DONANMA MECMUASI 73 – 21,Kânunuevvel,1914
DONANMA MECMUASI 73 – 21,Kânunuevvel.1914
MÜSLÜMANLARIN ENZARI İNTİBAHINA
(Müslümanların nazarı dikkatine)
Ve se ya ‘lemullezine zalemû
( 26 / ŞUARÂ – 227) ( Zulmedenler yakında bilecekler)
Bu resim gaddar, vahşi, hain İngilizlerin Hindistan’da ika eyledikleri mezalimin bin sözden beliğ ispatıdır. Top ağzına bağlanan bu biçareler, Müslümandır. Her gün düşman elinde inleyenler, Müslümandır. İlanı cihat eden yine Müslümanlar?
İleriye Müslümanlar
Bu resmin aslı İngilizceden alınmıştır. Bir vakitler bi çare Hindistan ahaliyi mazlumesini tedhiş için yaptıkları mezalimi fotoğraf vasıtasıyla her tarafa neşir eden melun İngilizler, acaba şimdi bu vesikayı zulüm ve vahşete karşı ne diyecekler?
SİNİR MUHAREBESİ
***
Tanin refikimiz; Bu calibi(çekici) nazar ünvanı geçen nüshalarından birinin baş makalesine sür nâme ittihaz etmiş idi. Asrı hazırın en büyük kumandanı sıfatını bihakkın ihraz eden Mareşal Hindenburg’dan mülhem olan bu unvan; Bugün mecmuanın sahifeyi evveline de sür nâmeyi beyan oluyor. Zaten vukuat; pek maddi surette isbat ediyor ki harbi yapan asabdır. Refikimiz kuvveti asabın lüzumundan bahis ettiği sırada hâlâ içimizde mevcut olan – eğer tabiri caiz ise – eracif (yalan) sanilerinin (yapan) efsanelerine kapılmak vacibine (zorunluk) ihtar ediyor. Tamam zamanında bir ihtar. Çünkü her gün pek çok emsaline tesadüf edildiği üzere sürâh (gedik) ihtifade (saklanma) duran bir kirve yine kulaktan kulağa bir şeyler fısıldamağa başlamışlardır.
Hükümeti askeriye, memleketin içinde gezinen bu heyûlâyı (zerre) aracifi pek güzel teşhis ettiği cihetle vaktiyle şedid bir ihtarname ile herkese vazifesini anlatmış idi. Ne çare ki, bir kısım halkın zindeği (canlılık) asabı bahsindeki ihmal ve tesamuha hissi bile kasten ortalığa yayılan rivayeti sahifenin menbaını kurutmak kabil olamıyor. Çünkü bazıları işittiği yalanları hir-i cân (canı gibi saklama) ederek çok bilgiç görünmek emeli makduhanın (ayıp) neticeyi seyyiesi (kötülük) olduğuna şüphe edilemeyen <bir tavırı ukala pesend-âne> ile ötekinin kulağına fısıldamağı hoş görüyor. İnsan öyle akıl kabul etmez, mütâlaâta tesadüf ediyor ki, sinirlenmemek için manii nefis edemiyor. Bu da ayrıca bir sinir harbi oluyor. Zaten bunun içindir ki bizde <sinir muharebesi> sürnamesini intihab ettik.
Bu makaleyi yazan muharrir aciz. Pek çok seneler bu yalan amillerinin tetkiki hüviyyet ve tahkiki sanatlarıyla iştigal ettiğinden ihtisas derecesine varan bir salahiyetle bu guştanileri tanır. Bu bed-hâhâne (kötülük), ekseriyet halkın derin düşünemeyeceğini pek güzel takdir ettikleri içindir ki, ebedi ve hain düşmanlarımızın silah kuvvetiyle yapamadıklarını sözle, yalanla hem de dahilden becerebilmek ümidiyle çalışırlar. Bunlar kısmı, kısımdır. Bir kısmı yüksek gazinolarda, şurada burada her şeyi bilen bir adam sıfatıyla otururlar. Salahiyettar zevatın istiskaline (yüz vermeme), infialine zerrece ehemmiyet vermeyecek kadar terbiyeden, histen mahrum oldukları için laubaliyane (saygısız) selam vermek, bi bahane meclislerine sokulmak bunlar için ufak işlerden sayılır. En büyük iş ise buradan başlar. Çünkü o teması kendisinin vereceği malumatın vüsukuna (anlaşma) senet ittihaz ederek ortalığı yalana boğmak artık kolaylaşır. Bir kısmı ise ayak muhabirleridir. Nazırın, devairin içinde öyleleri vardır ki, derhal kulaklarından tutup memleketten atmak zamanı gelmiş değil, çoktan geçmiştir. Bir metanin müşterisi olmayınca amili de olmaz. Bu sanayii nefise (!)erbabının bu diyarda vücuduna nazaran müşterisi de elbette içimizdedir. Kabahat ise, onlardan ziyade bizde olduğu mülahazaya bile muhtaç olmayan hakayikı elimedendir. Yanımıza gelen her yalancıyı kovmayı öğrensek, tatlı dille bizi zehirlemek, asabımızdaki kuvveti, kalbimizdeki imanı zayıfa duçar etmek isteyene karşı kavi yumruklarımızı – çünkü onlar başka şeyden anlamazlar – göstersek bu günkü zaferimiz, kuvvet maneviyatla duble olur. Evet harp ediyoruz. Hem öyle bir harp ki, hayat ve memat mücadelesi demek bile tavsif mahiyetine kifayet etmez. Her zorluğa göğüs vereceğiz. Zoru gördükçe kaçmak değil üzerine varacağız. İnsan her şeyi katlanmağa razı oluyor da, hûn-i hamiyyet rizan olurken(milli onur kanı dökülürken) yalan söylemekten utanmayan mahlukları gördükçe sinirlenmekten manii nefis edemiyor. Zayıf itmanın, nabimehl helecanın (sonsuz heyecan) bir ümit için musibet olduğunu bilenler, bu hakayıka karşı lakayt bulunanları yalanla, dolanla iğfale, kalkıştıkça bizim vazifemiz, refikamızın vazifesi hep bu olacaktır. Kendini bilen, dinini, memleketini seven her fertte böyle yapmalıdır.
donanma
HEM LEVHA HEM KAB
Bizi tevcihleriyle minnettar eden kârilere gelecek hafta bir hediye daha takdim edeceğiz. En meşhur ressamlardan birinin eseri nefisi bulunan bir tabloyu mecmuanın kabıyla neşir edeceğiz. O suretle ki o levha kabından kesilecek olursa güzel bir levha olur. Klişesi Viyana’da sureti mahsusada celb ettirilen böyle bir levhanın mecmua bedeline sebebi takdimi rağbet milletin her gün tezayüdüdür.
VUKUAT-I AHİRE-İ BAHRİYE
Falkland muharebe-i bahriyesi- İngiltere sahilleri yine Alman mermileriyle yanıyor.
Falklanda muharebe-i bahriyesinde iki netice, iki muzafferiyet husule geldi: Biri maddi, diğeri manevi. Maddi netice ve muzafferiyeti İngilizler, manevi netice ve muzafferiyeti ise Almanlar kazandı. Ebhar-ı muhitede(denizlerin çevresinde) İngiliz ticaret bahriyesine mütavali(ard arda) darbeler indiren bu kruvazör filosunu imha etmekle İngilizler kendi ve müttefiklerinin tüccar gemilerini Alman şefain-i harbiyesinin tecavüzünden kurtarmış oldular. Fakat, Şili sularındaki (koronel) muharebe-i bahriyesinde Alman kruvazör filosunun hemen hiçi bir hasara uğramadan (monmouth) ve (Good hope) zırhlı kruvazörlerini batırmış ve (glascow) namındaki seri’ kruvazörü de Şili limanlarından birine ilticaya mecbur etmesi, İngilizlerin gözünü a kadar korkutmuş idi ki, birici muharebenin bir intikamı demek olan bu ikinci muharebeyi son derece faik kuvvetlerle icra ettiler ve bu suretle (Falkland) muharebe-i bahriyesinin bütün şan ve şerefini, bütün muzafferiyet-i maneviyesini Almanlara kazandırmış oldular. Bu muharebe neticesinde sabit oldu ki şimdiye kadar genç ve tecrübesiz ad edilen, fakat gençliğin bütün mezayasını(meziyetler) haiz olan Alman donanması tecrübede fakat ihtiyar İngiliz donanmasına manen ve maddeten faiktir; ingiliz bahriyesinin yegana kuvveti, meziyyeti zırhlılarının fazlalığında, tevfik iddiasındadır. (Koronel) ve (Falkland) muharebeleri ispat ediyor ki İngilizler müsavi(eşit) ve hatta biraz daha fazla kuvvetle bile, Alman donanmasının karşısında muzafferane harp edemeyeceklerdir. Düşünmeli ki (Falkland) da kendilerine kim bilir kaç misli faik bir düşman filosuna karşı tamamı beş saat harp etmişlerdir. Halbuki iki taraftan bir çok zırhlıların iştirak ettiği (coşma) muharebesinin netice-i katiyyeyi (kesin sonuç) temin eden kısmı iki saat devam eylemişdi. Vazifesini ancak batmak, kaçmak veya teslim olmak suretiyle icra eden Rus donanması ile hasmına mürettebatının talim ve terbiye cihetle çok faik olan Japonlar arasındaki bu muharebeyi bir tarafa bırakalım; daha geçenlerde (ginesenu) ve (şarnhorst) zırhlı kruvazörleri ile (Lepzing), (Nürnberg),( Dresden) kruvazörlerinden mürekkep olan aynı Alman filosuyla İngilterenin (Good hope) (Monmouth) zırhlı kruvazörleriyle (Glascow) kruvazörleri ve ( Otranto) muavin kruvazörü arasında cereyan eden muharebe anca elli üç dakika devam etmiştir.
(Koronel) muharebesinde, iki taraf kuvvetleri Almanların biraz tefevvukuna (üstün olma)rağmen , müsavi denilebilecek bir halde idi. Her iki filoyu top,sürat, zırh nokta-i nazarından şöyle bir tedkik edersek görürüz ki: top cihetiyle Almanların burda ateşi;
12 aded 21 santimetrelik
6 aded 15 santimetrelik
11 aded 10,5 santimetrelik
20 aded 8.8 santimetrelik
49 aded topdan mürekkep idi
(Nürnberg) kruvazörü muharebenin en son safhasına yetişebildiği için bu geminin burda ateşi teşkil eden 5 aded 10,5 santimetrelik topu yukarıyı hesapta dahil değildir. Buna mukabil İngilizlerin burda ateşi;
5 aded 23,4 santimetrelik
19 aded 15 santimetrelik
14 aded 7,6 santimetrelik
5 aded 10,2 santimetrelik
40 topdan ibaret bulunuyordu.
Bu muharebeye iştirak eden (Otronto) namındaki muavin İngiliz kruvazörünün mücehhez olduğu topların kuvvet ve miktarı meçhul olduğu için cetvelde dahil değildir..
Sürat-i cihetiyle, Almanların en az seyr eden gemisi 22,5 mil gidiyor, buna mukabil İngilizlerin en ağır giden sefinesi bir mil fazlasıyla 23,5 mil seyrediyordu.
Zerre cihetiyle (Good hope) ile (Şarnhorst) ve (Ginesenu) 15 santimetrelik zerre kavşaklarla mücehhez oldukları için yekdiğerine müsavi (Monmouth) ise biraz daha hafif olarak 10,5 santimetrelik zırhla mahfuz (korunmuş) idi.
Almanların top ve zırhça olan cüzi tefevvukuna mukabil İngilizler süratçe haiz-i rüchan (üstünlük) idiler ki bunun kendisi için münasib, düşmanı için gayri muvaffak vaziyet ve mesafede harp etmek gibi büyük bir tabyaya faydası vardır.
İşte yekdiğerinden pek az farkla arasında cereyan eden (Koronel) muharebe-i bahriyesi elli üç dakika zarfında Almanlar galebe-i katiyyesiyle neticelenmiştir. Topları muattal (kullanılmaz hale gelmiş) bir hale gelerek muharebe meydanından firar eden (Monmouth ) kruvazörü en son dakikada harbe girişen (Nürnberg)’in şiddetli bir ateşiyle batmış, (Glascow) sürat-i seyri sayesinde batmaktan yakayı kurtarmış ise de anlaşılan pek ziyade hasar olduğu için Şili hükümetine teslim olmuş (God Hope) ise civarda bir limana kadar girebilmiş ise de, o da orda batmıştır. (Otranto) muavin kruvazörü) ise daha harbin ibdasında (başında) bir iki mermi yer yemez, arkadaşlarının muavenetinden mahrum bırakıp kaçmıştır. Muzaffer Alman gemileri ise pek az ve ehemmiyetsiz hasar ile çekilip gitmişlerdi.
Bu muharebenin mürurundan (sona ermesinden) bir müddet sonra Amerika’yı cenuptan gelen telgraf nameler müttefik devletlerin yirmi yedişer kat’i sefinesinden mürekkep üç filonun Alman kruvazör filosunu takip etmekte olduğunu bildiriyordu. Alman kruvazörler bu kadar sefinenin elinden kaçamayacaklarını, nihayet bir gün kahraman (Emden)’in şanlı fakat müthiş akıbetine uğrayacaklarını biliyorlardı. Amiral (Von Spee) neticenin böyle olacağını daha harbi umumiyyenin bedayetinden beri bilmekle beraber bi-taraf bir limana iltica etmeyi Alman hiss-i vazifeye ve feda-karisine( fedakarlık), Alman bahriyesinin şan ve şerefine yakıştıramıyordu. Harp gemilerinin muharebe zamanında bir-taraf devletlere iltica etmek için değil düşmanla dövüşerek batmak veya batırmak, mağlup veya muzaffer olmak için inşa edildiklerini düşünen Alman bahriyelileri kemal-i metanetle bekledikleri akibete nihayet duçar oldular.
Kruvazörler (Falkland) açıklarında pek faik düşman kuvvetlerine tesadüf ederek, beş saat arslanlar gibi dövüştükten sonra battılar.
Ahiren İngilizler menabi’nden (kaynaklarından) gelen haberlerden Alman kruvazör filosunu mahv eyleyen düşman filosununu iki İngiliz, iki Japon, bir Avustralya dretnotuyla sefain-i saireden mürekkep oldukları anlaşılıyor. Halbuki muharebe meydanından kaçıp kurtulmuş olan (Nürnberg) ismindeki on toplu hafif kruvazörü takip ile batıran İngiliz filosu bile başına yalnız başına bütün Alman filosuna mütefevvik (üstün gelen) bir kuvvet teşkil ediyordu. Bu filoyu terkip eyleyen (Şanon), (Aşil), (Koşeran),(Natal) sefineleri İngiliz zırhlı kruvazörlerinin en seri ve en kuvvetlilerinden ma’duddur(sayılı). Bunlardan (Şanon) 14.800 tonluk ve 23 mil sürati haiz, dört adet 50 çap tul’unda(uzunluğunda) 23,4 santimetrelik ve yine aynı tul’da on adet 19 santimetrelik, büyük on altı adet 7,6 santimetrelik küçük topla mücehhezdir.
Diğerleri ise 14.750 ton cesametinde, 23,5 mil sürati haiz, altı adet 47 çap tul’unda 23,4 santimetrelik, 50 çap tul’unda dört tane 19 santimetrelik 24 adet de 4,7 santimetrelik topla tecviz edilmişlerdir.
Görülüyor ki Alman kruvazörlerini imha eyleyen müttefikin kuvve-i bahriyesinin yalnız bir fırkası olan bu dört kruvazör bile (Şarnhorst) ile (Giesenu)’a karşı iki misli faik idiler. (Times) muharriri bahriyesinin iki İngiliz, iki Japon dretnotunun bur harbe iştirak ettikleri yolundaki itirafatı( itiraflar) yanlış telakki(kabul etmek) etsek bile her halde (Avustralya) namındaki dretnotunun o sularda bulunması hesabıyla bu muharebeye dahil olduğu muhakkakdır. Bu sefine-i harbiye ise 19,500 tona cesametinde, 27 mil sürati haiz, sekiz aded 30,5 santimetrelik müthiş toplarla mücehhez olduğu için tek başına bütün Alman kruvazör filosuna karşı nisbet kabul etmez bir tefevvuku (üstünlüğü) haiz idi.
İşte müttefikler, bu kadar azim kuvvetlerle o beş kruvazöre hücum ettiler ve top, zırh, sürat cihetiyle haiz bulundukları müthiş tefevvuka rağmen (Şarnhorst)’u üç saatte (Ginesenu)’yu ise ancak beş saatte batırabildiler. Muharebenin müddeti devamından Almanlar nasıl müthiş bir surette harp ettikleri ve ölümlerini pek pahalıya sattıkları anlaşılıyor. Alman kruvazörlerinin pek faik bir düşman karşısında beş saate devam eden mukavemet-i diliraneleriyle (cesaretleriyle) (Koronel) muharebesinde İngiliz kruvazörlerinin kendilerine ancak müteffevvuk bulunan Alman gemileri karşısında ki elli üç dakikalık tahammülleri mukayese ediliyorsa Alman bahriyesinin İngiliz bahriyesine ne kadar faik olduğu meydana çıkar.
(Falkland) muharebe-i bahriyesi Alman inşaatı bahriyesinin, Alman bahriye topçuluğunun mükemmeliyetini ve Alman mürettebatının maharet ve şeciat cihetiyle İngilizlere faikıyyetini(üstün olma) isbat etmiş olmak hesabıyla Alman bahriyesi için büyük bir muzafferiyet-i maneviye teşkil eder.
İngiltere sahilleri yine Alman mermileriyle yanıyor. (Falkland) muharebesinin, Alman bahriyesinin maneviyatı üzerinden hasıl ettiği te’siri göstermek gibi Alman kruvazörlerinden mürekkep bir filo, o müthiş fakat korkak İngiliz armadasının burnunun ucundan geçerek İngiliz sahillerini ikinci defa topa tuttu. Almanlar bu hareketleriyle,aleme kendilerini, “deniz kurdu“ satan İngilizlere adeta meydan okuyorlar.
16 kanuni evvel (Aralık ayı) günü henüz sabah olurken, (Hartlepool) ve (Scarbrough) da şimal denizinin sisleri içinde pinhan ve peyda (gizli ve açık) ufuklarından bazı harp gemilerinin mühip (heybetli) heyulaları (korkunç boyutlarda) görülüyor. Sabahleyin erkenden işlerine giden (Hartlepool) şehri ahalisi bu sefineleri muazzam İngiliz donanmasının aksamından(parçalarından) add ile seyrü temaşa (bakıp seyretmek) ederken birden bire müthiş bir mermi yağmuru başlıyor. Yarım saat devam eden ateşten, istihkamet (kuvvetli siperler), mebani belde, gaz depoları, Alman ordusunun istilası halinde müdafaa edecek olan muhafaza topları hep hisselerini alıyor. (Scarbrough) ve (Wibty) de ise diğer bir Alman zırhlısı ile kruvazörü elli mermi atarak-İngilizlerinde itiraf ettikleri üzere,hasaratı külliye ika’ ediyorlar. Alman gemileri, üzerlerine hücum eden torpido muhariplerinden ikisini batırdıktan birini de yaraladıktan sonra ortadan kayboluyorlar. Bombardıman esnasında şehirlerde hiç bir telaş ve bozgunluk olduğu da İngiliz tebligatı resmiyesinin hatmesini teşkil ediyor. Tabi soğukkanlı İngilizlere de yaraşan budur!
İngiliz sahilini topa tutan Alman filosunun, hangi gemilerden mürekkep olduğuna ve hangi tariki (yol) takiben, İngiliz donanmasına gözükmeden, ta (Hartlepool)’a kadar gittiklerine dair şimdilik bir ma’lumat yoktur. Son derece şayan-ı takdir bir maharet ve şeciat ile sevk ve idare edilen bu akının bizim (Yavuz)’un işi olan (saydliç), (moltke), (von der tann) dretnotu kruvazörleri ile aynı sürati haiz hafif kruvazörler tarafından icra edilmiş olması pek muhtemeldir. Alman donanması bu hareket de bulunmakla siyasi ve askeri iki maksad takip etmiştir.
Maksad-ı siyasi; İngiliz donanmasının mevcudiyetine rağmen büyük Britanya’nın her zaman duçar-ı tecavüz olabileceğini ve aynı zamanda müthiş armadanın (donanmanın) öyle zan olunduğu gibi denizlere tamamen hakim bulunmadığını göstermeye ma’tuftur(meyillidir).
Maksadı askeriye gelince: İngiliz donanması Alman tahtü-l bahrileriyle sabih torpillerinin sebebiyet vereceği zayiattan korkarak harp limanlarına o kadar sıkı sıkı kapanmış idi ki Amiral seyri (celiko)’yu biraz faaliyete getirmek ve sonra mümkün olursa bir kaç vahid (tek,bir)harbini (harbe mensup) daha denizin dibine indirmek için Alman sefain-i harbiyesinin böyle bir akın yapmaktan başka çaresi yoktu..
Alman donanmasının şu son akını, tahtü-l bahriler ve sabih torpillerinden korkarak müstahkem limanlardan çıkmayan İngiliz donanmasının korkaklığını bütün aleme ispat etmiştir. Çünkü bu güne kadar Alman sahilleri henüz tek bir İngiliz mermisine ma’ruz olmadığı halde İngiliz toprakları, iki defadır, Alman sefaini tarafından topa tutuldu.
Almanya’nın kendi sahilini muhafaza için topları, tahtü-l bahrileri, sabih torpilleri var da İngiltere’nin yok mu? Almanya’nın otuz otuz beş tahrü-l bahrine mukabil, İngilizlerin yüze karib tahtü-l bahri, Almanya’nın 170 torpido sefinesine karşı İngiltere’nin 300 kadar aynı cinsten gemisi var. Alman sahili nasıl toplar, sac torpillerle mahfuz ise İngiliz sahilleri de aynı suretle taht-ı müdafaada bulunuyor. Fazla olarak İngiltere’nin müthiş ve Alman kuva-yi bahriyesinde adeden pek faik bir de açık deniz donanması var. Böyle olduğu halde İngiliz filoları limanlarda yatmaktan başka birşey yapmıyorlar. İngiliz donanmasının hiç olmazsa mukabil akınlar bile yapmaktan ictinabi(çekinme) gösteriyor ki bu azim-i armada artık (Korkak) sıfatına bi-hakkın (tamamıyla) kesb-i liyakat (layık olma) etmiştir.
Abidin Daver
MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN
HARBİ UMUMİDE RUSYAYA BİR NAZAR
Muharriri: Ebû-l Fuad Refik
_______________
Rusya coğrafya Sevk-ül-ceyşisi (strateji)
– medhal –
Mabat:
1824 tarihinden 1886 tarihine kadar Sibirya’da 672,825 kişi muhaceretle mütevattin (vatan edinmiş) olmuşlardır. Bu miktar son senelerde bir o kadar miktar daha tezayüd eylemiştir.
Bâlâdaki istatistik cedvellerine derç olunan miktardan müsteban (açık) olacağı veçhile Rusya devletinin mesahayı şathiyesi 3 asır ahir tarafında harikulade kesbi cesamet eylediği gibi, nüfus dahi yirminci asrı miladi iptidalarına kadar zayıf derecede tezayüd etmiştir.
Vakıa Rusya’ya ilhak olunan memalik Almanya imparatorluğuna iltihak edenlere nazaran daha vasi ve cesim ise de Almanya ya (Prusya)ya munzamm olan memalikte nüfus meskünenin kesreti, sanayi ve servetin vefreti (bolluk), asarı medeniyetin vüs’atı (genişlik) gibi bir hükümetin tezyidi kuvvetine ve teşyidi satvetine badi olan kaffeyi vasaiti haiz bulunduğu halde bilakis Rusya devleti tarafından istila olunan memalik ibtida emirde hükümete kuvvet yerine zaaf iras etmişlerdir.
Bunlardan on üçü taarruzi ve yalnız üçü tedafüi (müdafaa) halinde olmuştur. Rusya’nın taarruzi esfarı (sefer) bir veçhe ati cetvele derç olunmuştur.
Seneler: Mülahazat:
1768 – 72 Seferlerinde Rusya ordusu Tuna’ya kadar gelebilmişti.
1788 – 92 Seferi
1798 Seferinde Rusya devleti Avusturya ile müttefiken Fransa
aleyhine ilanı harp edip mezkur seferde <Suvorov>un
tahtı kumandasında olmak üzere 30,000 nefer
kuvvetinde bir Rusya ordusu İtalya ya ve <Gorchakov>
kumandasında olmak üzere 100,000 nefer kuvvetinde
diğer bir ordu İsviçre ye sevk olunmuştu.
1805 Seferinde 120,000 nefer kuvvetinde olup Ren nehri
istikametinde sevk olunan bir Rusya ordusu Allevadisine
kadar muvasalatla Kotvezof kumandasında olmak
üzere Dürnstain, Österlich civarında Fransızlara
Napoleon’a karşı muharebat hun-rizaneye (gaddar)
girişmişlerdi.
“Avusturya ve
İsveç ittifakıyla”
1807 Seferinde 120,000 kuvvetinde bir Rusya ordusu
Prusyalılarla müttefiken Eyland , Friedland
civarlarında Fransızlara karşı muharebeye girişmişti.
1809 ‘da Rusya devleti Fransızlarla müttefiken Avusturyalılar
aleyhine 80,000 nefer kuvvetinde bir ordu sevkle
Krakow’u istila etmiş idi.
Seneler mülahazat
1806 – 12 Seferlerde Kotvezof’un tahtı kumandasında olmak
üzere 150 bin nefer kuvvetinde bir Rusya ordusu
memleketini işgal ve Tuna’yı ubur (karşıya geçiş)
eylemişti.
1813 – 14 seferinde 150,000 nefer kuvvetinde bir Rusya ordusu
Almanya ve Fransa dahilinde harp ederek 120,000
nefer kuvvetinde olduğu halde düveli müttefike
ordularıyla beraber Paris’e duhule muvaffak
olmuştu.
1828 – 29 ‘da Avrupa ve Asya’da olmak üzere 160,000 nefer
kuvvetinde bir ordu ile muharebe eylemişti.
1830 – 31 ‘de Diebitsch ve Paskevich tahtı kumandasında
160,000nefer kuvvetinde bir ordu Lehistan’a memur
olmuştu
1849 ‘da Avusturya ile müttefiken Paskevich ve
Lavdros’untahtı kumandasında olmak üzere
200,000 nefer kuvvetinde bir Rusya ordusu
Sibenburgen’in ve Macaristan’a duhul ile
karşılarına çıkan orduyu def ve tenkile muvaffak
olmuştu.
1853 – 54 seferinde 150,000 nefer kuvvetinde bir Rusya ordu
su memleketini tahliye ile ricata mecbur olmuştu.
1877 – 78 seferinde Rusya biri 300,000 nefer kuvvetinde
olmak üzere Avrupa’da ve diğeri 150,000 nefer
kuvvetinde olmak üzere Asya’da iki ordu ile
muharebe etmişti.
1890 Rusya Japonya ya karşı muharebe etmiş ve neticede
mağlup olmuştu.
Seneler : Rusya devletin hal tedafüi olarak icra eylediği
muharebat bir veçhe atidir:
1707 – 9 ‘da Rusya devleti 100 – 150 bin nefer kuvvetinde bir
ordu ile on ikinci Karl’a karşı
1812 ‘de 500 bin neferle Napoleon’a karşı
1854 – 55 ‘de 500 bin neferle memleketin, Kırım ve
Kafkasya’daolmak üzere düveli müttefikeye karşı
müdafaada kalmağa mecbur olmuştu
<<mabadı var>>
NASIL GİTMİŞLER
<><><>
DERNE – 8,MAYIS,1911
Dokuzuncu makale:
Manzara süratle değişti. Derenin derinliği sığlaştı. Suyun yataği, büyük hamleli su parçalarından serbest kaldı. Sonra, lâ-yuadd (sayısız) zakkum çiçekleriyle doldu. Dağ, dikliğini azalttı, tatlı bir meyil gösterdi, yeşilliği yelpazeledi. Vakit vakit kırılarak, küçük dere parçalarına yol açıyordu. Bazen, dediğim gibi, sağır ediyor. Fakat bu haliyle görünüyordu ki; Bizim <Pera Alpi>den getirilerek buraya konmuş bir parçadır. Hava serin ve mühtezz (çok sevinen), sanki Afrika, bin mil uzakta. Bir su men bağı şeffaf, serin ve canlı, kayalardan büyük bir şarıltı ile akıyor. Bu haliyle <<Kilimanjaro>> daki dereciklerden birini de andırıyor. O halde, bu şehirde hiç noksan yoktur. Derne, istikbalde Trablusluların hakiki <Simla>sı (1) olacaktır.
Vadi, gayri meskun ve gayri mezruadır (ölçüsüz). Onun fevkalade güzelliği, Arapların nazarı dikkat ve ehemmiyetlerini celp etmek için, çok mahdud ve taşlıktır. Bazı bedevi çadırlarına tesadüf ettik. Bazı uzak parçalara arpa ekiyorlar. Beygirlerini, ineklerini, koyunlarını dağın iyi çimenlerine otlamağa salıyormuşlar. Yolumuz bazı dereciklerle kat olunuyordu. Bunlar, gayri muntazam bir surette inerek, biraz uzakta, biri birinden ayrı, müstakil ve sakin göller yapmışlar. Daha yukarıda, dağın noktayı maktuasında, Derne’ye isal eden kanalın önünde, su akarken daha büyük bir men bağdan alıyor. Dürbün ile baktım. Kuvvetli bir topraktan, güneşe doğru, büyük bir hendek açılmış. Suyun üç rebi (arazi), miktar olan yere vasıl olmadan ve güzel çeşmeler dâhiline alınmadan, tebahhura ve toprağın kairine (derin) terk edilerek zayi oluyor. Vadilerden hiçbir nam muayyeni olmayarak şarıl şarıl akan bu soğuk, şeffaf ve temiz su, eğer buralar içine alınarak, hiç zayi edilmeden, istenilen taraflara götürülse, yüz bin ile meskûn bir şehrin, su ihtiyacını temine kifayet eder.
Fakat daha memnuniyet bahş bir hadiseyi nâgeh-zuhûra (ansızın) dikkat ettim. Bir aralık gördük ki, dere müteferrik (dağınık) kayaların bir uçurum teşkil eden noktasında, yirmi beş metrelik bir atılışı ile parçalanarak, çağıltılı, köpüklü, azametli bir şekil oluyor.
Bir şelalede, Trablus’ta, sahra ile deniz arasında var. Şelaleyi serap…
Bu suyun bir kanalı yolda bazı değirmenleri canlandırarak, Derne’ye getiriliyor. Bunların hepsi, sanayii mahalliye için istimal olunabilir. Kesbi (kazanç) tümden eden Derne şehrinin ve limanın elektrikle tenviratına ve radyo telgrafına, vesaire havâyiç-i mahalliyesine fenni bir surette istifade edilir. Şehirlerden altı kilometre kadar uzakta bulunduğumuz anda, içimizden hiç kimse, daha ötede bazı şelaleler bulunup bulunmadığına dikkat etmek kaydında olmamıştı.
***
* * * * *
Yükseklere bir nazar fırlatmak için durdum. Silsileyi cibalin bu pür bereket sahayi fesihası, Derne ile Bingazi arasında, denizin üzerine doğru yayılarak, oradan bütün vasatıyla sahraya kadar gidiyor. Bana munis ve nazik şövalye Arven’ine rehberlik etti. Arven’a Derne’de bulunan dokuz on İtalya’nın faaliyete mukadder olacağı hayaliyle buralara gelmiş ve sekiz senelik aşk mefzûlü (fazla), şedid evliyasını hala zayi etmemiş. Arven bir tepede vasi bir parça toprak satın almış. Bir Araba ait, binlerle hektarlık gayet vasi bir malikane ile bir şirket teşkil etmiş. Bu garip azim malikanesi üzerinde, bir Avrupa istimalinin tecrübesine, ciddi bir surette başlanmış. Zeytin ağaçları dikmiş. Buğday ve arpa zürra için pek azı, şimdi Arven’in toprak tecrübelerine müteaddidane hürmet ediyorlar. Bu dağ kıyılarından, çalılıklarından hızlı at yürüyüşüyle giderken, çektiği meşakkati, aldanışlarını ve ümitlerini anlatıyordu. Bizim aşağımızda deniz, mütemadiyen kabarıyor, büyüyordu. Bir çift saat zarfında, en yüksek tepenin eteğine vasıl olduk. Ufkun en son münevveriyeti, hududuna gelinceye kadar, tepenin her parçasında toprak kıp kırmızı. Sanki henüz dumanı çıkan taze bir kan. Şayanı hayret bir toprak. Zengin çiçekli, asırlardan beri dinlenmiş. Hatta o kadar yumuşak ve tatlı bir toprak ki; At dörtnala gittiğinden, dört tırnağının battığı yerlerin intibaatı görülüyor. Büyük yeşillikte, azim bir tenhayı ve sükun hükümran oluyor. Aşağı doğru bazı uzun iniş silsilelerinin bazı merkezlerinde, yeşil gölgelik içinde, Derne’nin bazı firari parçaları, ince ve mütekatti fışkırıyorlar. Kırmızı toprak sahası, yeşil ve altın sarısı ile lekeli, bu ekindir. Güzel, bereketli, başaklarının sıkletinden eğilmiş. Bazı bedevi çadırları gurupları ve bazı beygir sürüleri…
____________________________
- (1) Simla (Shimla) Hindistan’ın şimal garbi köşesinde Pencap eyaletinde ve Dehra Dun’ün 272 kilometre şimal garbisinde olarak Himalaya silsilesinin garbi cenubi şubelerinden birinin sırtında 2140 metrelik irtifada kaza merkezi bir kasabadır. 13260 ahalisi vardır. Havası pek latif ve sağlamdır. İngilizler tarafından tesis edilmiş bir kasaba olup gittikçe büyümektedir.
(kamus-ul-a’lâm)
İngilizler CEZİRE-İ MUHAMMED sebebinden mahv olacaklar
Bu ser-levhayı görüp izhar-ı kehanet(kehaneti ortaya çıkarmak) edilmek istenildiğine yahud son haftalar zarfında devlet-i aliyye-i osmaniyye ile İngiltere arasında tahaddüs (meydana çıkma) eden ihtilafından münbais (doğan/ileri gelen)bir hiss-i infial(gücenme) gösterildiğine hükm edilmemesi tavsiye ve rica olunur.
Abd-i aciz (aciz kul) cinsen ırken bi’t-tabi (doğal olarak) rus hilaf-giri(aleyhinde/karşı tarafı tutma)olmakla beraber alemi İslam’a karşı ika’ edilen siyasi entrikalar hakkında yirmi beş seneden beri yaptığı tetkikatta İngilizlerin din-i mübin-i İslam’a en ziyaden kin besleyen bir unsur olduğuna öteden beri kanaat hasıl eyleyerek her türlü saadet-i dünyeviyyesini mahv eden Rusları ehun-u şer görmekten kendisini alamamaktadır. Tabi beşerde fikr-i muhalefette meknuz (saklı) bulunduğundan bir insan en bedihi (açık olan/besbelli) bir hakikati kabul ve tasdik edememek halini izhar edebilir; fakat kendi fikr ve emelinin husulü için hakayık-ı (hakikatler)uluviyeye karşı alenen ve sırran(gizlice) tecavüzde bulunmak insanlığın ulviyyet-i tab’iylemütevafık(birbirine uygun) değildir.Heyet-i beşeriyenin muta bulunacakları kavanin-i ictimaiyyenin(sosyal kanunlar) tevali-i edvar(devam eden yüzyıllar) ile alacağı şekl-i tekamülün min-kable’l- rahman emr ve ihtar buyrulmuş olmasından ibaret olan din-i mübin-i İslam hakkında biraz derince tetkikat icra edenler bu hakikati teyyükkun(iyice/tam olarak bilme) ve hatta İngilz müdekkiklerinden (iyice tetkik eden) ekseri bu ciheti itiraf eylemekteler iken mahza (ancak) böyle bir din-i ulviyye salik (mürid/bir yolda giden) olduklarından dolayı Ehl-i İslam için en fena bir fikr besleyen İngilizler ahlak-i hamide ile muttasıf (sıfat) add olunamazlar. Harb-i umumiyyeyi ahir, bu harbe en ziyade tervic eden (tutma/destekleme) İngilizlerin mahiyeti ahlakıyyesi meydana çıkarmıştır. İngilizlerin bu harbde Almanlar aleyhindeki kaffe-i hareketinden pek iyi anlaşılıyor ki İngilizler Almanların fevk-i milliyetsever terakki ve temeddün (uygarlaşma) ettiklerini çekemiyorlar; yani İngiliz medeniyetinin fevkınde bir Alman medeniyeti olduğunu görmek istemiyorlar. Diğer tarafdan İngilizler sekizinci Henry zamanında-mahza (ancak/tek/sade) kralın karı kalıp boşamasını te’min için-büyük kiliseden ayrıldıktan sonra vücuda getirdikleri Anglikan kilisesinin neşr ettiği hissiyat-ı diniyyenin fevkinde bir dinin vücudunu görmeyide çekemiyorlar. İşte İslam aleyhindeki kindarlığın bu hiss-i hasedden ileri geldiği kolayca anlaşılıyor. İngilizler Almanları tekamül (olgunlaşma) medenilerinden dolayı nasıl mahv etmek istiyorlar ise din-i İslam’ıda tekamül-ü maneviyyesinden dolayı öylece ortadan kaldırmak istiyorlar. Alman medeniyetinin baisi (sebebi) ve hamiyyesi (milli onur ve haysiyet) Alman milleti, Alman hükümdarları, Alman ordusu olduğu cihetler onlar İngilizlere cezalarını vermeye çalışıyorlar. Fakat din-i İslam’ın hamiyyesi Cenab-ı Hak olduğundan min-tarafullah (ALLAH tarafından) İngilizlere ne gibi felaketler teveccüh edeceğine dair biraz teemmül (etraflıca düşünme) edilince ser-name-i makalenin (makalenin başlığı) mahiyeti meydana çıkar. Ancak bu babda biraz daha izahat verebilmek için ber-vech-i ati (aşağıdaki gibi) küçük, küçük fasıllar(ayrıntılar) vücuda getirilmiştir.
(1) Cezire-i MUHAMMED
Alem-i İslam’a iki ve mübeccel (yüce/ulu) bir ism bildirmekle kesb-i fahr (şeref/onur) eylerim ki o da : CEZİRE-İ MUHAMMED ‘dir. Bu muhterem ismi Asir sancağı dahilinde kunfuda iskelesinin otuz beş kilo metre cenupda ka’in el-kuzba’rhavalisiyle Hılli nahiyesi arasında seyyar Nevaşire kabile-i cesimesinin (büyük) şeyh-ül meşayihi iken üç yüz yirmi dokuz senesi eylülünde irtihal-i dar-i beka (ölme) eyleyen ”Ahmet bin Hıyre” den işitmiş idim.
Merhum muma-ileyh Asir’in hin-i fethinde(fetih anında) merhum Redif paşa ile gazi Ahmed Muhtar paşa hazretlerine delalette bulunmuş seksenlik, sadık devlet bir pir-i ruşen-zamirdir(hakikatleri bilen). Üç yüz yirmi sekiz senesi teşrin sanisindekendisinden Arabistan hakkında ma’lumat almakta bulunduğum sıralarda bir gün” CEZİRE-İ MUHAMMED” nam-ı mübareğini yad eylemiş ve bunun neresi olduğunu kemal-i tehalükle (istekle/can atma) sormaklığıma mukabil : yani biladi arap diye izahat vermişti. Müehhiren Asir ve Hicaz da görüştüğüm ulema ve umera-i arabla vuku bulan mübahasat (karşılıklı konuşmalar) neticesinde bu ünvan-ı muhteremin kadimen (eskiden beri) müsta’mel (kullanılmış/eski) iken her nedense asırlardan beri mensi (unutulmuş) kalmış olduğunu anladım.
CEZİRE-İ MUHAMMED hakkında bir eser-i der-dest tahrir ise de eserin ikmali (tamamlanması) Arabistan dahilinde seyehat ve tetkikat-ı mühimme icrasına va-beste (bağlı) bulunduğundan Cenab-ı Hakk tevfik ihsan edip tetkikat-i mezkure icra edilirse alem-i İslam’a bir fikr intibah bahş buyuracak olan (CEZİRE-İ MUHAMMED) nam-ı mübareği hakkında orada tafsilat-ı lazime (gerekli açıklamalar) verilecektir. Yalnız şimdilik şu hakikatin arzıyla iktifa olunur ki dünyada (CEZİRE-İ MUHAMMED) nam-ı mübecceli kadar mevzu’na muvafık(uygun) isim pek nadir bulunur. Çünkü evvela mefhar-ı (övünmeye sebep olan) kainat efendimiz hazretleri bais-i icad-ı alem(alemin yaratılmasına sebep olan) olmakla zaman hayat risalet-penahlarında (HZ.MUHAMMED) bil-fiil idare-i kudsiyanelerine geçirdikleri memalik bu gün (CEZİRETÜ’L ARAP/arabistan yarımadası) ismini haiz olan şibh-i ceziredir(yarımada).
Saniyen : Ceziretü’l-Arap’da mütemekkin (yerleşen/oturan) kavm-i necip-i arap, gerçi aribeler (halis arap),baideler,müsta’ribeler(sonradan araplaşmış) tabakatı (kat/tabaka) meyanında ki cerahimler, add, semud ve gasaniler ilahiri……gibi bir çok hükümat-ı arabiyye (arab hükümetleri) teşkil etmişler ise de tarihin pek eski zamanlarına karışmış olan bu hükümetler, bu kavm-i necibin fazailini (fazilet) kıtaat-ı saire-i arza tanıttıramamışlardı.
Yalnız Zat-ı hazret-i nübüvvet-penah (peygamber) dir ki gerek vücudu mübarekleriyle ve gerek min-tarafullahgetirdiği din-i mübin-i İslam ile Araplığa ulvi ve ebedi bir şeref bahş buyurmuşlardır. Binaen aleyh Arabistan şibh-i ceziresi memalikte ve ahali itibariyle doğrudan doğruya zat-ı hazret-i risalet-penahın malikanesidir ; yani burası ancak (CEZİRE-İ MUHAMMED) namıyla tevsime (adlandırma)layıktır.
(2) Kaptan Albukerk ve Portekizler
Bin beş yüz on beş tarihi miladisinde vefat eden, portekiz hükümetinin Hindistan hidivi kaptan Albukerk ; Arabistan şibh-i ceziresi hakkında mühim bir layıha (yazı/tasarı) ihzar etmişti. Muma-ileyh Aden’i topa tuttuktan, Ummanı istila eyledikten sonra- Mısır sultanlarının taht-ı vesayetinde icra-i hilafet eden- İkinci Abbasiyye ailesinin ve hamilerinin zaafından istifade ederek bütün Arabistan’ı işgal ile bir Hind hilafeti teşkil etmeyi ve böylece dindar Hintlilerin minnet ve şükranını kazanmayı kurmuştu; fakat Arabistan şibh-i ceziresinin (CEZİRE-İ MUHAMMED) olduğunu ve o şibh-i cezireye ancak Müslüman hükümetlerin sahip ve hadim olması mukadder bulunduğunu bit-tabi bilmiyordu. Muma-ileyh hükümetine arz ve teklif eylediği projeyi bidayet-i tatbikte dünyadan göçtü. Portekiz hükümeti ise böyle na-şinasane (bilmezlik) bir teşebbüse giriştiği için o günden itibaren azamet ve şevketini kaybetmeye başladı ; nihayet bugün ki herc ü merciye (darmadağınık/karma karışık) duçar oldu.
(3) Selim evvel ve hilafeti İslamiyye
Kemal-i teessüfle itiraf olunur ki Osmanlıların ve bil hassa Türklerin yakın vakte kadar meziyet-i ulviyyesini layıkıyla takdir edemedikleri padişahı zişanımızdan biri de cennet-mekan sultan Selim evvel hakkındadır. (Çok şükür ki ilan-ı meşrutiyetten sonra Sultan Selim’in mevki-i bülendi (mevkisinin yüceliği) biraz anlaşılmaya başlanmıştır.) Pariste matbu( (Adil ve zalim) muharririnden başlayıp aynı mesleğe salik (aynı yoldan gidenler) olanların kaffesi(hepsi) hakan-ı Müşarü’n İleyhin hilafet-i celiliyyeyi İslamiyyeyi hanedan-ı Osmaniyye intikal ettirmiş olmasını muaccize (sıkıcı/bıktırıcı/taciz eden) ederler. Fakat maa’l- şükran görülüyor ki asıl işte alakadar olan Arap kavm-i necibi bu meseleyi daha munsif-ane (insaflıkla) muhakeme ediyor. (Kutbi) tarihini gerek Müşarü’n- İleyhin ve gerek mahdum-u (oğul)şerafet mevsumları (isimlendirilmiş) Sultan Süleyman Hakanın vasf ve senasını(övgü) tezkar (anmak/hatırlamak) ile mali bulunduğu gibi bin üç yüz yirmi bir seneden ibaret olan devre-i hilafetin ancak dört yüz on senesini, yani sülusandan (üçte ikilik kısım) dun bir zamanının idare eden hanedan-ı Celil-i Osmaniyenin Arabistan’da vücuda getirdiği asar-ıdiniyyenin evvelki dokuz yüz on bir sene zarfında vücuda getirilen asarın iki üç misli raddesinde bulunduğunü gören muhterem evlad-ı Arab-kendisini bedayeten (hadimü’l-haremeynü’ş şerifeyn) ünvan-ı ihtiram-karanesiyle -saygılı/hürmet gösteren) teannun ettiren, Sultan Süleyman evvel hazretlerini ve ahlaf-ı kiramını (şerefli halefler) (seyyidü’l-kavm hadimi-mühimm) kavl-i celilinetevfikan (uygun olarak)kendilerine bir seyyid ve hakim olmak üzere tanımakla kesb-i fahr (onur/şeref kazanmak) ediyorlar.
Dün ve bugün Araplardan bir fie-i kalile (az cemaat) osmanlı hükümetine itaatsizlik etmiştir ve etmektedir. Fakat en adi bir kabilenin ruusa (reis) ve meşahiyi (şeyhler) zat-ı uluviyyet-i sıfat hazret-i hilafet penahinin(padişahın) nam-ı şahen-şahlarını( şahlar şahı/padişahlar padişahı) veya Sultan-ı saffet-i mübareklerini işitince hemen en büyük hürmet ve riayeti (saygı) arz ve ifade tehalük (can atmak) gösterirler. Şu hakayık-ı bedihiyyeye (apaçık hakikatler) kesb-i ıttıladan (bilgi edinme) sonra idda olunabilir ki ümem-i islamiye(islam ümmetleri) meydanında en munassaf bir en hak-perest ancak Araplardır.
Çünkü Türkler ile Türk ve Arabın gayr-i İslamın bir kısmı Hazret-i Selim mesele-i hilafette haşa müehhezede (çekiştirmek) yeltendikleri halde işte en ziyade alakadar olan Araplar mesele-i mezkurede gerek Hakan-ı müşarü’n-ileyhi ve gerek ahlaf-ı kiramını (şerefli halefler) tebcil (ağırlama) ediyorlar:
Ne mübeccel-i (yüce/ulu) meziyyet-i kavmiyye!
Bu bahs daha mutavvel (uzatılmış) olarak hanedan-ı Osmaniyye aid bir eserde gösterilmekte ise de burada biraz daha icale-i kaleme (kalem dolaştırma) lüzum görülmüştür.
Sultan Selim evvelin nasıl bir asırda hükümran oldukları tetkik edilirse İNNEDİNE İNDALLAHİL İSLAM (ALLAH katında tek hak din İSLAMDIR) buyuran Cenab-Vacibü’l-Vücudun (ALLAH) Hakan Müşarü’n-ileyhi ne gibi mukadderat (alın yazısı) ile halk (yaratma) eylediği kolayca anlaşılıyor. Her kar-u umurdapadişahlarının şahsiyetlerine mürtebit (bağlı/bağlanan) bulunan Osmanlılar on beşinci asır miladının nihayetlerinde ma’lumatta atalet(tembellik) ve rehavet (gevşeklik/ihmalkarlık) süluk(bir yolda olma/bir yol tutma) etmişler. Ve bu hali gören ecanib de (ecnebi) tasavvurat-ı istifade cuyaneye (arayan/arayıcı) germiyyet vermişlerdi. Ez-cümle (bu arada) papa Aleksandır Borjiya (Şehzade Cem) merhumu vesile ittihaz ederek envai entrikalar çevirmiştir. Fransa kralı sekizinci Şarl hemşiresinin vesayetinden (vasilik) çıkar çıkmaz gözünü İstanbul’a dikmiş ve Osmanlıları Avrupadan çıkarmayı kurmuştu ; Hele İtalya seferi bu tahayyüle (hayal) kuvvet veriyordu. Hindistanda ise kaptan (Albukerk) Ceziretü’l-Arabı istila ve tahrip ettikçe (Hilafet-i hindiyye) emelini beslemeye başlıyor idi. Fakat bu emel-perveranın hiç bir iaynı asırdan dokuz asır evvel Cenab-ı müfahir (övünen) kainatın irad (söyleme) buyurduğu ” LETÜFTEHANNE’L KONSTANTİNİYYE……. hadisi nübüviyyesinin mazmun (mana/ince söz)münifini(yüce/ulu) bi’t-tabi idrak edemiyordu. Hazreti risalet-penah( HZ.MUHAMMED) bu hadisi-i münif-i nübüvviyileriyle din-i İslamın Avrupaya idhalini (dahil etme) ve İstanbul’unda merkez hilafet-i İslamiyye ittihazını (edinme/edinilme) işaret buyurmuşlardı. Bir çok islam halifelerinin teşebbüsat-ı azim-perveranelerine rağmen İstanbulun fethiyle hadis-i nübüviyyenin ser’ine mazhariyet şerefi Hulefa-i Raşid(ilk dört halife), şehid-i said(mutlu şehit) Hazret-i Zinnureyn’in namını zürriyeten değil, semiyyeten(soy/sop) ilelebet muhafaza edecek olan, (Osmanlı) padişahlarına mukadder etmiş.
Hazreti Fatih’in İstanbul’u feth etmesiyle emr-i celili nübüviyyenin hükm-ü münifi ikmal edilmiş olmuyordu. Habib-i Ekremin arzusunu isaf (isteği yerine getirme) buyuran Cenab-ı Halik Zülcelal sultan Selimi halk (yaratma) eyledi. Müşarü’n-İleyh de hilafet-i İslamiyyeyi İstanbul’a nakle muvaffak oldu.
Sultan Selimden evvel ki asır, bizim bundan evvelki asrımıza pek benzer. Her iki asır ve hem biraderi ile geçmiş ve bir hareket ordusunun İstanbul’a vüruduyla (gelme/varma) hitam bulmuştur.
Yavuz Sultan Selimin ten-perveran (tembellik) ile menfaat-perestane arzusu hilafına (aksine/zıddına) olarak makam-ı ma’lisaltanatı işgalini müteakib gariptir ki sekizinci Şarl projesinden vaz geçti ; Portekizler ise kaptan Albukerkin layıhasını (tasarısını) ebediyyen unuttular. Çünkü her asırda bir tane yetişen cihangirlerden on altınca asr-ı miladi ve onuncu asır hicrinin hissesine – sekiz senede İskender kebire( büyük iskender) gıpta ettirecek muzafferiyat iktitaf eden – Sultan Selim isabet etmişti. Kanuni Sultan Süleyman Hazretleri ise Hind sahiline gönderdiği donanma ile Portekizlere Arabistan’dan kati’yetettirdikten ma-ada Hindistan’ı muhafaza edememek kaygısını vermişti.
(4) İngilizlerin Arabistan Siyaseti
İngilizler Hindistan’da yerleşip bunu Mısır işgaliyle te’min ettikten sonra Hintlilerin ve Mısırlıların manevi rabıtalarınıda kendilerine hazır ettirmek için kaptan Albukerkin projesini temsilen hilafet-i İslamiyyeyi de der-uhte (üstlenme) etmeye kalkışmışlardır. Fakat Angelikan kilisesinin hamisi sıfatıyla Hazreti İsa aleyhisselama vekaletini eda idda eden İngiltere Kralı, Hz. Muhammed aleyhisselama da vekalet edemeyeceğinden bu hilafeti kah Mısır’a ve kah Hint’e vermek emelinde bulunarak hem bu memleketlerde – ve Londra olsun- bulunabilen bazı sahif alefkar (çok boş/zayıf) emel-perverlere ümidler veriyor, hem de aklınca Osmanlı halifelerini tehdid ediyordu.
Lord Kitchener mısır kuvve-i işgaliyyesi komiserliğini der-uhde ettikten sonra bu meseleye bir kat daha kıymet verildi. Fakat Muma-ileyhin kaffe-i teşebbüsatının ne aksi te’sirler huduse (sonradan peyda olma) getirdiğini ve nasıl vatan-perverane ve dindarane raddelere maruz kalındığını anlamak için hıtta-i mübareği Hicaziyenin(mübarek hicaz memleketi) nezih havasını biraz istişmam (koklama/hissetme) etmek kafidir.
İngiltere hükümeti harb-i umumiyyenin ilanını müteakib, öteden beri Hindistan muhit-i İslamiyyesinde efkar umumiyyeyi hükümetin siyaset ve arzusu tarafına çevirmek için kullandığını, dünyadaki salikini (bir tarikat ya da aynı yolan yola giren kimseler) kırk bine baliğ olmayan müslim-i Hindu (Hintli Müslümanlar) (bura) mezhebi imamı olup brahmanvari bir tarzda (ibnü’l-semai) ünvanıyla yad edilen ağahanı Hindistan reisü’l-uleması namıyla londraya davet etmiştir. Bu celb ve davet (sör edvard grey) in siyaset uzvuzanesi cümlesinden olarak İbnül semaye – papanın on birinci luiyi Mısır hükümdarı nasip etmesine karşı luinin de papaya Bağdat halifeliği tevcihi kılınan olmak üzere, İslam halifeliği tevciye(rütbe vermek) etmek maksadından ileri geliyorsa zaten, İngiliz siyasetinin kaffe-i nikatanın (noktalar) ne kadar şayan-ı istihza (dalga geçme) olduğu son harb-i umumi esnasında görülen şaşkınlıktan anlaşıldığından sahne-i alemde yeni, müsahhirece(tesir eden)bir hadisenin hadisenin daha temaşa (bakıp seyretme) edilmesi için şöyle bir teşebbüs de fiilen bulunması da cidden arzulanır. İngilizler İslam halifeliğini Napolyon’un vesairenin bir katık (antipap) larlateaddüd (çoğalma/sayısı artma) Roma papalığına benzetiyorlarsa pek aldanıyorlar. İslam halifesi, bais-i (sebep olan) icab-ı alem olan Cenabı-ı Resul -i müctebanın (seçilmiş olan) vekili bulunduğu cihetle onun daire-ihükm ve nüfuzu saha-i arzın kaffe-i nikatına( noktalar) şamildir. Bundan başka, (bura ) imamı Han Hazretleri dahi dahil olmak üzere, bütün ehl-i İslam mukadderat-ül ilahiyemu’tekaddırlar(inanılan). Hanedan-ı Osmaniyyenin min-tarafullahnasıl mukadderata mazhar olunduğunu anlamak için saltanat-ı Osmaniyyenin teşekkülünden altmış dokuz sene evvel irtihal-i dar-i beka (ölen) Şeyh Ekber Muhyidden Arabi hazretlerinin (Kitab’ül- Sagir) nam-ı eser-i mu’teberlerini (itibarlı/hatırı sayılır) okumak kafidir. Mukadderat-ü ilahiyeyekarşı hareket edenlerin ilmi avakıba (sonuçlara) duçar olacakları yine İtikadat-ı İslamiyye cümlesindendir.
Kaptan Albukerk’in projesi vaktiyle Hintlilerce dahi mazhar-ı kabul olmuşdu. Fakat şu temayül-ü efkarın : Hindistan’da Portekizlilerin indirasıyla (mahvfıyla) İngiliz istilası belasını müveccip olduğu meydandadır. Binaen aleyh Hint felaket-i hazırasının bundan dört yüz sene evvelki hafif temayül-ü kalbinin bir ceza-i ma’nevisi olduğu şüphesizdir.Artık Hintliler miyanında Mukadderat’ül- ilahiyeyekarşı hareketle yeniden ceza-i ma’neviye istihkak-ı kesb (hak kazanma) edecek – hangi mezhepten olursa olusnu bir hadd-i na-şinas (sınır tanımazlık/bilmezlik) bulunmayacağına herkes emindir.
İngilizlere gelince: bunlar, Kuveyt ve Maskat’a tasallutundan (musallat olma) evvet Aden işgali ve Cidde bombardımanı gibi hadisatla Arabistan mukadderatına itale-i dest (el uzatma/hıyanet) tecavüz etmiş bulunuyorlar. Mısırlılar darılmasınlar ama, Mısır’ın mukadderatı ezelden beri ihtirasat-ı siyasiyyeye saha-i tatbik olmaya müsaiddir. Fakat Hz. Muhammed Aleyhisselamın asıl malikanesi olan (CEZİRE-İ MUHAMMED) hiç bir zaman Mısır’a mukayyes olamaz; ve ba-husus din-i mübin-i muhammediye izhar (zuhur/gösterme) bazı ve edavet (düşmanlık)eyleyenlerin zir-i (alt/aşağı) idare-i hükümranesinde bulunamaz. Böyle bir idareye ruh-u pür-fütuh (yüksek ruh) Muhammedi tahammül edemez. Binaen aleyh CEZİRE-İ MUHAMMED mukadderatına peyday-ı alaka etme isteyen Muhammedilerin izmihlali (yok olma) muhakkakdır. İngilizler de bu mukaddes, muazzez itikad-ı İslam icabatından olarak muhakkaken mahv ve muzmahil (darmadağın olmuş/yok olmuş) olacaklardır ve ba-husus İngilizlerin Hindistan’daki kudret ve nüfuzlarının ne kadar ve vahim el akıbet (kötü son) olduğu ilk duçar olacakları mağlubiyetle tezahür edecektir. Gayrı Muhammedilerin (CEZİRE-İ MUHAMMED) siyasetine alet olan ve tavassut (aracılık/ara bulma) eden her ferdin, her kavmin felaketi ka’tidir. Bu hususta misal göstermek icab etmez. Basiret sahibi olan her zat bunu takdir edebilir. Yalnız şu hakikat kaffe-i alakadarınınnazar-ı intibahına arz olunur:
CEZİRE-İ MUHAMMED amac-gah ihtirasat-ı siyasiyye olamaz!”
İbn-i Maun
Mahmud
MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN