DONANMA MECMUASI 63 12.Teşrinevvel.1914
DONANMA MECMUASI 63 – 12.Teşrinevvel.1914
Pazartesi – 29,eylül.1330 – 22,zilhicce.1332 – 12,Teşrinevvel.1914
İntibaat: bahriye kursları – torpido ve seyirü sefainde kazanan zabitan efendiler.
Isparta belediye reisi matbuata şöyle bir telgraf çekiyor:
BİR FERYADI İSTİMDAD
<
Burdur ve Isparta için…
Bu telgraf nameden kalbi sızlamayacak bir hamiyetperver var mıdır?
Cemiyetimiz, kuvvetini milletten alır. Kasasındaki bir kuruş da milletindir. Onun için bu gün bu zavallı dindaşlar, bu bikes vatandaşlar için yine milletin semahatına müracaat ediyoruz. En müşkül en gaileli zamanlarda büyüklük gösteren bu millet; Bu musibete de çaresaz (çare bulan) olmalıdır. Bunu düşünen donanma cemiyeti, tahtı idaresinde bulunan millet tiyatrosunda, muhterem dâhiliye nazırımızın himayeyi mahsusalarında Perşembe günü hanımlara ve gecesi erkeklere
Büyük bir müsamere
Tertip etmiştir ki, hasılatı kaffeten o biçarelere aittir. Teşvik için fazla söz söylemek cidden fazladır. Yalnız programı yazmakla iktifa ediyoruz:
1 – konser: Donanma cemiyeti bandosu.
2 – tiyatro: Şair (komedi)
3 – konser: Darültalim musiki heyeti.
4 – monolog: Kafkasya’da Türk kızı (Eliza Binemeciyan hanım).
5 – konferans: Abdullah efendi hazretleri.
6 – tiyatro: Yarım Türkler (facia).
MÜSLÜMANLAR NASIL DÜŞÜNÜYOR?
Reşadiye ve Osman evvelin elim gaspı hiçbir Müslüman kalbinde silinmek ihtimali var mıdır? Bu devlet, bu hilafet; O iki geminin daha büyüklerini daha mükemmellerini, onar, on ikişer filo yapıp Bahri Sefid ve Siyah’ ta gezdirmek kudretini izhar ettiği gün yine bu elem bir ukdeyi inhilal nâ-pezir (olmaz) şeklinde kalpleri sıkacaktır. Bu itikada mebnidir ki; Bu gün yine o bahse rücu ediyoruz. Fakat bu kederli bahiste bütün Müslümanların nasıl düşündüklerine ait iki vesikayı enzarı ibrete vaz’ edeceğiz bunun da bir hizmet olduğuna kaniyiz.
Evvel ve ahir söylendiği İngiltere hükümetinin bu iki zırhlıyı alarak her türlü mevzuatı hukuki hilafına olarak devleti Âliye yi Osmaniye yi en mühim erkânı müdafinden mahrum etmesi âlemi İslam’da pek büyük bir iğbirar (gücenme) ile karşılandı ve bu gün İngiltere’yi bi sakim (hastalıklı) politikanın netayiç vahimesine sürükleyip duran siyasiyenin hataları İngiltere’de bile takbih olundu. Biz, iğbirar müsellemin (meseleler) haberlerinin her tarafa dal budak salan şiddetli sansür hasebiyle uzaklardan buraya tamamen akis etmediğine – itmînân (emin olma) tam ile – eminiz. Fakat ara yerde o dereceyi şedid henüz tatbik olunamayan lisanların takbihatı (ayıplamalar) dârülhilâfe’ye (İstanbul 2. Halifelik merkezi) gelebilir. Ezcümle son posta ile gelen Kıbrıs gazetesi faciayı gasptan bahis ettiği sırada:
(Bu haber; Şüphesiz bütün âlemi İslam’da bir tesir husule getirdi. Bu münasebetle zatı hazret velayetpenahı ile evkaf Osmanlı murahhası ve meclis kanun ve meclis icraat azasından Musa İrfan Bey beyninde cereyan eden ve neşir edilmek üzere idare hanemize gönderilen muhaberatı âtide derci sütun ediyoruz. Mebusu muhteremimizin beyan eylediği hissiyata tamamıyla iştirak ederiz. Ve hiç şüphe yoktur ki bütün Müslümanların hissiyatı da bu merkezdedir.)
Diyor; Kıbrıs gazetesi cezirenin yegâne Müslüman gazetesidir. O, Müslümanların hissiyatına pek güzel tercüman oluyor. İşte şayanı dikkat bir netice… Musa İrfan Beyin mektubu ise ayrıca şayanı dikkat. Müşarünileyh diyor ki:
(Varid hatır oluyor ki İngiltere hükümeti sefain harbiyeyi mezküreyi alelacele teslim ederken onların bilumum ahali İslam’ın muaveneti müşterekleriyle inşa ve iştira edildiği hakikatini – eğer biliyor idiyse – nazarı dikkate alamamıştı. Binaen aleyh hükümet müşaraileyhinin ilk fırsattan bil istifade sefaini mezkurenin hükümet Osmaniye ye tekrar teslimine muvafakat edeceğini ümit ve buna intizar eyleriz.)
Kıbrıs valisi Sir Hamilton Gold Adams cezire Müslümanlarının pek açık ve samimi iğbirarını gördüğünden Musa İrfan Beye şöyle bir mektup yazıyor;
(Hükümeti Osmaniye için İngiltere’de derdest inşa olan iki sefineyi harbiyeyi, inşa edenlerden teslim etmek hususunda İngiltere tarafından vuku bulan harekâtı ahireyi Kıbrıs cemaati İslamiyesin den bir kısmının korunduğuna nazaran yanlış anladıklarını ve ondan dolayı muğber olduklarını istihbar eylediğimizden cidden müteessirim.
Britanya Kebir’in bu hareketinin sui tefhim edilmesi, hayli müddetten beri İngiliz idaresiyle Kıbrıs sekineyi islamiyesi yanında mevcut olan ve mevcut bulunmuş olan hissiyatı dostane ile itilafı her hangi bir surette hal edecek olursa pek ziyade şayanı teessüf olacağını his ediyorum.
Dünyada milel (milletler) saire için sefain harbiye inşa eden bütün memalik, kendi ahalileri tarafından inşa edilen bu gibi sefainin kâffesini, lüzumu halinde, teslim edilmezden ve paraları tediye kılınmazdan evvel teslim edebilmek hakkını muhafaza ederler.
Hali hazırda Britanya Kebir, ansızın bir harbe icbar edildi. Selametinin istinat eylediği hâkimiyeti bahriyeyi muhafaza için son kuvvetiyle donanmasını takviye eylemek lüzumuyla kendisini muztar (zorlamak) buldu.
O zaman, memaliki ecnebiye için derdest inşa olunan ellerinde dört sefineyi harbiye bulunduğundan, Britanya Kebir, hakkı mucibince onları teslim eylemeği katiyen lüzum buldu.
Bu sefainin ikisi bir Amerika cenubi hükümeti için ve diğer ikisi hükümeti Osmaniye için inşa edilmekte idi ki memaliki mezkureden hiç birisi hali hazırda bulunmuyordu ve harbe sarılmaları da mümkün değildi.
Şüphesiz, Britanya Kebir, tarafından hükümeti Osmaniye ye karşı hiçbir hareket gayri dostane icra edildiği Kıbrıs cemaati islamiyesine zahir olmalı idi.
Ve bana öyle geliyor ki, bu sefaini harbiye manzumenin elde edilmesi suretiyle böyle sıkıntılı bir zamanında kendi müdafaası için istihsal eylediği muaveneti azimeyi – bahusus Türkiye’nin kendisine mübrem olarak lazım olmadıkları halde – İngiltere’ye diriğ (esirgeme) etmek anasırı İslam için gayri layık olurdu.)
İrfan Bey ise şöyle bir cevap veriyor:
Azizim efendim
Yanlış surette arz edilmiş olmasından veyahut arz edile bilmesinden korktuğum hissiyat hakikiyeyi İslamiyeyi derpiş etmek fırsatını bana vermiş olan 27.ağustos.1914 tarihli tahriratlarından dolayı zatı asilanelerine pek ziyade minnettarım.
İnşa edilmesi için hemen her bir Müslümanın ianede bulunduğu sefaini Harbiye’yi teslim etmek hususunda İngiltere tarafından vuku bulan hareketi ahireden Kıbrıs ahali-i İslamıyesinin başka taraftaki dindaşlarıyla müştereken İslam iyesine haksızlık edilmiş olur zan ederim.
Aşikâr surette söyleyebilirim ki bu iğbirar Kıbrıs’ta İngiltere aleyhinde bir his veya siyasetten dolayı değildir. Bilakis, bir devleti İslamiye ve Türkiye’nin dostu kadimi sıfatıyla İngiltere’nin son zamanlarda Türkiye’ye âlemi İslam’ın un samimi el kalp (yürekten) arzu edildiği veçhile dost muavenetini (yardımını) intizar edildiği derecede isal edilmeği münasip görmemekte olması ve münasip görmediği hissinden menbağıdır.
Kaviyen itikat ederim ki dünyada ve bilhassa Kıbrıs’ta hiçbir Müslüman, Türkiye’ye hukuku için sur muhtelife de ifayı muavenet etmek iktidarını hala haiz olan İngiltere’ye karşı bir fikri husumetkâr taşımak istemez ve perverde (naz) eylemez.
Ve Kıbrıs Müslümanları, iki memleket beynindeki eski dostluğun – şimdi hasmane değilse de – kaviyyen tekrar tesis edeceği ve İngiliz silahının muvaffakıyetini tezyid edecek olan sefaini Harbiye’nin tesliminden dolayı Türkiye’nim tamamıyla ve maddeten naili zaman olacağı zamanın hululüne emniyetle muntazır deriz.
Hatmeten (neticede) açık bir surette söyleyebilirim ki cezire Müslümanları kendi menfaatlerini bildiklerinden ve bilmekte olduklarından hayli müddetten beri İngiliz idaresiyle kendi beyinlerinde mevcut olan ve mevcut bulunmuş olan hissiyatı dostane ile itilafı hiçbir şeyin haleldar etmesine müsaade etmeyecekler ve edemezler.
Musa İrfan Bey pek güzel ve pek doğru söylüyor. Ve en ziyade şayanı dikkattir ki, itaatinden bahis ederek, sui tefsire pek ziyade müsait olan zat made hakkında en doğru noktayı buluyor. Biz geçen hafta ne demiş idik: <
Kıbrıs valisinin müdafaası için de en ziyade calibi itiraz noktaya elbette dikkat buyurulmuştur. Zira vali cenapları, bu iki gemiye İngiltere’nim pek ziyade muhtaç olduğundan bahis ediyor. Ve bu bahis, hissiyat, mutekidat dairesinden çıkarak madiyane giriyor. Ve bunun için bir iki söz söylemek borç oluyor. İngiltere için bu iki gemi neden lazımdı? Neden bu iki gemi bir muaveneti azime olacaktı? Bilmeyiz, nasıl bir zihniyettir ki, Müslümanların idrak ve hasebiyle bu derece istihzaya saik oluyor. Çünkü bugün şimalde, Fransız ve İngiltere kuvveyi muttehidesi Almanya’nın bahriyesine pek çok faiktır. Yalnız İngiltere olsa bile Almanya bahriyesi elbette onun dunundadır. Biz bu makaleyi yazdığımız zaman önümüzde – hem de Almanlar – bir bahri salnamesi duruyordu. Açtık iki donanma arasında ki farkı gördük. Cenuba inelim. Bu gün Avusturya ve İtalya kuvveyi bahriyesinin ittihadı farz olunsa, Bahri Sefid’de itilaf melesi kuvveti yine faiktır. Bu hesaba Rusya’yı ithal etmiyoruz. İstatistikler meydanda. (Sör Hamilton) yalan söylemez. Fakat hakikati bir dakika için unutur. Unuttuğu içindir ki; İngiltere’nin bu iki zırhlıya olan ihtiyaç şedidinden bahis etmek gafletinde bulunur ve bizi unutur. Biz ki, bu iki dretnotla varlığımızı muhafaza edecektir. Pek çok parçalanan bir vatanın aksamı mütebakiye sini muhafaza edecektik. İşte buna mani olan İngiltere’dir. Siyasiyat dâhil bahis değildir, olsaydı. İki dretnotun Bahri Siyahtaki tefevvuku azami hesabını buraya yazar; Bahri Sefid muvazenesinin ayrıca hesap edildiğini unutmazdık. Fakat bu hesapları da varlığımıza tevcih edilmiş bir darbe olarak telakki ederdik…
Donanma.
ALMANYA – FRANSA
Makale 3
Tarihçeyi münasebat
Saint James kabinesi Almanya’yı iktisaden mahvetmek, kuvveyi mevcudiyetini dağıtmak için Fransa ve Rusya’yı alet-i icraat ittihaz (tasarlama) etmiş ve onlar ile hususi ve umumi mukaveleler akd etmek suretiyle Berlin’i siyaseten dahi tazyik etmeyi adeta bir vazife gibi telakki eylemişti. Onbeş yirmi sene zarfında Almanya’nın ticareti berriye ve bahriyesinin harik-ül-ade terakki etmesi, Alman emtiasının ecnebi piyasalarında hatta kendi müstemlekatında bile son derece revaç (değer) bulmasını hayatı müstakbaleyi iktisadiyesine büyük bir darbe olacağını pek alâ bildiği için vesaiti muhtelife ile birçok mevânia (engeller) ika’ etmiş ve hatta gayri meşru tedabire müracaattan dahi hâlî (boş) kalmamıştır. Fakat fitreten terakkiye meyal olan Almanlar bu müthiş rekabete katiyen ehemmiyet vermemişler. Meşru bir zemin üzerinde bütün ameli iktisadiyelerini hiz tatbike îsâl (ulaştırma) için var kuvvetleri ile çalışmış bütün ecnebi piyasaları tutmuş ve bu suretle İngiltere’nin gayri meşru rekabetini hemen hiç hükmünde bırakmışlar idi. Diğer taraftan teşkil etmekte bulunan seyrisefain (gemi) şirketleri çarektar cihan ile tesis münasebat eder, yeniden mahreçler keşfeyler Almanya ticaret bahriyesinin her tarafta terakki etmesine medar olacak her fedakârlığı ihtiyardan hâlî kalmazlardı.
Böylece bir taraftan ticareti bahriyenin terakkisi zımnında sarf edilen mesai, cesim transatlantik vapurların inşası, diğer taraftan Alman inşaatı bahriye destgahlarında meşhud olan faaliyet, sefaini harbiyenin yekdiğerini müteakib denize tenezzülü İngiltere’nin hased ve asabiyetini tahrik etdiğinden böyle gayyûr (gayretli) bir milletin her türlü terakkiyatına ma’nen mani olamayacağını takdir eden Saint James kabinesi teslihat ve teçhizat bahriyeye hitam vermek için Berlin kabinesi ve imparator Wilhelm nezdinde hususi bir teşebbüs icra eyledi. Bu teşebbüsün mahiyeti hakikiyei zahiresini pekâlâ anlamış olan müşarünileyh (adı geçen) imparator hazretleri bu teklifi handeyi istihfafla telakki ederek pek münasip ve makul bir cevap ile İngiltere’nin bu teşebbüsünden maksadını keşfeylemişolduğunu ihsas etti.
Tabii bu derece telaşa düşen İngiltere’nin as maksadı hakimiyeti bahriyesinin idamesinden ibaret olup bunun için de meşru ve gayri meşru her türlü tedabire müracaata mecbur idi. Teşekkül eden hususi rekabet şirketleri, mali müesseseler, propagandalar, Almanların bu müthiş savlet iktisadiyesini tevkife muvaffak olamadı. Bundan on sene ikdam Almanya dördüncü beşinci derecede bir hükümeti bahriye iken az zaman zarfında harikulade bir faaliyetle ikinciliği ihraz etmiş ve birkaç sene sonra dahi İngiltere’ye bile tefevvukuna (üste çıkma) herkes kani’ olmuştu.
Londra kabinesi Avrupa’nın haleyi vasıtıyesinde azim bir kuvvet teşkil etdikden sonra yavaş yavaş kendi müstemlekatına da nüfuz edebileceğine kanaat hasıl ettiği bu muazzam milletin her türlü maddi ve manevi icraatını akim (neticesiz) bırakmak için kendiliğinden hiçbir şey yapamayacağına sureti katiyede kani olarak başka türlü vesaite müracaata karar verdi: İngiltere ve Rusya’nın münasebatı kadimeyi siyasiyelerini tetkik ettiğimiz takdirde bu iki hükümet arasında bir itilaf ve mukarenet (bir yere ulaşmış) hasılı gayrı kabil olduğuna elbette hüküm veririz. Fakat Londra kabinesi gayeyi emeline nail olmak bütün ihtirasatı siyasiye ve iktisadiyesini tatmin eylemek, hülasa pek az bir müddet zarfında dünyanın her tarafına kol uzatmış olan Almanya’yı mana ve maddeten mahvetmek için senelerden beri Rusya ile arallarında caygır (yerleşik) olan rekabeti siyasiyeyi bertaraf ederek Petersburg kabinesiyle kati bir itilaf hâsıl etti. Bu suretle Avrupa’da yekdiğerine rakip iki muazzam kuvvet peyda oluyordu. İngiltere hükümeti maksadına daha kolay nail olabilmek için Slav memleketlerine dahi nüfuz ederek kesbi kuvvet etmekte olan germanizmin birgün Slavlığı mahvetmeğe çalıştığını ve bütün akvâmı (milletler) slaviyenin istikbalde germanizmin tahtı nüfuz ve tazyikinde bulunacağını söyleyerek onları Almanya’ya karşı tahrik ve teşvike başladı. Londra kabinesi Slavlığın hâkimi Rusya’yı elde etmiş olduğu için tabii bu babda ki teşebbüsâtını daha vasi ve serbest bir zemin üzerinde tatbik edebilirdi. Bu suretle Slavizm ile Germanizm arasında müthiş bir devreyi mübârezeyi (cenk) küşad (açılış) olundu. Zavallı milletler bütün bu muhadelât (barışık) ve mübârezatın rekabeti siyasiyeye matuf olduğunu bilmeyerek İngiltere’nin icraatına alâ elimiyye (körü körüne) melabe (oyuncak) oldular. Zaten ondan evvel siyasi ve iktisadi esaslara ibtinaen (dayanarak) Fransa ve İngiltere ile hususi itilâf ve mukavelât (sözleşmeler) akdedilmiş olduğundan Londra kabinesi bu cihetten katiyen endişe etmezdi. Hususiyle Fransa ve Almanya arasında hükümferma olan husumeti milliye zaten iki hükümetin yekdiğerine takribini imkân haricinde bırakmış olmakla İngiltere hükümeti daha serbestçe hareket edebilecekti. Üç hükümet arasında böylece kati bir itilaf husulünden sonra İngiltere hükümeti Almanya’nın arzusuna rağmen Fas meselesini Fransa’nın ve İran meselesini dahi Rusya’nın lehine olarak halletmeye çalıştı, maksadı rekabeti iktisadiyeyi rekabeti siyasiyeye tebdil ederek nihayet muhazebe zeminleri ihzar etmekten ibaretti. Bütün bu siyasi hayallere göre Almanya zahiren makûs bir vaziyet almakla beraber gece gündüz kuvvetini takviyeye hasrı mesai etmişti. Mehaza itilâf müselles hükümetleri de Almanya’nın fevkalade bir surette hazırlık gördüğünü bildikleri için kendileri de aynı derecede çalışmağa başlamışlardı. Rusya ile Fransa arasında menakid hâfi muâhid istihzaratı askeriyeye aiddir. Paris hükümeti bundan oniki sene evvel yalnız başına Almanya’ya karşı çıkamayacağını anlamış olduğu için her ne suretle olursa olsun Rusya’yı elde etmek istemiş ve mübalâğaya sarf edip nihayet bu arzusuna nail olmuştu hatta Rusya – Fransa ittifakının akdinden sonra ba’z Alman rical siyasebesi prens Bismark’ın siyasetini tenkid edip sırasında müşaraleyhin Avusturya ve İtalya hükümetleri ile ittifak akid edecek yerde yalnız Rusya ile akid etmiş olsa idi daha makul ve daha emin ve metin bir hattı hareket ta’kib eylemiş olacağını beyan ettiler. Malum olduğu vecihle Prens Bismark zaten ittifakı müsellesin hini akdinde bu ciheti nazarı dikkate almış, Kont Andraşı ile akdi ittifak etmekle beraber Rusya’ya karşı dahi muameleyi cemilekârane icrasını faideden halî addetmemişti. Bundan maada Prens Bismark Germanizm ile Slavizm arasında câygir olan husûmet ve rekabetin gitgide kesbi şedid ederek bu ceryana hakim olan iki hükümetin ademi itilaf veya ittifakı kabil olamıyacağını pek âlâ keşif etmiş olduğu içindir ki evvelâ bir german hükümetine ondan sonra dahi husul muvazene zamanında İtalya’ya müracaata lüzum görmüştür. Fakat Avusturya ile İtalya arasında şiddetli bir menâfiret (menfaat) hükümferma iken ittifakın idamesi kabil olabilecek mi idi, acaba Prens Bismark bu ciheti niçin nazarı dikkate almayarak iki hasım kuvvetleri yekdiğerine yaklaştırdı? Tabii bu cihet varidi hatır olabilir. Hususiyle İtalya’nın istiklâlliyeti için Fransa hükümeti Avusturya’ya karşı ordular sevk etmiş, İtalyanların Fransa’ya olan muhabbetleri inkâr olunmaz derecede kavi ve samimi idi. Bu cihet dahi câ-i suâl görülür.
Prens Bismark İtalya’nın ittifakı müsellese dâhil olmasını arzu ve tervîc etmekle beraber bir gün harbi umumi esnasında onun Almanya ve Avusturya’yı yalnız bırakacağını da pek âlâ keşif etmişti. Mumaileyhin siyasi programını okuyanlar bu noktayı pek sarih bir surette anlarlar. Eğer İtalya hükümeti Prens Bismark’ın mahareti siyasiyesi sayesinde ittifak müsellesine dâhil olmamış olsa idi tabii diğer bir zümreye dâhil olarak Almanya’nın hayatı ve mevcudiyeti her zaman tahtı tehlikede bulunacaktı. O rüyada kırk üç sene muvazenenin muhafazası İtalya’nın ittifak müsellesde bulunması sayesinde kabil ve müyesser olmuştur. Prens Bismark diyor ki;
“İtalya’nın ittifakı müselles için ebedi bir hayat temin edemeyeceğini siyasi zümreler arasında muharebe zuhur ettiği takdirde Almanya’nın lehine olarak silâh isti’mâl (kullanma) etmek istemeyeceğini, nihayet müsellah bir ihtilafta Roma kabinesinin husul muvazene veya tefavvuk kuvvet için emin bir dirhem olamayacağını ben pek âlâ bilirim. Bunu bilmekle beraber İtalya’nın ittifakı müsellese dâhil olmasını tensib ediyorum. Şu akedei siyasiyemi bir gün şiddetle tenkid edenler bulunacak hatta beni cahil bir siyasi diye itham eden sütunlarda meydana çıkacak. Fakat en mahir ve zemin ciddi nazarlarla tetkik eden ricalı siyasiye Roma kabinesini bu ittifaka davette haklı olduğumu elbette keşif ve tefehhüm (anlamak) edeceklerdir.
İtalya hükümetinin esnayı harpte Almanya ve Avusturya’ya muavenet etmesin, bence matlub (aranan) değildir. Zira ben onu muharebe için ittifakı müsellese almadım. Yine pek âlâ bilirim ki ileride teşkil edecek olan siyasi zümreler İtalya’nın ittifakı müsellesden ayrılması için çalışacaklar kâh tehdid, kâh teşvik ve kâh türlü türlü muvâadle (sözleşme) onu ittifaktan ayırmaya gayret edecekler, İngiltere’nin de bu bab da pek çok sarfı mesai edeceğini bilirim, fakat ben yalnız bir maksat takib ediyorum ki haleflerimin onu tatbike muvaffak olabileceklerine emniyet tamim vardır.
İtalya sulh zamanında ittifakı müsellese merbut olursa tabii İngiltere ve Fransa hükümetleri onu kendilerine celbe çalışarak buna muvaffak oluncaya pek çok vakit kaybedeceklerdir. İşte Almanya bundan istifade eden istihzaratı (hazırlayış) askeriyesini ikmal edebilecektir.
Avusturya’ya gelince; onun ittifakı müselleseden ayrılması kabul olamaz. Habsburg hanedanının mukadderâtı daima Hohunzuların hanedanına merbût (bağlı) olacaktır, Macarların Avusturya’dan ayrılması dahi ehemmiyetli bir hadiseyi siyasiye değildir. Almanya ve Avusturya hükümetleri Avrupa’nın havaleyi vasatiyesinde kesbi kuvvet ettikçe germanizm dahi nispeten terfi edecek slavizmin tehdit ve savletlerinden (saldırma) kurtulacaktır. İtalya’nın ileride zuhur edecek olan harbe iştirak etmemesi o derece haizi ehemmiyet değildir, eğer Almanya hükümeti Roma kabinesinin bitaraflığını tahtı temine alabilirse büyük bir muvaffakiyeti siyasiye olacaktır. İtalyanlar Latin hanesine mensup ve kendilerine pek çok iyilik etmiş olan Fransızlar ile tabii harp etmeyeceklerdir. Fakat siyasetin hissiyat ile katiyen alâkası yoktur. Mehaza ittifakı müsellese hükümetleri İtalya’nın buhran esnasında kendilerine müzâheret (koruma) edemeyeceği ihtimalini daima nazarı dikkatten devir tutmamalıdırlar”.
İlanı harbi müteakib bir Alman gazetesi Prens Bismark’ın bu mütealâsını aynen neşir edip o demirden baş vekilin siyaseti müstakbaleyi dahi suretle nazarı dikkate almış olduğunu beyan etti. Filhakika Prens Bismark’ın nazariye ve mütealâsı bugün doğru çıktı, İtalya hükümeti bitaraf kaldı. Zaten ittifakı müsellesin de arzusu bundan ibaretdi.
İmparator Wilhelm hazretleri dahi bundan oniki sene evvel Fransa – İtalya ve İngiltere – İtalya arasında bazı mesail dolayısıyla hafi müzakerat cereyan ettiği zaman Roma kabinesinin ileride takip edeceği hattı harekâtı keşif edebilmişti.
Mütercim; Ayşe Önem Aydoğar
Almanya bahriyesinde: bir harp sefinesinin sefaini bahriyeyi sureti tevkifi
Biçare Müslümanlar: Fransızlar tarafından ilk ateş hattına sevk edilen Cezayir Müslümanları.
Kil ü kal (dedikodu): Rens kilisesinin tahrib olunan aksamı
Ne yaptılar: ingiltereyi hâlâ düşündüren tahtelbahirlerin hediyesi: mağruk (batmış) İngiliz kruvazörü Abukir
ÇAPULCULAR
Fransız ve Belçikalı ahali tarafından Alman askerlerine karşı icra edilen çete muharebesinden ve çapulculuktan bahis eden bir Alman gazetesi muhabiri bu babda bir veçhe ati tafsilat ita eylemektedir.
Fransız ve Belçikalı çapulcuların en ziyade faaliyet gösterdikleri mahallerde günlerce bulundum. Harbin bana ilka (atmak) eylediği dehşetin tesirini ilk defa Charleroi ile Liege arasında kâin Batis mevkiinde his ettim. Burada Alman askerleri ile çapulcular arasında birkaç gün mütemadiyen müsademeler vukua gelmiştir. Temiz evleri, müzeyyen köşkleri ve çiçek bahçeleri ile iştihar (geri kalma) eden bu köy bu gün muhterik (yanmış) olmuş ve bir harabeden başka bir şey değildir. İngiltere’nin Almanya ya karşı tertip etmekte olduğu harp desiseleri henüz kesbi hakikat etmemiş iken pencerelerinden şen ve şatır (neşeli) çehrelerin tebessüm ettiği hanelerin bu gün ancak sisli ve dumanlı duvarları görülebilmektedir. Buralarda müddeti hayatımda unutamayacağım birçok mahuf (korkunç) manzaralara tesadüf ettim. Bir yerde büsbütün muhterik olmuş bir köyden geçtim. İçinde nöbet bekleyen birkaç Alman redif askerinden maada hiçbir kimseye tesadüf etmedim. Fakat batmış evlerden birisinin kapısını geçerken içerisinde ak saçlı bir kadının yatak odası olması muhtemel bulunan bir mahalde elinde bir maşa olduğu halde yangın yığınlarını karıştırmakta olduğunu gördüm. İhtiyara bağırdım, sesimi işitmedi. Zavallı çehresi sap sarı olmuş ve gözleri epeyce çukura gitmiş idi. Sanki elindeki küçük maşa ile henüz ateş saçan tahta parçalarını ve yıkılmış temel direklerini kaldırarak altından aradığı bir şeyi bulacak imiş gibi ihtiyar kadın etrafını araştırıp duruyordu. Alevler ile harap olmuş yer onun önündeki bahçede siyahlar giyinmiş bir kadın mütemadiyen ağlıyordu. Şimdiye kadar birçok mezarlıkların önünde durdum. Fakat bir insanın bu kadar şiddetle ağladığını hiç görmedim. Son hayatımda geçirdiğim en müthiş hadiseler meyanında bu kadının ağlayışındaki seda şüphesiz en şiddetlisi olarak dâhil olacaktır. Evlerden birinin en üst katını alevler tamamen tahrip etmişti. Yalnız kararmış duvarların yerinde her halde çoktan beri vefat etmiş olan bir kadının tasviri asılı idi. Yangın yığınları arasında içerisinde henüz yatakları duran mavi boyalı bir beşik görünüyordu.
Bu kadar fenalıkların hadvesine sebebiyet verenlere lanet! Onlar için dünyada bir ceza bulmak mümkün değildir. Bu da kâfi değilmiş gibi bir de Alman askerlerini zalim ika etmekle itham eyliyorlar. Hâlbuki askerlerimiz memleketlerinde bir manevra icra ediyorlarmış gibi ecnebi toprağına dâhil oldular. Her yöreye gittik ise ahalinin mal ve canını gözettik. Biz muharebeyi düşmanlar ile ediyoruz. Ahali ile değil. Hâlbuki asıl Batis köyünde kapılara ta’lik (asmak) ettiğimiz levhalarda Alman ordusunun kendisine dokunmayan Belçikalıların mal ve canını temine alacağı ve bu gibilerine hiçbir zararı dokunmayacağını söylemiş idi. Böyle olduğu halde Batis’te, Kalerme’de Hervi’de, Kaleron’da ve daha sair mahallerde ahali Almanlara karşı pek fena bir muamelede bulundu. Evvela ordusunun şehirlerine dâhil olmasına müsaade edildi. Askerlerine fazla fazla şaraplar ikram olundu ve gece olduğu zaman askerlere hücuma başlandı. Katl edilen her bir Alman askerinin intikamı alınması pek tabii bir muhafazayı nefis kanunudur. Katillere nerede tesadüf olundu ise derhal divanı harbe sevk edildiler. Cinayetleri tebeyyün eder etmez ya kurşuna dizildiler veyahut asıldılar.
Askerlerimizin itidallerini ne dereceye muhafaza ettiklerini ispat etmek için gözlerimle gördüğüm bir vakadan bahis edeyim. Askerimizin zapt ettiği Longvi istihkamatının methalinde Alman askerleri bir sürü çapulcu tevkif etmişler idi. Bunların cümlesi bir takım serserilerden, hırsızlardan ve mektep kaçkınlarından mürekkep idi. Vatanlarını cesurane müdafaa eden kahraman evlatların nasıl şakiler tarafından itlaf edildiklerini âleme göstermek için bu serserilerin fotografilerini almalı idi. Askerlerimize çapulcuların ne yaptıklarını sorduğum zaman: <
İnsan bu çapulcuların meydanı harbedeki yaralılara nasıl hücum ettiklerini duysa tüyleri ürperir. Vatanlarına müdafaa ederken yaralanan ve kımıldamağa bile muktedir olamayan zavallı alman askerlerinin gözlerini oymak, bu rezillerin en ehemmiyetsiz işkence usullerinden maduttur. İhtiyar ve genç, erkek ve kadın, muharebe meydanlarında bu gibi cinayetleri ika ederlerken tevkif edilerek cezayi sezalarını görmüşlerdir. Vize’de on altı yaşında bir kız bir yaralıyı öldürürken tevkif edilerek kurşuna dizilmişti. Bu gibi ahval karşısında müsamaha ve acımak yoktur. Silahdaşlarına karşı yapılan mezalimden dolayı fevkalade tehevvür (kızmak) ettiği halde yine itidalini muhafaza edip canileri divanı harbe götüren ve bizzat intikam almağa tenezzül etmeyen asker hangi millette görülmüştür?
Gerek Belçika ve gerek Fransa’da Alman ordusuna karşı icra edilen çete muharebesinin ve çapulculuğun müretteb olduğuna şüphe yoktur. Yoksa her yerde hasta hanelere, doktorlara, hastabakıcılarına ve hatta hemşirelere karşı aynı suretle hücum edilmesi, köylerde ve şehirlerde Alman askerlerine karşı aynı suretle hücum edilmesi, köylerde ve şehirlerde Alman askerine karşı aynı usul dairesinde tecavüz olunması başka suretle tefsir olunamaz. Bir köyün birden bire tesliha edildiği hatta bir defada iki makinalı tüfeğe malik oluverdiği görülmüştür. Armon, Sedan arasında kâin Ötal köyünde bir Fransız rahibi köylülere silah ve cephane tevzi ederken tevkif olunmuştur. Hâlbuki Kalermon’da rahip silah ve cephane tevzi eden belediye reisinin sözüne ehemmiyet verilmemesini ve Alman askerlerine silah atılmasını ahaliye beyhude nasihat etmekte olduğu görülmüştür.
Bütün bu ahvale rağmen Alman orduları arkalarından silah atıldığını gördükleri zaman bundan bütün bir köyü mesul tutmamışlar ve yalnız silah atıldığı görülen hanelere hücum ve onları tahrip etmişlerdir. Harve, Fleron ve sair mahallerde mahf ve harap olmuş evler arasında hiç el vurulmamış dilruba köşkler, müzeyyen bahçeler görülmektedir. Bu gibi hanelerin kapıları önünde: ev taharri edilmiştir, her şey yolundadır. İyi adamlardır. Dokunmayınız. Bu hane boştur. El sürmeyiniz. Bu evin sahibi meydan muharebede hizmeti askeriyesini ifa ediyor, dokunmayınız, gibi ihtarat mahrûrdur. Görülüyor ki Alman askerleri muharebeye giden Fransız askerlerinin hanelerini tecavüzden kurtarmak gibi bir eseri faaliyet gösteriyor.Belgrad:Askeri binalar
Zübdeyi vakayı
SON HAFTA
Bu haftaki vakayı Harbiye’nin her iki tarafça da teşebbüsat siyasiye ile ihzar edilemeyen muvaffakıyetin top ile tüfek ile elde edilmesi için tertip edilen yine sarfı siyasi bir plan mahsulü olduğunda şüphemiz yoktur. Bundan evvelki makalemizde izahına çalıştığımız Romanya vaziyet müşevveşi (belirsiz); Rusya’nın teşvikatı ile fırkayı muhalifinin her halde Romanya için pek muhterem olması lazım gelen kral 1.Karol’a terki saltanat teklife cesaret edecek kadar taşkınlıklar izhar etmesiyle bütün bütün müşkül bir safhaya girmiş ve şimdiye kadar basiret kâr bir siyaset takip eden hükümet ile memleket mücerret (soyut) tesiri şahsisi ile mühim hizmetler ibraz eden kralın istifasına ramak kalmış idi.
Rusya, faik kuvvetler ile Galiçya üzerine yüklenerek büyük, küçük muvaffakiyetler elde ettikçe, fırkayı muhalifenin memleketteki nüfusu artıyor, bilmukabele kral ve hükümetin istinat ettiği kuvvette o derece düçarı zaaf oluyordu. Bu vaziyet, Rusların Limburg’u işgalinden beri başlıyor ise de Bulgaristan’ın oldukça kuvvetli bir vaz’ tehditkârı fırkayı muhalife üzerine kâfi derece tesir ile kendilerini biraz teenniye (yavaşlama) sevk ediyordu. Mujikler Galiçya’yı çiğneyerek Karpat eteklerine dayanınca fırkayı muhalife Bulgaristan’ın tehdidinden de korkmamağa başlamış ve Macaristan hududuna asker sevkine talebe kadar cerait göstermiş idi ki imparator Wilhelm Bükreş’e gönderdiği sefir ile Romanya’dan vaziyeti hakkında izahat istemiş diğer taraftan garbi dar ül harekâtını bir müddet muvakkat için terk ederek karargâh kasrıyı Braslovede tesis etmiş ve altı yüz bin Almanın takviye ettiği Avusturya ordusunu taarruza geçirerek Prusya şarkiden Varşova üzerine inen ve iner iken güzergâhında iki Rus ordusunu kâmilen mahfeyleyen Alman ordusunun Ruslara verdiği dehşetten istifade ile Galiçya’nın da tathirine (temizleme) başlamıştır. Ki, itikatımızca Romanya afakındaki sehaib (hareketsiz) mazlumeyi yırtacak ve hakikati tenvir edecek kuvvet yalnız bu barkadır. Bir kere bu hakikat anlaşılınca meclis fevkaladenin daveti içtimaı, bir hafta tehiri ve bilahare içtimaiden sarfı nazar keyfiyetleri esbabı anlaşılır. Meselenin sarf ve kuvveti Harbiye’nin muayyen bir neticesine kadar bir devreyi intizar ihdasından ibaret olduğu kendiliğinden tezahür etmiş olur. İşte kasır tarafından şark sahayı harbine verilen ehemmiyetin, ehemmiyeti ahirenin manası budur.
Bulgaristan, Makedonya’daki amali milliyesinin tekrar ettiğine kani, yalnız Romanya afakının bütün bütün inkişafına muntazır bir vaziyette. Biz Romanya afakının kâfi derecede inkişafına kani olduğumuzdan bu gün, yarın Bulgaristan’dan Makedonya için mutâlebât (istekler) dermeyanını işitecek olur isek katiyen duçarı taaccüp (şaşırma) olmayacağız.
Sırbistan; Bir taraftan dün ihanet kâr kararları ile Türklerin hun masumi bahasına kendisine “Komanova” muharebesini kazandıranların, yirmi bin kişilik bir kuvvetle bu gün muhasara ettikleri Üsküp’ü tahlis, diğer taraftan Avusturyalıların Galiçya’ya tefriki kuvvet etmesinden bilistifade bâd-i hevâ (bedava) işgal ettikleri Bosna ve havalisinden kemali dehşetle firar eylemişler.
Yunanistan; Girit faciasının tekrar tarihiyesini fiilen Makedonya Müslümanlarına tatbik ve irae (irade) etmekte ve hükümetimiz de bu meseleye lakayıd kalamayacağını bir nota ile bildirerek mukabeleyi bilmisil mecburiyetinde kalacağını efham etmektedir. Alınan cevabi nota ne milleti ve nede hükümeti tatmin edecek bir mailde olmadığından tetkikinde az çok mağduriyeti mucib olacağında şüphemiz olmayan mukabeleyi bilmisil mecburiyetini düşündükçe şimdiden müteessir olmamak elimizden gelmiyor.
Son iki haftanın vukuat mühimmesinden birini ve belki en mühimi de Çanakkale boğazının sedd meselesi teşkil ettiğinden şüphe yoktur. Boğazdan bir torpidomuz çıkıyor. Kendi karasularımızda dolaşıyor. Zahiren dost olduğumuz bir devletin sefini harbiyesi torpidomuzu çeviriyor. Bir daha o sularda dolaşmamasını ihtar ediyor. Hukuk ve münasebatı devletlerce mesmu’ (işitilmiş) olmayan bu hadiseye hükümetimiz kendine has bir metanetle fiilen cevap veriyor: BOĞAZ KAPATILIYOR. . . Hadisenin vukuu ile boğazın seddi hakkında karar ittihazı (alınmak) ve boğazın bilfiil seddi arasında hemen hemen zaman mürur etmemesi nazarı dikkate alınır ise ricali hazire hükümetteki azmi iradenin dereceyi metaneti derhal tezahür eder. Doğrusu ya ittihat ve terakkinin tayin ve intihabdaki isabetine millet ne derece medyunu şükran olsa azdır. Tarihi karıştıralım. Hükümeti seniyenin azmi iradesindeki bu metanete kaç asır evveline gelinceye kadar tesadüf kabil mi?
Bu hafta âlemi İslam’da nazar firib (göz aldatan) tecellisine makûs. Fransızlar Tunus, Cezayir, Fas’ta cebir ve tazyik politikasını ilerlendikçe oralardaki harekâtı milliye, Fransızları en şiddetli ihtiyaca rağmen kuvveyi asliyeden asker tefrik ile oralara sevke mecbur edecek kadar ilerlemekte. İngilizler Mısır hükümeti İslamiyesini devirerek yerine pür İngiliz hükümet askeriyesi vaz’ edecek kadar şiddeti irae ettikçe suikastlar ve “yaşasın Almanya” diye feryat eden darülfünun talebelerinin mühimce nümayişleri çoğalmaktadır. Çanakkale boğazının seddini icap eden tecavüzü fiili âlemi İslam’da duyulunca hâsıl olacak galeyanın derecesini şimdiden tahmin etmek müessir olmakla beraber Mısır ve Sudandaki bu galeyanın önüne geçmek için Hindistan’dan celp edilen askerin kısmen Müslüman ve kısmen de Müslümandan ziyade İngiltere’ye düşman olan Mecusilerden ibaret olduğunu düşündükçe helalı mahva çalışanların akıbetlerini pek güzel tahmin ediyoruz.
Çünkü Rusya Çarı da Kafkasya valiyi umumiyesini gönderip Ermeni ayanı ve Rusya’nın tebliğ ettiği beyanname ile kendilerine hürriyet ve adaletin bütün manasıyla bahis edileceğini tefehhüm (farkına varmak) ediyor. Rusya bunu hiç şüphe yok ki Kafkasya’da sakin bir avuç Ermeni’den havf (korku) etmiş olduğu için yapmıyor. Bu beyannamenin ne için yazıldığını anlamak için büyük bir zekâya ihtiyaç yok. Bu sırf memleketimizde yaşayan ve bir anasır sadakat şiar olan Ermeniler arasında çalınan bir nakus (çan) helakdır(yok olma). Bu sedayı işitmemek için her Ermeni vatandaşımızın kulağını tıkayacağına iman ve itikadımız berkemaldir. Bidayet harpte Lehistan’a karşı edilen bu vaat Rusların Galiçya’da kazandıkları ufak bir muvaffakiyet üzerine “ne yapayım Avusturya ordusunda Lehliler var” bahanesiyle istirdat (geri almak) edilmedi mi? Bir de Rusya’daki Müslümanların hürriyet ve adalete ihtiyaçları Lehler ve Ermenilerin ihtiyaçlarından daha dûn bir mertebede midir? Nasıl Lehistan’ın tarihe kayıt olmuş bir krallığı var ise, Kırım’ın, Kazanın da pür şan ve şeref bir mazisi bir istiklali var idi. Öyle olduğu halde ne Lehistan’a edilen vaatte ve nede Ermenilere okunan beyannamede Müslümanlar için bir kelime bulunmaması anasırı İslam’ın fırsat elverince mahvedilmeye layık bir milliyet olduğuna dair Rusya’da bir kanaatın vücuduna şüphe bırakmıyor. Rusya Müslümanları Rus Ermenileri ve alel husus mujiklerden (Rus yerli halkı) medeniyetçe, irfanca nakıs bir seviyede mi bulunuyorlar? Hayır; Oralardaki anasırı İslam sanatları ile ticaretleri ile darülfünunları ile Rusya’daki akvamı saireden pek yüksek bir seviyede bulunduklarını bilfiil irae ve ispat etmişlerdir.
Ruslar sekineyi müslimesine bu teadiyi yaptıkça bittabi âdemi memnuniyetler çoğalacak ve vaktiyle İran’da yapmış olduğu facia intikamının bu gün eşair l krad ile Azerbaycan Türkleri tarafından nasıl alındığını görmekte isek, yarın da bir ihtilal dâhili ile Rusya Müslümanlarının talebi hürriyet ettiklerini, verilmeyen haklarının istihsali için silaha sarıldıklarını gönlem için pek çok zaman beklemeğe lüzum olmadığına kanaat etmekteyiz.
Asya vasatide kabili ihmal olmayan bir kuvvet olan Afganistan’ın biri şimale, diğeri cenuba iki muazzam ordu sevk etmesi, gerek İngilizler, gerek Ruslar için Müslümanlar ile hoş geçinmek lüzumunun dereceyi ehemmiyetini izah edecek bir mahiyettedir.
Biz efkârın mahv ve itfa edilemeyeceğine kani bulunduğumuzdan resim halinde bulunan bir mefkürenin de zamanı gelince münasib bir zamanda neşiri evrak ve igsan ederek bir şecreyi semeredar hâsıl edeceğine mütekiddiz. İşte ameyi müsliminde gördüğümüz şu tıkız ve intibahın semeredar muvaffakıyet olması için çok zaman geçmemesini iltaf Allah iyeden istida ederek vatandaşlara vazifelerini ihtar eder ve deriz ki:
— Kış geldi. Serhadde ki çadırlar evlere benzemez. Asker Huda’yı şitaiyesini sizden ister; müdafaayı milliye heyetlerinden gayret, halkından hamiyet bekler.
. . .
NASIL GİTMİŞLER
Dördüncü makale (*) 10 Nisan 1911
Trablusgarp toprağında asgari iki, azami on metre derinliğinde, bila-inkita (sürekli/devamlı) su bulunur. Ve memlekette ziraatı mümkün kılan bu sudur. İyi hurmalar, kökleriyle rutubetli zeminlere vasıl olarak beslenirler. Fakat diğer mezruat (ekinler) için mütemadiyen su lazımdır. Bunlara o suretle kuyulardan öküzlerle, bazen develerle su çıkarılır ki:
(*) Bize öyle geliyor ki kar’iler bu makaleleri dikkatle okuyorlar. Muharriri (yazarı) (Joseph Beviyone) ismindeki bir İtalyan’dır. Kar’ilerin dikkatle bütün okumasına pek çok mühim müsebbibler olduğu gibi hususiyle iki üçü pek mühimdir. Biz, memleketleri nasıl kimsesiz sefil bırakmışız… Bu acı hakikat bütün üryanlığıyla (çıplaklığıyla) meydana çıkıyor. Sonra onlar nasıl istifade etmişler ve çalışmışlar. Burası anlaşılıyor.
Bu makalelerin birinci, iki ve üçüncüsü evvel ki günkü nüshalarımızda idi. Yed –i idaremizde iken bile epeyce tanıyamadığımız bu memleketi, bu Müslüman diyarını daha güzel tanımak için iktiza (gerektikçe) ettikçe resimde koyacağız. Mecmua
Bununla ziraat( uzunluk ölçüleri) temin edilemez. Bununla beraber; suyun kıymeti, pek naçizdir. (değersiz) Senyör Belli te’min etti ki: deveye ve Arap’a günde bir buçuk frank vererek, iki hektar (bir hektar 10 bin metre merba-i) toprağın suyunu veriyor. Biraz daha ziyade para vermekle, aynı kuyudan daha vasi (bol) bir istifade pek mümkündür. Arap Rençberlerin gündelikleri 40-70 santim raddesindedir. Toprağın hassa inbatiyyesi ise pek kuvvetlidir. Yonca, senede on, on iki defa biçilir. Aynı tarlada ve aynı sene içinde, biri birini müteakip arpa, tütün ve patates zer’i (ekme) edilir. Zeytin ki: bizde (İtalya’da) iki senede bir defa mahsul verir, burada, biraz dikkat, biraz budamak, biraz gübrelemek ile her sene verir. Dut ağaçları, bu iklimde, inanılmayacak bir kemer ehillikle Yetişmekte, peymont dutları gibi her tomurcukta üç dört yaprak vermektedir. Senyör Belli, bahçenin bir parçasında kemal-i dikkat ve muhabbetle bin kadar dut (süjeler) vaat ediyor.
Mamafih senyör bellinin ilk sene-i tecrübesi henüz tamam olmamış. Yani ticaretgâhının bir bilançosunu yapamadı. Fakat o, iyi bir ati görüyor. O kadar ki mücavir(komşu) bir parçayı da kiralamaya pek ziyade taraftardır.
Bütün bunlarla beraber, Trablus’un tekmil hududu tamamen kumluk olduğuna inanmalıdır. Hep kumluk, fakat muntazam ve yüksek bir ziraatle mühim simarat (meyveler, yemişler) iktitafına( meyve toplama) o kadar müsteid ki… Bu kumluk, hayvan gübresiyle kolayca imtizaç(uygunluk) ederek, mahsulat için lazım kuvveti süratle istisab etmiştir. Kuyular Araplar için büyük ameliyatı mevcub olmakla beraber Avrupalılar için, pek kolay ve ucuz olur. Senyör Belli, alt kısmı çimento ile bir nevi kuyu yapmıştır ki, bu kendisine ancak üç yüz Frank’a mal olmuştur. Arap işçisi, ucuzluğun en son raddesine kadar çalışır. Toprak, TÜRK hâkimiyetinin müşkülat-ı kırtasiyesine rağmen raicinden daha makul bir fiyat ile satın alınabilir. Tekmil-i ahval ve şerait mevcuda, Latin enmuzecinin (örnek), muzaffer-i istimlakat ziraiyyesiyle itilaf edebilir. Sonra, Trablusgarp, sahradan iki milyon adet hurma ağacıyla hudutludur; tabi ki şurası, burası, gayrı muntazam ve gayrı muttarid bir ziraatle mezru olan (ekilmiş olan) ‘Cebel’ gibi ve daha sonra, mükemmel Arap rençperi ailece Pek az ve pek ibtidai lüzum hayat ile iktifa eder.(yetinir)
Tırıs gitmekte pek kuvvetli bir iş ki anladım; Aliyi ta’kip ettim. Ali, kuru, parlak gözlü, yarışçı bir Arapcık ki: onunla, burada sahra dedikleri: Trablus ma’muresi (şehir/kasaba) hududunun nihayetine, o sakit( ses çıkarmayan) ve suzan-ı müntehaliye, bir defadan ziyade gitmişdim. Bir kum yığınına çıkın, esmer ve bi hudud bir toprak, gözü ihata eder. Bir toprak ki bir tek hurma ağacı ve ufak bir yeşillik yok, çıplak sakit, bir kum dalgasının ortasında, daha yakın bir mıntıkada, yeşil bir tohum kabuğu ile üretilmiş gibi… Müteaddit (birçok) kervanlar ve münzevi Araplar, beyaz ve büyük ihramlarının altında, üzün çakmaklı tüfenklerini omuzlarının üzerinde tutarak ve yavaş adımlarla yeşilliği yararak gittiler. Orada bir yol işareti yoktur. Tekmil işaretler, Arabın tasviri yollarından ibarettir. Gözümün önündeki manzara, buydu. Dönmekte olan başımın üzerinde, ma’murenin son hurması vardı. Benden iki metre arkada, son bahçenin duvarları yükseliyor ve onu mukabil, kuru, seyyar, rüzgârdan yığılmış bir kum tepesi… Hayat, buraya kadar… Bir adım öte, orada, ölüm… Bir duvar, medeniyeti sahradan ayırıyor. Sanki bir malikâne, diğer malikâneye komşu gibi. Bunun böyle, gayri kabil tağyir olması, tabiyyeten mümkün müdür? Hakikaten, mümkün değildir. Eğer, bu son duvarın ve son hurma ağacının önüne bir kuyu kazarsanız ve eğer kuyu, kumdan muhafız tutulmak için, bir duvar yapılırsa ve bu toprağı, bir deve bir inek ve biraz tohumluk bir Arap ailesine bahş ederseniz; inanınız: şimdi, akim(verimsiz/neticesiz) kumlarla dolu olan o yerde iki sene içinde bir menşiye bahçesi yeşillenecektir. Ve Trablus ma’muresinin sahra hududu, sahraya doğru, yeni ve galib bir adım atmış olacaktır. Bunu yalnız denize doğru olmayarak, her cihette, ila nihaye( son dereceye kadar) tekrar etmek kabildir. Bu fikrimin doğru olup olmadığını pek çok kişilere sordum. Hepsi; hiçbiri diretmeyerek, hepsi, fikrimi tasdik ettiler. Şimdi ki Trablusgarp hududu, işaret ile mahduddur (sınırlıdır/belirlidir), mevzua-i beşerriyedir.
Trablus’tan yirmi metre kadar dışarıda, hududu çıkıp, diğer bir hududa vasıl olmakda iken, ata binmek istedim. Kırk karış (Gargareş) hududundan çıkıyordum; orada denizin karşısındaki tepeciklerin üzerinden, vasi (geniş) roma harabeleri, azametle tevali ederek(devam ederek), Zanzor ma’muresine kadar vasıl oluyordu. Türk hükümeti, şimdi burada, vaktiyle başlamış bir caddenin inşa ve itimamını bir italyana ihale etmişti. Hadise-i iklimiye tekrar etti. Kuru kumların içinde bir saat dörtnala gittikten sonra, mutad ferik inciri, ağaçlarıyla mücehhez duvarları, tekrar gördüm. Ve sahranın son hududu, hurma ağaçları, mezruat, zeytin, limon ağaçları ile mahdud… Bu gösteriyor ki: eğer kulluk ve sermayenin derece-i kafiyede kuvvetli ise, Trablusluların dedikleri gibi, Tunus hududundan Masrataya; ve Cebel’den denize kadar bütün o mıntıka-i vasi’ (geniş mıntıka); aralarındaki, Ribekistan tamamen kalkarak, tek bir ma’mure-i hazar olur. Bu benim gittiğim Zanzor yolu üzerinde, dün misyoner san filippu ve seforsa hareket edilir. Bu adam halis İtalyan misyonerdir ki: Osmanlı hükümetinin me’zuniyetini haiz olarak Trablusun içlerine giriyor. Trablus’un dahilelerine kazma kürek ile henüz hiç kimseyi yollayamadık. Çünkü casusluk eder, notlar tutar ve müdafalar toplar, avdetinde: oralarda, İtalyan çizmesinin altına ait neler bulunduğunu bize söyler… otuz sene beyhude çırpındıktan sonra, nihayet, mahall-i hareketimiz olmasa iktiza eden noktaya vasıl oluyoruz.
Şehrin kapılarına misyoner ile selam verdik. Bakalım büyük, tozlu yolun üzerinde dönüp dolaşarak ne bulabileceğiz. Konsolosun karısı ve kızı sen filipoya, sefrodaya, rosalliye hurma ağaçlarının altlarından toplayarak, ba’zı(bir miktar) sıcak çiçekler takdim ettiler.
Münşiye’nin ekşi meyve ağaçları, bir mevce-i rüzgâr(rüzgâr dalgası) ile keskin kokularını yolculara gönderdiler. Benim umuk kalbimde (kalbimin derinliğinde), Sicilyalı dostumun, İtalyancaya, şayan-ı hayret tercümesiyle casus Rudyard Kipling’in ba’zı dindarane mısraları terennüm ediyordu.
O toprağı tamamen kemale erinceye kadar, elle saklayarak, kendi ahalisine göstermez; ahalinin taleb ve taharrisinden(araştırmasından) sonra bahş eder. Ve şimdi bütün bulduklarımın hepsi senindir.
Ablak İtalyan misyoneri, Trablus’un her tarafını ruhunda böyle bir terane ile dolaşmalıdır.
Mütercimi 17 Temmuz 1330
Ali fecri
MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN
ÂLEM-İ İSLAM
[Kariler takdir ederler. İki hafta evvel; umumi harbin âlem-i İslam’daki tesiratına ait en şayan-ı dikkat haberleri yazmıştık. Bugün de ona devam ediyoruz. Kariler; müteferrik malumatı böyle bir arada toplu görmeleri ve hususiye ve cerâid-i yevmiye (günlük gazeteler) nispetle bi-t- tab (tabiatıyla) fazla bir hayata malik olan bir mecmua da münderic (içinde bulunan) bulmaları pek çok faide temin edeceğini umuyoruz:]
Âlem-i İslâm’da galeyan – Neue Freie Presse (Yeni Özgür Gazete) gazetesinin istihsal (elde edilen) eylediği malumata nazaran, İran’da, Rusya aleyhine hüküm-ferma (hüküm süren) olan galeyan gayet vahimdir. Rusya birçok zamandan beri İran’da ve hususiyle Azerbaycan vilayetinde tezyid-i nüfus (nüfus arttırma) etmek gayretini güttüğü cihetle İran’da ve Rusya aleyhine zaten şiddetli bir nefret husule gelmiş idi. Ahval-i hâzıra (zamanın şartları) ise bu nefretin izhârına (gösterme) bir vesile teşkil etmiştir. Rusya’da otuz milyon Müslüman bulunduğu ve bu Müslümanların, İraniler tarafından tahrik edilebilmeleri mümkün olduğu cihetle İran’da mevcut olan kin ve garezin Rusya için tehlikeli bir şekil alması muhtemeldir. Kafkasya, Hiva ve Türkistan’dan Buhara ve Afganistan’a kadar tevessü (genişleme) edecek olan bu kıyamın İngiltere’nin Hindistan üzerindeki hâkimiyetini tehdit etmesi de, mümkündür.
İranilerin artık Rus boyunduruğu altından kurtulacak zamanın hulûl (gelip çattığı) ettiğine dair ulemâ-yi İran’ın (İran âlimlerinin) İranilere hitaben ateşin (ateşli) beyannameler neşr ettikleri ve bu beyannamelerde bil-cümle (hep, bütün) evlad-ı İran’ın (İran neslinin) memleketin temin-i istiklâliyyeti (memleketin geleceği için) için Rusya aleyhine teşvik edilmekte bulundukları ve Haydar Kabilesi rüesasından (reislerinden) (Yalik Han)’ın Şahsuvariler ile birlikte Rus hududuna tecavüz ederek Bahr-i Hazer (Hazar Denizi) mıntıkası dâhilinde bulunan (Lenkeran) kurbundaki (yakınındaki) (Kızıl Ağaç)’a kadar ilerledikleri de Neue Freie Presse (Yeni Özgür Gazete) cümle-i müstahberatındandır (haber alınmıştır).
“Neue Freie Presse” Mısır ahvaline dairde şu malumatı neşr ediyor:
“İngiltere hükümeti Mısır’ı memâlik-i saireden külliyen tecrit etmiştir. İngilizler bununla iktifâ etmeyerek (bununla yetinmeyerek) Mısır’ın memâlik-i ecnebiye ile bilumum münasebetini kat’ etmeğe (kesmeğe) çalışıyorlar. Mısır prensleri ile eşrafı hakiki bir nezaret altında (kontrol altında) bulundurdukları gibi bazıları da ihtiyaten hâbis edilmiştir (hapsedilmiştir). Makam-ı hilafete sadık bulunan zabitandan birçoğu oradan tard (uzaklaştırılmıştır) edilmiştir. Bunların yerine Hindistan askeri ikame edilmek isteniliyor. Hıdiv’e, Mısır’a avdet etmesi tenbih edilmiştir. Mısır ahalisi İngiltere’yi, Paris, Berlin, Londra ve El-Cezire muâhede-nâmelerini (andlaşmalarını) ihlal etmekle itham ediyor ve İngilizleri takbîh (beğenmiyorlar) eyliyorlar.
Viyana dâr-ül-fünûnu profesörlerinden Doktor (Eugen Oberhummer)’de İran ve Afganistan’da hükümferma olan galeyana dair aynı gazeteye yazdığı makalede diyor ki: İran ve Afganistan’dan varid olan malumata göre bilhassa İran’da Rusya ve İngiltere himayesi aleyhinde bir kıyam hazırlanmakta bulunduğu anlaşılıyor. İbranın İngiltere ile Rusya arasında mün’akid (iki taraf arasında resmi olarak kabul edilmiş olan) muâhedât (anlaşma) mûcibince biri İngiliz ve diğeri Rus olmak üzere iki daire-i nüfuza münkasım (bölünmüş) olduğu malumdur. Muâhedat-ı mezkure-i ihkamına tevfikan (Zikr olunan anlaşmaya uygun olarak) bu iki hükümet İran’ı kendi aralarında bî-taraf add etmişlerdi. Varid olan malumata göre İran’ın garb-i şimaliyesinde yani Osmanlı hudutlarına yakın olup Rusya tarafından işgal olunan mahallerde müsâdemât (çarpışmalar) vuku’ bulmaktadır. Ancak bu kıyamın yalnız bir kabile tarafından mı tertip edildiği veyahut tekmil-i memalik İraniye’ye mi şamil bulunduğu henüz meçhuldür. Rusların İran’dan çekildikleri haberi tahakkuk (gerçekliği anlaşılma) edecek olursa, bu tedbiri bir zaruret ve mecburiyete hamletmek lazım gelecektir. Her ne kadar Ruslar halen Avrupa kıtasında İngilizlerle birlikte harp etmekte oldukları cehitle İngilizlerin İran’daki daire-i nüfuzlarını tevsî’ etmek teşebbüsünde bulunmayacaklarına emin oldukları için artık İran’da asker bulundurmağa ihtiyaç görmemiş olabilirlerse de İran’daki askerlerini çekmelerinin sebebi herhalde bu değildir. Zannımıza kalırsa Ruslar, Afganistan hudutlarında bulunan kuva-yı askeriyelerini takviye için İran’da bulunan kuvvetlerinden istiâne (yardım isteme) mecbur olmuşlardır. Meşhud (Mecid) ile Türkistan Rusya’da kâin (Aşkabat) arasındaki mıntıka, Bahr-i Hazer’den (Hazar Denizi) mürur eden şimendifer hattı güzergâhında bulunduğu için fevkalade haiz-i ehemmiyettir (önemlidir). Şu halde Rusya’nın o havaliyi askerden tahliye etmesi, yalnız Afganistan büyük kuvvetlerle Rus hudutlarına taarruz etmekte olması ile izah edilebilir. Afganistan hükümeti 1885 tarihinden beri elli altmış bin kişilik bir ordu ile iki yüz topa malik bulunmaktadır. Mamafih Afganistan emirinin beş milyon tahmin edilen ahalisinden daha bir miktar asker çıkararak bunları Türkistan Rus hudutlarına sevk edebilmesi mümkündür. Afganistan’ın (Kuşan) civarındaki şark-ı şimali hududu, Rus arazisi dâhilinde vâkî olan (merv) kasabasına şimendifer şube hattı vasıtasıyla rabt (bağlanma) edilmiştir. Afganlılar orada hudud-ı muvâsalayı kat’ (kesme, sona erdirme) ve Rus arazisine akın edebilirlerse yüksek dağlar üzerinde İraniler ile birleşerek (aşkabad) hattına kadar olan mıntıkayı işgal eder ve şu suretle Rusya’ya karşı mühim harekâtta bulunabilirler.
Hücum – İran kürt aşâiri rüûsayı nâfizesinden (kabilelerinin reislerinden sözü geçen) “Kurt bek yumru” ağa maiyetinde (beraberliğinde) gönüllü efrad ile “Urumiye” havalisinde kâin “mavet” mevkiindeki Rus asakir işgaliyesi üzerine şiddetli bir hücum icra etmiştir. Vuku bulan müsademe neticesinde Ruslardan iki zabit ile birçok nefer maktûl (öldürülmüş) düşmüş, bakıyakıyt -üs- süyûf (kılıçtan kurtulanlar) mecbur firar olmuştur.
Vuku bulan hücumları neticesinde Rus asakir işgaliyesini mecbur firar eden Kürt mücahitleri firarileri takiben ilerlemiş ve Urumiye’nin iki saatlik mesafesine kadar gelmişlerdir. Ruslar, gerek firar eden efradı himaye etmek, gerek mücahitleri mecbur ricat eylemek üzere kuvve-i imdâdiyye ve top göndermişlerse de nikat-ı hakimeye Kürtlerin hâkim olduğunu görerek bir şey yapmağa muvaffak olamadan avdet etmeğe mecbur kalmışlardır. Havali-i mezburede daha mühim vakayı tahdis etmesi muhtemeldir.
[Tasvir-i Efkâr muhabirinden]
Mütercim: Birsen SEZGİN
DENİZ MUHAREBESİ
(1)
Kuvvetli asab
Vay bahriyenin tarihi tekâmülünde “dretnot“ namı o kadar büyük bir ehemmiyetle yâd edilmeye başlamıştır ki bugün bu mühib (tehlikeli/korkunç) yılmazlar adeta başlı başına birer mihr-i zafer adlolunmaktadır. Fil-hakika dretnot, yahud bi- perva(korkusuz) sözü o kadar manidardır ki yalnız bu nam bile efkâr ve maneviyat üzerine müthiş bir te’iri icra etmeye kifayet ediyor. Fakat dretnotlar birer camid (cansız) çelik kütlelerdir; bina aleyh, cür’et ve perva yahud muhabbet ve nefret gibi tahsisattan mahrum bulunuyorlar. Asıl dretnotlar, hakiki yılmazlar Atlanta web design harbin encamına ve milletlerin mukadderatına hakim olan insanlardır. Evet, hakikatte insanlar düşmanın karşısına geçer ve topları, taretleri, makineleri, torpidoları idare ederler. İyi takdir edilmelidir ki, gemiler hiçbir zamanda iki millet arasındaki cidal-i mevcudiyetine bir netice-i kati vermeye kifayet edemez. Ancak insanlar ve daha doğrusu dimağlar, metin efkar ve asab temin-i zafer edebilir.
Hayatın mazhar-ı inkişaf olduğu her yerde la-yenkati(durmaksızın) müşahede edildiği vech ile akvam dahi efrad gibi cidal-i mevcudiyetle meşguldür. Ve bu cidal-i mevcudiyet yalnız bir kaide-i ebediyyeye tabidir: kavinin zebuna(güçsüz) fenalık atla galebesi. Bu kaide-i ebediyyeye göre, zaif kav’iye terk-i mevki edececektir. Tarih-i ilim, bu kaide-i ebediyyenin tabiatında mine’l ezel (ezelden beri ) icrayı hükm etmekte olduğunu gösterecek na-mütanahi(sonsuz) emsal ile doludur. Evet, tarih bize acı bir hakikati her zaman ihtar ediyor: yalnız kav’i ve zinde milletler yaşayabilirler.
Muvaffakiyet ecsam-ı camide(cansız cisimler) değil, efkâr ve a’sab-ı millet temin edebilir. Bir milletin mizan-ı kuvvet ve zindesini dahi o milleti