DONANMA MECMUASI 95/47
DONANMA MECMUASI 95/47 Perşembe – 27,Mayıs,1915
Perşembe: 13,Receb,1333 – 14,Mayıs,1331 – 27,Mayıs,1915
Donanma cemiyetinin haftalık gazetesidir.
Mel’ûn İngiliz’in eser-i denâeti: geçenlerde gazeteler İngiliz’in Bahr-i Ahmer sahilinde <<Muvilih>> namındaki ufak ve tabii gayri müstahkem kasabayı altı saat bombardıman ederek camî şerif ile minareyi tahrib ettiklerini yazmışlardı. Hâlâ Müslüman dostu (!) olduğunu iddiadan sıkılmayan bu kahbelerin şu eser-i denâetini sahifeyi tasvire alıyoruz. Mahallinden gönderilen üç fotografyadan birini bu nüshamızda Müslümanların enzar-ı intibahına arz ediyoruz. Resmimiz, yıkık cami önünde asker ve urbânın galeyanlı içtimaını ve ahd ve misakını musavverdir.
Harîm-i ibadetlerini yıkan mel’ûnlara karşı huzur-ı hakkda ahd eden Müslümanların duası ise makbuldür.
Müslümanları mansûr eyle yarabbi.
* * * *
HMS Triumph ve Panteleymon’un garkı
* * *
Moskof’un Bahr-i siyah filosunun kuvvetli gemilerinden biri olan Panteleymon zırhlısı tahtelbahir yeni bir alet-i harbiyemizle gark edilmiş, Rus gemisi bütün mürettebatıyla kaynamış gitmiş olduğu gibi İngilizlerin HMS Triumph zırhlısı da Çanakkale’de gark edilmiştir.
AZIN ÇOĞA GALEBESİ
Beşer var olalı harbde vardır. İnsaniyet, rütbeyi idraki ile mütesaviyyen ibnayı nevinin ifnası için icada hasrı nüfus etmiştir. Denilebilir ki, fenn-i harb, beşerin hem-seniyyedir. Yine malum bir hakikattir ki fenn-i harb, devri zaman ile ne türlü tekemmülata mazhar olursa olsun yalnız bir noktada aczini izhar etmiştir.
– Salâbet-i îmân:
Evet. . Kaideler, planlar, haritalar, krokiler hepsi de mütemmimat-ı zaferdendir. Bugün insandan ziyade fen harp ediyor. Buraları hep doğru. Fakat eli titreyen bir topçu neferine en son sistem bir nişangâh ne yapabilir? Bir erkân-ı harp heyeti düşmanı ihata için kusursuz bir plan yapar. Fakat elde üç saatlik yere altı saatte varan bir kıta olursa o planın ne faydası olur? Beşeriyet, var olalı salâbet-i îmânın, azim ve cesaretin karşısında izhar-ı acz imiş, tarih her şeyden evvel şecaat ve hamâsete tercüman olmuştur.
Bir misal: Muavenet-i Milliye’miz HMS Goliath zırhlısını ka’r-ı bahre indirdi. Hâlbuki bugün fenn-i harp bahri torpido muhripleri, keşşaflık hizmetine hasr eyliyor. Hâlbuki Muavenet-i Milliye, içindekilerin harika nema cesaretiyle fenn-i harp bahrinin bütün nazariyat ve kavaidini ret etti. Harp başladığı zaman da aynı hal görüldü. Muttasıl tefevvuk addeden, Moskof sürülerinin kesretinden bahis olundu ve bugün İtalya’da tarihte bir diğerini görmek mümkün olmayan nüfus ahdi ile çoklar zümresine giriyor. Bundan belki çekinen bulunur. Fakat düşünmeli ki, üç müttefikin üçü de fenni, cüret ve cesaretle mezc etmiştir. Mazuri bataklıklarına yüz binlerce Moskof komün << Hindenburg>> askerinin cesaretini, fennin velev efzâ netayici ile birleştirmiştir. Ve yarın da böyle olacaktır. Müttefiklerimiz dört taraftan sekiz düşmanla uğraşırken hem ilim ve fenden hem milletin cesaret ve fedakârlığından müstefid olmaktadırlar.
Tarih-i harb, azın çoğa galebesini yalnız bir iki defa değil, her asırda, her harbde yazmış, daima fedakârlığı, istihkar hayatı alkışlamıştır. Hususuyla şu gîrûdâr azim esnasında nefesinde istisgar mehâlik, istisgar-ı hayat gibi havassi cem etmeyenler elbette her şeylerini kayıp edeceklerdir. Ya üç müttefik bu hakikati anlayarak fatih-i cihan olmak hülyalarıyla dem-güzâr olanların boş beyinlerine yumruklar indirirken azın çoğa galebesine imkân olmadığını düşünmek reva mıdır?
Bugün belki kâğıt üzerinde itilafçıların kuvveyi askeriyesi adeden çok görünebilir. Fakat sürü harp etmez. Harp eden, fen, salabet-i iman, yani din ve vatanı hakkıyla seven insandır. Entrikadan başka kârları olmayan bir sürü yılan değil.
Donanma.
MEKTEB SEYİRLERİ
A’yândan vak’a-nüvis Abdülrahman Şeref Bey Efendi hazretleri tarafından ihda buyurulmuştur:
Koleksiyon merakı pek mütenevvidir. Pul, meskûkât, saat, tablo gibi bildiğimiz veya işittiğimiz şeylere münhasır kalmıyor. Meselâ dâhiliye evrak müdüriyetinden mütekaid Ali Haydar Bey merhum birçok eski püskü kapı anahtarları toplayarak bir koleksiyon yapmış idi. Bir zat-ı maruf dahi baston koleksiyonu yapmıştı. Ahbâdan biri bir aralık karagöz koleksiyonu vücuda getirmek merakına düşmüş. Karagöz perdesi arkasında telâ’ub ve temsihir eden mukavvâ eşhasın eskilerinden ve yenilerinden bir haylisini elde etmiş. Sultan Selim-i sâlis asrına ait zan ettiği eşhas-ı mezbûre meyanında merkebe ters bindirilmiş ve kavuklu iki timsâl var imiş. Bunların ne olduğunu benden sordu. Mektep seyirlerinde İstanbul efendisini o suretle teşhis ederlerdi. Onlar olmalıdır cevabını verdim. Mektep seyirleri nedir dedi. Tarif ettim. Tarifatımdan pek mütelezziz oldu ve eski âdâtımıza müteallik böyle şeyler unutulup gidiyor diye teessüfler etti.
Teessüfü nâ-becâ değildi. Mumaileyhin teşviki üzerine şu birkaç satır yazıyı karaladım.
Çocuklar ara sıra müctemian bir tenezzügaha götürülüp tefric ettirilir idi. O tenezzühlere mektep seyir ıtlak olunur idi. O devirde mektep namına mevcut olan müesseseler subyan mektebi olduğundan seyirler sibyâna münhasır idi.
Mektep seyirleri ya ilkbahar veya sonbaharda tertip kılınır idi. Çocuklar ve hoca ve kalfalar ve mahalle eşbeh ve delikanlıları ve bazı evliyayı etfâl bu cünbüşe iştirak ederlerdi. Çocuk velilerinden toplanılan para ile taam ihzar olunur idi. Yevm-i muayyende hem civar olan bir kaç mahallenin mektepleri bâlâda tarif olunduğu veçhile cemaat olarak ayrı ayrı yakında bulunan bir seyranğaha giderler ve orada çocuklar oynarlar ve hazırlanan yemekleri yerler ve akşamüstü hanelerine avdet ederler. Mesela Edirnekapı semtindeki mekteplerin seyri Bayrampaşa kırlarında olurdu.
Gelelim tertibata; mektep çocukları yabanlık elbiseleriyle başlarına bir sivri küllah giyerler ve ellerine kamıştan uzunca bir bayrak alırlar idi. Küllah ve bayrak kâffe-i talâb için mecburi idi. Küllahlar mukavvadan mamuldü. Şekerci küllahı biçiminde ve yarım arşın kadar tûlundadır.
Sânîleri attarlar ve Eyûp oyuncakçılarıdır.
Küllahın fiyatına göre adisi, usta, âlâsı olur. Adisi mukavva üzerine yapıştırılmış bir elvân kâğıttan ibarettir.
İyicelerinin üzeri elvân muhtelifede kâğıtlar ile süslenmiş püsküllenmiştir. Ve zirvesi üzerine dahi üç parmak irtifaında çupa yapıştırılmış ve varak-pareden müteşekkil bir küçük bayrak rekz olunmuştur. Bazılarının alt tarafına gelecek cephesine bir de küçük ayna parçası yapıştırılmıştır ki buna aynalı küllah derler. Adileri bir iki kuruşa verilirse aynalılar beş altı kuruşa satılır ve filanın aynalı küllahı var diye diğerlerince mucib-i tahassür olur.
Bayraklar dahi birer uzun kamış ucuna vaz olunmuş kâğıttan musannadır. Mektep seyrine boy sırası ve tabur dizisiyle gidilmek mutaddır.
Seyri küllahlı ve eli bayraklı oldukça temiz giyinmiş bu alayların temaşası hoş bir şey olsa gerek.
Çocukların sevk ve şetaretini artırmak için her mektebin seyrinde merkebe ters bindirilmiş bir İstanbul efendisi bulunmak şart idi. İstanbul efendisini temsil edecek kimse mahallenin hoş-gû ve latifeci ve oldukça masun adamlarından intihab olunurdu. Kendisine cübbe ve büyük kavuk giydirilir, boynuna soğan tanelerinden dizilmiş bir teşbih asılır. Eline de bilek kalınlığında bir çubuk verilir idi. Çubuğun lülesi Lülecilere sureti mahsusada sipariş edilerek yüz dirhemden ziyade tutan alev idi. Bizim mektebin seyrinde hasan baba isminde yeniçeriden kalma bir ihtiyar adam İstanbul efendisi olur idi.
Hatırat: heyet-i idaremiz azasından muntahib zevat, Çanakkale’nin muhterem kahramanlarına cemiyetimiz namına takdim ettikleri hedâyâyı tevzi etmek üzere Çanakkale’de bulunurlarken. (ortadaki zat Çanakkale mevki-i müstahkem kumandanı Cevat Paşa hazretleridir.)
Bu İstanbul efendisinin vazifesi nedir?
Güzergâhta bulunan dükkâncılardan ve yolda tesadüf olunacak tablakâr ve küfecilerden sattıkları eşyanın cins ve nev’ini ve fiyatlarının narha muvafık olup olmadığını sual ve tahkik ile kusuru görülenleri mücâzât etmek idi.
Meselâ bir bakkalın önüne gelindikte, zeytini ilâ ahire bozuk ve çürük olup olmadığını muayene eder. Fiyatını sorar ve türlü latifeler ile bakkalı af eder veya meselâ yarım okka peynir vermeğe mahkûm ederdi. Kollukçuluk vazifesini ifa eden delikanlılar amirini infaz eylerler idi. Esnaftan yine şaka olarak falakaya yatırıp dövdüğü de olur idi. O esnada çocukların keyf ve neşesine payan olur mu? İstanbul efendisinin en büyük kahrını çekenler tütüncüler idi. Çünkü bir iki avuç tütünle lüle dolmaz! Doldukta üzerine nargile gibi ateş dizerler. Öteki tütüncüye varıncaya kadar lülede bir şey kalmaz idi. Tütün vermemekte ca’li taannüd edenler dahi olur ve o mislülere yine tezyid-i şitaret için tuhaf tuhaf muameleler yapılır idi. Simitçi ve kuş lokumcu gibi esnafın tablaları yağma olunduğu vaki idi. Bade parası muallim tarafından tediye olunmak şartıyla.
İstanbul efendisinden maada mektep seyrinde bir tımarhane delisi bulunur idi. Mahalle delikanlılarından biri deli kıyafetine girer. Kisvesini ona göre uydurur, boynuna bir zincir takarlar. Güllabicisi zinciri tutar. Göğsünde topraktan bir lazımlık asılı, içinde leblebi önünde yoğrulmuş yumuşakça bir hamur. Yollarda saçmalar söyler, bazı geçici ihtiyar kadınlara ve avanak satıcılara bulaşır idi. İstanbul efendisinin tenbihat ve tevbihatına dikçe cevap veren esnafa hiddet ederek yüzlerine o hamurdan birer parça atar idi.
İşte çocuklar bu cemaatle seyir mahalline giderler ve hep bir ağızdan <<Âlâ Yusuf Paşa, binler yaşa>> nağmesini tekrar ederlerdi. Bu Yusuf Paşa mektep seyrini ihtira eden zat olmalıdır. Her halde sadr-ı esbuk Yusuf Ziya Paşadan mukaddem olsa gerek. Seyir mahalline varılıp da karşı taraftan bir diğer mektep talebesi daha görüldükte o vakit nağme değişip her iki taraf <<bizim tayfa hû, karşıki tayfa tiz>> diye bağrışırlar idi. Bu seyirler yalnız mektep çocuklarına değil mahalle ahalisine dahi bir hoşça eğlence olur idi. Ve kiraz veya üzüm vakitlerine tesadüf ettirilir idi. Evâil-i Saltanat Abdülaziz Han’ıye kadar devam etmiş ve 1280 tarihlerine doğru munkat olmuştur.
Mektep seyirlerine dair tahattüratım bundan ileri gitmiyor. Belki kısmen unutmuşum. Belki semtine göre fazla şeyler yapıldığı da olmuştur. Hissen sabâvetin hatıraları pek tatlıdır. Mektep seyirlerini idrak etmiş olan zevattan daha fazla tafsilatı der-hatır eyleyenler lütfen tahrir etseler bu adet-i metrukemiz etrafıyla bilinmiş olur.
Mecmua:
Abdülrahman Şeref Bey Efendi’nin hoş-âyende makaleleri mecmuaya suret-i mahsusada derç edildi. Çünkü terakkiyat-ı asriyeye muvaffak tenezzüh meydan aldığı şu sırada onun tarihçesini bilmemek adet ve adab-ı milliyenin ma’rûz-ı nisyan olmasına razı olmak demektir.
Efrad perveran erbab-ı tenkid; seyran-ı sübyana ait zan ettikleri bu izahat hakkında istediklerini söyleyebilirler. Yalnız şurasını unutmamalıdır ki, bir milletin (dirine) dedikleri teâmülât ve temayülâtı arasında her şey calib-i istihsân olmak lazım gelmez. Maksad aslı ise bunları mahv-ı abad nisyana göndermeyerek sudûrdan satıra nakil etmektir. Bugün şu mektep seyrini ihya eden olsa gülerler, sıhhat ve ahlaka olan muzıratından bahis ederler ki doğrudur. Fakat adet kadimeyi akvam, bugün bile mutemeddin, terakki perver ad olunan melel nezdinde mergub tutuluyor. Bunun büyük misalleri İngiltere’de görülür.
Fikrimiz, burada mektep seyirlerini müdafaa değildir. Yalnız metrukatımızın tarihi bilinmek lüzumunu ihtardır. Türklere ait nice sanayi yazman veya ihmal ve nisyan ile unutulmuş, hatta hafızalara bile yad-ı tahassürü kalmamış ise âdâd ve ahlâkımıza, tarz-ı telebbüsümüze, milletimize müteallik nice mefahirde övülecek heyecan nisyana karışmıştır. Halbuki bunlar içinde şayan-ı tahattur ve ihya nice fazail vardı ki onlar ile bir millet her zaman iftihar edebilir. Teceddüd persenti başka yerlerde başka fakat sahih manalara mahmuldür.
Burada istitrâden söylemek lazım geldi. Bugün bizde tetkikat-ı ictimaiyeye istinaden bir tarih yazılmak icab etse faraza zaman zaman teceddid; Tebdil edilen kisvelere ait pek az malumat elde edilebilecektir. Burada iki eser-i meşhurdan, Naima ile Ülya Çelebiden bahis edeceğiz. Âsâr-ı sairede dahi tesadüf olunsa bile bu iki muharrir, âdât namına pek samimidir. Orada kavuklara, sarıklara, cübbelere vesaireye ait nice ıstıllâhat ve tarifat vardır ki, değil umumiyet kariyince, çok heves-i erbab kalemce aslı meçhulattandır. Müteahhirin içinde meşhur <<lehçe>> sile Ahmed Vefik Paşa merhum bazılarını tarif etmiş. Ahmed Rasim Bey tarihde mümkün olduğu kadar bunlardan bahis eylemiştir. Fakat ikisi de kâfi midir?
Bu satırların mülhemi Abdülrahman Bey Efendinin makaleleridir. Gerek müşarünileyhten, gerek diğer erbab-ı fazıl ve tetkikten mahsulat tetkik ve tetebbularının ihsan ve irsalini bil vesile temenni ederiz.
Meskûkât-ı âtikanın tarihe hizmeti
2
Osmanlı sikkeleri
Rum Selçukluları meskûkâtının tarihi tashihe ne yolda hizmet eylediğini birinci makalede yazmış idik. Bu makale ile de Selçuki tarihine nispeten pek mazbut sayılan tarihimizin bile meskûkât âtika mütetebbilerının tetkikat ve tetebbuatından müstağni kalamadığını göstermeğe çalışacağız.
1 – Selâtîn Azam Osmaniye namına olarak en evvel sikke kesmek usulü Sultan Orhan Han Gazinin zaman-ı saltanatlarında biraderleri vezir Alaeddin Paşanın tavsiyesiyle ittihaz olunduğu tarihlerimizin cümle-i mazbutatındandır. ( 1 ) Fakat müverrihlerimiz ber mutad hakayiki tumturak elfâza feda ile bunu <<nukud nukre ve tılâ>>, << vücûh derâhim ve denanir>>; <<rayiç olan sim ve zer>> gibi ibaret ile ifade eylemişler ve bu suretle kesilen meskûkât meyanında
Kafileyi şehidamızdan: Osmanlı sancağını Mısır ufkunda temevvüç ettirmek azmiyle Süveyş kanalında ifayı vazife ederken şehid olan istihkâm mülazımlarından Elbistanlı Ali Rıza Efendi merhum. Mezkûr harekât-ı harbiye esnasında gösterdiği gayret, şecaat, fedakârlık bir harikayı hamaset olan bu gencin namını sa’id-i ebediye mazhar eylemiştir
Altın dahi bulunduğunu kayıt etmişler idi. ( 2 ) meskûkât atika almasının tetkikat ve tetebbuatı neticesi bu kaydın tamamıyla hilafı hakikat olduğunu ve ilk Osmanlı altının ancak bundan bir buçuk sonra yani 883 seneyi hicriyesinde Fatih Sultan Mehmet Han Sani tarafından kat ve darb ettirilmiş bulunduğunu meydana çıkarmıştır. ( 3 )
2 – Sülâleyi âli Osman’dan Sultan unvanını en evvel ihraz eden zat hakkında müverrihlerimiz beyninde hâsıl olan ihtilafı Osmanlı meskûkât takımlarının tetkikiyle hal etmeye muvaffakıyet hâsıl oluyor. Bu unvan pür şerefi ilk defa olarak birinci Sultan Murad Han Hüdavendigar’ın bakır sikkelerine derç edildiği görülüyor.
3 – Dördüncü padişahimiz Yıldırım Sultan Bayezid Hanın tarih-i cülusunu müverrihlerimizin bazıları 791 ve bazıları 792 gösterdikleri halde sahihin 792 senesi olduğunu Osmanlı meskûkât koleksiyonlarının tetkikiyle anlayabiliriz.
4 – Timur vakasını müteakip her biri bir tarafta icrayı hükümet eden şehzadegandan Süleyman, Musa, Mehmet Çelebilerden Musa Çelebiden maadasının sikke kestirdiklerine dair tarihlerimizde bir kayda tesadüf edilmez. Bunu yalnız meskûkât-ı Osmaniye koleksiyonlarının neticeyi tetkikatı bize bildirir.
5 – Yıldırım Sultan Bayezid Hanın encalından Emir Süleyman Çelebinin meskûkâtını tetkik ettiğimiz sırada müşarünileyhin Edirne’de
Hatırat: SMS Emden’in kahraman bakiye-i mürettebatı Yanbu al Bahr’de iken
( 1 ) – . . . Evvela istimal olunan nukud ki hâlâ diyarımızda mevcuttur. Esame-i selatin Selçukiye ile meşkûk olduğunun rekâketi gayri meşkûktür. Eğerçe Osman dost peyman bakiyeyi Selçukiyan caniblerin riayet edip bu daiyeyi nemayan etmedi ve onların inkırazından sonra mürur eden zaman-ı kalilde nabi vekayı muhaberat ucundan bu güne umur ile takyid buyurmadı. Ama şimdi kemal-i istiklal sultanı ve kesret esbabı cihan bani muktezası budur ki isim sami ve nam kerami Orhan Hanı ziynet feza muhafil ve muğayyir her diyar ve kişver olduğu gibi ziyur dinar ve zer olup belad-ı İslamiye de revan olan tılâ ve sim ol isim besim ile revaç ve ibtihac bula.
Tâc-üt-Tevârih. Eser hoca Saadettin Efendi. İstanbul 1279 cild 1 sahife 39.
2 – . . . ve sene tüs’ ve aşrin seb’amaide nukud nukuvve ve tılâ isim sami padişah-ı zaman ile mimli oldu.
Tâc-üt-Tevârih. Eser hoca Saadettin Efendi. İstanbul 1279 cild 1 sahife 39
<<Kalem-rev hükümet-i âli Osmaniye de rayiç olan ecnas-ı nukud esame-i selatin Selçukiye ile meşkûk iken mesned arai eyvan ve zaret olan biraderleri Alaeddin Paşa sava bedidi üzere vücûh der-ahim ve denanir nam namıylarıyla ziynet pezir oldu.>>
Siyaset
İCMÂLÎ HADİSAT
Muvakkat bir hezeyan fütuhatın esiri olan halka büyük bir cesaret-i medeniye ile “yaşasın harp” yaygarasına bedel, “yaşasın İtalya” demeği talim için çalışan ve yorulan cibiliyeti nihayet sarsar gaflet ile sarı İngiliz liralarına mağlup olanların önünde mecburi ricat oldu. [i’tilaf-ı müsellese İtalya’ya tavizat-ı naktiye temin ettiği son telgraf namelerden anlaşılmıştır.] Yarın; İtalya’nın tarihi yazılırken nakz-ı ahd fazihasından yalnız bu zat tebriye edilecek fakat dört yüz bu kadar vekil-i millet müstahak olduğu mevkii tenzil edilecektir. Geçen gün bir Alman gazetesi ahde vefa etmeyenlere pek şedid bir hitapta bulunurken galvi ammeden çekinen kral ile <sterlin> meclubi zımâm-dâran umurun mesuliyet serihasını ne kadar acı surette teşrih etmiş idi. Yana yakıla <<efkâr-ı umumiye>> den bahis etmek kadar gülünç bir şey olamaz. O efkâr-ı umumiye ki, daima mağlubu hayal, eski Roma destanlarını okuyarak teşne-i fütuhattır. Onu tahrik ettikten sonra vesait-i teskiniyesinde izhar-ı aciz etmek en sarih tabiri ile şa’beze-bâzlıktır.
Fakat o halk kurt sütüyle ta’yiş eden Romus ve Romulusden Sezar’a kadar ne öğrenmişler ise o tarihi <<lejand>> şeklinde değil, bir kavmin imtihan gâh ahlakiyatı tarzında okuyanlar Roma senatosunu pek güzel bilirler. Galiba << Marcus Tullius Cicero>> olacak, senatoda <<Roma’da fazilet boş şey imiş>> feryadıyla halden ziyade istikbale hitap ederek o cedel-gâhı menafi terk etmiş idi. Asırlar geçtikten sonra; otuz bu kadar senelik ahitnamenin dem-i infisahında o itâb-ı tarihiyi düşünmek acı değil midir? Kitle-i halk; Nisabı sükûnu kayıp ettikten sonra ona her şeyi kabul ettirmek kolaylaşır. Fakat onlara <<mukaddes kazlar>> hikâyesini okuyacak yerde Anibalin “Hannibal Barca” ta Kartaca’dan kalkarak Roma kapısına dayandığını öğretmek daha faydalı değil midir? Kartaca’da kadınlara, saçlarından ok ve yay için kiriş yaptıracak derecede yüksek olan hissiyat-ı fedakârı bu hayat ve memat mücadelesinde Berlin’in kâlp gâhından Viyana ve Peşte’nin ruh vatan perveranesinden, İstanbul’un ufuk dilram iştiyâk efzâsından toplanarak öyle bir gül-deste olur ki, mislini tabii Habeş sahralarında görmek mümkün değildir. Liza’yı bilenler bunu anlayamazlar. Misali var ise Bingazi ve Trablus müdafaasıdır ki, Uşi (Ouchy) ahitnamesini kuvvetten ziyade i’tilaf-ı müsellesenin ihanetine medyun olsalar gerektir.
Hukuk düveli, boş, manasız güzaf bi-sûd kabilinden ad edenler, o ahkâmın kuvveyi teyidiye ye mazhar olamadığını ileri sürerlerdi. Ahlakı devliyede nazariyat-ı ilmiye ile hakikat taharri edenler bu iddiaya karşı çok sevildiler. Mademki, her varak-pareyi mümzi keyf ve menfaat ile nüsah ahkâma kurban olup gidecektir. Artık ahitten, imzadan, sözden ahkâm ve muvaddan bahis etmek abes olmaz mı? Vaktiyle lahide sulh âlem için erbabı âlem ve danışı, tarafdaran mesalemeti toplayan Moskof Çarı Nikola, birinci konferansın medadımıza kraatı kurumadan evvela Mançurya’da yüz binlerce askerin, sonra Rusya’nın her şehrinde yüzlerce hürriyet perverin hûn nahakkiyle ellerini yıkadı. Bir zamanlar esir ticareti için nam bülend medeniyete mukavelat akid eden İngiltere Hindistan’da yüz elli milyon esir akli zecren hayat ve hürriyetinden tecrid dünyada ahkâmı diniyeyi bile tahkire varacak kadar zülm ve tahakkümü tezyid etmeyi hiçe sayar. Ve bugün ise <Maydos “Eceabat”> gibi gayri müstahkem mevakii topla tahrib etmeği kaleyi Sultaniyenin meftah zabtı ad edecek kadar alçalan bu melunlar mecruhin karargâhına gülle savurmağı insaniyetle kabili telif gördükten sonra artık hukuk-u düvelden bahis etmek müdrike-i beşer ile acı bir istihza değil midir? Onun içindir ki, artık hukuk ve uhud, silah zaferin hasm-ı müddeâdaki himmet-i cihan sözüne kaldı. İşte onun içindir ki üç müttefik bu davanın hatme-i faslından hukuk-u devliye ve ahidiye muhafız fedakârı saffetiyle de meydan-ı imtihan medeniyette görülecektir.
– Bizim bir türlü takil edemediğimiz bir nokta var ise münasebet ırkıyenin mi, mahbuba fer “lisan-ı kadim nazmımızda altına bu isim verilirdi.” Cazibesinin mi İtalya’yı böyle bir mehalikeye attığı kaziyesidir. Daha bundan iki sene akdem bir Fransız muharriri İtalya’nın Adriyatik’te Avusturya korkusundan ziyade Malta, Tolon ve Bizeret’ten havf etmesini tavsiye etmiş idi.
Bugün i’tilafçıların galebesi asla Slav lığı Adriyatik’e indirmek demek olduğunu acaba İtalya zamamdaran umuru Sterlinlerin gamgame-i tadadı arasında unuttular mı? Ne Tunus hududunda İtalya lehine tadilat, ne Dalmaçya havalisinin temini istilası, ne irredantizm’in tahayyülât sairesi Akdeniz nazariyesini tadil edebilir. O vakit İtalya; Bir zamanlar Rodos ve Cezayir tis’anın işgalini bile çok gören İngiltere’nin dünbâlezin hevesatı, Trablusgarp ise, şimali Afrika imparatorluğunu kuran Fransa’nın tu’me-i ihtirasatı olur. Slavlık ise Avusturya idaresinden çok müthiştir. Öndeki kuvveyi temsiliye sehpayı siyaset, nefi ve tağrib ile imhayı hürriyet esaslarına istinad eder. Trieste’de İtalyan dâr-ül-fünûnu değil Slav lığın müşta-i pür hûnî görülür.
Bizlere gelince, üç müttefik şanlı akıbet için her fedakârlığı ihtiyar edecektir. Ne Slavlık Avrupa’nın nısfına hâkim ve nısf-ı diğerine galip ve mütehakküm olacak, ne İngiltere üç yüz milyon Müslümanın diyanet, hürriyet ve saadetinden bâc alarak büyük Britanya da tesis-i kâşane-i satvet eyleyecektir. Hak, bizim, binaenaleyh zafer bizimdir. Azın çoğa galebesi tarihte yeni bir şey değildir. Yeter ki, hak ve adil namına bir iman tam olsun. Üç müttefik ise bu iman ile tehzib-i âmâl ve muzafferiyat mütevaliye ile tezhib-i ifal etmişlerdir. Varsın, meyan muhacimine, habis sahralarında serengün, Trablusgarp ve Bingazi vadilerinde mağbun bir kitlenin bir milyon perver beşerin evvelîn hilkatden beri medar-ı temayüzü olan <<vefayı ahd>> ın şekli ahir nakz ile yegânelerini muhafaza eden bir tarzda nakiz temini irae eden salandara, ve küllü millet muvacehesinde şerh esbab eylerken Avusturya Sırbistan’a karşı vuku bulan harekâtını ileriye sürmüş ve bu meyanda Avusturya’yı harbi umuminin müsebbibi olarak göstermiştir. İnsan otuz bu kadar senelik bir hakkı ittifakı bu suretle pâ-mâl ettikten sonra ancak İngiltere’nin ağzına layık bir surette idare-i kelâm etse yeri vardır. Fakat İtalya ricali <<Narodna odbrana>> cemiyetinin ne demek olduğunu bilmeyecek kadar bir millet bulunur. <<büyük Sırbistan>> hülya perverane Adriyatik’e indikten sonra acaba o zik sahada İtalya’nın kendisine mesned noktası olarak telakki ettiği <<Avlonya>> mı <<Sel Slava>> karşı durur?
Seyid hazım
MISIRDA İNGİLİZLER
İngilizlerin Mısırda icra ettikleri tahribatın manevi ve maddi olarak iki kısma tefrik ve böylece mütalaa ve tetkik edilmesi lazım geleceğini geçen makalelerimde arz ve izah eylemiştim.
Cihan teslim eder ki manevi hezimetler maddi hezimetlerden daha müthiştir. Bir milletin bünyeyi ahlakiye sine indirilen darbelerden hâsıl olan inhidam-ı manevi, bir memleketin taş taş üstünde kalmayacak surette tahribinden daha muellimdir. Harap bir mülk az zamanda himmetle eskisinden mamur olur. Fakat maneviyatı düzeltmek zordur. Bazen olur ki asırlar kâfi gelmez. İşte İngilizler Mısır’ı böyle en can alacak noktasından, kalbinden bi rahmana vurmakla en ağır darbeyi indirmişlerdir.
Mısır hiçbir zaman İngilizlerin işgalinden sonra olduğu gibi manayı perişan olmamıştır. İngiliz ayağı Mısıra basar basmaz ne kadar rezâil varsa cümlesi de bu güzelim kıtayı İslamiye ye maatteessüf ferceyab duhul olmuştur. İngilizler Mısırlıları ahlaken ve iktisaden mağlup etmek, memleketi için için yiyip bitirmek için bir taraftan maarifi diğer taraftan terbiyeyi İslamiye yi baltalamağa başlamışlar ve bu tahribatı yalnız ahlaksızlık ve safahat vadisinde halka verilen hürriyet-i kâmile ( ! ) perdesi altında gizlemişlerdir. Bu tarz hürriyetin en doğru manası envaı fuhş ve rezailin en vasi hududuyla me’zûn olmaktan ibarettir. Mesela bu gün yalnız İskenderiye’de (Amfuş) denilen mahaldeki deniz hamamlarında edeb-i umumiye ye ve ahlaka karşı irtikab edilen ceraimi lakaydıyı insan Avrupa’nın hatta İngiltere’nin hiçbir yerinde göremez. Yine hiçbir memlekette zabıtayı ahlakiye Mısırda olduğu kadar ihmal edilmemiştir. Nice hürriyetin Mısırdaki mefhumu fesat ahlaka delalet edecek her hangi fiile, harekete karşı hiçbir kuvveyi maneviye tesadüf edilememesinden ve Mısır hükümetince hakk-ı velayetin istimal olunmamasından ibarettir. Mısırlılar bu cihetçe o kadar serbest bırakmışlardır ki eğer ahlakı İslamiye ye şu tarzda en muhinane darbelerin indirildiğini his edebilirseler bu İngiliz hürriyetini en fena bir istibdad ile mübadeleye kail olacaklarına eminim. Çünkü İngilizlerin bahis ettikleri hürriyet Mısırlıların def’ine hiçbir veçhe ve suretle kudretyab olamayacakları bir esarete bir izmihlali hakikiye doğru sürükleyip götürmektir.
Mısırlı bu kadar serbest olmakla beraber hür müdür? Katiyen değildir. Hürriyet bir insanın yalnız hevesât-ı nefsâniyyesini doya doya tatmin edebilmesinden ibaret olamaz. İnsan ahirin hukukuna tecavüz etmemek şartıyla istediğini yapabilmekte muhtar olmalıdır. Ama bu muhtariyet bu hürriyet bütün ifal ve harekâtına müsavi kuvvette hâkim olmak şartıyladır. Yoksa bir milletin safahatta, fezahatta bildiğini işleyebilmesine mukabil ona hukuk tabiiye vesairesi bahis edilmez de korkutuk bırakılırsa manayı temile hür denilmek şöyle dursun belki esir ıtlakı caizdir. Hâlbuki Mısırlılardan her türlü hukuk-u siyasiye ve vataniyeleri deriğ edilmiştir. Bur Mısırlı bugün hükümete verdiği meblağın hesabını soramaz. Bunun için hiçbir vasıtaya malik değildir. Vaki zuhurda bir hâkimiyeti İslamiye mevcuttur. Bu hâkimiyet Mısırlıları aldattığı kadar bizi aldatmamalıdır. İngilizler bu hâkimiyetin güya mevcudiyetine dokunmayarak fakat bütün icraat varidatını tatil etmekledir ki en büyük şeytanat siyasiyelerini ibraz etmişlerdir.
İngilizler için Mısır hükümetini ortadan kaldırarak o kıtaya doğrudan doğruya temellük etmekten ise hem beyn-ed-düvel ihtilafata meydan vermemek, hem Mısırlıları güya İslamiyet hâkim imiş gibi aldatmak daha kolay görünmüştür ki Hindistan’ın birçok mahallerinde de aynı siyaset takip edilmektedir. Ve bu tarz idare sayesinde yani zehri şifa hapı gibi yutturmakla pek mühim muvaffakıyetler ihraz eylediklerine şüphe yoktur.
Mısırda hâkimiyet-i İslami yenin şeklen ve zahiren mevcud fakat fiilen ve bâtınen mefkud olduğuna en büyük delil bu kıtayı İslam iyede din-i mübin İslam aleyhinde vuku bulan taarruzâtın mani edilememesiyle sabittir. Mesela diyanet-i İslâmiye ye mugayir olarak her hangi bir müslümden sadır olan ifale karşı hükümet bütün ef’âle karşı hükümet bütün ebkemiyetini, âmâsını muhafazaya mecburdur. Çünkü İngiliz hürriyeti, herkese her istediğini yapabilmek hakkını vermiştir. Hatta isterse bir Müslüman kadını İngiliz himayesi altında hiçbir kaide diniyeye riayet etmiyordu. Bu cümleden olmak üzere bazı bed-asl ve bed-mâye kadınlar çalgılı kahvelerin, adi adi sefalet ve sefahat bucaklarının sahnelerinde ve binlerce enzar-ı ihtirasın karşısında en şehvet engiz ve vücutlarının işgal ve iltivâ atını hatta en dikkatsiz nazarlardan bile gizleyemeyecek kadar üryan ve perişan kıyafetlerle ve göbek çalkamak suretiyle muktezayı diyanetten olan pek çok vesaifi külliyen terk etmişlerdir ki hükümet-i Mısıriye bu ahvali her ne zaman mânii teşebbüs etmiş ise muvaffak olamamış, dinen ve ahlaken icrasına mesâg olmayan bu misalli harekât ser azadane ve rezilane ve ray-ı hicabda hükm kül ve mutlak olan İngiltere’nin Kahire’deki mamur siyasisi tarafından daima mazharı muhabbet fevkalade olmuştur. Elhasıl tadad ile bitmek tevgenmek bilmeyecek ve daha doğrusu bütün tafsilatıyla anlatılsa İslamların kalbini derin derin kanatacak olan böyle din ile ahlak ile gayri kabili telif ahvale İngilizlerin pek müsait davranmaları Müslümanlığa gayz ve ihanetlerinden ve memleketinde fikri zeniyi zaafa düşürmekten başka bir maksada mahmul değildir.
İngilizler, Mısırda bir taraftan dini için için baltalamakta beraber diğer taraftan Müslümanlarda inkılabat fikrinin husulüne mani olmak isterler. Bu yolda vuku bulan mesaiyi milliyeye karşı ikayı eyledikleri mevâni hakikaten hiçbir Müslümanın havsalayı tahammülüne sığamaz. Ve sığamamalıdır da. . . Zira o kadar fena, o kadar büyüktür. . . .
Eğer İngilizler hürriyetin validi, hamisi iseler neden Mısırda Müslümanların hürriyet tedrisini kabul edememişlerdir. Hâlbuki evvelce Mısırda olan birçok menabi-i irfan İngilizlerin Mısıra hululünden sonra kurumuş ve mezraa efkâr-ı ümit cehilden, irfansızlıktan kurak çöllere dönmüştür. Ahalinin ihtiyacat ma’rufetini istifa edemeyen mekatib-i ibtidaiyeden başka Mısırda Müslümanların belli başlı adam yetiştirecek bir mektepleri yoktur. Buna mukabil İngilizler âli derecede tahsile müsait mektepleri yalnız kendileri için tesis etmişler ve bütün bunların mesarifini Mısır hükümetinin hazinesine bâr olmak suretiyle temin etmişlerdir. Yarım yamalak ve sadece okuyup, yazmak, birazda hesap yapmaktan ibaret olan bir tahsil-i ibtidai ile şu zamanda iktifa edilemeyeceğini İngilizler pek âlâ bildiklerinden küçük Mısırlı çocukları tahsil-i iptidaiden sonra İngiliz efkârının, dinsizliğin suhuletle telkin olunacağı İngilizler mekteplerine muhtaç bırakmak için Mısır mekatib-i taliye ve âliyesini yıkmışlardır ki bu siyasetin bir memleket hakkında bâde olacağı muzırat-ı tadad ile tüketilemez. Zira küçük çocukların suhuletle kabil-i intiba olan dimağlarına henüz milli ve dini pek az şey irtisam edebildiği bir sırada onları İngilizlerin bu terbiyesine tevdiye muhtaç olmak kadar elim bir hal tasavvur edilir mi? Çünkü bir gaye-i siyasi takib olunan bu mekteplerde yetişen evlat memleketin mütedeyyin ve milliyet perver bir Mısırlı ruhundan ziyade dinsiz ve bütün secayasında tecrid etmiş bir kafa taşıyacağına aldığı terbiye icabıyla İngilizlere meclub ve meshur olacağına şüphe mi vardır.
Eskiden Mısırda bir mekteb-i harbiye vardı. Bu mektepte funun-u âliyeyi askeriye tahsil edilir. Ve cidden mütefennin, âlim, güzide zabitler yetiştirilirdi. Bunlar memleketin kısmı münevverini teşkil ederlerdi. Hatta 1293 Rus muharebeyi zâîlesinde bilhassa Mısır topçu zabitlerinin iktidarı fenniyelerinden hakkıyla istifade edilmiş idi. Tahsil-i idadiyi temin eyleyen diğer mekteplerde ihtiyacat-ı asra göre büyük bir eseri terakki meşhud olmakta idi. Hele mekatibi iptidaiye şimdiki Mısır mekteb-i ibtidaiyesinin hale göre zamana göre kat kat fevkinde bu hayratı, bu müessesatı ilmiyeyi berbat ettiler. Mektebi harbiyeyi vakıa büsbütün ortadan kaldıramadılar. Ancak öyle bir hale getirdiler ki vaktiyle zûfünun ve muktedir zabitler yetiştiren bu mektep şimdi pek basit malumat sahibi ve yalnız ameli askerlik görmüş zabitler çıkarmaktadır. Bu haysiyyetle Mısır ordusunda erkân-ı harbiyeye ait vezaif ifa edecek ehliyette bir zabit mevcut olmadıktan başka hatta zabitim diye çıkanların malumatça bizim mekteb-i idadiyede tahsil görmüşlerden daha nakıs olduklarına şüphe yoktur. İngilizlerin Mısır harbiye mektebini, topçu mektebini küçük zabit mektebi derecelerine düşürmelerindeki maksat, ordunun en ruhlu mevkilerini kendilerine hasr eylemek fikrine müsteniddir ki buna da bi-hakkın muvaffak olmuşlardır.
Sonra Mısırda bir mekteb-i hukuk vardı. Fakat İngilizler bu mektebi maf etmek için bütün mesailerini sarf ettikleri halde ihtiyacı medeniyi müstenit olduğundan dolayı bir türlü kolayını bulup da yıkamamışlardır. Her fiilin bir aksi amel olduğu gibi İngilizlerin ahalinin gözü açılmasın, Mısırlılar cahil kalsın, kalsın da inkılabat-ı fikrîye ve ictimaiye hâsıl olmasın diye Mısır maarifini darbelemeleri de bir aksi amel vücuda getirmiştir. Zamanın terakkiyatıyla mütenasip tahsil görmek isteyenler bu ihtiyacı Mısırdaki mekteplerle istifa edemeyeceklerini anladıktan sonra her sene akın akın Avrupa mekteplerine gitmeğe başlamışlardır. İşte bu tahsil ahar arana Mısırdaki İngilizleri istiskal eden, İngiliz işgalini bir türlü çekemeyen, hazm edemeyen Arabi Paşanın (Betros Gali Paşa) nın vakası gibi vakayı ihdas eden gençleri yetiştirmiş. Bir hizbin, hiz-ül-vataninin teşkiline sebep olmuştur.
Avrupa’da tahsil ile milliyet hissine malik olmuş seciyesi bir gazapta sahibi birçok Mısır gençleri vardır ki bunlar İngilizlerin gözlerine birer diken gibi batar. Hatta son zamanda vatan perverliklerini bilfiil ibraz etmiş pek kıymettar vücutların sevdana nafi edilmeleri . Caniler gibi hapse tıkılmaları da gösterir ki İngilizlerin Mısır maarifini imha etmeleri nasıl bir fikre müstenittir.
Hatta geçen sene Mısırda bir dâr-ül-fünûn tesisi meselesi Mısır hükümetiyle ve bilhassa hıdiv meşru Mısır Abbas Hilmi Paşa hazretleri ile İngilizler arasında pek hararetli bir ihtilafa sebebiyet veren büyük bir mesele halini almış idi. İngilizlerin bütün mesailerine bütün memanetlerine rağmen hıdiv müşarünileyhin amaline set çekememişlerdi ve dâr-ül-fünun sınıf sairesi tedricen açılmak üzere tesis edilmiş ve Mısır hükümetçe dâr-ül-fünuna cespan bir bina vücuda getirilmesi için lazım gelen mübalağa tedarikine de tevessül edilmiş idi. Hâlbuki İngilizleri, terakki ve hürriyet tarafdarı zan edenler şu temhidatımıza belki inanmazlar. Hiç inanılır mı ki İngilizler maarife düşman olsunlar. Fakat maalesef bunlar inkâr kabul etmeyen hakikatlerden dir. Şurası bilinmelidir ki İngilizlerin hürriyeti, ilmi terakki perverliği yalnız İngilizlik içindir. Bu muhitin haricinde bulunanlar için İngiliz bir müstebittir. Bir müstebittir ki cehli ve tedniyi iltizam eder. Hâkim olmak istediği milletlerin idrakini maf ve ifnaya sa’y eyler. Yalnız hariçten bakmakla verilecek hükümlerle iktifa edenler İngilizlere sahayı temeddünde bir payeyi refi verirler. Bu inkâr olunmaz ki İngilizler akvam-ı mevcuda arasında ilerlemiş takımdandırlar. Fakat öyle bir takım ki yükselmek için daima başkalarının sırtına binmek, yükseklerde uçabilmek için kendinden gayrilerini zevaf gibi yerlerde süründürmek, ezmek ister Mısırı ihya ettikleri hakkında bütün âlemde hâsıl olan esassız bir kanaat ile bazılarının nazarında büyük görünen İngilizler işte böyle adi süfli tabiata malik bir kavimdirler ki yanlışlıkla parmaklarını kendilerine kaptırmış olanlar eğer kollarını kurtarabilirlerse bahtiyardırlar.
. . . A
“LÉON-GAMBETTA” NASIL BATTI?
Vaka gecesi, zırhlı kruvazör, Malta’ya gitmek üzere yola çıkmış ve Malta’da bir kruvazör filosuna iltihak edeceği mukarrer bulunmuştu. Gemi zabitanından bir mülâzım, geminin batmasını şu suretle hikâye ediyor:
Nısf-ül-leylden birçok saat sonra, iştial gibi boğuk bir taraka aynı zamanda elektrik ziyaları sönmüş; Yalnız adi lambaların donuk ışıkları, hazinengiz ziyalarla ötede beride görülmeğe başlamıştı. Aşağılardan doğru akis eden yaralı feryatları, uyuyanları uyandırmış ve herkes, pür telaş ve heyecan güverteye koşuşmakta iken bu arada batarya zabiti, nöbetçi kaptana halecânlı bir haber verdi. Kaptan dahi, süratle talimat vererek gemiyi Ayamavra adasına doğru bir rotaya aldı.
Müteakiben torpidolandığı veya bir torpile çarptığı, dinamo dairesinin harab olduğu, üç gemicinin fena halde yaralanmış bulunduğu ve açılan yaradan su hücum edip telsiz telgraf istasyonunun da bundan böyle işlemediği haberleri geldi.
Nöbetçi kaptan, der-akab efradın top başına alınmasını emir etmekle beraber Amiral Georges Henri Marie Nicolas ANDRÉ’ye ihbar-ı keyfiyet etmiş ve birkaç dakika sonra köprü üstünde buluşmuştu. Henüz bütün efrad güverteye çıkmamıştı ki ikinci bir iştiâl daha his edilmiş ve bunu müteakip makina dairesinden istimdad ve tazallüm feryadları işitilmeğe başlamıştı. Şimdiki halde, gemimizin birden bire iskeleye yatmasıyla iki torpidoya hedef olduğumuz herkesçe malûm olmuştu. Bundan evvel verilen emire imtisâlen bütün efrad üst güverteye çıkmış ve efradın birçoğu, asma yataklarından fırladıkları kıyafette bulunmuştu. Bazılarının elbisesi de koltuklarının altında idi. Geminin makinası, artık işlemez bir hale gelmişti. Su şiddetli bir akıntı savletiyle makina ve dinamo dairelerine hücum ediyor ve harap olan bölme kapılarından girerek diğer palavra [üst güvertenin altındaki güverte] aksamına nüfuz ediyordu. Palavranın muhtelif aksamından çıkan istimdad feryadları, hücum eden suyun hâsıl ettiği gürültüyü bastırıyordu. Buharlı bomba, makinasının işlememesi sebebiyle muattal kalmış, filikaların alabora ve mayna edilmesi için kuvveyi bedeniyyeye, ihtiyaç mes etmişti.
Amiral, imdat talebi için kara tarafına doğru roket vari işareti verilmesini emir etti. Çünkü telgraf, işlemiyordu. Herkes pek büyük bir gayret ve heyecan ile filikaların alabora ve mayna edilmesine çalışıyordu. Bunlardan ikisi mürettebiyle beraber alabora oldu. Gemi, gittikçe iskele tarafına yatıyor, güvertede ayakta durmak mümkün olmamağa başlıyordu. Marangoz ve kalafat takımı, balta ve keser ile ahşap aksamı keserek denize dökülenleri kurtarmak üzere suya atıyorlardı. Zabitan, süvari ve amiral artık imdad vürudundan kat-ı ümid etmişlerdi. Biraz sonra, İtalyan işaret istasyonundan cevap verildi. Bundan işaretimizin alınmış olduğu, imdada şitab edildiği istidlâl olundu. Bunu müteakip, İtalyan istasyonundan etrafa nasıl ziya işaretleri akis ettiğini, gecenin zulmetine rağmen büyük, küçük filikaların, balıkçı kayıklarının, torpido botların ne gibi bir istical ile hareket ve faaliyete gelerek batmakta bulunan gemimizin bulunduğu mahale doğru şitaben olduklarını gördük.
Bu sırada, geminin pek ziyade yatmış bulunan tarafındaki filikaların kâffesi denize atılmış, donatılmış idi. İtalyan torpido botları göründüğü zaman geminin dâhili, hemen hemen suya müstağrak olmakta bulunmuştu. Cankurtaran filikalarının dolduğu başka kimseyi alamayacak bir halde bulunduğunu gören efrad, güvertede ayakta durarak kemali tehaâllükle torpido botların ve bu arada etrafdan gelen balıkçı kayıklarının imdad ve muavenetini bekliyorlardı. Bu esnada
Hadisat: Çanakkale’de torpil toplamağa gelen taharri gemileri sahil bataryalarımızın müthiş ve müessir ateşleriyle gark ve perişan olurken.
geminin alt kısımlarından sert ve boğuk bir gürültü peyda oldu. Bu gürültü ara perdeleri iştial tesiriyle patlayan ayrı ayrı kamaraların su ile dolduğuna delalet ediyordu. Gemi, git gide batıyor, su kitleleri, palavraya hücum ediyordu. Birkaç dakika sonra, ayaklarımızın altında tutunamaz bir hale gelmiştik. Çünkü gemi, mütemadiyen bir tarafına yatıyordu.
İlk önce bir kişi kendisini denize attı. Bunun peşinden on, on beş kişi atladı. Gittikçe atlayanların adedi artıyordu. Bunlar, selameti denizde, necat ve halâsı dahi, kemâlî süratle gelip giden filikalarda görenlerden ibaretti.
Artık sular, ağır ağır güverteyi istilâ ediyordu. Bu arada, amirale baktım. Süvari ve maiyeti zabitanı arasında dimdik durduğunu, telaşlı telaşlı gidip gelen cankurtaran filikalarına bakmakta olduğunu gördüm. Ben de, zırhlı kruvazörün bir tarafa daha ziyade yattığını ve ayaklarımın altında tutamak noktası kalmadığını his ettiğimde köprü üstünden denize atıldım. Sol kolum denizde yüzen bir kalasa çarpıp zedelendiğinden sağ elimle tahtaya yapıştım. Biraz sonra, bir cankurtaran filikasına alındım. Izdıraptan pek fena bir hale gelmiş olduğum bir zamanda bir balıkçı kayığına çıkarıldım.
Beni balıkçı kayığına çekip aldıkları zaman gemi de gaip olmak üzere idi. Torpidolanan zırhlı kruvazörün mazlum bir kitle halinde dalgalar içinde battığını müşahede ettikçe kendimi kayıp etmişim.
Mezkûr zırhlı kruvazörü torpidolayan tahtelbahir süvarisi Yüzbaşı Korvettenkapitän Georg Ludwig Ritter von Trapp’da diyor ki:
<<müddet-i medîde bir torpido bat süvarisi olduğum halde bu kerre U – 5 numaralı tahtelbahrin kumandasını deruhde etmiş ve tahtelbahir ile ilk seferimi yapıyor idim. Düşman gemisini, nısf-ül-leyl sularında south of Santa Maria di Leuca burnunun keşişleme istikametinde ve mezkûr burundan 20 mil mesafede ışıklarını söndürmüş olduğu halde müşahede ettim.
Bunun, Victor Hugo sınıfından bir Fransız zırhlı kruvazörü olduğunu anladım. Etraf, aydınlık, semada bazı hafif bulutlar meşhud idi. Kruvazörü görünce gemide her şey hazırlanmış bulunuyordu. Ciheti seyriyle süratini tayin eder etmez, düşman gemisine doğru ilerledim. Bordası bana doğru dönmüştü.
Âle-l-takrib 500 metreye sokulduğum zaman, evvela kıç tarafına doğru bir torpido attım. Bunu müteakip, ikinci torpidoyu da, baş taraftaki kamaralar istikametine gönderdim. Her iki torpido dahi isabet etmişti. İştialler, ayânen işitiliyordu. Kıç taraftaki kamaralar hizasından bir an sonra direk irtifaından müthiş bir duman bulutu çıktığını gördüm. Her isabet, efrad tarafından horralarla karşılandı.
İkinci endahttan sonra bir yana yatıp yatmadığını anlamak üzere kruvazörün etrafında gezindim. 35 derecelik bir zaviye edecek bir surette yana yattığını gördüm. Bu hal, torpidolandığından beş dakika sonra vaki olmuştu. Böyle bir meyil görünce, endahta mahya olan torpidolarımdan birini daha atmaya lüzumsuz ad ettim. İkinci endahttan dokuz dakika sonra düşman gemisi dalgalar arasında kayıp olmuştu.
Kruvazörün sancak tarafına geldiğimde güvertede bir ışık gördüm. Biraz sonra denizde de ışıklar görüldü. Bunlar mayna edilen filikalardan akis ediyordu. Fransızlar beş filika mayna etmişlerdi. Bütün bunları, bu kadar kısa bir zamanda yapmalarına mütehayyir kalmıştım.
Kumanda ettiğim tahtelbahrin endişesi, beni imdat ve muavenete iştirakdan men etti. Buna müteessifim. Mamafih, denizin sükûneti ve karanın karibiyeti cihetiyle filikalara konan efradın kurtarıldığını ümit ettim. Maiyetimdeki efrad, bütün bu hareket-i taarruziye esnasında şayanı hayret derecede yararlıklar gösterdi. Bunların etvar ve harekâtı; Her türlü metih ve senanın fevkindedir. Mürettebatın bu kadar cesur efrattan müteşekkil olması bahs-i iftiharımdır.>>
Ahmed.
İstanbul yolu: topal âşıklar kervanı.
DONANMA
<<1914>> ŞİMÂL DENİZİ MUHAREBEYİ BAHRİYESİ
Mâ-ba’d
Türbin usulü makinaların istimali bir hatt-ı harb sefinesi için mümkünsüz görünen saatte 21 millik bir süratin istihsalini mucib olmuştur. Bazıları bu meziyeti tenkit ettiler ve bu süratin istihsali için istimali zaruri olan müthiş makinaların vereceği fazla sıklete mukabil zırh muhafazasının tezyidi daha muvafıktır dediler. Şüphesizdir ki sahneyi harbe mümkün olduğu kadar seri yetişmek pek mühimdir. Lakin oraya yetişince selametle kalmak ve sonra zaferle çıkmak da daha mühimdir. Eğer bir top veyahut zırhtan bir pus feda edilecek olursa süratte bir mil fazlalık – o da pek pahalı olarak – elde edilebilir. Fakat bu hususta nazarı dikkatte tutulatacak en mühim mesele mütenevvi o saff-ı harbiyenin bir sefineyi harbiyeye o sefineden beklenilen hizmete göre tevzidir.
12 Pusluk toplarından maada dretnot, torpido hücumunu defe mahsus birçok 12 fundluk seri ateşli toplara da malik bulunuyordu. Biraz müddet evvel biz bu topu 6 fundluklar yerine kabul etmiştik. Lakin şimdilerde torpido sefaini o kadar büyüdüler ki torpido menzili dâhiline girmeden evvel onları durdurmak için daha büyük silaha ihtiyaç göründü. Bu veçhile 25 librelik mermi endaht eden 4 pusluk toplar 12 fundlukların yerini aldı.
Dretnot resmi üzerine altı sefine daha inşa edildi. HMS Superb, HMS Bellerophon, HMS Temeraire, HMS St. Vincent, HMS Collingwood, HMS Vanguard bunların yegâne kusuru, bordalarda bulunan iki taretin tamamıyla biri birinin karşısında bulunması yüzünden iki topun yekdiğerini körletmeleridir. Bu kusurdan kurtulmak için geminin tûlunu bir miktar daha uzatmak ve bu veçhile bu iki tareti kutrani olarak tabiye etmek icab ediyordu.
Bu fikir bunlardan sonra inşa edilen üç gemi [ HMS Hercules, HMS Neptune, HMS Colossus ]’da tatbik edildi. Bundan maada, iki kıç taretinden iç taret topları diğer taretin üzerinden tamamıyla kıça ateş edecek veçhile biraz yukarı kaldırıldı. Tûlun ve arzının tezyidi, mai mahreci 20000 tana kadar çıkardı. Öyle bir cesamet ki on sene evvel hiç kimsenin hayalinden bile geçmiyordu.
Almanya, gemilerinin esliha-ı esasiyesini 11 pusluk toplara hasr ettiği müddetçe bizde, gemilerimizi 12 pusluklarla teçhize devam ettik. Ne vakit ki o memleket bu çapa çıktı, bizde daha kuvvetli bir silaha karar verdik ve 13,5 pusluk topları kabul ettik. Bu veçhile 850 librelik yerine 1250 libre sıkletinde bir mermi kabul edilmiş idi ki eğer nişan ve zaman yolunda ise düşmana yarım tondan fazla ağırlığa malik bir muşta inecek demekti. En münasip tarzda tabiye ve idaresi mümkün olan topun adedi on olarak kabul edilmekle beraber, beş taretin mevkilerinden bazı tebdilat yapıldı. Bunlar ikisi başta, ikisi kıçta ve biri de ortada olmak üzere hat merkezi – omurga hattı – üzerine konuldular. Pruva ve pupa ateşlerinin tezyidi için iç taretler öndekilerden biraz yüksekte yapıldı. Bu veçhile biz, birçok seneler evvel kaptan Kavper Kavlis tarafından düşünülüp eski Devastation sefinesine tatbik edilmiş olan taret sefine fikrine avdet etmiştik. Hariçten bakanlara bu tarza tabiye – baş ve kıçdaki taretlerin yekdiğerine ziyadesiyle yakın bulunmaları yüzünden daha büyük bir hedef arz edecekleri Kanaat’ıyla – bir unsur-u zaif gibi görülüyor. Aynı zamanda top mevziinin dağıtılması da, haizi ehemmiyet adette topların birden tahribi ihmalini azalttığı cihetle, muvaffak bir usul ad ediliyor. Binaenaleyh, birçokları hatt-ı harb kruvazörü adı verilen dretnot kruvazörlerdeki tarzı tabiyeyi daha muvaffak buluyorlar.
Dretnotu meydana getiren 1905 inşaat programı, resimleri ve tertibatı gizli tutulduğu cihetle bir hayli zaman alelade zırhlı kruvazör zan edilen diğer üç gemiyi daha ihtiva ediyordu. Evvelce sefin-i harbiyenin evsaf umumiyelerine ait tafsilat, inşasına başlanıldıktan biraz sonra meydana çıkardı. Biz Avrupa’da yeni bir sahra topunun veyahut tüfeğin kabul edildiğini, hatta bütün tafsilatıyla beraber – diğer devletlerin nefine olarak – meydana konduğunu hiç işitmedik. Binaenaleyh, bizim bu seferki hareketimiz pek muvaffak olmakla beraber faydalı olduğu da birçokları tarafından şimdi kabul ediliyor.
HMS İnvincible, HMS İnflexible, HMS İndomitable böylece esrara bürünmüş muadil dretnotlar idi. Eslihası yine aynı esas üzerine 12 pusluklardan mürekkeb – fakat on yerine sekiz tane – ve dört tarete muvazi bulunuyordu. Taretlerin biri başta diğeri kıçta ve diğer ikisi de bordalarda olup bu son taretler, borda ateşlerinde yekdiğerine hail olmayacak ve her ikisi de aynı bordaya ateş edecek veçhile kutrani olarak tabiye edilmişlerdi.
Bu tertibat, tûlu daha fazla olan bir gemide yapılmıştı ve zırhın bir miktar daha tenkisi, daha kuvvetli makinaların kullanılmasına müsaade bahş etmişti.
Neticede, yalnız mevcud her hangi bir kruvazöre değil belki Bahri Muhiti saatte 22 milden fazla bir süratle geçen büyük posta vapurlarına da faik bir sürate malik bir gemi meydana gelmişti. Bu, zerrin bir manayı haiz bir tebdildir.
Mâ-ba’dı var.
Donanma
TEKNE İNŞAATI
Mâ-ba’d
Son büyük gemilerin birinci, üçüncü ve dördüncü şekillerde gösterildiği gibi üst güverteleri de hem muhafazalı güvertedir hem de metanet güvertesidir. Filhakika muhafaza kasd olunmasa bile tûlanı metaneti temin için üst güvertenin kalın bir güverte olması icab eder. Üst güverteler takriben üç pus kalınlığında tik ağacı ile kaplanır. Tik yani Hint meşesi, gerek uzun müddet dayanmak ve gerek aşınmamak için en iyi ağaçtır. Fakat biraz pahalıdır. Ve günden güne de elde etmek müşkülleşmektedir. Güverteyi su geçmez yapmak için güverte tahtalarının armuzları üstüpü ile kalafat edilir. Güvertenin sathı gemiyi mürettebata teslim etmezden hemen biraz müddet evvel planya edilir ve gemi mürettebatı tarafından iyi bakılarak daima temiz tutulur. Hakikaten bir harb gemisinin güvertesi yalnız üst güvertelere münhasırdır. Mağazaların ve sairenin çelik döşemeleri paslanmaya mani için sadece boyanır. Bu çok yerlerde döşemeler ayak kaymaması için baklavalı levhalardan yapılır. Asker ve zabitanın oturup kalktığı yerlerdeki çelik güverteler kortesin ile örtülür. Kortisin kuvvetli ve kalın linoleum yani muşammadır. Kamaraların içleri için mantar halı denilen mantarlı muşammalar kullanılır. Teceddüdü kolaylaştırmak için kortesin, güvertelere müstatil olarak parçalar halinde konur. Gerek kortesin ve gerek mantar hali çelik güverteye reçine ve içyağı mahlutu ile yapıştırılır. Ağaç güverte yerine kortesin kullanılması sıkletçe epeyce bir kâr temin etti.
Herhangi bir zamanda hususiyle harb esnasında yangın tehlikesini azaltmak için gemilerde ağaç istimali son derece tahdid edilmiştir. Mesela kamaraların içinde – yolcu gemilerinde olduğu gibi – çelik bünyeyi örtecek ağaç kaplama yoktur. Ancak, alabandadaki postaların üzerleri – temini istirahat için – ince çelik levhalarla örtülür. Kamaraların lavmana, konsol, yatakların ön kısmı ve kapı gibi – ağaçtan olan aksamı harp esnasında gemiden kolaycacık çıkartılabilecek veçhile tertip olunmuştur. Mağazalardaki dolaplar, raflar, vesaire gibi tertibat mümkün olduğu kadar, kezalik askı çivileri, branda istif çubukları, tabak rafları, büfe tertibatı, vesaire ince çelik levhalardan yapılır.
Baş bodoslaması, kıç bodoslaması, dümen çerçeveleri, şaft braketleri ve şaft kovanları gibi yerlerde çelik dökümler kullanılır. Dökme çekil istenilen şekle kolayca dökülebilir ve merba pus üzerine 26 ton metanet encirariyesi vardır. Çelik dökmek ne gibi işlerde kullanıldığına bir misal olmak üzere buradaki şekil gösterilebilir. Bu şekilde gösterilen aksamdan dümen çerçevesi, kıç dökümleri, dümen boğazı yatakları ve cross headler dökme çelikten yapılmıştır. Dökümünün şekli, sıkletten iktisad ile beraber matlub metaneti istihsal için karışık işlere nasıl yaradığına dair bir fikir verir.
Tekmil su geçmez taksimat yani perdelerin metaneti, bölmeler tazyik tahtında su ile doldurularak tecrübe edilir. Makine ve kazan daireleri gibi büyük bölmeleri taksim eden perdelerin metaneti ehemmiyeti hususiyeyi haizdir. Büyük sahası ve ziyade umku olan bu perdeler 12 pus 30,5 santimetre derinliğinde amudi maktalı çubuklarla takviye edilir.
– Mâ-ba’dı var. –
İCMÂL
Bir haftalık vakayı beriyye ve bahriye
Garb cephesinde, şark dâr-ül-harbinde, denizde, Çanakkale’de.
Garb cephesinde: İngiliz – Fransız – Belçika orduları Alman hatt-ı harbini yarmak, maksadıyla mütemadiyen hücumlarına devam ediyorlar. Müttefikin bu vasi cephenin hemen her tarafını yokladılar, fakat Almanları en zayıf bulacaklarını zan ettikleri mevkilerde bile anudane bir mukavemete, sarsılmaz bir müdafaaya hatta bazen takatsiz bir muhacemeye maruz kaldılar.
Geçen hafta zarfında İngiliz – Fransız orduları bu hücumlarına yine devam ettiler. Fakat bütün emekler boşa gitti.
Fransızlar en şiddetli taarruzlarını Neuve Chapelle ve Artois hattına tevcih etmekle beraber sair taraflarda da mütemadi taarruzlarda bulunuyorlardı. Fransızlar evvelki hafta zarfında yalnız Kraśnik’te pek az ilerlemeğe muvaffak olmuşlardı. Fakat geçen hafta icra ettikleri hücumlar hep akim ve neticesiz kaldı.
Garp cephesinin, etrafında en çok muharebe edilen bir mevki de Hartmans Viler – Kopef tepesidir. Ren vadisi üzerinde güzel bir tarassud mahalli teşkil eden bu mevki mürtefiin zabt ve istirdadı için pek çok kanlı muharebeler icra edilmiştir. Evvela Almanlar bu tepeyi Fransızlardan zabt ettiler ve Fransızların bütün istirdad teşebbüslerini kanlı zayiat ile def eylediler. Fakat günlerce devam eden medid bir topçu ateşiyle ihzar edildikten sonra yapılan bir piyade hücumu neticesinde Fransızlar Hartmans Viler Kopef’i zabta muvaffak oldularsa da çok geçmeden yine Almanlara kaptırdılar. Şimdi haftalardan beri bu tepeyi istirdada uğraşıyorlar. Fakat pek çok zayiata duçar oldukları halde mevkii mürtefii tekrar zabt edemiyorlar.
Şark dâr-ül-harbinde: Galiçya muharebatı kemali şiddetle devam etmektedir. Tarnow – Gorlice mağlubiyeti ve onu takip eden hezimet esnasında Moskoflar pek çok asker, tüfek, mitralyöz, top ve malzeme-i harbiye kayıp ettiklerinden meydanı harbe sevk ettikleri yeni takviye kıtaatı silahla değil meşe sopalarıyla mücehhez bulunuyor. Dünyanın en mükemmel silahlarına malik olan bir kuvvetin karşısında bu sopalarla, ölmekten başka hiçbir iş görebilmek kabil olamayacağı tabiidir.
Bu muharebenin netayicinden olarak Ruslar 225000 esir, 164 top 440 mitralyöz kayıp ettikleri gibi aylarca devam eden kanlı muharebelerden sonra elde ettikleri araziyi de 20 günde terk ve tahliyeye mecbur olmuşlardır.
Sen nehrinin şark sahili Avusturya – Macaristan ve Almanya kıtaatı tarafından işgal edilmiş olup yalnız Przemysl mevkii müstahkemi mukavemet etmektedir. Sukutundan sonra Ruslar tarafından tahkim edilmiş olduğu anlaşılan Prezmysl münhazim Moskof ordularına bir noktai istinad teşkil eylemektedir. Garbî Galiçya’da uğradıkları hezimeti itiraf yollu Rus gazetelerinde görülen mütalaat ber mutad istikşafatı hissen süratle icra edemediklerinden dolayı bu mağlubiyete uğranılmış olduğunu müş’irdir. Ruski Slovar bu hususta aynen şu satırları yazıyor; Rus ordusu kumandanları düşmanlarımızın Galiçya’da büyük kuvvetler tahşid eylemiş olduklarını biliyorlardı. Fakat mevcut vesaitimizle istikşafatı hissen süratle ifa edemedik. Diğer cihetten düşmanın ağır topları birden bire bizim topçularımıza büyük bir rüçhan ve faikıyet eseri gösterdiler.
Müttefikin kıtaatının mağlup Rus ordularını nasıl bi iman bir takip ile kovaladıklarını gösteren şu telgraf namede şayanı dikkattir: Sanuk’un zaptından sonra müttefikler Rusları 500 otomobille takip etmişlerdir. Mezkûr otomobiller, askeri cepheye nakil ettikten sonra geri dönmekte ve tekrar yeni kuvvetleri hamilen cepheye azimet etmekte idiler. Müttefikin bu suretle icra ettikleri seri takip harekatıyla Ruslara bir dakika rahat yüzü göstermemişlerdir.
Şark cephesinin aksamı şimaliyesinde Neman nehri havalisinde Şavlı etrafında vukua gelen muharebatta Ruslar, azim kuvvetler celb ve cem eyledikleri halde Alman kıtaatı Moskof hücumlarının hemen hemen hepsini tevkif etmişler ve gösterdikleri bi misal mukavemetle Rusları azim zayiata uğratmışlardır.
Mareşal von Hindenburg’un bu havalide icra ettiği harekat dahi kumandanın bütün harekatları gibi bir perdeyi esrar ile muhat bulunmaktadır.
Denizde: muharebat-ı beriyye bütün şiddetiyle devam ediyorken denizlerde de muharebe olmamaktadır.
Muvazzaf filomuza dâhil bulunmayan Peleng-i Derya gambotu bir düşman tahtelbahri tarafından gark edilmiştir. Bu sefine süratinin noksan olması hasebiyle deniz muharebelerinde işe yarayacak bir halde değildi ve binaenaleyh hiçbir kıymeti harbiyesi yoktu.
Mürettebatın tahlis edilmiş olması zaten mühim olmayan bu ziyaın ehemmiyetini büsbütün tenkis eylemiştir. Peleng-i Derya 1890 senesinde inşa edilmiş olup 25 senelik eski bir gemi idi. Makinaları 4500 beygir kuvvetinde ve 19 mil üzerine inşa edilmiş olmakla beraber hiçbir zaman 14 milden fazla seyir edememişti. 2 adet 10 santimetrelik ve 4 tane daha küçük topla mücehhez idi.
Rusya’nın Bahri Siyah filosuna mensup Panteleimon zırhlısının da ahiren tahtelbahir yeni bir alet-i harbiyemizle gark edilmiş olduğunu milli ajans tebliğ etmiştir. Mezkûr sefinenin ebad ve kuvvası bir veçh-i ati idi. 12800 ton cesametinde 16 mil sürate malik 4 adet 30,5 luk, 16 adet 25 lik. 14 adet 7,5 luk, 6 adet 4,7 lik toplarla mücehhez bulunuyordu. Mezkûr sefine 1900 senesinde inşa edilmişti. Bahri Siyah filosunun Ioann Zlatoust ve Evstafi zırhlılarından sonra en kuvvetli gemisi idi.
Çanakkale’de: Geçen hafta zarfında Çanakkale’de, Gelibolu şibh ceziresinde epey mühim muharebeler vukua gelmiştir. 6 Mayıs tarihinde sabaha karşı Arı Burnundaki kahraman askerlerimiz şiddetli bir taarruzla ilerleyerek, düşman donanmasının mütemadi ateşlerine rağmen kuvveyi ihraciyenin siperlerine kadar dâhil olmuşlar ve makinalı tüfekler iğtinâm etmişlerdir. Ertesi gece düşmanın icra etmek istediği mukabil taarruz kendisi için azim telefatı mucib olmaktan başka bir netice vermemiş, şecii kıtaatımız tarafından sahildeki mevziine ilticaya mecbur edilmiştir.
6 Mayısta Seddülbahir’deki düşman ale-s-sabah, gemi ateşlerinin himayesinde taarruza girişmiş ise de, karşısında geçilmez, durulmaz bir set ahenin gibi yükselen süngülerimizi bulmuş ve dört binden fazla zayiata uğrayarak sahile ricat eylemiştir.
Salı: 12,Mayıs
Abidin Daver.
İDMAN SÜTUNLARI
BİÇARE İDMANCILAR
* * * * *
Futbolun tarihi
* * * Yavuz – Galatasaray futbol oyunu intibaatından.