kadar iktisadiyatını arttırmalı, temettuatından( karlarından/kazançlarından) ve tasarrufundan donanma hakkı olarak bir miktar ayırmalı; herkes ali kadr(derecesi ve rütbesi yüce) akv ül hem donanma cemiyeti için menabi(menbalar/kaynaknaklar) varidat(gelir) bulmalı; cemiyet-i muhteremede bu menabinin mahiyetini meydana çıkarıp ondan donanma namına istifade etmeyim ikdam-ı vazife bilmeli ve dünyada istifade edilmedik bir madde bırakmamalıdır. Müessesat-ı ticariye ve maliye kendi bilançolarında donanma için bir hisse-i iane(yardım için ayrılan para/pay) ifraz(ayırma) etmeyi bir şeref bilmelidirler. Bu memleketin menaf’inden(menfaatinden)azimü azim istifadeler edip de böyle bir ianeciği dariğ edenlere karşı bütün millet tarafından eser-i infial gösterilmelidir. Bunlarla beraber bundan sonra hiçbir hükümetin ambargo muamelesine muarız(karşı karşıya/muhalefet) kalınmayacak vecihle bilhassa marmara havzasında müteaddid(birçok/türlü türlü) tersaneler vücuda gelmesine hasr-ı ihtimam(bütün özeni bu işe gösterme/dikkati bir noktada toplama) edilmelidir. Böyle çalışan bir millet Cenab-ı Hakkın izn ü keremiyle başlıyacak ve kâffe-i (hep/bütün) hürriyet-i milliyesini muhafaza ve idame edecektir.

29 Ağustos sene 1330 Tophane – Salıpazarı

MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN

ORDU VE DONANMA’DA

Umumiyet üzere kumandan evsafı

Madun’a (mağlup) karşı şevk mesuliyet, madun için alicenaba ne tavır anmakla zahir olur. Ali-l-kesr, madunun kabahatini kendi üzerine almak gibi bir alicenabdan ziyade şevk vazifeyi ki muvaffakiyetli işlerin en mükemmel zamanıdır âlâ edecek bir şey yoktur. Bu gibi kabahatlerin madunda aranması da esasen doğru bir iş değildir.

İsviçre miralaylarından (Kerch) bu meziyetin, Mançuriya harbi hengamında Japonlarda bulunduğuna kanidir: (Japonlarca, bir madun, vazifei mevduasını ifaya muvaffak olursa, bunun şerefi de kendisine aittir. Bilakis ademi muvaffakiyet duçar olduğu zaman, bunun mesuliyeti, vazifeyi gösteren amire tevci eder. Amir, madun’un gözü önünde bulunmadığı ve vaki olan harekete hiçbir dahli ve tesiri icra etmediği zamanlarda bile bilihtiyar ve bilfiil mesuliyeti deruhte etmek mecburiyetindedir. Mafevkin (üstün), ademi muvaffakiyeti halinde madunu için ileri atılması, adeta bir kuvveyi sihriye (büyü) tesiri icra eder. Her madun’un nefesinde şevki istiklal ile müteheyyiç, mahir bir kumandan terbiyesinin israrı meknuz (gömülü hazine) bulunur. Bu suretle de maiyetindeki bütün askere fevkalade bir şevk tehacüm bahş etmekle beraber bunları gayri mamulü ifal ve icraata mukadder kılar.)

Bu hiçbir zaman maduna karşı zaaf alud bir teslimiyet suretinde telakki edilmemelidir. Bilakis asalet, hukuk ve vezaifi mütekaleyi emirdir. Büyük bir kumandanın böyle bir sureti hareketi, madunun, muharebenin ruş ceryanı meşkukiyet kesb ettiği anda gerek kendisini ve gerekse maiyetindeki askeri bila kayıt ve endişe ileri atmak vazifeyi maneviyesine mütezemmindir (içine alan). Bir Japon kumandanı, vazifei mevduasının ifasında duçar olacağı müşkülattan ademi muvaffakiyetinden haifane bir surette bahis eden bir madun’a karşı:

(o halde, evvel;) demişti.

(Napolyon), madunlarına karşı böyle alicenaplıklar göstermez; Hiçbir ademi muvaffakiyeti af etmezdi. Yavruyu talia (öncü) mazhar olamayanlara karşı – bunlar, aldıkları emri ister körü körüne icra etmiş, isterse bunun takibinde na-beca (yersiz) bir eseri teşebbüs ve faaliyet göstermiş bulunsunlar – kıyametler koparırdı. Hatta (Saint Helen)de iken, (muzaffer olmak istediğim mevkide bizzat bulunmaklığım icap ediyordu. Müstakilen kumandanlık kabiliyeti haiz hiçbir generalim yoktu). Demiş idi. fakat asıl kabahatin kendisinde olduğunu bir türlü idrak ve taktir edemiyordu.

(Kuropatkin) müdafaa namesinde diyor ki; (öyle diyebilirim ki bütün şuabat (bölük) meratibede metin seciyeyi askeriye fakdanı (yokluk) his olunuyordu. Şevk ve gayretle kuvvetlerce devam eden bir muharebede muktedir, her türlü ahvale mahya mesaneti haiz demir gibi efrada ihtiyacı şedid görülüyordu. (Kuropatkin)in fikir ve nazarine göre, sulh zamanlarındaki ehliyeti varakalarının, düşman karşısında bir işe yaramadığı sabit olmuştur. Birçok alaylı zabitan, gerek bedenen ve gerekse fikren muharebe imtihanında parlak muvaffakiyetler göstermişlerdir. Buna mukabil, nazarı dikkati celb etmeden bütün silsileyi meratibi kat etmiş bazı zevat dahi, düşman karşısında gayri memul (umulan) kudretler, kabiliyetler izhar eylemişlerdir. Port Arthur’un hakiki kahramanı olan admiral Alexander Kolchak ile fedakar donanma kumandanı bulunan admiral Makarof, bu meyanda zikre şayandır.

(kuropatkin), sözünde devam ile diyor ki; generalin ekseriyet itibariyle saffet keşifesi, her türlü mükerrerat mühimmenin istilzam (gerekme) ettiği mesuliyetlerden kaçınmaktır).

Bize kalırsa, Kuropatkin’i, mesuliyetten ihtiraz edenlerin en başına koymak daha muvaffak olur.

O saf ve hasail (tabiatlar) mebsutenin (yaygın) – karada ve denizde – bütün kuvvei harbiye kumandanlarında vücudu derecei cevabdadır. Bütün bunlarla beraber (Mevletke)nin: İntizam ve inzibat askeri, ordunun esas kavmi olup bunun şiddetle idame ve muhafazasında umum için mahz (saf) nimettir.) sözü bütün vüsat şumuliyle devletin kuvveyi bahriyesine de tatbik kabildir.

HİLALİN MATEMİ

<> bayrağımı indirmişler demek. . .

Asumanların çelengini indirmişler demektir.>>

Aka Gündüz.

Yeni hilal, yine pür naz ve nursun, ama neden bu gece, çehrende istilaya uğramış memleketimin genç kızlarındaki hazin ve melal var? Nazarlarından sârî bir elem akıyor…

– Genç! Melale aşinasın, kalbinde hicran da olmalı… Ve eğer, hicranın yoksa söyle, beyhude nakil etmeyeyim. Derdimi anlayamaz, hissedemezsin.

– Ah, sorma, onu hiç sorma hilâl? Hicran ve melale ait olmayan şeylere lakaydım ben, akşamın hazin sükunu, ruhumda o tarı yeis ve âlamı tehziz (titretme) eder ve senin nigah lalin hüsran ruhumu teşdid (çoğaltma) eyler; O kadar mümteli-i (sorgulayıcı) hicranım ki…

Öyle ise dinle, genç, aşkımın hikayesini, kalbimin niyazını dinle:

Arz ile ben, yaratıldıktan ve onun etrafında ezeli bir aşk ve perestişle ben, peyk diye dönüp dolaşmaya başladıktan sonra, yer yüzünde hassas ruhumu dinlendirecek melaz (mahal) rüyayı bir iki tepede, hüsnümü seyir ve temaşa edecek ayineyi bir iki denizde ve aşkımı teskin edecek beldeyi hülyayı ancak bir iki adada buldum. Bunlar olmayaydı, ben pek çabuk ihtiyarlardım.

Bunlar, bu ilahi, hülya-nişin perestide (sevgili) adalarda, denizlerin en güzeli Akdeniz. İnsanların iskanından beri, birer melikeyi derya olan bu cezirelerin her biri, birer cezireyi şiir ve aşk, birer cezireyi esatir (uydurma) olmuştur.

Tarihin o hassasiyetle söyleyemediği, şairlerin o heyecanla terennüm edemediği efsanelerin en füsundarı, aşkların en hararetlisi ve masalların en perilisi, bu cezirelerde yaşanmış, yaşatılmışdır.

Denizin ortasında hassasiyet, şair ve aşkla bir kalb gibi çarpan bu adalar, bütün medenilerin hatırasında bir yadı gizyan bırakmışdır. Şairleri hülyaya sevk etmiş, muverriahları düşündürmüş ve cihangirlere istila arzuları vermişdir.

Peri-i şair, bu Akdeniz, cezirelerinde çok dolaşdı, melikeyi leyl buralarda oturdu. Gece olunca, melike, tacını başına takar ve elmasları parlamağa, denize riyazei nur ve zeheb akıtmaya başlar… Ah, şair, tarihin heykel hüsnü ve bedii, dilber, füsunkar kadınları hep burada yetişmiştir.

Ben, kaç gece onların aşkı için ağladım; onların aşkı için olanları seyir ettim ve matemiyle yüreğimi dağladım

]

Genç, bu adalar, denizlerin cenneti, perilerin badesi idi; Ben aşkımın onların hüsnü dilfribi (gönül aldatan) ile teskin eder, onların program ve emel tepelerinde gezinir ve hülyakar ve duvakar sahillerinde yıkanırdım…

Ah, ne oldu? Bilmem ne oldu? Bir akşam geçerken onları pek mahsun gördüm. Neden böyle, niçin böyle? Üzerlerinde bir dud (duman) keder, bir perdeyi istitar (örtünme) vardı. Ah yarabbi, dakikada nurum söndü, neşem kalmadı; hastalandım. Adaların vakur, dilber ve füsunkar hüsnü, somut ve giryan bir yeis ve futurla neden bu kadar melül … Ve denizlerin kalbi şiir ve aşkı niçin böyle bir matemle giryan?

Sonra, anladım, mehâbet (heybet), vakar ve izzetle örülmüş levayı Osmani, onların tepelerinden indirilmiş… melikenin başından taçı, denizlerin tacından tuğu alınmış, nim yer yüzünde rengi mevce-dar (dalgalı) al üstündaki timsalim parçalanmış Osmanlıların çelengi yerlere indirilmiş…

Şair, ben bunu duyardım da nasıl tahammül ederim, düşün, hicranla genç, sen bunu duyarsın da ne olursun? Ben hislendim, o zamandan beri ruhuma teselli arıyorum amma nafile dolaşıyorum. Derdimi size çoktan açacaktım, lakın bilirim sizde hicranlısınız. Bana ümit ve teselli verecek kudretiniz yok…

]

Şair, sizin de bana ümit ve teselli verecek kudretiniz yoktu. Amma şimdi gözlerinizde şifakar, metin, kudretli bir ziya, ilahi bir nur görüyorum. Bu nereden indi. Bu nur, bu şehdaneyi rahmet, sizin gözlerinizde nereden tuluğ ve tecelli etti. Bilmiyorum; Bu tecelli nur rahmet beni mesud hülyalara düşürdü, denizlere baktım. Sabırsız laklaka dalgalarını size gönderiyor, mutlaka bir haber aldınız… efekler pek sakin ve adalar pür huzur idi.

Hicranlı genç, sizin gözlerinizin nuru, adaların huzuru, denizlerin süruru ve efkelerin sakini beni endişeye sevk etti. Günlarce dolaştım, uykusuz kaldım. Düşündüm, öğrendim…

Efeklerden, elinde müjdeyi refah ve huzurla şaşaadar bir çırağı (mum) saadet tuluğ edecek.

Şimdi hepimiz, bunu bekliyoruz. Ben, deniz ve adalar…

Ah, denizi görsen şair, denizi görsek… O kadar telaşta ki, durmadan dinlenmeden gecemidir gündüz müdür demeden, dalgalarını koşturuyor; Gözlerinde minnet ve ubudiyyet ziyası, dudaklarında niyaz ve münacat teranesiyle deniz dalgalarını hep size, sizin topraklarınıza, sizin sahillerinize, sizin saraylarınıza koşturuyor, ve dönerlerken:

– kalktılar mı, geliyorlar mı? Diye soruyor…

Lakin niçin, niçin hala gelmiyorsunuz?

Adalar hasta, deniz hasta ve ben hasta… Sizden şifa bekliyoruz?

Her gün, her zaman rüzgar, bi derman bir deniz perisi gibi uzanan adaların perişan saçlarından aldığı ıtır ummanvari size götürüyor… Ve dalgalar vücudunun hararetini size taşıyor. His etmiyor musunuz? Tacı düşmüş melikeye acımıyor musunuz?

Oh, geliniz gözünüzde nur sönmeden geliniz… bu perilerin başına iklil (taç) takınız… Yere düşen benim temennamı kaldırınız ve asmanın çelengini yerine koyunuz… bu vazife size düşer, bu haksızın, bu kuvvet sizde ey Türk… Adalara, denize ve bana şifa verecek; anlı şanlı bayrağı, eski teraveti, müebbet zaferiyle yükseleceksiniz…

Sizin de kalplerinizin yarası kapanır, kurur yanık ve harap mahar eyleriniz. Pür vakar, hüsnü ilahi tekrar yükselir ve dualarınız müstecap bulur. Bekleyeyim, bekleyelim, değil mi, hicranlı genç…

– Bekle, hilal, bekle! Matemin artmasın. Namusun hakkı için geleceğim, izzet ve vakarı milliyemiz için geleceğiz… Alsancak hakkı için bekle!…

20Ağustos.1330

Mustafa Haluk.

BAHRİ KAZALAR

Belciyen King felaketi münasebetiyle

İçinde Trabzon’dan iki yüz yolcu binlerce koyun ve sığır ile hareket edip ‘Pulathane’ civarında alabora olarak batan gümüşyan kumpanyasının baciyan king vapurunun macerayı fecii herkesi dil-hun etti. Çoluk çocuk kadın, erkek yüzlerle biçarenin denize dökülmesi, her türlü muavenetten(yardımdan) imdaddan mahrum olarak dalgaların o mıntıkasız tehacümü (büyüme, irileşme) altında boğulup gitmesi cidden acıklı bir şeydir. Yevmi ceraidde (günlük gazetelerde) yazıldığı gibi kaza, ambar boş olduğu halde güvertede fazla yük olması, denizin fazlaca mütalatım (dalgalı) bulunması, sığırların başıboş olduğundan sallantı esnasında bir tarafa yığılı vermeleri yüzünden vukua gelmiştir. Sebep ve müsebbib (sebep olunarak meydana getirilen) ve vuku hakkında beyan-ı mütalaa edecek değiliz. Yalnız haddi zatında vuku mühim kazalardandır. Cihanda bu gibi felaketler ender değildir. (belciyen king) vapurunda vesait-i tahlisiyenin (cankurtaran vasıtaları) ne derece olduğunu bilmiyor isek de vesaitin kazanın netice-i dil-hıraşını(yürek parçalayan) değiştirmek de pekde haizi tesir olduğuna kani değiliz. Fil-vaki hatır-ı nişanımız( akılda kalan) olan bu kabil kazalarda felaketzede sefinelerin içinde bu husus da pek mükemmelleri var iken magrukinin (suda boğulanların) adedi yine az değildir. Şayan-ı dikkattir ki son demlerde vesait ve merakib-i bahriyyenin (vapurlar/gemiler) terakkisine mukabil bu yolda ki felaketzedelerin adedi de artmıştır.

Ebhar-ı cihan (cihandaki denizler) hep pek tabi olduğundandır ki her zaman ve her yerde böyle felaketler vuku bulmuştur.

Daha geçen 1914 Mayısının 29’nda Amerika Ternöv civarında Giben’den hareket eden Empress of İreland ismindeki transatlantiğin Gobenden biraz ileride Setürset ismindeki kömür gemisiyle müsademe (birbirine çarparak) ederek batmış ve bin kişiden fazla yolucunun garkına (boğulmak) badi(sebep) olmuştur. Empress of İreland 14191 tonilato hacmi istiabisinde bir İngiliz vapuru idi.

Yirmi sene zarfında vukua gelen bahri kazalar takriben 8000 kişinin ziyanı mevcub (vacip) olmuştur.1896 Mayısında (Lowestof) civarında batan (Alba) ismindeki Alman vapurunda 334 yolcu gark oldu.

O senenin haziranı nihayetlerinde Finister açıklarında kaynayan vapurunda 247 kişi boğuldu.

1898 Temmuzunda halifax karibinde batan Borgonya (Bourogogre) vapuruyla 545 can telef oldu. (bizim meşhur büyük Yusuf ismindeki kavi pehlivanımız boğulanlar meyanında idi)

1899 Eylülünde Stella ismindeki İngiliz gemisiyle 105 kişi battı.

1904 Haziranında General Kalukum ismindeki vapurda harik (yangın) zuhur ederek 1000 kişinin mahvına sebep oldu. Yani o tarihte Norj ismindeki transatlantik ile 637 kişi boğuldu. 1905 teşrin sanisinde Hilda ismindeki vapur 127 kişi ile beraber battı.

1906 ağustosunda Syrpu ismindeki İtalyan transatlantiğindeki 300 biçare gark oldu.

1907 Şubatında Berlin ismindeki Alman vapuru gark olarak 128 kişi boğuldu.

1908 teşri sanisinde Neş ismindeki vapurla 1502 kişi gark oldu.

1909 Eylülünde gaib olan Varab ismindeki vapurla 221 kişi kurban gitti.

1912 de Titanik fecia-i ma’lumesiyle 1415 can telef oldu.

1912 de Veltorino vapurunun ihrakında (yanmasında) 132 kişi mahv oldu.

Şu siyah adede Empress of İreland’ın 1032 kurbanıyla Belciyen King’in 100 biçaresinide ilave edersek yirmi sene zarfında 8000 telef olduğu anlaşılıyor.

Harbi felaketlerin tevalisi(birbiri ardından gelmesi) ve can itibariyle olan zayiatın artması her cihette nazar-ı dikkati celb ederek buna karşı ittihazı (düşünülmesi gereken) lazım gelen tedabiri (tedbir) müzakere etmek üzere 1913 senesi teşrin-i sanisinde( kasım ayında) Londra’da bir konferans akd edildi. Buraya en büyük bahri şirketler iştirak eylediği gibi 17 hükümet de murahhas (delege) gönderdi. Burada evvel emirde buz kütleleri nazar-ı itibara alındı. Bu sabih(yüzen) adaların zaman ve mekânları tedkik olunmak ve bunları tesadüf edince mümkün mertebe tahrib etmek ve buzun civarında ki gemilere ihbar-ı keyfiyet etmek hususu münasebet-i mevkii gözetleyerek Amerika şimali hükümetine havale edildi.

Bundan başka yoldu buza yahud gemi bekayasına tesadüf eden her gemi telsiz telgraf ile (eğer varsa) o civarda ki gemilere ve oraya en yakın kara idaresine bunu ihbara mecbur tutuldu.

Vakıa Titanik vapuruda yolunda buz adaları bulunduğunu haber almıştı; fakat kaptan 21 nodluk yolunu kesmediği gibi hattı seyirden de çıkmamış yalnız etrafı iyi tetkik ettirmişti. Sebeb-i felaket olan buz kütlesi 500 metre uzakta iken ancak görülebildi ve birkaç dakika içinde hiçbir manevra yapmaya meydan kalmaksızın gemiyi ezdi.

Londra konferansına, bahri muhit-i Atlasiyi( Atlas okyanusu) geçen vapurların umumi bir i’tilaf üzerine yollarını değiştirerek biraz daha mutedile ekalim (ılıman iklim) sularını takip etmeleri tekâlif (teklif) edilmişse de kabul olunmadı. Buna mukabil her seyr-i sefain şirketinin kendine mahsus bir hattıhareketi olmaması ve bunun haricine çıkılmaması usulü ittihaz(kabul etmek) edildi. Fakat bu usul için gemi müsademelerine (çarpışmaları) karşı gelir bir tedbir olup buz kütlelerinin tehlikesi yine vardır.

Müsademelerin önünü almak için aranılan çarelerden başka asl’a (esas) şayan tetkik ve ıslah olan cihet yaralanan bir geminin batmamasını tem’in eylemektir.

1898 de Karamatşayr (Cromartyshire) ismindeki yelkenli ile gece saat beş de çarpışan Borgunya/ Bourgogne vapurunda açılan rahnelerden (gedik/yarık) dolayı vapur derhal batmış ve beşyüzü mütecaviz insan gark ve na-bud (yok olmak) olmuştu. Empress of İreland ve Titanik de de aynı hal vaki olmadı mı? İşte böyle kazadan sonra çare-i selamet olarak gemilerin bölmeli olarak inşa olunması keyfiyeti var. Ancak bu bölmeler derece-i kifaye de olmazsa o da beklenilen neticeyi vermiyor. Bundan dolayı Londra konferansı cesim (büyük) sefinelerin baş ve orta yerlerinin içi içe çift tekne olarak inşa olunmasını taht-ı karara almıştır. Müsademe, karaya oturma, yaralanmadan başka yangın da düşünülecek felaketlerdendir. Bunun içinde her vapurda buhar veya sa’ir kuvvetle mütaharrik (hareket eden) mükemmel tulumbalar bulundurmak ve yangın haber veren aletlerle mücehhiz (donatmak) olmak ve sıkca sıkca geminin köşesini bucağını nöbetçilere dolaştırmak muvafık (uygun) görülmüştür.

Ne olursa olsun bütün bu tedabire rağmen gark tehlikesi karşısında bulununca ittihaz edilecek tedabire gelince:

Gerek yelken gerek makine ile müteharrik (hareket eden) gerek ticari gerek posta gemisi olsun içerisine 50 yolcu alan her sefine 100 mil nısf (yarı) kutrunda (çap) bir daire ile muhabere (haberleşme) edebilecek bir telsiz telgraf cihazıyla mücehhiz (donatmak) olması;

Saniyen: gemide aldığı yolcuyu istiab (içine alma) edecek kadar tahlisiyye (cankurtaran) sandalları olması;

Sanisen tahlisiyye gemi simidlerinin de bu husus da büyük menfaati olduğundan bundan da alınan yolculara kifayet edecek adedde mevcud bulunması lazımdır.

İşte şu söylediğimiz vesait ve tedabiri ihtiva eden bir sefine aid olduğu hükümetten bir selamet şahadetnamesi ahz (kabul edilme) eder.

Böyle tekne, telsiz telgraf, tahlisiyye sandalları, simid ve kemerler, yangın tulumbaları olduğu halde de çok feci’ kazalar vukua gelmekte ve bununda ekserisi geminin garkına sebep olmaktadır, buna karşı erbab-ı fen( fen adamları) ve san’attan mösyö (Bertin) ismindeki bir inşaiyyeye bahriye mühendisi sefinenin güvertesine vaz’ olunmuş ayrı ve adeta duba şeklinde gayri merbut(bağlanmış) kısımlar ihdanı teklif eylemiştir ki bulundukları sefine gark olunca ondan ayrılarak sathı bahirde uzun müddet kalabiliyorlar. Hulasa ne olursa olsun:

Eğer hahi(farsça ister) selamet der-kenarset

Yüz seneden beri vukua gelen başlıca harbi kazalar:

AdediMağrukin Sefinenin ismi Tarihi AdediMağrukin Sefinenin ismi Tarihi
Mücehhel380Mücehhel395500731Mücehhel300300260420360334280247545105 MeduzGhent ve iglaCity of galaskovDördüncü HenryPlutonSemiyantKaptanAtlantik JorjetEvridays-everydaysGuruşar-kurşuvaiçTotanRecanteViktoryaAlbaSellerDervmun gisellbourgogne stella 18161824185418551870181318771878188118851893189618981899 11710006371061283001285880150210121170015613014151231032100 DibanCeneral kalukumNorjJirvand- hajşiyanoHildaSyrupBerlinPoatuLarasNeşLasinVaratİki japon vapuruJenral şenryLemiTitanikVeltorino Empress of irelandBelciyen king 190319041905190619071908190919101912191319141914

MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN

Muharebe haberleri:

LOREN MEYDAN MUHAREBELERİNİ ZİYARET

Bidayeti harpte Fransız ordusunun ileri harekâtı geniş bir cephe üzerinde (Loren)in merkezine kadar imtidad eylemişti. Fransızlar 45 kilo metroluk bir cephe teşkil eden (Meurthe et Moselle, Lichtenberg, Sarrebourg) hattına kadar ilerleyerek pek kavi bir surette işgal eyledikleri bu mevkilerden Loren’in içerisine kadar ileri karakollarını sevke başlamışlar idi. Bu suretle Fransız askerleri karakolları ile Sarrebourg’un sağından Betlemingin tarikiyle Finistingin’e kadar yürümüşler idi. Bu mevki Sarrebourg’dan ancak bir günlük mesafede kâin olduğundan şayet Fransızların Loren’de harekâtı askeriyesi muvaffakıyetle neticelenmiş olsa idi şüphesiz bundan sonra hedefleri Sarrebourg olacaktı. Ağustos’un on dokuzuncu ve yirminci günleri Bitche ile Sarrebourg arasında vasi bir saha üzerinde büyük muharebelere ibtidar (girişim) olundu. Bunlar Almanların muzafferane ileri hareketleri Fransızları firar derecesine varan Diercie tarikiyle Ribeauville’e ricatları ile neticelendi. Muharebe balada (yukarıda) zikr edilen hat üzerinde ve Sarrebourg’un sol tarafında bütün şiddetiyle başlamış idi. Ağustos’un on dokuzuncu günü burada müthiş bir top düellosuna ibtidar olunmuş ve bu suretle Alman ve Fransız kuvvetleri muharebeye tutuşmuşlar idi. üç gün mütemadiyen Sarrebourg’u işgal eden Fransızlar bataryalarını Zornhoff’a kadar ilerleyerek orada muhkem bir mevki işgal eylemişlerdi. Kable-l-zuhur (olmadan evvel) orada gayet haşin bir top muharebesi devam eyliyordu. Almanların ağır topları Fransızları tahkim ettikleri mevkilerinden çıkmağa mecbur eylemişti. Bunun üzerine Fransız piyade kıtaatı Sarrebourg tarikiyle ricata mecbur kalmışlardı. Bu ricat esnasında bizzat Sarrebourg mevkii Alman bataryaları tarafından topa tutulmuş idi. Akşam saat altıya doğru Alman ordusunun ağır topları Sarrebourg’a muvasalat eylemişti. Bu esnada şehirde henüz Fransız askerleri bulunuyor ve hanelerin pencerelerinden dar sokaklardan mürur eden Alman topçularına ateş ediyorlardı. Bununla beraber Sarrebourg pek az bir müddet zarfında bu düşmanlardan tathir (temizleme) olunabilmiş idi. Fransızlar üç gün mütemadiyen burada istedikleri gibi hareket edebilmişlerdi. Bütün hiddetlerini etrafı tahrip etmek suretiyle tatmin edebilmişler ve en ziyade askeri kışlalarını yıkmışlardı. Medeni Fransızlar mesakin (miskin) hususiyeyi kayırmamışlardı. Hususiyle Alman memurini askeriye ve mülkiyesine ait olup Fransız taraftarı bulunan yerli ahali tarafından ira’e (göstermek) edilen haneleri mal maneviye yağma etmişlerdi. Bugün Sarrebourg’taki posta hane ve milli bankalar binaları bir daha tamir olunamayacak derecede tahrip olunmuş bir haldedir. Bu binalar dâhilindeki yataklar parçalanmış, halılar yırtılmış, kapıların kanadı çıkarılıp kırılmış ve çamaşırın cümlesi sirkat (çalmak) edilmiştir. Beraber alınıp götürülemeyen eşyayı oldukları yerde berbat edilmiştir. Fransızlar gayrı kabili tarif bir surette öteyi beriyi kirletmişler ve duvarlara taalluk (asılı) edilip duran imparatorun tasvirlerini çiğneyip çekmişlerdir. Fransız taraftarı olan ahali ile Fransız askerleri arasında şayanı nefret muhadenet (dostluk) sahnelerine tesadüf olunmuştur. Bu sahneler, Loren’lilerin ne ahlakta insanlar olduğunu pek güzel ispat eylemiştir. Zaten Loren yerlileri memleketlerinin Almanların eline geçeliden beri Almanya’ya karşı besledikleri hissi intikamın semeratını gözleri önünde Fransız ve Alman askeri arasında devam eden şiddetli muharebeler esnasında pek ziyade zararlarını mucip olacak bir surette iktitaf (toplanma) eylemişlerdir. Fransızlar Mulhouse’a dâhil olur olmaz bir Fransız postası tesis ederek oradan Fransa’ya Fransız pulları ile mektup göndermeğe başlamışlar idi. fakat maatteessüf Fransızların Loren’deki rüyalarına Alman ordusu pek müthiş ve pek süratli bir hatime (son) çekti. Fransız askerleri Sarrebourg’dan ricat ederken Alman taraftarı olan ahali ile memurları beraber alıp götürdüler. Bu zavallılar iplerle beygirlere bağlanıp sürüklenerek Fransa’ya sevk edilmişlerdir. Onların ahvaline dair bu güne kadar hiçbir haber alınamamıştır.

Bu satırları yazan bir alman muharriri ağustosun yirmi beşinci günü bütün Loren muharebe meydanlarını ziyaret etmiştir. Mumaileyh (adı geçen) bu ziyareti esnasındaki meşhudatına (gördüklerine) dair diyor ki;

Saarbrucken’den Sarre Union’a kadar imtidat eden arazi derin bir sulh ve sükûnete bürünmüş gibi idi. bereketli tarlalarda hasat muamelatı süratle cereyan ediyor. Ekin ile dolu arabalar mahsulatı mahzenlere nakil ediyordu. Parlak ve mavi bir sema her tarafa bir yaz letafeti saçmakta idi. Birkaç kilometre uzakta bütün dehşetiyle bir meydan muharebesi vukua gelmekte olduğu fikrini hemen hiçbir kimse hatırına getirmiyordu. Yalnız köprüleri şimendifer köprülerini muhafaza ve otomobilimizi tüfeklerinin ucundaki süngü ile tevkif eden Alman askerleri acı hakikati bize der hatır ettiriyorlardı. Pasaportlarımız muayene edildikten sonra askerlerin samimi bir selamını müteakip otomobilimiz yine kemali süratle kat’ mesafeye başlamış idi. uzaktan Vosges silsileyi cibalinin mavi tepeleri bizi selamlıyordu. Henüz Sarre Union’a vasıl olmakta iken içinde bulunduğumuz sulh ve sükûnet zail olmuştu. Burada köylülerin hanelerine birçok yaralılar yerleştirilmiş idi. salib ahmer’e manevi kadın hasta bakıcıları kemali germi ile vazifelerini ifa ediyorlardı. Sarre Union kıt’a askeriyesine idhal olunan Sarrebourg askerleri bizden köyleri hakkında yeni haber alarak memnun oldular. Sarrebourg’lular bize Fransızların desise ile birkaç cephane arabasını zabt ettiklerini ve Fransız askerleri tarafından ihata olunan bazı kadın hasta bakıcının da hal ve ahvaline dair malumat olmadığını ve kendilerinin bundan dolayı endişe içinde bulunduklarını anlattılar. Betilmingin’den sonra muharebede telef olanların bi had ve hesab mezarlarına tesadüf etmeğe başlamış idik. Buralardan Almanların mitralyözleri Fransızlara pek çok telefat verdirmişler idi. Biz buradan sonra yolumuzu değiştirerek Hazkirchen – Gutenbrun tarikiyle Mitresdorf’a gittik. Gutenbrun muhteşem ormanlar içinde güzel bir adadır. Muharebe meydanında pek yakın olduğu halde ada sükûnet içinde idi. fakat pek az zaman sonra en müthiş makatle (katliam) meydanı mıntıkasına dâhil olacak. Şose üzerindeki ağaçlarda gördüğümüz birçok kurşun yaralarından buralarda şiddetli müsademeler vuku bulduğunu anlıyorduk. Yol üzerinde birçok çukurlar, devrilmiş ağaçlarda görülüyordu. Düşmanı görmeğe mani olan her neye tesadüf olunmuş ise yıkılmış idi. Redif (yedek) askerleri efrad nizamiyeyi takip ederek terk olunan mahalleri zir işgallerine almışlar idi. Evvelce her bir Almanca suale bardane cevap veren Loren köylüleri şimdi pek mültefit görünüyorlar ve yol hakkında istenilen tafsilatı kemali nezaketle ita eyliyorlardı. Almanların ihraz eylediği muzafferiyeti azim eden sonra Loren’liler artık memleketlerinin Almanlarda kalacağa iyice kanaat getirmişlerdi. Muharebeden pek az müteessir olan Mitteldorf yaralılar için merkez teessüs olunmuş idi. Mecruhin (yaralılar) oradan kanal dubalarına yerleştirilerek Saarbrücken’e kadar sevk ediliyorlardı.

Lotrfingen’e giden tarik bizi muharebe meydanına daha ziyade yaklaştırdı. Bu mevki top atışından pek ziyade müteessir olmamıştı. Muharebeler Lotrfingen’e pek ziyade tekerrüb ettiklerinden ahali orasını tecliyeye mecbur olmüşdu. Köyün civarı Fransızların terk ettiği silahlar, üniformalar, çanta ve daha birçok eşya ile dolu idi. Tüfekler bir tarafa yığıldıktan sonra yakılıyordu. Elbiseler ve sair eşyada aynı suretle mahv ediliyordu. Köyün methalinde bir mezara tesadüf ettik. Alman askerleri bunu telef olan arkadaşlarından biri için vücuda getirmişlerdi. Bütün mezar topraktan yapılmış bir tepecikten, onun üzerinde bulunan askerin başlığından, toprağa gömülmüş kasaturasından ibaret idi. Tahtadan imal edilmiş bir salib üzerinde: <> başlık bir mermi ile delinmiş idi. Biçareye arkasından tesadüf ederek beynini parçalamıştı. Lotrfingen’den sonra Angoiler’e doğru telefat pek çok idi. Diyoz’a giden yol gayri kabili tarif bir manzara arai eyliyordu. Buraları Fransızların ileri hareketlerine ve ricatlarına sahne olmak idi. Fransız askerlerinin büyük bir havf ve haşyet (korku) içinde firar eylemiş oldukları anlaşılıyordu. Çünkü serbest bir surette kaçabilmek için caddenin sağına soluna ellerinde üzerlerinde ne varsa atmışlardı. Tahrib edilmiş tüfekler, muhteviyatı dağıtılmış çantalar, içlerinde pek yenileri bulunan üniformalar (Diyoz) gidinceye kadar her yerde görülüyordu. Tamamiyle Fransız taraftarları ile meskûn olan Diyoz mevkii muharebeden müteessir olmamış idi. İki gün devam eden müddeti ikametleri esnasında Fransızlar buradaki askeri kışlaları da tahrib etmişlerdi. Diyoz, Lunawill’e gitmek üzere olan birçok Alman askerleri ile dolu idi. Etrafta toplanan sığır sürüleri askerlerin iaşesini temin eyleyecekti. Diyoz’dan Vurgawill’e doğru gitmeğe başladık. Vurgowill Alman askerleri tarafından süngü hücumu ile zabt olunmuş idi. Fransızlar oraya yerleşmiş olmakla beraber Almanların hücumuna mukavemet eyleyememişler idi. Şarapneller orada birçok haneleri tahrip etmişti. Vurgawill muharebesi Bayersdorf’uh şimal şarkısine kadar sirayet eylemişti. Almanların hücumuna mani olmak için Fransızların hafr (kazma) ettiği birçok hendeklere tesadüf ediyorduk. Bu hendeklerin derinliği bir buçuk metro kadar olup ekseriya yüz metrodan ziyade tule malik bulunuyordu. Bir de çukurlar ot ve saman ile setr edilmiş olduğundan muhacimler onları fark edemiyorlardı. Mehaza Almanlar askerleri nerede hendek varsa vaktiyle anlayarak hiç birinin içine düşmeden daima yanlarından geçmiştir. Bayersdorf civarında Esperarce ve Marimoon çiftlikleri etrafında şiddetli müsademeler vukua gelmiş olmalıdır. Müsademeye ibtidar etmeden mukaddem askerler burada fazla eşyalarını üzerlerinden atmışlardır. Çamaşırlar, çantalar, pasaportlar, mektuplar, ailelerden ayrılırken alınan son hatıralar karma karışık bir halde ötede beride görülmektedir. Yığın yığın kurşunlar, bazen paket halinde ve birçok hatve ötede mezarlar! Patlamış şarapneller, kırılmış eşya, biraz sonra Alman askerlerinin teçhizatı başlıkları ve çantaları görülüyordu. Her nereye bakılsa nazarlar muharebenin tesirat müdhişesine mesadif oluyordu. Birçok Fransız yaralıları ile dolu olan Besing’ide mürur ettik. Samanlıkların cümlesi hasta haneye ifrağ olunmuş idi. Yaralılar yan yana samanlar üzerinde yatıyorlardı. Hafif yaralılar ise kapıların önünde duruyorlar ve mahuz nazarlarla bize bakıyorlardı. Son günlerin ifa eylediği dehşetten dolayı heveslerini kayıp eden köylüler güllelerle tahrip edilen hanelerine müteessirane bakıyorlardı. Duvarlarda geniş yarıklar hâsıl olmuş, damlar birer kalbur haline gelmiş ve bazı evler tamamen yıkılmış idi. Uzaktan köyün kilisesi, yarı yıkık kulesi, bir tarafa eğrilmiş, çatısı parçalanmış, pencereleri ile nazarı dikkati celb ediyordu. Orada kilisenin içinde dahi birçok yaralı vardı. Kuvvetli bir müfreze bu köydeki karakol vazifesini ifa ediyordu. Alman askerleri kendilerinin redif sınıfından olduklarını söylüyorlardı. Bunların cümlesi aile pederi olup birçok yerlerde düşman ile çarpışmışlardı. Birçok köylü arabaları bir araya toplanarak etrafları dikenli teller ile çevrilmiş idi. Bu arabalar düşmanın ilerlemesine böylece ciddi bir mani teşkil eyleyecekti. Hâlbuki bir iki top demiryolu pek az müddet zarfında kabili mürur bir hale getirmiş idi.

Artık İnsmingen’e doğru kati mesafe almağa başlamıştık. Bulunduğumuz yerlerde yine sükûnet tesis ediyordu. Güya hiçbir şey vukua gelmemiş gibi köylüler burada dahi tarlalarında çalışıyorlardı. Muharebe gürültülerinden kurtulmuş olduğumuz için geniş bir nefes almış idik. Bununla beraber burada dahi yüz binlerce asker mürur ettiğini gösteren emarelere tesadüf ediyorduk. Zaralban’dan bi hadd hesap otomobil katarları gelerek Diyoz’a doğru gidiyordu. Ordu heyeti idaresi büyük bir faaliyet içinde idi. Kanlarıyla vatanlarını müdafaa eden Almanların nihayetsiz bir akın ile Fransa ya doğru cereyan etmekte oldukları zan ediliyordu. Bu akın garba doğru yürüyor o yürüdükçe muharebede kanlı yolunu intikam zamanının havel ettiğini düşünerek aldanan Fransa’ya doğru ilerliyordu. Bu rüyayı müthiş bir uyanma takip edecektir.

0486_0014-62_Page_05Millet müsahibe doğru: memleketimizde hayatı askeriye

0486_0014-62_Page_06Mecruh Fransız esirleri

0486_0014-62_Page_091 – Almanyada vatan perverlik: garb sahneyi harbinde telef olan sosyalist mebusu (Frank)

2 – Yeni papa: (Avrupa harbine ağlıyor)

3 – Almanya imparatorunun en genç oğlu: Bacağından yaralanan (prens Yurakim)

0486_0014-62_Page_09-2

Mecruh olan moskof prensi ( Olga kostantinoviç ) Almanyanın Belçikadan tesis ettiği idareyi

mülkiye reisi (Fon Lumm)

0486_0014-62_Page_101 – Tomruk zabtında telef olan Sakis Maytingen prens: ( Frederik)

2 – Nefer âmm toplayarak kumanda edecek çolak general (Pu)

3 – bu da rahin: (Ernest Sulvay)

0486_0014-62_Page_10-21 – Brüksel’de Almanlar tarafından tarh edilen 300 milyon frank harb vergisinin rehinlerinden (Loren Rohiler)

2 – İngilterenin Berlin sefiri: Edwar Gussen

3 – Prens Lihatoskiy

NASIL GİTMİŞLER

Dördüncü makale (*) 10 Nisan 1911

Trablusgarp toprağında asgari iki, azami on metre derinliğinde, bila-inkita (sürekli/devamlı) su bulunur. Ve memlekette ziraatı mümkün kılan bu sudur. İyi hurmalar, kökleriyle rutubetli zeminlere vasıl olarak beslenirler. Fakat diğer mezruat (ekinler) için mütemadiyen su lazımdır. Bunlara o suretle kuyulardan öküzlerle, bazen develerle su çıkarılır ki:

(*) Bize öyle geliyor ki kar’iler bu makaleleri dikkatle okuyorlar. Muharriri (yazarı) (Joseph Beviyone) ismindeki bir İtalyan’dır. Kar’ilerin dikkatle bütün okumasına pek çok mühim müsebbibler olduğu gibi hususiyle iki üçü pek mühimdir. Biz, memleketleri nasıl kimsesiz sefil bırakmışız… Bu acı hakikat bütün üryanlığıyla (çıplaklığıyla) meydana çıkıyor. Sonra onlar nasıl istifade etmişler ve çalışmışlar. Burası anlaşılıyor.

Bu makalelerin birinci, iki ve üçüncüsü evvel ki günkü nüshalarımızda idi. Yed –i idaremizde iken bile epeyce tanıyamadığımız bu memleketi, bu Müslüman diyarını daha güzel tanımak için iktiza (gerektikçe) ettikçe resimde koyacağız. Mecmua

Bununla ziraat( uzunluk ölçüleri) temin edilemez. Bununla beraber; suyun kıymeti, pek naçizdir. (değersiz) Senyör Belli te’min etti ki: deveye ve Arap’a günde bir buçuk frank vererek, iki hektar (bir hektar 10 bin metre merba-i) toprağın suyunu veriyor. Biraz daha ziyade para vermekle, aynı kuyudan daha vasi (bol) bir istifade pek mümkündür. Arap Rençberlerin gündelikleri 40-70 santim raddesindedir. Toprağın hassa inbatiyyesi ise pek kuvvetlidir. Yonca, senede on, on iki defa biçilir. Aynı tarlada ve aynı sene içinde, biri birini müteakip arpa, tütün ve patates zer’i (ekme) edilir. Zeytin ki: bizde (İtalya’da) iki senede bir defa mahsul verir, burada, biraz dikkat, biraz budamak, biraz gübrelemek ile her sene verir. Dut ağaçları, bu iklimde, inanılmayacak bir kemer ehillikle Yetişmekte, peymont dutları gibi her tomurcukta üç dört yaprak vermektedir. Senyör Belli, bahçenin bir parçasında kemal-i dikkat ve muhabbetle bin kadar dut (süjeler) vaat ediyor.

Mamafih senyör bellinin ilk sene-i tecrübesi henüz tamam olmamış. Yani ticaretgâhının bir bilançosunu yapamadı. Fakat o, iyi bir ati görüyor. O kadar ki mücavir(komşu) bir parçayı da kiralamaya pek ziyade taraftardır.

Bütün bunlarla beraber, Trablus’un tekmil hududu tamamen kumluk olduğuna inanmalıdır. Hep kumluk, fakat muntazam ve yüksek bir ziraatle mühim simarat (meyveler, yemişler) iktitafına( meyve toplama) o kadar müsteid ki… Bu kumluk, hayvan gübresiyle kolayca imtizaç(uygunluk) ederek, mahsulat için lazım kuvveti süratle istisab etmiştir. Kuyular Araplar için büyük ameliyatı mevcub olmakla beraber Avrupalılar için, pek kolay ve ucuz olur. Senyör Belli, alt kısmı çimento ile bir nevi kuyu yapmıştır ki, bu kendisine ancak üç yüz Frank’a mal olmuştur. Arap işçisi, ucuzluğun Orange County web design en son raddesine kadar çalışır. Toprak, TÜRK hâkimiyetinin müşkülat-ı kırtasiyesine rağmen raicinden daha makul bir fiyat ile satın alınabilir. Tekmil-i ahval ve şerait mevcuda, Latin enmuzecinin (örnek), muzaffer

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.