DONANMA MECMUASI 60 21.Eylûl.1914

DONANMA MECMUASI 60

0486_0012-60_Page_01Pazartes – eylül 8 – zilkade 1 numara 12 – 60

0486_0012-60_Page_02

Pazartes – eylül 8 – zilkade 1 numara 12 – 60

Pazartesi: 1.Zilkade.1332 / 8.Eylûl.1330 / 21.Eylûl.1914

D O N A N M A

İntibaat: Heybeli ada’da icra edilen geçit resminde Yavuz dretnotu

GEÇİT RESMİNİ

GÖRMEYENLER

Bu hafta millet tiyatrosuna gelmelidirler.

Heybeli ada pişeğahında (ön taraf) geçen Perşembe günü icra edilen merasime ait resimlerin bir kısmı mecmuamızda münderiçtir (içinde). Vazifemizi ifa için iltizam ettiğimiz sürat, muhterem karilerce takdire mazhar olacağına eminiz. Resimlerimiz bu kadar değildir. Gelecek hafta da bir kısmını takdim edeceğiz. Bundan başka diğer bir hizmetimiz daha vardır ki, bütün İstanbul halkınca takdir edileceğine eminiz.

Güzel bir makine ile “sinema” aldırdık. Zırhlılarımızın vaziyeti,

Sinemada pek mükemmel görülecektir.

Donanmayı pek seven, cemiyetimizi her gün bir suretle taltif eden muhterem millet, alınan resimleri diğerleriyle mukayese ederlerse, bahriye nezareti celilesinin bî-dirîg (esirgemeyen) ettiği teshilat (kolaylık) sayesinde geçit resminin kâffeyi safahatını sinemaya aldığımıza ve diğerleriyle kabili kısas olmadığına derhal hüküm edeceklerdir. Bunun için bu hafta millet tiyatrosuna, geçit resmini temaşa edemeyen ve edip kâffeyi safahatını göremeyen zevat teşrif etmelidirler. Bu hafta geçit resminden maada, gayet müessir sahneler irâ’e (gösterme) edilecek, Cuma gecesi ise gazeteler ile de ilan olduğu üzere cemiyetimiz teveccühü millet sayesinde bir ziyafeti edebiye daha ita eyleyecektir.

0486_0012-60_Page_16

Ma-ba’dlı Eserlerimiz

Kari’lerimiz soruyorlar: ma-ba’dlı eserleriniz niçin muntazaman derc edilmiyor? Bizde cevap veriyoruz: Evvela taleb-i afv ederiz. Saniyen bahren hazır her işe az çok sekte vurdu. Gönlümüzün arzusu derecesinde çalışamadık. Ma-ba’dlı eserlerimizden Türkiye’nin Taksimi ünvanlı kitab-ı mühimi şimdilik tercüme etmeyeceğiz. Çünkü Türkiye’nin taksimine çalışanlar bugün birbiriyle boğuşuyorlar. Ve taksim projeleri alt üst oldu. Yarın iş kılınçtan kaleme intikal edince biz yine vazifemizi ifa edeceğiz. Tarih-i maziyi nazar-ı ibrete vuzu edeceğiz. Madam Nejonu tercemeden(tercümeden) refikamızdır. Hidmet-i mukaddese-i askeriyesine koştu. Kaviyyen umuyoruz ki bu ma’zeret kari’lerimizce memnuniyetle karşılanacaktır.

Beyaz lale muntazaman yazılıyor. Mir’atü’l zafer- keza. Beyaz alev hikâyesiyle İtalyanların Trablus seferine ait makalatında ba’de-ma muntazaman neşrine çalışılacaktır. Bugünlerde yazılacak mevzu’ların çokluğu ve bilhassa resmen ehemmiyeti ma-ba’dlı eserler hakkında afv-ı layık görüleceğini umduğumuz noksanlara sebebiyet veriyor. Beyan-ı i’tizar ederiz.

MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN

DONANMA

Geçit resmi – tevzii mükafat

Geçen Perşembe bahriyemiz için şanlı ve ümit aver bir gün oldu. Uzun senelerin tahribatı zalimesinden mütevellid remad (kül) ve enkaz tabakası altında istikbalin ateş i’tilâsını (yükselme) tutuşturacak azim ve hamiyet kıvılcımının hala sönmemiş olduğunu, yakın bir mazinin hüsran ve felaketlerini unutmadıktan başka, onları sebep ve aletleriyle, hikmet ve ibretleriyle anlamış bir intibahı vicdani vücuda geldiğini Perşembe günkü geçit resmi bize layıkıyla gösterdi. Şüphe yok ki o günün sade fakat samimi merasiminden aldığımız en iyi ders bu idi.

Milletlerde kuvveyi maneviyenin oynadığı rol, her milletin kendine mukadderatına doğru yürürken yeis veya ümidin adımları üzerinde icra edeceği tesir pek mühimdir. Buna bakılarak Perşembe günkü merasimin tertibi kuvveyi maneviyeyi milliyenin teyid ve takviyesi noktayı nazarından zaruri olduğunu teslim etmemek kabil değildir. Filhakika Avrupa’nın hemen her milleti müthiş bir devreyi imtihan içinde ve emsali görülmemiş bir kan ve ateş istilası önünde çırpınıp dururken, her hükümet bütün kuvveyi milliyesini ya düşman karşısına sevk etmiş yahut mütehaşşid (toplanmış) bir halde tutmağa mecburiyet his etmiş iken, hülasa medeniyet dünyası kuvvetin tahakküm ânifi (şiddetli) önünde bir ferdayı meçhule giderken diğer milletler gibi bizde her şeyden evvel hakkımızın kapısı önüne kuvvetimizi nöbetçi olarak bulundurmak zaruret basiret karısını his etmiş idik. Tam bu sırada kuvvetimizin en canlı noktasına en insafsız bir darbe indirilmesi, dişimizden tırnağımızdan artırarak, çoluğumuzun çocuğumuzun nafakasını kısarak topladığımız kuruşlarla tedarik edilen iki emsalsiz dretnotun gasb edilmesi – kuvveyi müdafaamıza maddeten irâs (verme) edeceği nakîsa (kusur) şöyle dursun – milletin maneviyatı üzerinde öyle bir tesir hâsıl etmişti ki bunu görmemek his etmemek mümkün değildi. Çok defa lüzumundan fazla tahammül ve tevekkül gösteren Türkler bazen de o kadar seri-ül-teessürdürler ve teessürlerini o derece açıktan izhar ederler ki milletlerin ahvali ruhiyesini tetkik edenler bu iki hassayı mütezâddenin (zıt) bu inkişafı müştereki karşısında hayretten kendilerini alamazlar. Üç sene içinde iki harp geçiren ve harpte bir noksanın cezayı musibetini çeken Türkler bu defa bütün cihana şamil bir muharebenin hiç olmasa serpintilerinden vekâye için hazır durmak lüzumunu his ettiği sırada en can alacak yerinden vurulunca milletin bütün teba katında bir sarsıntı hâsıl oldu. Bu sarsıntı beyhude bir savleti intikam idi. karşısında kendisinden çok kuvvetli bir gasb gören ve buna hiçbir şey yapamayacağını anlayarak havaya kaldırdığı, yumruklarını çarnaçar yere indiren âdemin buhran asabı zail olunca yeise düşmesi muhakkaktır. İşte Türkler Reşadiye ve Sultan Osman dretnotlarının ferdayı gasbında böyle oldular:

Sevgili gemilerimizin İngiliz donanmasına ilave edildiği haber meş’um (uğursuz) muhiti Osmaniye’de sayi olunca bütün millette birden büyük bir feveran vücuda geldi. Fakat çare ne? Kuvvetler arasındaki fark pek yüksek idi. Yaşadığımız günler zaten haksızlık, tecrübe, taglib (galip) tahakküm günleri idi; Ortada ne namus dolu, ne kutsiyeti ahd, ne esas ahlakı, hülasa hiçbir şey kalmamıştı. Binaenaleyh bir taraftan o büyük haksızlığı karşı hiçbir şey yapamadığını, diğer taraftan bu haksızlığın açtığı boşluğu doldurmak imkânı da kalmadığını gören milletimiz derin bir çin-i cebin ile meyusiyete düştü. Tank menafi âliye ve mukaddessi endişesiyle duyulan bu meyusiyet o dakikadan itibaren hükümete bazı vezaif âliye tahammül etmişti. Memleketin maddi manevi her türlü menabi (kaynaklar) kuvvetinden istifadeyi düşünen kabine yeisi milliye derhal gördü, kuvveyi maneviyenin bilhassa buhranlı ve nazik zamanlardaki ehemmiyetini takdir ederek bir yandan uğradığımız darbenin zararı maddisini mühimi el mekan tamire çalışırken diğer yandan milletin maneviyatına düştüğü yerden kaldırmak, halka kuvveyi intibahiyesini keskinleterek azim ve metnet, sebat ve gayret, istikbale itimat ve emniyet hislerini beslemek mesleğine sarıldı. Yavuz ve Midilli gemilerinin Osmanlı donanmasına harekeyi iltihakı kabinemiz erkânınca vezaif âliyeyi hükümetin bihakkın takdir olunduğunu gösterdiği gibi Perşembe günü yapılan geçit resmide uzun bir buhranı asabi devresi geçirmekte olan milletin maneviyatı üzerinde en mesut ve feyyaz bir tesir icrasından halli kalmadı. İşte bundan dolayıdır ki geçen hafta adaların güneşli denizi üstünde açılan manzureyi tantana ve alayiş olarak sade gözlerimizle görmedik, onu ruhumuzla doyduk, fikrimizle muhakeme ettik. Ondan bir ders, bir felsefe, maneviyatımız için bir davayı intiba, azim ve emelimiz namına bir hassayı gayret ve teşvik çıkardık.

Adanın serin bir rüzgârla gıcıklanan azıcık hayıri için denizi üstünde birçok vapurlardan mürekkep bir mahfil zevki hükümdarı muhteremi bekliyor, bazen da büyük adanın ta ilerisinde birer ümid devra-devr gibi beyaz sislere karışan donanmaya iştiyaklı nazarlar fırlatılıyordu.

– ah onlar da olsaydı.

Nakıs kalan bu cümle o kadar beliğ idi, şu karşıda ince bir duman sütunuyla fark edilen donanmada Osmanlılığın büyük hakanlarını birer birer sayabilmek, o muhteşem isimleri tarihin sineyi ebedi karnından alarak istikbalin müdafii namus ve hukuk olan bu kale parçalarına yapıştırabilmek arzusu bütün davetlilerin gözlerinde öyle mütehassır (özlem duyan) lemalar (parıltı) tutuşturuyordu ki bunun hayali bile insanın kalbini mesud ediyordu. Çok geçmeden Ertuğrul vapuru göründü ve yavaş yavaş azalan bir süratle muhterem hakanımızı bize getirdi. Deminden beri güneşin sakıt ziyaları altında sanki bir vakfeyi huzur geçiriyor gibi duran mahfili tahassüs birden canlandı; minnetten, memnuniyetten, samimi merbutiyetten, padişah ve tabya arasında yerleşmiş en saf ve güzide hissiyattan mütevellid bir gulguleyi (şamata) şadmanı (sevinçli) etrafı doldurdu. Şimdi İstanbul vapurunun yirmi bir pare top sesleri içinde Ertuğrul vapuru ağır ağır geliyor, her vapurun takdimeyi şükran ve abidiyetini toplayarak mevki-i mahsusuna gidiyordu. Biraz sonra bütün nazarlar karşıya tevcih etti. Donanma harekât etmişti. En başta Yavuz, arkasından perva hattında diğerleri, kumandan azamı selamlayarak geçirilir. Bilhassa Yavuz adeta denize gömülmüş gibi muhib ve muhteşem, mesafe azaldıkça azameti artarak, vapurların havayı nesimi yırtan düdük seslerinden, halkın fasılasız ve hareketli alkışlarından mürekkep bir mahiyet heyecan içinde öyle bir reftar (davranış) ile geçiyordu ki meserretden titrememek kabil değildi. Bu anda herkes bir geçit resmi karşısında bulunduğunu onunmuştu. Sanki bütün milletin selam hürmetini, duvayı muvaffakıyetini toplayarak biraz sonra harbe ve mukaddes gayeye gidecek fedakâr bir donanma güzerğahıda bulunuyormuşuz hissiyle kalblerimiz ruşedar idi: Kos kocaman bir kaleyi seyyare ki hemen çırçıplak, güverte üstünden her şeyi kaldırılmış bütün menfezler kapatılmış, görünecek hedef namına bir şey bırakılmamış, yalnız bizim helecen ve heyecanımıza karşı vatan muhabbeti, vatan fedakârlığı ile kabarmış göğüslerini gösteren cesur ve namuslu Osmanlı dilâverleri, ateşten ve ölümden korkmadıklarını ispat için efkârın ufak bir işaretine bakan bir kitleyi hamiyyet… Yavuz denizin pırlantalı sinesini yararak bu belagat takririyle bütün huzuruna kendi azim ve metaneti anlatırken tarif olunmaz bir alkış sağanağı başladı; Çarpan eller değil, adeta yüreklerdi.

Bunun arkasından Turgut, daha sonra Barbaros, ondan sonra Midilli, ondan sonra sekiz torpido muhribi sanki Yavuzun dümen cezbedarına kavuşmak iştiyakıyla beyaz köpüklü bir yol üstünden birer birer geçtiler: göz kamaştırıcı bir ziya ile parlak bir sis tabakası arasına karışarak ilk önce bulutlu bir hayal sonra birer duman sütunu halinde uzaklaştılar. Bir dakika için bütün hazerun dindarane bir vakfeyi murakebeye dalmışlardı. Yalnız kalplerin hafi, ra’şedar (titreyiş) bir sedayı niyazi Osmanlılığı edvar şevket ve istiladaki yükseklikte görmek için yargah kibriyaya rafi edilen kalbi bir dua işitiliyor.

Resmi geçitten sonra Heybeli ada önüne avdet olundu. Med’uvvin (davet) teşrif şahaneden mukaddem iskeleye çıkarak bir müddet mektebin hakikaten şayanı takdir bulan tertibatı tedrisatını ziyaret ettikten sonra gösterilen yerlerde ahzı mevki ettiler. Otağ hümayunu sağ tarafı handan saltanat azayı kirâm ile vükelayı fehame sol tarafı ayanı ve mebusan azasıyla amirayı askeriye ve erkânı memurine tahsis edilmişti. Saat dört buçukta zatı hazret padişahı meyyit seniyyelerinde veliahd saltanatı seniyye hazretleriyle şehzade Vahdettin, Mecit efendiler hazıratı bulunduğu halde bir flika ile rıhtıma teşrif buyurdular. Rahgüzar hümayunda kadın, erkek herkes şiddetli alkışlarla hükümdarı muhteremi takdis ve tebcil (ululama) ediyorlardı. Padişah mefahimmiz (kavram) otağı hümayunu teşrifleri ile beraber tevzii mükâfat resminin icrasını ferman buyurdular. Bahriye nazırı Cemal Paşa tarafından kıraat olunup talebe efendiler tarafından tekrar edilen ati el zikr tahlif (and içme) resmi icra olundu.

Karada, denizde, havada padişahıma, vatanıma daima doğruluk ve sadakatten ayrılmayacağıma ve kanun esası ile askerler kanunu ve nizamlarına her zaman ve halde riayetten inhiraf etmeyeceğime askerliğin namus ve şerefine nefsimden aziz bulup fi sebüllillah ve muhafazayı vatan için canımı feda etmekten hiçbir zaman çekinmeyeceğime kuranı azim el şan hakkı için vallah billâh.

Bundan sonra diplomalar ve hediyeyi seniyye huzuru padişah da tevzi olundu. Yine aynı merasimle avdeti hümayun şeref baki oldu. Bütün müzikaların terennüm ettikleri marşı sultani bütün ellerin mütemadi alkışları ve bütün hâzırunun tazimat ubudiyeti (kulluk)arasında muhterem Osmanlı halkını Ertuğrul vapuruna teşrif ve biraz sonra İstanbul ‘a avdet buyurdular.

Şu birkaç saatlik manzara hakikaten baştan aşağı pür inşiraf ve saadet olmuştu: Padişah memnun ve münbais (açılan), tebaa mesud ve müteheyyiç (coşan), tabiat bülend ve muazzam idi. donanma mecmuası bu resmi güzin kaydederken genç Türkiye’nin müstesna ve muhterem simalarından olan bahriye nazırı Cemal Paşa hazretlerine ve Osmanlı donanması necip ve muhterem evlatlarına en samimi tebrikat ve temmiyatını takdim ile kesbi şeref ile eyler.

Donanma.

Mütercim: Ayşe Önem

ASKER DUASI

Elimde tüfek, gönlümde iman

Dileğim iki: din ile vatan

Ocağım ordu, büyüğüm sultan

Sultana imdad eyle yarabbi!

Ömrünü müzdâd eyle ya rabbi!

Yolumuz gaza, sonu şehadet

Dinimiz ister, sıdk ile hidmet

Anamız vatan, babamız millet

Vatanı ma’mur eyle ya rabbi!

Milleti mesrur eyle ya rabbi!

Sancağım tevhid, bayrağım hilal

Birisi yeşil, ötekisi al

İslam’a acı, düşmandan öc al

İslam’ı abad eyle ya rabbi!

Düşmanı berbat eyle ya rabbi!

Kumandan, zabıt babalarımız

Çavuş, onbaşı ağalarımız

Sıra ve saygı yasalarımız

Orduyu düzgün eyle ya rabbi!

Sancağı üstün eyle ya rabbi!

Cenk meydanında nice çok yiğit

Din ve yurdu için oldular şehid

Ocağı tütsün, sönmesin ümid

Şehidi mahzun etme ya rabbi!

Soyunu zebun etme ya rabbi!

(*)Gökalp’in mai şehrimizin bir eseri samimiyyesini unutan hafızalara tekrar nakş için iftihar ile yazıyoruz. Selaset-i ifade ruh-u mana ile birleşmiş eser, bu itiraf ile de yüksek bir mevki’e çıkmıştır. Şu zamanın parlak bir dai’si (duası) olduğuna kani’z (inanıyoruz).

mütercim: SERPİL BİRGÜN

0486_0012-60_Page_05İntibaat: Geçit resminde Ertuğrul yatı – Barbaros Hayrettin zırhlısı

0486_0012-60_Page_05-2İntibaat: Geçit resminde Midilli kruvazörü – Berk Satvet torpidosu

0486_0012-60_Page_06 İntibaat: Kapitülasyonların id ilgası: Hüseyin Cahid Bey Efendi iradı nutuk ederken.

HATIRAT

Kapitülasyonların ilgasından sonra.

Hayal ile perverde (eğiten) olduğum, mağlub his bir âvâreser (aylak) bulunduğum için mi, nedir? Kapitülasyonların id ilgası günü yine his ve hayale ait hatırat ile meşgul oldum.

Görmemişseniz bile gazetede okumuşsunuzdur. Galata’da içer… Baloza girer. Kafesci sokağında dolanır. Avrupa’nın süze süze, eskite eskite, buraya gönderdiği emtiayı malûmeyi muayene eder. Bilmezseniz, işitmezsinizdir. Oralarda meyhane namına öyle batakhaneler vardır ki, ayağı kayan kalkamaz. Feleğin tesir duvarı onu öyle bir girbad (girdap) içinde çevirir ki bir sene sonra siz de görseniz tanıyamazsınız. Oraya da girer. Kendisi gibi kaçını bulur… Şaraptan, viski, cinden kütük gibi olur. Fırlarlar doğru yola gelir gelmez nara şarkı… Haydi;

– ne var, kendi hallerinde eğlensinler.

Diyecek kadar müsamahakâr olunuz. Fakat iş onunla kalmaz. Lisanı avamda pek çok söylendiği üzere o şişede durduğu gibi durmaz, hüküm eder. Kavgaya başlarlar. Öyle bir kavga ki, cihan yerinden oynar. Zabıta yetişir yetişir, ama aciz kalır. Kudredyab olamadığından değil, etrafında kapitülasyon zinciri vardır. Hakkıyla ifayı vazife edememek hüznüyle çalışır. Çünkü bir birlerini yiyecek dereceye gelen sarhoşları haddi edebe irca etse ferdası; Devairi mütealekesinin eşiğini aşındıran gayretkeşan ve tevâbi-i (maiyet) mesuliyeyi şekli siyasiye sokmak için sırf berayı himmet ilerler…

Ekseriya traşide vech, biraz ihtiyarlarsa bam telli mevsimine göre bombe siyah şapkalı olurlar. Fransızcalarının aksanı pek bozuktur. O da Rumca, dükkânda işine gelirse Ermenice, iş hilekârlığa dökülünce müteazzimane (azamet) Fransızca konuşurlar. Serçe parmaklarının tırnakları uzundur. Birahanede dik sesle konuşurlar. Sarhoş olunca, terbiyeyi kimseye vermezler de bağırırlar. Hepsi politikacıdır. En fena haberlerin icadı için imtiyazı mahsusa naildirler. Hovarda olurlar. Sekizi bir yere gelip Şişlide iki şişe bira içerler. Yeni çarşı başında görünüp kayıp olurlar. Fakat bakarsınız yarım saat sonra polis koşar… ihbaren, fakat tesiri sinn ve safahatle kısılmış bir iki ses polis…’e istimdadı, yüz kızartacak küfürleri arasında mösyöler dışarı fırlar. Girdikleri evde mutlaka, centilmenvari bir iki şey aşırmışlardır. Karakola sevk edilmek istenilir… Fakat daha ilk hatvede ben;

– ecnebiyim.

Der. Bağırır. Babası Tatavla’lıdır. Anası bilmem nereden gelmiş, senelerce bu diyarda görünmüştür. İşin bol zamanında tebdili tabiat edip, o yerlerde gürültü için gezinir.

Hep bu sahte kibarları düşünerek döndüm. Sevindim. Fakat yüreğimde bir üzüntü var. Mecmuaya da nakil edilen bir hülasayı tarihiye de okuduğum ihtar ile azarda dilim. Ne kadar doğru bir ihtar. ( 1 ) Biz birçok kapitülasyonları âdemi basiret, gurur na-be-mahal (yersiz) ile verip durmuşuz. Öyle bir âdemi basiret ki insana kan ağlatır.

Tarihimizin siyah sahifelerinde kaynarca, Karlofça muahedeleri şeklinde duran metrukâtı hezimetin tetkiki bir tarafa bırakalım. Zaten şarktaki merz-i müzmin kapitülasyon şekline girerek Türkiye’ye Sultan Süleyman zamanında yani eyyamı revnak-dar (parlaklık) satvet de şerait etmiş olması tarihçedeki ihtarı muhik (doğru) en mukanna (peçeli) bir delildir. Biz bu delile yeni bir misal daha göstereceğiz. Tarih, hal ve istikbale rehber ise, ümittir ki bu tesamüh (hoşgörü) asır dide bize mürşit olur, durur; Sultan Ahmet salis’in saltanatı. Lale sefası beniyyeyi devlete girmeden bir mutad devleti âliye Rusya ile cenge tutuşuyor. Azam mücahidin meyanında sayılan Moskof kralı Deli Petro, Petrot bataklığında, hatta teslimi silaha mecbur oluyor. Prut muzafferiyeti, Katerina’nın Baltacı çadırına giriş azimeti meselesi henüz hal olunamamıştır. Bizim Reşid tarihinden istihraçı (çıkarma) hakikat kabul değildir. Avrupa tarihleri ise ağızlarında bir şeyler çiğniyor. Müverrihin (tarihçiler): ya devir zamana, ya me’hazlarda (kaynak) nakısane binaen bu hususta mütalaat muhtelife serdetmişler. Hakikate bu işte ecnebi entrikası karışmış. Baltacı hem madur ve hem makduh (beğenilmeyen) her ne ise o zaman hoş geçti. Sahrasında Petro ya bir amanname, bir buyruldu vermiş. (2) öyle bir buyruldu ki tarafı mağlubun hükümdarı dâd hah (adalet), fedayı hem ser ediyor. Fakat Petro bu fedakarlığa mukabil müsterihin, memnunen dönüyor. Çünkü en büyük kapitülasyonu kazanıyor. Çünkü Baltacı buyuruyor ki

<>

Gördünüz mü? Rum patriki efendinin ikide birde Rusya’ya ayet göndermeye hakkı yok mu? Rusya’nın yetmiş dokuz Kırım seferini şark ordu Tevkis klisesinin hamiyi azamı sıfatıyla ilana elinde bundan güzel vesikası bulunur mu?

Hele şu sebkat eden (geçen) küstahane hareketlerden iğmaz ayn kaydını görüyormusunuz; dağzın kalbi hamiyettir. Bu memleketin eyyamı inhitatından (çöküş) başlayarak neticeyi malümeye varan anasırın daiyeyi istiklali, hariçten esen havayı ifsad (bozgunculuk yapmak) ve izlaldir ki, bundan iyi ispat olur mu? Bu sar sar (fırtına) izlal, kırk elli seneden beri şiddetini artırdı. O zamandan beri, hariçten ne tasdik gelmiş ise hep

( 1 ) Donanma mecmuası numara: kapitülasyonlara bir nazar icmali makalesine müracaat.

( 2 ) Burada erbabı tatbiki nazar dikkate bir mesele arz edeceğiz. Hoş geçti sahrasında yazılan bu buyuruldunun bir sureti tarihi Cevdet’te fakat tamamıyla vardır. Ahmet Refik Bey tarafından Prut seferine ait yazılan eseri muanberde de buyuruldu mündericdir. Divanı hümayun kaydında çıkarılan o surette yukarıya nakil ettiğimiz fıkra münderiç değildir.

Hüseyin kazım

Mütercim: Ayşe Önem

Piçlerin Babası [*]

Ben bir muhacir kızıyım. Rumeli’nin yeşil ve çiçekli yamaçlarında; gürgenden gürgene, kayadan kayaya sıçrayan keçilerimi otlatırdım. Sular çağlarken nişanlım kavalını çalar ve benim için ah çekerdi. Onun kuzuları, benim keçilerimi meleyerek çağırırken, ben de yavaş yavaş gelir, omzuna dayanır, kavalın yanık sesine, kendi güzel sesimi karıştırırdım. Biz ikimiz, musiki, aşk ve çiçek idik. Kuzularımız ismet (masum, günahsız), keçilerimiz raks-u neşve ve bütün kâinat hüsn ü ân (güzellik) idi… Benim babamın değirmeni, onun babasının tarlası vardı. Onun anası yün kırpar, benim anacığım çıkrığa koyardı. Hepimiz birbirimizi sever ve bütün güzellik bizi takdis ederdi. Kars’ta bir ayağını bırakan büyükbabam, benden çok nişanlımı severdi. Ve daima ona derdi ki: Evlat, bir bacağım, orada kaldı, onu bana ne vakit getireceksin? O… Gözlerimin içine bakar, orada parlayan Allahın nuruyla ruhunu yıkar ve cevap verirdi: Kısmet! Sonra büyük babam bana bakar ve yalvarır gibi söylerdi! Yavru kız! Nişanlına kuvvet ver, belki zor çeker, onun için ona bir çift oğul ver ki Kars yollarında yardım etsin! Ben önüme bakar ve derhal gelin olacağım günün bütün sevgili bayramı gözümün önüne gelirdi… Bir gün dernek var dediler, ben Perşembe gününe Salı’dan hazırlanmağa başladım. Fakat Çarşamba günü, onu askere istediler. Düğün sonraya kalacaktı. Büyük babam tahtadan bacağını yere vurdu, haykırdı! Yiğit torunum mutlaka gerdek girecek. Herkes bakışırken, o izah etti: Kızın karnında bir yadigâr bıraksın, şehit olursa, arkasından gider. En evvel ben, sonra herkes razı oldu. Davullar çalıyor, atlar şahlanıyor ve büyük babam topal bacağıyla zeybek oynayanların arasında dolaşıyordu. Bürüncek duvağımın arkasından ve pencerenin köşesinden nişanlımın yüksek ve yiğit vücudunu seyrediyordum. Fakat… Akşam düğün bitti, nişanlım süratle askere gitti. Çünkü muharebe başlamış ve düşmanlar her tarafı aşmıştı. Ben tıkandığım için ağlayamadım. Ertesi gece köyün çıraları yanmadı. Karanlık gecenin, erkeksiz köyünde kadınlar, kızlar toplanmıştık. Uzakta top sesleri inliyordu. Ben hastalandım ve ekmeksiz çorbanın önünde gözlerim karardı. Bir hafta sonra bir dağarcık dolusu kemik gibi uyandığım zaman, kendimi yabancı ve korkunç bir çift kolun arasında buldum. Daha beş on kişi vardı. Kapının dışarısında duran sonuncusu Slavca haykırıyordu: Sıra benim! Sıra benim! Benim gözlerim tekrar kapandı ve bir uçuruma düşmeğe başladım. O uçurumun nihayetinde nişanlım cenk ediyordu. Ona seslendim, imdat istedim, süngüsünü takarken başını çevirdi ve cevap verdi: Evvela vatan! Sonra sen… Sonra bilmem ne oldu. Nişanlımın alnında kıpkırmızı bir duman peyda oldu… Alevin arasında kaşları hilal, gözleri yıldız gibi parlıyordu. Bir daha seslendim. Bakmak istedi, fakat bütün o al duman, o parlak hilal, o güzel yıldızlar, birden bire sarsıldı ve düştü… Öyle kan sıçrıyordu ki, yokladım, gözlerimi açtım ve her tarafımı al kan içinde buldum.

Beni o kollar, hala sıkıyor, hala sıkıyor, hala sıra diye haykırıyordu. Pençeleri boş, dudakları aç ve köpüklü, gözleri cehennemi ve vahşi idi. O pençeleri gelinlik duvağımın sardığı vücudumla doldurdular. O dudakları ruhumdaki elemlerle doyurdular. Cehennemleri ah ve enînimle (inlemelerimle) gözyaşlarımla söndürdüler!.. Sonra… Sonra… Bir parça et gibi, beni, evimizin kapısı önüne atıyordular. O vakitten beri, ben bir muhacir kızıyım. Evlenemedim, kocam yok… Lakin bir buçuk yaşında bir oğlum var!.. Babasını mı soruyorsunuz? Onun babası, şey… Onun babası… yok?.. Çünkü… Dinleyiniz!… Çünkü… o bir… o bir… Piç’tir.

Ve her piçin mutlaka bir babası olmak lazım geliyorsa, peki! Söyleyeyim, o halde söyleyeyim! Onun babası: Avrupa’dır. İman dolu göğsümü ısıran, dişlerini bileyen, yalnız nişanlım ile keçilerim ile yeşil ve çiçekli yamaçlarda terennüm eden çağlayanlarım ile konuşan, dudaklarımı ısıran, dişleri sivrilten, örneksiz köylerin karanlık gecelerinde Türk kızı avlayan düşmanlara silah ve kuvvet veren Avrupa!…

Ben bir muhacir kızıyım. Cesedim, cansız bir parça paçavra gibi toprak üstünde, fakat ruhum, ta giryenin (ağlayış) yanında… Birçok sene! Kucağımdaki Avrupa piçi ağlarken ben ağladım. Gülerken ben ağladım. Uyurken ben ağladım. Ve her damla gözyaşı, kasabamızdan akan ırmak kadar coşkun ve pür-hûn (kan içinde) rabbin karşısından çağladı.

Kucağımdakini boğmak aklıma gelmedi değil, iki defa titreyen pençelerimi boğazına götürdüm. Fakat yapamadım, çünkü masum ve dilsizdi. Çünkü kucağına alacak benden başka kimsesi yoktu… Ve yapmadım, boğmadım, çünkü masum boğulmaz! Çünkü ben Türk kızıyım!..

Onun yerine, babasını parçalamak için gıcırdattığım dişlerimin sancısı mukaddes ruhların rikâbına (büyük bir kimsenin katı, önü) vasıl oldu. Bana dün gece ağlarken, bir ses geldi. Şehitlerin mi? Nişanlıların mı? Allahın mı? Bilmiyorum. Geldi ve dedi ki ahengin şimşeği, çocuğun babasını çarptı… Uyandım, sordum, baktım ve gördüm ki rüyamın sesi doğru imiş.

Bakınız şimdi ağlamıyorum. Gülleri solan dudaklarımda mor menekşelerden tebessümler açıyor, kan döken gözlerimde inciler parlıyor. Ruhumun karanlıklarında güneşler doğuyor ve kalbimin harabelerinde laleler, sümbüller açılıyor. Piçimin babasına Allahın şimşeği çarptı…

Ben bir muhacir kızıyım. Yürümekten, viraneler gezmekten bıkmam, alışığım. Şimdi buraya geldim, yarın Avrupa’nın cesedi üzerine gideceğim. Ve paralanmış göğsü üzerine, artık nefes alamayan, kendi kendine ölüp giden piçin cesedini koyacağım.

Ve orada kandan seller akarken, ben yanmış kurumuş bir yamaca çıkacağım, onu köyümdeki billur ırmak farz edeceğim ve sevimli keçilerimin yerine, tekrar elinden tutacağım namusumu, orada gezdireceğim. Dünya ağlarken, ben bu hıçkırıkları nişanlımın kaval sadasına benzeteceğim ve sesimle, yine kendi sesimle iştirak edeceğim… Fakat bu sefer hazin hazin değil… Çınlayan kahkahalı sesimle yardım edeceğim.

Evlenmeden ana olan muhacir kızları hep oraya gelecek. Parça parça olan kafalardan damatlar yapacak ve birbirine hediye edeceğiz. Tufan gibi akan kanlarla, kirlenen tenlerimizi temizleyeceğiz… Yanan beldelerin gökleri tutan alevleri karşısında soğuyan ruhlarımızı ısıtacağız…

Ve hepimiz, Avrupa’nın, bütün zavallı muhacir kızlarının kucaklarındaki piçlerin babasının kurtlar kuşlar üşüşmüş cesedi üzerine diz çökecek ve artık boşalan kollarımızı rabbimize açacağız ve dileyeceğiz ki:

Ya Rabi Ya Rabbi! Bizim, masum muhacir kızlarının ahını aldın! Ya rabbi seni sevenlerin ve sana tapanların hürmetine olsun vatanımızın da intikamını al.

[*] Bu monolog heyet-i temsiliyemizden ve muktedir sanatkârlarımızdan Kınar Hanım için bilhassa yazılmış ve söylenmiştir. Mûmâ-İleyhanın (Adı geçen hanımın) müsâadesi olmaksızın temsil olunamaz.

Aka Gündüz

Mütercim: Birsen Sezgin

MUZAFFERİYATIN ESRARI

Almanya’ya aid intibaat

Almanya’nın ne ordusunda ne donanmasında okuma yazma bilmeyen bir ferd yoktur.

Bu sebeple efrad-ı cedideye verilecek, tahsil yalnız terbiye-li askerriyeden ibaret olunur; bu da: sert ve haşin bir surette verilir. Efrad-ı cedide, toplanır toplanmaz kışlaya sevk olunur; burada: ilk önce adeta bir mahpushanede bulunuyormuş gibi kapalı tutulur.

Hiçbir bahane ve mazeret ile dışarı çıkmalarına müsaade edilmez. Kendilerine askerlik sanatı, askerliğin vezaif-i(vazifesi) öğretilinceye kadar efrad kışlada kalır. Bu arada bunlara silah kullanmak, manga ve takım talimleri, elbise giymek, esvalı kıyafet ve ma-fevke selam ve ihtiram hususları öğretilir; böyle bir tahsil-i madiyye ilaveten terbiye-i ma’neviye ve vicdanında verilir. Bu terbiye dahi üç kelime ile hulasa edilebilir. Cenab-ı Hak vatan ve padişaha efradın, bu gibi hususata iyice aklı yattığı bir zamanda kendilerinin, bir onbaşı nezareti altında bulunmak üzere dışarı çıkmalarına müsaade edilir. Böyle bir tahsil ve terbiye-i ibtidaiyyenin hitamından(nihayetinden) sonrada, bunlardan gemici asker yapmak hususu ile iştigal olunur.

Bu bab’da bir nevi ittihab yazılır. Muhtelif sanatlarına, muhtelif istidadlarına(kabiliyetlerine) göre

bunlar ayrı ayrı mütehassıs yetiştirmeye mahsus gemilere tefrik olunur.(seçilirler,ayrılırlar)

Almanya’da adeta insanlar için olduğu gibi gemiler içinde bir zapt-ü rabt (disiplin), bir intizam ve inzibat vardır. Muharebe filolarının katiyyen mütacanis( tek bir cinsten) olması taht ve cevap-dih’dir(cevap veren); havass ve evsaf-ı(vasfı) askeriyye meyanında ek bir necisinin tecanüs olduğu düşünülür. Bunda da hakları derekerdir (en alt seviyede). Burada (Almanya’da) adeta bir tehlikeden kaçınır gibi muhtelif el cins gemilerimizden mürekkeb bir donanmadan tevakku edilir. Bir Geminin resm-i inşa’sı kabul edilince, bunlardan bir takımı der-akab(hemen arkasından) dest-gah inşaata konur; bütün siparişler bir anda verilir; yine bir anda mukaveleler akd edilir. Bu suretle tasarruftan başka inşaat müddeti de ziyadesiyle tenkis(kısaltılmış) edilmiş olur. Bütün inşaiyye mühendislerinin, başka başka zırhlılara Tulsa web design kendi namlarını izafe etmek gayret-i müferritanesi(aşırı gayreti) , şayan-ı memnuniyet denilse de bu suretle iyi bir alet harb ve darb elde etmek imkanı vardır. Son zamanlarda vukuu gelen bir hadise-i mühime, Almanya’da tecanüs’e verilen mevki ehemmiyetin mertebesine delalet eder. (kayzer) sınıfında bulunan sefain’de (gemiler) tadilat-ı mühimme vuku’na lüzum görülmemişti. Bununla beraber, takımın son iki gemisi de, bu kabileden hiçbir ta’dilat görmeden dest-gâh-ı inşaaya vaz’ edilmişti. Bunda da: tecanüs esasının, hatta bir terakkiye bile tercih edilmek lazım geleceği düşünülmüştü. Hükümet idare-i ve basiret-i askeriye için bundan güzel bir misal-i imtisal bulunabilir miydi acaba?

Şu cihette calib-i dikkattir(dikkat çekici) :

Bir filoya kumanda eden zatın, kendisine mahsus bir gemisi bulunup bu da mezkûr(adı geçen) filoyu terkib eden iki fırkadan müstakill( bağımsız) kalır. Böyle bir sefine-i harbiye, kumandana fazla bir gemi temin etmekle beraber elindeki kuvvetin mevazintini bozmadan lüzum görüldüğüne hükm ettiği noktada isbat-i vücud etmesine müsaade bulunur. Hâlbuki bizim amirallerimiz, filoya dâhil olan sefain’e (gemilere) rakib oldukları için daha az serbest-i harekete mazhar olurlar.

Almanya’da muayyen bir nokta-i nazarından, bütün zabitan( subaylar), yek-diğerine benzer. Bunlar şime-i askeriye itibariyle hatta denebilir ki ruhen aynı mahiyet arz edilir. Bazen üniformalarınca tehalüf(birbirine uymayan) olabilirse de efkar ve mutallatında, hiçbir zaman mugayirat(aykırılık) ve muhalefet(zıddiyet) bulunamaz. Bunların tarz-ı tefekkürleri(düşünme tarzları), yekdiğerinin aynı ve muvafık (münasip, uygun) nizamdır. Bu keyfiyet, kendilerinin ahval-i alem’e(dünyanın gidişi) vakıf ve itla’larına sanatlarında maharet kemalelerine ve hatta alim mütefennin mevkiı’de bulunmalarına mani değildir. Bununla beraber zabıtların adab-ı muaşeret-i umumiye ve nezaket hususlarında dahi büyük bir behre(pay) sahibidirler. Vaka kendilerine der şitane muamele edilir ve kendileri de mevki ve rütbeleri ne olursa olsun madunlarına (alt derecede olanlarına) aynı suretle muamele edilir. Bu kabilden olarak, üç sene mukaddem icra edilen büyük bahriye manevralarında , suret-i zahirede pek ufak hatalarından dolayı iki leva amiral askerlikten istifaya mecbur edilmişti.

Geçen yaz (brehmen de), ihtiyar bir miralay bulunuyordu. Bu zat 1870 harbinde pek büyük yararlıklar göstermiş, şan ve şeref ihraz edilmiş ve bu uğurda birçok yaralar almıştı. Bir gün harbiye nazırından şöyle bir istifsarname alır: (Çin’e gitmek ister misiniz?) ; bu zat saf-dil-ane(yürek saflığıyla): (brehmende kalsam, daha iyi olur.) suretinde mukabele eder. Ertesi günde,tekaüd’e (emekliye ayrılma) sevk edilir. Böyle bir şiddet hareketi, şiyem-i askeriyeyi besler; herkes de işe vazifeye sevk ve icbar(zorlama) eyler.

Almanya’da her şeysi, evvelden görmeye çalışılır, bütün hadisat-ı muhtemeliye karşı ittihaz ( kullanılacak/kabul edilecek) edilecek tertibat ve tedabir(tedbirler), vakit ve zamanıyla tedkik edilir; bu kabilden olmak üzere zabıtan(subaylar) ve efradın vezaifine( vazifelerine), basit ve kolay bir şekil bahş etmek çarelerine tevessül olunur(başvurulur). Evvelden her şeyin mükemmel bir nizam ve intizam altında bulundurulmasına i’tina edilir ki tehlike zamanında, bilakis tehlikeden başka bir şey ile iştigale mecburiyet olmasın. Herkes harbin hadd-i zatinde( oluşunda) pek muhataralı( tehlikeli) bir şey olduğunu ve bunun için gayri me’mul (umulmadık) ile baht ve tali’e(talihe) hiçbir şey bırakmamak lüzumuna kani’ bulunur.

Mecmua

Bu makale müteveffa (vefat eden) Lakrovanın’dır. Lakrova işte Fransız’dır. Ve Fransa’da harb için söz söyleyecek salahiyyet-dar(yetkili) ağızlardan idi. Alman askeri hakkında Fransız ağzından işitilen bu sözler yalnız takdir ile değil, ibret ile okunmalıdır.

MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN

Vakayi Cariyye Münasebetiyle

0486_0012-60_Page_09-2

Berlin’de tevkif edilen Moskof Prenslerinden-Kostantin-Wurtemburg Dukası-Almanya veliahdı hazretleri-Bavyera Veliahtı Bavyera Prenslerinden On Üç Yaşında (Luitpold)-Köylerde harman toplamakta ve demet yapmaktadır.-

0486_0012-60_Page_09-3

Almanya’nın Londra Sefiri Prens (Lichnowsky, 1912-1914)-Berlin’de Bismark Heykeli Önünde Harp Duası-Almanya’nın Petersburg Sefiri Kont

0486_0012-60_Page_09-4

Müteveffâ Papa (Vefat etmiş olan Papa)Papa Puis X-Berlin’de Tevkif edilen Moskof Amirali-Almanya’nın Paris Sefiri(Wilhelm von Schoen)-Japonya’nın Berlin Sefiri(Mu Nakimura)-Fukarânın İt’âmı (Fakirlere yemek verilmesi)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.