DONANMA MECMUASI 76 – 11,KÂNUNUSANİ,1915 Pazartesi
DONANMA MECMUASI 76 – 11,KÂNUNUSANİ,1915
Pazartesi – 24,Sefer,1333 – 29,Kânunuevvel,1330 – 11,Kânunusani,1915
Cihadı ekber münasebetiyle: Fransız zulmüne karşı senelerce sine-güşâyı ictihad olan merhum Emir Abdülkadir. Burada kan ağlanarak tekrar edilecek fecâyiadandır ki, mağfur müşarünileyh bu gazayı mukaddes de yine bazı Müslümanların hatasıyla muvaffak olamamıştır.
<<>><<>><<>>
MUZAFFERİYETLER TEVALİ EDİYOR
Gazetelerde tafsilatı görüldüğü üzere ordumuzun Kafkasya cihetindeki muzafferiyeti tevali ediyor. Ardahan gibi Sarıkamış gibi mevâki şir-âne hamleler, harika berendaz hücumlar ile zabt olunuyor. Kahbe Moskof binlerce esir veriyor. Top, vagonlarla mühimmat ve erzak bırakıyor. Biz bu vesile ile de ilanı meserret ve şühedamız için istidayı rahmet, gazat İslamiye ye niyazı nusret ederiz.
TERBİYEYİ MİLLİYE BAHSİ
<<*>><<*>><<*>>
Harbi hazır bize pek çok hakikatler öğrettiği gibi terbiyeyi milliye bahsinde de enzarı ıttılaımız önüne acı safhalar vaz etti. Her zaman tekrar ettiğimiz bir hakikat olmak üzere yine söyleriz ki, bir millet; istikbal için yaşar. Onun içindir ki, muttali olduğumuz vücudunu gördüğümüz noksanları bu günden ikmaline çalışmak hamiyet vataniye namına en büyük borçtur. Elbette bu harp bir neticeye erecek. Elbette hakkın inayetiyle bu devlet, aksâ-yı satvete varacaktır. Bir milletin şevket ve saadetini ikmal eden yalnız silah değildir. O silahı işletecek kollar, o kollara hüküm eden dimağdır. Bugün bir Almanya cihana hüküm ediyor. Şanlı müttefiklerimiz henüz Varşova’ya girmemiş olsun. Fakat artık onun en melun düşmanları bile anlıyorlar ki Almanya’yı mağlup etmek istihale mertebesine varan bir imkânsızlık derecesindedir. Almanya’yı bu mevkie çıkaran ise yalnız 42 lik havan topları değildir. O kırk ikiliği, o heykel azim ihtiraı, Almanya’nın en ufak bir teşebbüs askeriyesine muttali olmak için fevkalbeşer gayretler ibraz eden düşmanlarının enzarı tecessüsü önünde şimdiye kadar gizlemeğe muvaffak olmak terbiyeyi milliye bahsinde ne kadar ibret bahş bir manzaradır. Fezail milliyesi hiçbir zaman kabul inkâr olmayan bu ümit içinde ise divanı harbin mukarrerat şedidesine hedef olacak kadar boş boğaz adam görülmesi de bizim ati için ne derece fedakârlığa, ihtimama muhtaç olduğunu acı, fakat hakiki surette ispat edip durmaktadır. Geçen gün İkdam gazetesi acı acı şikâyette ne kadar haklı idi. Ardahan muzafferiyetinin vilayette ve müttefiklerimiz memaliğinde büyük bir meserret ile karşılandığına mukabil; Burada hakiki bir muzafferiyetin ne suretle mukabele gördüğünü yazan refikimiz; kaygısızlığımızı bi hakkın muaheze ediyordu. Burada o fethi mübine sevinmeden değil. Samimiyetimizden kimsenin şüphesi olamaz. Fakat sevindiğini belli edememekte terbiyeyi milliyenin noksanına delalet etmez mi?
“donanma”
EFKÂR VE HİSSİYATI İSLAMİYE
********
Efendiler! Evvel-be-evvel mesaide idiniz ki tarih İslam’ın sinin-i ahire zarfında arz ettiği levhayı mücmeleyi piş enzarınızda tersim edeyim. Serapa tarihi İslam’da, Muhammedîler hiçbir zaman bu defa hedef oldukları kadar bayat ve mesaibi kesirenin sadematını iktiham etmek mecburiyetinde bulunmadılar. Türkiye umur idaresini henüz tanzim etmeğe başlamıştı ki Bulgaristan velev ki lafazan olsun, tabiiyeti Osmaniye’de kalmaktan imtina eylemiş ve şarki Rumeli’yi yeni Bulgar kraliyetine ilhak hususunda isti’câl eylemişti. Aynı tarihte Avusturya – Macaristan iki Türk vilayetini istila eyliyordu. Diğer bir nokta da, cihanı İslam’ın diğer bir parçasında, başka bir hükümeti meşruta tesis edilmek tecrübesi icra ediliyordu. O tecrübe ise bugün, İran’ın Moskof demir boyunduruğu altında serfürû etmesiyle netice pezir oldu. Şuûn ve hadisat bu minval üzere cereyan etmekte iken Londra’da tab ve neşir olunan bir Rus gazetesi İngiltere hükümetini İran’ın nısfı diğerine vaziyet etmeğe muannidane bir ısrar ile davet ediyordu. Lord George Curzon’un Hindistan’dan gönderdiği bir heyeti sefiriyeyi siyasiyenin mesai ve ikdamatıyla Rusya ve İngiltere arasında akit olunan mukaveleyi iktisadiye işte bu ahval mebhuseyi intaç eyledi. Eğer bu mukaveleyi iktisadiye imza edilmemiş olaydı İran’ın daha ziyade hal ve mevkii daha ziyade fenalaşacağı (eğer ölümden sonra daha iyi ve daha fena tabirlerine mehil istimal kalırsa?) Bize ekseriya tekrar ediyorsa da mukaveleyi mebhus anhanın akdindeki maksadı mahsus İran’ın tamamı ve istiklalinin muhafazası olduğu enderen tahattür olunuyor. Bu noktada bahren henüz had bir devreye dâhil olmadan İtalya enzarı hırs ve tamahını Osmanlı imparatorluğunun kendisine muttasıl olmayan bir parçasına değiver ve bu hırs ve tamahı teskin etmek için Trablusgarb’ın İtalya’ya ilhakı – bu ilhakın kıymeti hakikiye si ne olursa olsun – Avrupa kabineleri tarafından tastik olunuyor. El Cezire konferansında tamamı mülkiyesi tahtı tamine alınmış olan Afrika’nın diğer bir parçası, belad Mağrib, uzun bir mücadele ve mukavemetten sonra bugün er geç Fransa’nın zir himayesine düşmeye mahkûmdur ve istiklal ve tamamısı sair bu kabil mahilatı siyasiye’nin kâffesi gibi bir masaldan ibarettir. Daha yakın bir zamanda Makedonya ile Trakya’nın bir kısmını İslam hâkimiyetinden fekk edildiğini gördük. Balkan mesailinde menfaatdar devletlerin ellerinde bir alet olan Arnavutluk hakikaten bir İslam hükümdarlığı olmaktan tecrit etti. Fakat neticesi yüz binlerce kilometre murabba arazi ile milyonlarca ahalinin bir yed hakimeden diğer yed hakimeye intikalinden ibaret olan bütün bu ameliyat her zaman o cağ ve izdırabat husule getirmeden icra edilmedi. Yalnız Trablusgarb’ın küçük bir kısmının işgali öyle ef’al-i zalimanenin tahaddüs ve cereyanına badi oldu ki o kadar çok bir zamandan beri Ermeni, Bulgar fecayi hayaliyesinin hikayatı menfuresiyle tegaddi etmiş olan Avrupa bile o zalimane ef’al-i pek hûn-rîz ve şanı insaniyete menafi addeyledi. Bununla beraber mezalim anif-ül-beyan her tarafta suhuletle mazur ve meşru görüldü ve İngiltere de “iblis harbi” her zaman kabili takdim ve ibraz bir şekil ve tarza vazi etmekte mahir olup bir Müslüman dostu geçinen Lord Frederick Roberts tarafından sanatı harbin icabat mübremesi adedine ilhak edildi. Trablusgarb vahasını bir insan mezbahasına kalb eden sefk-i dimaı ataşi, bir müddet kasire içinde Balkan faciasını intaç eden şitanı ihtirasatın yanında, bir hareketi itidal perverane gibi göründü. Atiyen nakil ve hikaye edeceğim mütalaat ne benim nede Hind Müslümanlarınındır. Bunlar sırf Avrupalıların ve Hıristiyanların mütalaatıdır. Hatta bunları eşhası münferideye de nisbet edemem. Çünkü gazetelerin koleksiyonlarına bir kere amaleyi nikah etmek böyle olmadığını teyide kafidir. Deniliyor ki “Avrupa yedinci asır miladiden evvel on yedinci asır miladiye kadar mümtedd olan devreyi zaman zarfında İslam ordularının kendisine iras etmiş olduğu havf ve telaştan dolayı nihayet Asyaya mücazat etmeğe karar veriyor.” İlan ediyorlardı ki: On altıncı asır miladinin mebdeinde Avrupa cenup garbisindeki arazisinden Arapları tard ve ihraç ettikten sonra İslamiyeti nihayet şimali Afrikadan da sürüp çıkarıyor. On yedinci asır miladinin intihasında Türklerin muhacemat diliranelerini tevkif ve o zamandan beri İslamların Avrupadaki hakimiyetlerini zayıf ve inhitata düçar eden Avrupa Türkiye ile İranda, hududu İslamiyede rahneler açıyor. Asya İslam imparatorluğunu kariben ihata ve imha etmekle tehdid eyliyor. Şarkın hücumunu def etmiş olan garb, hücum mütekabilini düşmanlarının (yani İslamların) taklibgahına tevcih ediyor. Her yerde memalik müstakileyi İslam ihata ve tehdid ediliyor ve dünyanın her hangi noktasında olursa olsun istikbali alemi İslamın devam ve bekasına hasım biiman görünüyor. Evrakı matbuat ile neşir edilen bu mütalaalar mebanii ilmiyenin, meclisi siyasiyenin kürsülerinden ilan ediliyor. Avrupa hariciye nezaretlerinde fısıldanan, ta ezanı İslama kadar vasıl olan sözlerde fâli hâyr adolunacak sözler değildir. Bin dokuz yüz on bir’de İtalya tarafından Trablusgarb’a vaziyet edildikten biraz sonra, İngiltere’nin Viyana sefiri Sir Fairfax Cartwright İtalya harbinin ilanından bir kaç hafta evvel bir teslimiyet ve rehavet anında bir kadına İslamın kudret ve satvet hasmaniyesini imha edecek olan biri, bahri harekatı askeriyenin birincisine yakında ibtidar edileceğine dair mahremane ifşaatta bulunmuş olduğunu pek refi-ül-kadr bir Müslüman bir menbağı mevsukdan öğrendiğini bana söyledi. Hemen aynı zamanda itikadatı İslamiye aleyhinde bir harp ve cidal başlıyor ve İngiliz imparatorluğunun müttehiz ricalinden biri İslamların nebii muhteremini “tasavvuf perest bir haydut. Haşa” diye tavsif etmeye kadar cüret ediyordu. Filhakika daha yakın bir zamanda bir gazete bize, Avrupalı Hıristiyan milletlerin hükümeti İslamiye ye hücumları taassubu mezhebiyenin tahrikiyle vukua gelmediğini ve onları İslamlarla harp ve katle sevk eden katiyen din ve mezhep olmayıp kendi hırs ve tamahları olduğunu ihbar eyliyordu. Fakat bu hücumların esbabı hakikiyesi ne olursa olsun, İslamın ittisaı ruhaniyesine memanet veyahut kuvveyi cismaniyesini taklil etmek istenildiğine delalet eden vakaların vuzuh ve bedahati tenakus etmez. Şu hakikati de hiç kimse inkar edemez ki düveli İslamiye ye her taraftan peyder pey galiz ve şedid darbeler vurulmaktadır. Bu hadiseler bütün milel ve akvamı İslamiyenin kalplerinde arzuvi intikamı işal etti. Bu sebeple Hint Müslümanlarının his ettikleri hiddet Mısırlıların yahut memaliki sairedeki İslamların his ettikleri hiddetten daha az değildir. Tahaddüs eden bu ahval üzerine Müslüman mahreklerin, ihtirasat diniyeyi ikaz, ırklar arasındaki ihtilaf ve mubayenatı teşdid daha az değildir. tahaddüs eden bu ahval üzerine Müslüman mahreklerin, ihtirasat diniyeyi ikaz, ırklar arasındaki ihtilaf ve mubayeneti teşdid, İngiliz hakimiyetine hücum, her fırsattan bilistifade Hıristiyanlığa iktiran etmek vesilesini tahiye eden, bir altın madeni ele geçirdiklerine İngiliz ahalisinin itikad etmesi taleb edildi. Efendiler, hiç bir zaman ciddi bir gazete bundan daha ağır tahkirat ve hiç bir zaman hadisat ve vakayı – bu meseledeki azim ve kararından ziyade azim ve karar ile – tahrif eylememiştir. Hakikat hal ise şundan ibarettir. Muhammedilerin teşkilatı diniye ve ictimaiyeleri veche ile teşkil edilmiş olan Hint Müslümanları dindaşlarının maruz oldukları şedaid ve nevaibden hissedar olmaya mecbur oluyorlardı. Aynı mahiyette olan elem bahşa bir silsileyi şuunat, onları nefret ve hiddetlerini bazı esbab mikkaheye binayı bütün Hırıstiyanlık alemine tamim ve teşmil etmeye sevk ediyordu. Bununla beraber baştan başa Hindistanda İngiltere hükümetine karşı katiyen hücum ve tecavüz vuku bulmadı. Hindistanda iseviyyet, İngilterede dini mübin İslamın uğradığı taaruzattan ziyade, taarruzata uğramadı. Hıristiyanlığa karşı vuku bulan taarruzat ise nefs-ül-emr’de Balkan düveli müttefikasıyla nazarlarının neşir ettikleri beyannamelerle birinin dini verdikleri bir muharebenin meydana attığı münazaratı diniyede nakabili ictinab olan taarruzatın hududunu geçmedi. Hind Müslümanları bir devreyi sefalet ve âlâm geçiriyorlar. Onların hulus ve sadakatlerine ve kendi nefisleri üzerindeki nüfus ve hakimiyetlerine şu itiraz kabul etmez hakikatte şahittir ki geçen son üç sene zarfında memaliki sairedeki ehli İslam ızdırabını Hint’te hemen bir tek hadiseyi isyan yahut iğtişaş husule getirmedi. Lakin şurası da nakabil red ve cerh bir hakikattir ki Hint Müslümanlarınan mesken ve mevalarında günlerce ateş yakılmadı. Balkanlarda, Trablusda, İranda cereyan eden hadisat ve bu hadisatın Hint İslamlarının izhanında uyandırdığı müellem mefkurat değil yalnız erkeklerin, kadınların da, çocukların da hayat ruzmeralarını takdir etti. Damaklarımız için âkil ve şarabın artık lezzeti kalmamıştı. Gecelerin hâb ve huzuru bize veda etmişti. Her ne kadar erbabı yesar bazen hissiyatını izhar ve ilandan korkuyorduysa da yine fakir ve gani herkes aynı ahzan ve ekdar ile dimağ efşan oluyordu. Gençler, ihtiyarlar o hazin ve kederleri his ediyordu. Hatta piri faniler ihtisasatını zabt ve hapse muktedir olamıyorlardı. Size sual ederim ki en hissiz şarklıları, en zabur insanları azab edecek olan bunca ahval cereyan etmekte iken Hint İslamlarındaki hiddetin intikam ceveyana hissiyatın esbabını cestcu etmeye hacet var mıdır? Bu gün cemaatı İslamiyenin ruûsası addolunanlar, Hint İslamiyetinin uzviyeti siyasiyesini idare ettiklerinden şüphe edilenler, hakikat halde, müslümanlara rehberlik etmiyorlar. Onların kendileri de onlara tabi olanlar tarafından mecburen ileri doğru sevk olunuyorlar. O ruûsanın hissiyatı kitleyi avamın hissiyatına muhalif olsa da nisvan ve subiyan masumenin çektiği elem ve ızdırabatın husule getirdiği ihtirasat şedideye bir seddi memaniat çekemezdi. Fakat biz kendi gözlerimiz sarsan felaketle meblul iken başkalarının göz yaşlarını silip kurutmaya nasıl muktedir oluruz? Her ne kadar böyle bir tesir bu memlekette (yani İngiltere’de) kadınlara layık gibi görünebilirse de bunun mevcut olduğu ve önünü almak müstahil bulunduğu tamamıyla bir hakikattir. Hiç bir din intiharın şenia ve merdud bir fiil olduğuna dini mübini İslam kadar kuvvetle hüküm etmemiştir. Mefhar mevcudat olan nebii Arabinin şeriat mathuresine tabi efrad içinde emirazı akliye ile müsab olanlar o kadar kalildir ki, ilmi İslamda vuku bulan intiharların nisbeti adediyesindeki kat dünyada diğer milletlerin hiç birinde meşhud olmaz. Hal böyle iken bazılarımız… ( 1 ) – Hindistan’daki ekseriyeti İslimiye’nin efkâr ve hissiyatını tercüme ettiği cihetle lisanımıza nakil edilmiş olan bu hitaba Londra’da Cecil Hotel’de cemiyeti İslamiye tarafından keşide olunan bir ziyafette Mehmet Ali Dahli tarafından irat olunmuştur. Dahli’de intişar eden “camerad” gazetesinin müdürü olan bu zat Hindistan’daki genç İslam fırkasının en faal ve en müsematülkelam rüesasından biridir. <Mabadı var>
Nakil: L.
KARS
Mevkii – tarihi – ehemmiyeti askeriyesi
<*> <*> <*>
Merkezi hükümetin bulunduğu Tiflis’ten sonra Kafkasyada en mühim şehir Kars şehridir. Kırk elli bin kişiden ibaret olan ahalisiyle Kars, Tiflis’den Aleksandrapol tarikiyle Erzuruma giden yola hakim bulunması hasebiyle sevk-ül ceyş noktayı nazarından pek büyük bir ehemmiyete haizdir. Bu gün dahi Kars Kafkasya daireyi askeriyesinin en kuvvetli istihkamıdır. Mevkii mezkur menbaı Soğanlı dağın eteğinde bulunan Kars Çay civarında kain olup irtifaı 1700 metredir. (Ani)nin yukarı taraflarında Arpaçay’a akan Kars çayı yalnız baharda şiddetli bir cereyana malik olup senenin diğer mevsimlerinde suyu ekseriya pek azdır. Bu kuvvet ile kendisine bir mecra açmış ve şimalen bir dönüm ile ihata eylediği Kars mevkii civarında bilhassa derin uçurumlu bir ova vücuda getirmiştir. Kars çayının sahilinde garp ve şimal cihetlerinde ve sağ sahilinde şimal şarki taraflarında dik ve uryan kayalıklar hasıl olmuştur. Ovadan 100 – 200 metre mürtefi ve çaya hemen muttasıl olan bu kayalıklara tırmanmak gayet müşküldür. Kars’ın şarkında arazi balnisbe manilerden ari ve açıktır. Eski şehrin bulunduğu mevkiin şimal garbi köşesinde yüksek bir tepe vardır. Bugün ehemmiyetten ari olmakla beraber geçen muharebelerde Kars istihkamatı civarında vuku bulan müsademelerde büyük bir rol oynamış olan kale bu tepe üzerindedir. Kars civarında orduyu Osmani on yedinci asrın evasıtına (orta) doğru İranilere ve 1828 senesi Temmuzunun birinci günü İvan Paskeviç (İvan Fyodoroviç Paskeviç) kumandası altında ilerleyen Rus ordusuna mağlup olmuştu. Bunun üzerine Rus ordusu Kars’ı zabt etmiş ve Trabzon önlerine kadar ilerlemiş ise de 1829 senesi Eylûlünün on dördüncü günü akit edilen Edirne musalaha namesinde Rusya Kars’da dahil olduğu halde Kafkasyada zabt ettiği yerlerin kısmı azamını terke mecbur olmuştu. Kırım muharebesi esnasında dahi Kars mühim bir rol oynamıştı. İngiliz generallerinden “General Sir William Fenwick Williams” tarafından garb ve şimal dağlarında vücuda getirilen mükemmel istihkamlar sayesinde Rusların General Nikolay Nikolayevich Muravyov-Amursky Kars çayının sol sahilindeki tepeleri zorlamağa çalışmış ise de buna muvaffak olamamış ve istihkamlar açlık ve hastalığından dolayı beş ay devam eden bir mukavemetten sonra teslim olmağa mecbur kalmış idi. 30,Mart,1856 Paris Muslaha namesinde Kars yine devleti Osmaniyeye terk edilmişti. Ancak son Osmanlı – Rus muharebesinde 1877 senesi Teşrinisanisinin on sekizinci gecesi Rus ordusu tarafından cenup ve cenup şarki istikametlerinden icra edilen şiddetli top ateşlerini müteakip Kars şehri sureti katiyede ve 13,Temmuz,1878 tarihli Berlin muahedesi mucibince Rusların eline geçmiş idi. O havalide icrayı seyahat eden Alman zabitanından birinin ifadatına nazaran Ruslar o zamandan beri Kars’a giden şoseleri ve istihkamlar arasındaki yolları inşa eylemişler, harici istihkamları tahkim ve kısmen tevsi etmişlerdir. İstihkamların tevsi edilmesi bu günkü topların uzun menzilli olmasının nazarı dikkate alınmasından ileri gelmiştir. Son Osmanlı – Rus muharebesinde Kars’ta beşi Kars çayının sağ sahilinde ve yedisi sol sahilinde olmak üzere on iki istihkam vardı. Her ne kadar istihkamların bulunduğu tepeleri ziyaret etmek memnu ise de bazı taraflardan alınan malümatta istihkamların takviye ve tezyidine Ruslar tarafından çalışılmış olduğu bildirilmiştir. Bu suretle Kars fevkalade haizi ehemmiyet bir mevkii askeriye halini almıştır. Fakat bütün istihkamların bulunduğu sahayı kat eden Kars çaşı boğazının müdafaanın tevhidini ve bir sahilde bulunan ihtiyat askerlerinin diğer sahilde istihdamını ve sürati naklini müşkülleştirdiğinden dolayı Kars’ın müdafaası için balinsibe fazla kuvvet bulundurmak lazımdır. Hattı zatında Kars’a ancak şimalden ve garbdan hücum etmek mümkündür. Çünkü oradaki tepeler elde edilecek olursa şehir Kars çayının sağ sahilindeki istihkamlarla mukavemet eyliyemez. Halbuki asıl şimal ve garb tepelerinde ovadan iki eli dört kilometre uzakta General Williams tarafından yukarıda mevzu bahis ettiğimiz istihkamlar inşa olunmuştur. Alman zabitlerinden biri Kars’dan mürur ettiği esnada Rus ricali zabitanından biri General Williams tarafından inşa edilen mezkur istihkamların izharı cihet kuvvetli olduğunu ve içlerinde kafi derecede asker, me’kulat (yiyecek) ve su bulunduğu takdirde onların zabtı imkan haricinde bulunduğunu söylemiştir. Geçen Osmanlı – Rus muharebesinde Osmanlı askeri sularını Kars çayından tedarik ederler ve oradan istihkamlara su taşırlardı. Elyevm Rusların dahil istihkamatta kuyular vucuda getirip getirmedikleri malüm değildir. Bundan maada garbda ve şimalde bulunan volkanın ve gayet sarp dağlar her ne kadar daireyi ruyeti ve hareketi askeriyeyi tehdit ettiğinden dolayı müdafaayı müşkülmüş buyursa da aynı esbabdan dolayı muhacemin dahi aynı vaziyet karşısında bulunacağı aşikardır. Kars’a hücum edecek ordu muhasara bataryalarını Kars’ın cenubundaki Kars çayı ovasından garba doğru çıkarmak mecburiyetindedir. Bu ise pek büyük müşkülatın iktihamına vabestedir. Onun için balade serdettiğimiz ahvali arziyeden dolayı gerek 1828 senesinde General İvan Paskeviç ve gerek 1877 senesinde General Mihail Tarieloviç Loris-Melikov Kars’a cenup şarkî istikametinden hücum eylemişlerdi. Halbuki bu istikamette bulunan Hafız Paşa ve kanlı kale istihkamları gerek vaziyetleri ve gerek teslihatı noktayı nazarından o zaman Kars’ın en kuvvetli istihkamatından idi. Bununla beraber cenup şarki hücumu yalnız fenni harp değil, sevk-ül ceyş noktayı nazarından dahi makul idi. Çünkü bu istikamette ihraz edilecek bir muvaffakiyet istihkam dahilindeki Türk askerlerinin hattı ricatını kesmiş olacaktı. 1877 senesi Teşrinievvelinin on beşinci günü vuku bulan Alacadağ muharebesinden sonra Kars dahilindeki Osmanlı kuveyi askeriyesi her ne kadar epeyce düçar tezelzil olmuş ise de henüz mukavemeti kırılmamış idi. Osmanlı dilaverleri Alacadağ muharebesinden sonra dahi mukavemete karar vermişlerdi. İstihkamların teslihatı ve muhimmat müddeti medide mukavemete kifayet edecek derecede mebzul idi. Fakat diğer taraftan Ruslar suyun civarında ve ondan sonra maruz kaldıkları felaketlerin tekrar etmemesi ve hulul eden kış esnasında Kars gibi sarp ve manialı bir arazi önünde muhasaraya devama mecbur kalınmaması için kati bir karar ittihazına mecbur olduklarını anlıyorlordı. Bu karar ise ancak bir hücum icrasıyla ittihaz edilebilirdi. Rus erkanı harbiyesi hücum edilecek mahallin siper inşasına musaade etmediğini ve müdafilerin attıkları mermilerin daireyi tesirini nazarı dikkate alarak leylen hücum icrasına karar vermişti. Hücumdan evvel taarruz edilecek istihkamlar, mümkün olduğu kadar aradaki arazi ve bizzat şehir ile depolar şiddetli bir ateş altına alınmış idi. Hücum için Teşrinisaninin on sekizinci gecesi intihab edilmişti. Çünkü o gece mehtap hücum kollarının ileri hareketini tenvir edecek kadar kuvvetli ve Osmanlı kıtaatı askeriyesinin kuveyi mudafaalarından kafi derecede istifade ettirmeyecek kadar karanlık idi. Kemali dikkat ve itina ile hazırlanan hücum muvaffakiyetle neticelendi ise de Ruslara pek pahalıya oturdu. Ertesi sabah Kars şehrine bir gece evvel hücum eden Rus ordusunun ancak bir kısmı cüziyesi dahil olabilmiş ve muhacimlerin kısmı azami istihkamlar önünde maf ve telef olmuştu. Kars çayı üzerine inşa edilen köprüden Ermenilerin, Selçukilerin ve Türklerin zamanından kalma eski kaleye doğru atıfı nazar edilecek olursa, insan gayet hoş bir manzara karşısında bulunduğunu anlar. Aynı manzara Kalp bahçesinden güzel bir suretde müşahede olunabilir. Karsın cenubunda Ortakapı tesmiye edilen eski köy yerine kaim olan Rus mahallesi şayanı dikkat hiçbir şeyi ihtiva etmediği halde koyur nakli kargir hanelerden müteşekkil Türk mahallesini ziyaret etmek her halde kaideden hali değildir. Bugün bir çok ikametğahlar harabe halinde olup hiçbir kimse tarafından meskûn değildir. Bundan anlaşılıyor ki Kars ahalisi Osmanlı idaresi zamanında bu gün olduğundan daha kalabalık idi. Türk mahallesinden yakın bir yerde şehrin en mühim şayanı temaşa mahalli kaindir. Burada tahminen 930 seneyi miladisinden kalma ve Ermenilerin Bagratuni krallarından “Pakraduni veya Bagratuni Hanedanlığı (Ermenice: Բագրատունիներիհարստություն / Bagratunineri harstutyun), 885-1045 yılları arası Doğu Anadolu’da hüküm sürmüş Ermeni hanedanlığı” IV.Aşot zamanında kararmış lav taşlarından inşa edilmiş garib el şekl bir kilise vardır. Bu kilise bilahare Türkler tarafından camiye tahvil edilmiş idi. Halbuki Karsın Rusyaya geçmesini müteakip Ruslar orasını Rum Katolik kilisesine kalb etmişlerdir. Bundan üç dört sene mukaddem mezkur kiliseye Kief’den musamma ve gayet kıymettar Meryem Ana tasviri getirilmiştir. Karstaki Ruslar bu tasavvurun fevkalade bir kuvveti mucizeyi haiz olduğu itikadında bulunur ve ona fevkalade hürmet eder.
ŞAİR VE HİLÂL
<<Fuzuli’ye ithaf>>
Baktım hilâle dün gece uzlet zamanları:
Bir feyz kaplamıştı bütün asumanları.
Fecr olmadan huşu ile duydum ezanları
Susturdu, gayz içinde, boğuk sesli çanları.
– “ Hiç şüphe yok ki şimdi seherdir.” Dedim; Dedi:
– “Göklerde inkişaf ediyor fıtretin senin.”
Berrak bir nesim ile ürperdi gölgeler.
Yıldızlar aşıkane bir ahenin besteler.
Dinler, ümit içinde, uzaklardan o niğahlar.
Bir gizli nur ufuklar “ati”yi müjdeler.
– <<Zulmetler işte zir ve zirdir.>> Dedim; Dedi:
– <<Ey Türk, açıldı çünkü büyük râyetin senin.>>
Esmiş bütün tabiata gül rengi bir nefes.
Ulvi hilal bayrağa olmuştu muktebes.
Bir nazenin şarab olarak cuş eder heves
Dallarda bazı bazı uçar bir sevimli ses
– “Bülbül sabaha karşı haberdir” Dedim; Dedi:
– “Tebrik edilmek isteniyor şöhretin senin”
Yakut bir nehirde yıkanmıştı tan yeri.
Elmas kılıç çeker gibi Turanlı bir peri
Tarihimin yazıldı muhabbetli sözleri…
Gördüm hilali; Fahr ile dolmuştu gözleri.
– “İlham için ne ziynet vefreddir!” Dedim; Dedi:
– “Maziden inikas ediyor şevketin senin.”
Gördüm, hayal içinde, ateşlerle bir alay;
Fatihlerin nişimeni bir muhteşem saray.
Hep süngülerle yükseliyor kehkeşanlı ay.
Birleşmiş aynı gaye için bay, geda, geday…
– “Bunlar bütün ne şanlı beşerdir!” Dedim; Dedi:
– “Ey kahraman hafidi, budur milletin senin.”
Güya ki bekliyordu uzaklar yakınları.
Hep karşı çıktı yollara çerkez kadınları.
Ehramı titretirdi mücahit akınları;
Galip yalın kılıçların olmazdı kinleri.
– “Bilsem acep bu hangi zaferdir?” Dedim; Dedi:
– “Kurtardı Mısırı, Kafkası hürriyetin senin.”
Artık sabah başladı; Gayıp olmuyor hilal.
Hilal semada fark edilir bir gümüş hayal.
Tehlil okundu; arşa suud etti ihtifal;
Müşrikde doğdu garbı yakan “lâfza-i celâl.”
– “Bunlar muhib mucizelerdir!” Dedim; Dedi:
– “Ey Türk, uyandı din ile milliyetin senin.”
14.Kanunuevvel.1330
Enis Behiç
Süveyş nasıl müdafaa olunuyormuş: Bu resim İngilizce bir mecmuadan iktibas olunmuştur. Tarihi neşri yenidir. Yüz sene evvel İngilizlere Süveyşin sureti müdafaasını aleme bildirmek üzere gazeteler ile neşir etmişlerdir. “menâkıbı alem” ismindeki mecmuadan alınmıştır. İngiliz efkarına göre yapılan bu resim, şevk mücahidinin tezayidi namına o kadar güzel bir vesikadır ki neşrini münasib gördük.
Bu musibet: Harbi umumininen buyuk amillerinden olup ahiren canını cehenneme ısmarlayan Moskof maarif nazırı Kasov
Cihad ekber münasebetiyle: Necil necipAbdülkadir, Emir Ali Paşa hazretleri müşarünileyh ahiren Berline azimet etmişlerdir.
Moskof’un Varşova valisi Pavel Yengalychev
Hepsi birer birer batacak: Garkı hala Fransızlar tarafından inkar edilen COURBET dretnotu (makalesine müracaat)
Yakında livâ-ül-hamd islam ile müzeyyen olacak: Karsın manzarayı umumiyesini gösteren bu resim, muteber ve mühim bir seyahatnameden alınmış ve bu münasebetle Kars hakkında askeri, tarihi malümat verilmiştir. Lutuf hakdan memuldur ki, pek yakında şüc’ân islam, o kaleleri de şanlı sancak ile tezyin edeceklerdir.
Müttefiklerimiz nasıl çalışıyorlar: Bu Rus, şimali Lehistandaki mevziin en mühimlerini gösteriyor. Müttefiklerimiz, hayvan sürülerinden hiç de farkı olmayan Moskoflara karşı bu kadar meni ve soğuk yerlerde hücum ediyorlar.
Kırk ikiliğin selamı.
NASIL GİTMİŞLER
29,Mayıs,1911 on ikinci makale
Trablus valisi, “Cebel”e bir seyahat için musaade talebime karşı, cevap verdi ki; İstanbuldan musaade alınmadıkça, fi mabad Trablus’un içerilerine seyahat yapılamayacaktır. Pek âlâ..
İki dostum ile ittifak ettim. Gizlice bir karavan hazırladık. Hiç kimseye, hiçbir şey söylemeyerek, bu sabah fecirle beraber hareket ettik. Bakalım, tamam olmuş işler için, bu memleketin yeğane siyaset projesi hakikaten böyle, müessir olup olmadığını görelim. Bizim tarikimiz şudur; Doğru Humus’a, iki günde gidiyoruz. Sonra Msallata, Garyan, Yafran nihayet Trablusa avdet. Böylece on beş günlük bir zaman zarfında beş yüz kilometreden ziyade bir mesafeye kavuşuyor. Yeşillikleri, sahilleri, tepeleri, dağları geziyoruz. Bu suretle, iki aydan beri seyahatte olup, bu günlerde, bizim ilk merhalemiz Humus’a yaklaştığı zan olunan Misyoner Filippo – Sefursan’ın ilk sahayı tetkikatını tamam etmiş olacağız. Klavuzsuz seyahat edeceğiz. Böyle daha iyi olacak. Genç, güzel ve seri bir kısrağa atladım. Adı, <nar>. Bu Arap lisanında ateş demek oluyor. Kırbaca hiç tahammül etmiyor.
İlk kahve altı, ta çevre mamuresinin son hududu üzerindeki dut ağacının altında ettik. Dört saat mutemadiyen at üzerinde, bahçeler arasından geçdik. Sonra, sahra başlıyordu. Ber mutad cılız, ince otlarla mali, kabili ziraat, vasi bir saha ki; Trablus etrafının her hangi bir yerine gittimse aynı şeyi gördüm.
Sonra, denize meyil ederek, seraplar mıntıkasına girdik. Beygirler, güneşin şuâât bir kıyasıyla ateşler saçan sarı kum yığınlarına çıkmak ve onlardan inmek için, çok zahmet çekiyorlar. Altı saat sonra, ilk rahat ve yemek merhalemiz olan “Seydi bin Nur”a vasıl olduk. Burası, hemen hemen zarif, iki kat badana ile beyaza boyanmış ve tepesinde bir bandıra ile bir funduk idi. Yakınında bir murâbıt (1) hurma ağaçları arasından, ziyadar kubbesiyle yükseliyordu. Onun ayak tarafından küçük, berrak bir nehir akıyordu ki; Atlar oradan su içmeği istemediler.
“Seydi bin Nur:” “benim efendim nurun oğlu” demektir. Burada, hemen hemen dini, ağır bir hissi amik ile kapı kırılmış, içinde Gastona Therreni öldürülmüştür. Funduk’ta bir düzüne asker vardı. Attan indiğimiz vakit, merdivenden aşağı inerek atlarımızın yularlarını tuttular. Çavuş, bizi tarasa üzerine, kendi hasırına davet ederek, bize gözümüzün önünde kahve pişirdi. Tekmil bu nezaket mütebessim, samimi ve kalbi idi. Ne için bizi böyle pek iyi kabul ediyorlardı?
Develer, serabın içinde geç kaldılar. Geldikleri vakit, gece olmuştu. Yeni kamer önümüzde yatmakta iken, fenerlerdeki mumlarımızı yaktık. Therreni’nin öldürüldüğü odada uyumağa mecbur idik. Alt katta geniş ve boş bir oda ve odanın iki küçük demirli köşe penceresi var. Kapısı terasaya açılıyor. Bu odada yatmağı; O benim yaşımdaki genç ile hem hal olmağı, bilmem nasıl bir ihtiyacı vahşi ile, arzu ediyordum. O da tıpkı benim gibi, aynı emel ve maksatla giderken, pis pis kokuyordu. Büyük hamam böcekleri ve daha bir takım haşerat ile dolu idi. Çaresiz, terasada yıldızların altında yatmağa karar verdik. Bütün gece, bağları çözülmüş atların Funduk etrafında uzun uzun koşuşmaları, devecilerin bağırmaları devam etti. Ağır uykunun içinde bana bütün cehennemlik ruhlar, hali firarda göründüler.
Msallata – 30,Mayıs,1911
Saat altıda <<Seydi bin Nur>>dan kalktık. İki saat at üzerinde, deniz tarafından, yüksek seraplar arasında kaldık. Hayvanlar bin zahmet ile kum yığınlarına dalıp çıkıyorlardı. Etrafta kumlar içinde kertenkelelerden, yengeçlerden, hamam böceklerinden başka, hiçbir zi hayat yoktu. Bunlar sayılamayacak kadar çok, sırtları serabın temevvuçatıyla renklerin bütün derecatını alıyordu. <<vadi-i remil>> beygirlerin çıktıkları zahmetlere intiha işareti idi.
İki sahili hurma ağaçlarıyla, sazlıklarla dolu, vasi bir dereden su akıyor. Tercümanımız söylüyordu ki: Burası bir eşkıya yatağı imiş. Tekmil kervanlar bu akar ve berrak suyun başında konarlarmış. Hırsızlar, hurma dallarının arkalarına saklanırlar,
<*>mabadı var<*>
(1)– bizim İstanbulda evliya dediğimiz türbeler gibi: Zahid, muttaki, mezanne-i evliyaullahtan olarak vefat edenlere yapılan mezar türbeleri… F.
BÜYÜK ALEV
– Söyle söyle bana, nen var?
– Sende ne varsa, bende de o…
– Benden bahis etme. Ben yıldırım vurmuş bir çınar ağacıyım. Sen benim gibi olamazsın. O kadar genç, o kadar güzel ve o kadar mesudiyete namzetsin ki…
– Ben korkuyorum… korkuyorum…
– Neden sevgilim, neden korkuyorsun_
– Hayattan…
– Deli… Nim gölgede gülerek bağırdı.
– Ölümden, ölümden çok korkuyorum…
Ferrante cevap verdi;
– Ölüm çok uzak…
– Sus, sus… _ Grasia mırıldandı _ Belki bir mezarlığın daha önünden geçiyoruz.
Grasia, müthiş tıflane bir çırpınışla Ferrante’ye sokuldu. Yanağını onun omuzuna koydu. Gözlerini kapadı. Aralarında hiçbir hail yoktu. Karanlık ve dolgun gece sanki; Kadına namütenahiyeti küşade kılmışlardı. Ferrante onun aksi vaziyetini, arkasında ufuku siyah bulunan camdan, öyle bi hareket, öyle latif görünce, bir hareketle kendini çekmek, diğer iki kişilik yere gitmek istedi. Grasia, hâlâ onu sıkarak ve gözlerini yumarak yalvarır bir sesle;
– Hayır, hayır… dedi..
Öyle kaldılar. Vagonun lambası hafif ziyasıyla her dakika sönüyor zannı vererek, ihtizaz etti. Ortada lambanın tir gölgeleri dans ediyorlardı. Grasia korkmuş bir kız çocuk telaşıyla Ferrante’ye sarılmıştı. Ferrante his ediyordu ki; Grasia hakikaten biraz muzdariptir. Hava, üşünüyordu. Bir sıkıntı onu da istila ediyordu. İkisine de müstevli, mechul bir sıkıntı… Ferrante, iki üç defa onun siyah saçlarını okşamak için, bir elini oynatmak istedi. Fakat Grasia, Ferrante yanından gider diye korkdu. Korkudan daha ziyade sarılarak titredi. İki üç defa, ona yavaş sesle, bir nefis aşıkane gibi:
– Grasia! Grasia! Dedi. Fakat Grasia titriyor, titriyordu.
Cevap verdi;
– Sus, sus, sus!
Bu feveran hirâs, o kadar devam etti ki: Trenin uzun ve üç defa tekrar eden düdüğü öttüğü vakit, Grasia korkudan müthiş bir çığlık kopardı. Müteakiben, daha ziyadesi mümkün olamayacak elemlerle dolu olarak ve kendisini başka hiçbir şey değil, muhakkak bir felaket karşısında görerek sordu;
– Bu bir tehlike düdüğü.. ha! Değil mi?
– Hayır, hayır.. Florence’aya geldik.
– Üç düdük, büyük tehlike… korku içinde mırıldandı.
– Florence, Florence azizim..
Muvasalat, kabusu parçaladı. İçinde bulunarak seyahat ettikleri vagon, Florence’dan kalkacak trene iltisak ederek götürecekti. Fakat, hareket için daha bir buçuk saat vardı.
– İnelim mi?
– Evet, evet, evet… Grasia iştihayı hareket ve iştihayı nur isticaliyle cevap vererek, acele kalktı.
– Yemek yemek istiyorsun değil mi azizim? Ferrante çocuklara mahsus bir hulusu munis ile sordu.
– Evet hemen, hemen.. Grasia acele ve ani bir serbestiyi hareketle aşkının koluna girerek cevap verdi.
Şimdi durağın sıcak salonunda, aşkının karşısına oturdu. Bir hareketi nazar aşıp ile, yavaş yavaş uzun siyah eldivenlerini çıkarıyor, parmaklarındaki pırlantalı yüzükleri düzeltiyor, muhatabı omuzlarını bir sandalyeye, ayaklarını bir iskemleye dayayarak, tekrar mestengiz baloların, cenun alud
<>mabadı var<>
VUKUATI AHİREYİ BAHRİYE
. . . . .
İkinci harp aynen tarihçeyi vakayı – İngiltere donanmasının akim kalan bir akını – (HMS Formidable) zırhlısının garkı.
Muharebenin ikinci ayında yani 15.Teşrinisaninin 15.Kânunuevvele kadar geçen müddet zarfında, Karadeniz Rus filosu pek az eseri hareket ve faaliyet göstermiştir. Düşman kuvveyi bahriyesinin Sivastopol’de kapanıp kalarak nadiren denize açılması ve açık denize çıktıkça da daima firari hareket icra eylemesi Moskofların donanmamızla ciddi bir harbe girişmekten korktuklarına delalet eder. Teşrinisaninin beşinci günü Sivastopol açıklarında vukua gelen ilk müsademeyi bahriyede Yavuz’umuzun o müthiş toplarından bil misal bir sıhhat endaht ile Rus amiral gemisine hediye edilen mermilerin tevlit eylediği bu korkunun neticesinde, her ne kadar Rus filosu tamamen maf ve perişan olmaktan kurtuluyor ise de, esas maksat olan Karadeniz’in hâkimiyetini de büsbütün fedakâr ve kahraman donanmamıza bırakmış oluyor. Moskofların malik oldukları tefevvuk adedîye rağmen bu daimi firarları gösteriyor ki esasen noksan olan kuvveyi maneviyeleri, gemilerimizin maharet ve besaleti karşısında, tamamen kırılmış, berbat olmuştur. Donanmamızın faaliyeti mütemadiyesine rağmen muharebenin ikinci ayında: Vakayı bahriyenin keşir olmaması, Rusların işte bu içtinap (sakınma) ve ataletinden ileri gelmiştir.
Karadeniz filosu, vukuatıyla Japonların karşısında mağlup ve münhezim (bozguna uğramış) olan, bu günde Bahri Baltık’ta kati bir beceriksizlik gösteren kıymetsiz Rus donanmasının bir cüzivi olduğunu ispat eylemiştir.
6.Teşrinisaninin 26.Teşrinisaniye kadar geçen yirmi gün zarfında Rus filosu hemen hemen hiçbir eseri hareket göstermemiş, bilhassa bizim sahillerimize hiç uğramamıştır. Her ne kadar, Moskoflar Batum havalisinde mütemadiyen ilerleyen kıtaatımızı yandan ve arkadan tehdit için, Batum’un cenubundaki Gonye mevkiine 26.Teşrinisani’de harp gemilerinin himayesinde asker çıkarmışlarsa da, Osmanlı kıtaatının hücumu üzerine, telefatı külliye vererek ve iki top bırakarak ricat etmişlerdir. Düşman gemilerinin Batum havalisine geldiğini haber olan donanmamız, derakap Rusları takibe koşmuş ise de düşman bermutat firar eylemiş bulunduğundan 27.Teşrinisani’de Batum civarını topa tutmakla iktifa etmiştir.
Rus donanması bu tarihten sonra 10.Kânunuevvel’e kadar Sivastopol’deki inine çekilmiştir.
10 – 11.Kânunuevvelde Rus filosu, beş zırhlı, iki kruvazör, on torpido muhribi, üç torpil gemisinden mürekkep olarak, Zonguldak limanı methalini sabah torpillerle ve gemi batırmak suretiyle sed etmek maksadıyla denize açılmıştı. Ruslar Osmanlı donanması tarafından görülmek korkusuyla bu işi gece yapmak istiyorlardı. Fakat daimi bir teyakkuz ve faaliyet içinde bulunan gemilerimizden birinin birden bire ruhgüzarına çıkması, bütün bu maksadı melunaneyi alt üst etti. Kahraman sefinemiz düşmanın tefevvuk adedine ehemmiyet vermeyerek hemen 9000 tonluk 24 toplu ve 15 buçuk mil sürati haiz Rustislav zırhlısına ateş açmış ve torpil gemilerinden Anos ve Ulag ismindekileri de batırmıştır. Rus gönüllü seyri sefain kumpanyasının vapurlarından iken ahiren torpil gemisi haline ifrağ edilen bu sefinelerin birincisi 530 ikincisi 639 safi rüsum tonusu cesametinde ve saatte 12 sürati haiz idiler. Gark olan bu iki gemiden iki zabitle otuz nefer tahlis ve esir edilmiştir. Ertesi sabah 12,Kamumuevvel evvelki Osmanlı sefinesine bir diğeri daha ilhak etmiş ve her iki sefine Rus donanmasını takip ile harbe icbar eylemek istemişlerse de düşman Sivastopol’a ilticaya muvaffak olmuştur. Düşmanın Zonguldak gibi mühim kömür limanını sed eylemek hususundaki teşebbüsünün bu suretle ademi muvaffakıyete duçar edilmesi şayanı takdirdir. Osmanlı sefainindeki fikir fedakârı ve hissi vazife perverinin inkişaf ve tecellisine hizmet eden bu küçük müsademeyi bahriye düşmanın böyle bir teşebbüsünün defi ve bertaraf edilmiş olması münasebetiyle cidden mühimdir.
İkinci harp ayının Bahri Siyaha ait hülasayı vakayı işte bundan ibarettir. Bahri Sefid ve Bahri Ahmer’de ise 6000 tonluk, vasat küçük çapta 32 toplu 24,5 mil sürati haiz Askold ismindeki Rus kruvazörünün Beyrut’ta iki küçük vapuru batırmasından, diğer bazı düşman sefaininin de İskenderun’da şimendifer hattını, Dikili, Akabe’yi tesirsiz bir surette topa tutmasından başka bir hadise vukua gelmemiştir. İskenderun’a gelen İngiltere’nin 5700 tonluk 11 adet 15, 8 adet 7,6 santimetrelik topla mücehhez, 19 mil süratindeki Doris kruvazörüdür. Kıymeti harbiyesi mefkud, kırk senelik eski bir sefine olduğu için muvazzaf filodan çıkarılarak Çanakkale’ye gönderilmiş olan Mesudiye’nin garkı ise bir zayi olmakla beraber donanmamızın kıymeti harbiyesine halel getirmemiştir.
Birinci harp ayında olduğu gibi ikinci ay zarfında da Karadeniz hâkimiyetini muhafaza eyleyen kahraman donanmamız inşallah Bahri Siyahı Rus gemilerinden büsbütün tathir etmeğe muvaffak olacak ve Kafkas dar-ül-harekâtında şanlı ordularımızın elde ettikleri muzafferiyeti katıyeyi tanzir eyleyecektir.
İngiltere donanmasının akim kalan bir akını – İngiltere donanması, nihayet biraz canlanır, faaliyet gösterir gibi oldu. 16,Kânunuevvel efranci sabahı İngiltere’nin sahili şarkıyesi şehirlerinden Hartlepool, Whitby beldeleri Seydlitz, Moltke, Derfflinger ismindeki dretnot kruvazörleriyle sair seri kruvazörlerden mürekkep bir Alman filosu tarafından topa tutulmuş ve bombardıman pek çok hasar ile beraber insanca da elliyi mütecaviz telef, yüz elliden fazla mecruh olmak üzere epey zayiatı mucip olmuştur. Bu esnada Alman filosu iki İngiliz muhribini batırmış, birini de harap etmişti. İngiliz efkârı umumiyesinde vazifeyi muhafazayı ifa edemeyen donanmaya karşı bu vakadan dolayı şüphesiz pek büyük bir iğbirâr (gücenme) ve infial husule gelmiş olduğu İngiltere bahriye nazırını bu Alman taarruzuna bir mukabelede bulunmak suretiyle efkârı umumiyeyi teskine lüzum görmüştür.
Torpidobot muhriplerinden, seri kruvazörlerden, tayyare gemilerinden mürekkep hafif bir filoyu takiben “light systems” muhib dretnot kruvazörler, şimal denizindeki Alman sahiline taarruza memur edilmişlerdi.
Harbi umuminin ilk haftalarında 28,Ağustos tarihinde, İngiliz filosu Alman sahiline karşı yine böyle bir akın icra etmişti. O zaman hemen hemen yine aynı sefinden mürekkep bir filo sisten bilistifade ta Heligoland adası civarına kadar sokulmuş, orada vazifeyi tarassutu ifa ile meşgul bulunan SMS Köln, SMS Mainz, SMS Ariadne ismindeki hafif Alman kruvazörleriyle V-187 numaralı torpidobot muhribini – Alman bahriyesine büyük bir şan ve şeref bahş eyleyen – müthiş bir muharebeden sonra batırmıştı. Bu akını icra eden filo, Lion – (Vice-Admiral Beatty), Queen Mary, Princess Royal namındaki 30000 tonluk cesametinde 28 – 32,7 mil süratinde sekiz adet 34,2 santimetrelik ve 16 adet 10,2 santimetrelik toplarla mücehhez olan dünyanın en müthiş saf harp kruvazörleriyle 19100 tonluk 27 mil sürati haiz ve sekiz adet 30,5 luk, on altı adet 10,2 santimetrelik topla mücehhez New-Zealand dretnot kruvazöründen mürekkep bulunuyordu. Ayrıca da Arethusa sisteminde 3600 tonluk cesametinde 29 mil sürate haiz ve iki adet 15,2 lik altı adet 10,2 santimetrelik topla mücehhez seri kruvazörlerin refakatinde İngiliz donanmasının en seri ve en büyük muhriplerinden müteşekkil bir filo da bu sınıf harp kruvazörlerine refakat ediyordu. O zaman sisten bil istifade Alman hafif kruvazörlerini ale-l-gafle bastırıp batıran bu İngiliz fırkayı bahriyesi, bu defa Hydroplane denilen deniz tayyareleri ile keşfiyat icra ettirmiş olmasına rağmen hiçbir iş göremedi. Alman sahillerini topa tutmağa gittiği halde Heligoland adasıyla sahildeki müthiş istihkamata yaklaşmaktan korktuğu için bir mermi atmadan, hatta top menziline bile girmeden avdete mecbur oldu. Binaenaleyh İngiliz efkârı umumiyesini teskin ve bütün âleme İngiliz donanmasının da Alman sefaini gibi akınlar icra edebileceğini göstermek maksadıyla yapılan bu hareket hiçbir neticeyi faaliyet hâsıl edemedikten maada tamamen aksi tesirat husule getirdi. Çünkü kemali maharet ve fedakârı ile sevk edilen Alman sefaini İngiliz sahillerini alt üst ettikleri halde İngiliz gemileri, beraberlerinde götürdükleri tayyarelerin uçuşunu ve müteakiben bunların Alman havai filosu tarafından şiddetle def ve takip edildiğini seyir etmekten başka hiçbir iş göremediler.
25,Kânunuevvel’de Holigoland körfezine gelen İngiliz gemileri orada tayyarelerini uçurdular. Bu sabah tayyareler Alb nehrinin mansubuna kadar yükselerek orada yatan Alman sefaini harbiyesine ve Cokshaven’daki gaz depolarına müteaddit bombalar attılarsa da hiçbir hasar ifa edemediler. Alman sahillerinin müdafaasına memur olanlar İngiltere’nin sahil şarkiye muhafızları gibi uykuda olmadıkları için hemen vazifelerini ifaya şitab etmişlerdi. Zeplin kabili sevk balonları ile kara ve deniz tayyarelerinden mürekkep olan Alman havai filosu hemen İngiliz merakib havaiyesine karşı çıktı. Londra’daki payitaht halkını bile mahrumu hab eden zeplinleri görünce İngiliz tayyareleri hemen gemilerine avdeti şitab ettiler. Alman balon ve tayyareleri de hasımlarını takiben denize açıldılar ve attıkları bombalar iki İngiliz torpido muhribini duçarı hasar eyledikleri gibi bir depo sefinesinde yangın vukua getirdiler. İngiliz tayyarelerinden üçü gemilerine avdete muvaffak olmuşlar, yalnız tanesi tayyarecisiz denizde bulunmuştu. İşte bu suretle Alman sahillerine tevcih eden İngiliz akıbetini kati bir ademi muvaffakıyetle neticelenmiş ve İngilizlerin karada olduğu gibi denizde ve havada dahi maharet ve şecaat cihetiyle Almanlardan aşağı bulunduğunu ispat etmekten başka bir şeye yaramamıştır.
HMS Formidable zırhlısının garkı Teşrinisani efrancinin yirmi beşinde Sheerness limanında batan HMS Bulwark zırhlısının yevmi zıyaından beri hiç yeni bir İngiliz sefinesinin batmayışı, sultan Osman ve Reşadiye’mizin intikamını almakla doyamayan bizleri sabırsızlandırıyordu. Harp limanlarına iltica etmiş olan İngiliz donanmasının bazı akşamı nihayet denize açılmış olacaklar ki Kânunusaninin birinci günü ale-l-sabah Manş denizinde ve İngiltere’nin Plymouth açıklarında, Alman tahtelbahirlerinden biri HMS Formidable ismindeki İngiliz zırhlısını bir torpil darbesiyle ka’r-ı bahre indirmeğe muvaffak olmuş ve kendisini kovalayan İngiliz torpidobot muhriplerinin takibinden kurtularak salimen üss-ül-harekesine avdet eylemiştir. Batan İngiliz zırhlısı, HMS Bulwark’ın eşi olup İngiltere’nin ikinci filosunu teşkil eyleyen sekiz saf harb gemisinden biri idi. 1898 senesinde vazı tezgâh edilerek 1901 senesinde inşaatı hitam bulan bu zırhlı 15250 tonluk cesametinde ve 18 buçuk mil sürati haiz 15600 beygir kuvvetinde idi. Mürettebatı 750 kişi olup bir milyon İngiliz lirasına inşa olunmuştu.
Teçhizatına gelince: dört adet 40 çap tulunda 30,5 santimetrelik büyük, on iki adet 45 çap tulunda 15 santimetrelik vasat, on sekiz adet 7,6 santimetrelik ve altı adet 4,7 santimetrelik küçük olmak üzere 40 toptan mürekkep bulunmaktadır. Ayrıca iki makinalı tüfek ile dört adet 45 santimetrelik tahtelbahir torpido kovanı vardır.
Sefinenin vesaiti tahaffuziyesi olan zırhlarına gelince; Su kesimindeki zırh kuşak merkezde 22,6 başta ve kıçta 7,6 santimetre, büyük topları 25,4 – 20,3 santimetre, vasat topları15,2 santimetre, sihanda Krupp çeliği ile mahfuzdur. Zırh güvertesi 7,6 santimetre, kaptan kalesi 30,5 santimetre kalınlığındadır. HMS Formidable zırhlısı en yeni ve mükemmel gemilerden olmamakla beraber İngiltere’nin dretnotlardan sonra gelen sistemde iki Kral yedinci Edward sistemi sekiz, Teryumof sistemi iki zırhlısından sonra en ziyade haizi kıymet sefainden madud idi. Binaenaleyh zıyaı oldukça haizi ehemmiyettir. 750 kişiye baliğ olan mürettebatından yalnız 201 kişinin tahlis edilebilmiş olması İngiliz donanmasının geminin garkından mütevellit zararını tez’if (iki kat) etmektedir.
Zırhlının garkı 1915 seneyi efrancisinin birinci günü sabahına tesadüf olduğu için Alman tahtelbahirleri İngiliz donanmasına pek feci ve bittabi aynı zamanda kendi vatanlarına da pek güzel bir yılbaşı hediyesi takdim etmiş oldular. Yeni senenin ilk saatlerinde haizi kıymet bir sefineyi Harbiyeleriyle 550 bahriyelinin zıyaını, mutaassıp İngilizler şüphesiz ki bir eseri şeâmet olarak telakki edeceklerdir.
Bu vakayı harbiyeyi, yeni senenin İngilizlerle müttefikleri için bir devreyi felaket ve izmihlal, Almanlarla silah arkadaşları için de bir saadet ve muzafferiyet teşkil edeceğine fil hayr ve beraat istihlal ad ediyoruz.
Abidin Daver
İhsaiyyat (istatistik)
Muharebatta Nisbet
Tarih insaniyetin en kırmızı sahifelerini çevirmek, onları tetebbu (etraflıca tetkik/inceleme)etmekle meşgulüz. İnsanların şu birbirini hem de medeniyetçe tekemmül (olgunlaşma) eylemiş bir zamanda emsalsiz bir tarzda kırışları feleğin bile az gördüğü ya hiç görmediği, görmeyeceği hengamelerdendir. Bütün düvel (devletler) muharebe-i nazar dikkate alınır, bu gün birbirine karşı duran devletlerin nüfusu, birbirini boğazlamaya amade insanların veleh (kahır ve hışım) verici adedi tetkik edilirse beşeriyyetin nasıl bir buhran geçirdiğini derhal taayyün (aşikar olma/ meydana çıkma) eder :
25 milyon devleti osmaniyye 43 milyon İngiltere
66 milyon Almanya 39 milyon Fransa
52 milyon Avusturya-Macaristan 166 milyon Rusya
143 ittifak devletleri nüfusu 8 milyon Belçika
327 İtilaf devletleri nüfusu 3 milyon Sırp
470 mecmu’ nüfus-u muharribin 68 milyon Japonya
327
Şu yukarıdaki rakamlar sevk-i tali’le (doğan/ tulu eden) şahidi olduğumuz bu muarekenin (savaş/kavga/vuruşma) dehşet ve azametinin gösterecek ben baliğ bir bürhandır (delil/ispat) Bu azamet ve kuvvete bir de terakkiyat-ı (yükselme/ilerleme) medeniyyenin zamm (katma/ekleme) edildiği kuvve-i tahribiyye (tahrip) ilave edilirse insanların şu evanda (zaman/vakit) ne müdhiş bir işle meşgul bulundukları ve her gün için ne kadar can telef olacağı tahmin olunur.
Harp ferdin ruhiyyatında dahil olmaktan ziyade mecmua (bir araya gelmiş/tüm) şeklinde yaşayan insanlarca bir ihtiyac-ı ictimai şeklinde görülmekte çar-u naçar (ister istemez) yapılmakta olan bir amele-i cerahiyyedir. Onsuz vücud-u beşer idame-i hayat edemiyor. Tarih, tarih diye iftihar ettiğimiz bütün menakıb-ı (övünülecek vasıflar) insaniyyetin dibacesinden (başlangıç) hatmesine(bitirme) kadar en zerin(altın gibi sarı/parlak)hututu (yollar/çizgiler/yazılar) bize bu amele-i cerahiyyelerden bir çoğunun destanı kahr ve tedmirinden (yok etme/mahv etme) başka neyi gösterir?… Bu gün sükun ve istirahat içinde başlayan bir kitle-i münevvere, bir heyet-i mütemeddine (medeniyet), hem ayarı bir diğerinin menafi’, ve zayiatı, atisi(geleceği) itibariyle halini mucip (sebep) tehlike görünce onu an (pek az bir zamanda) yerinde can evinden vurmak için fırsatçı oluyor. Fransızla Almanlar 1871 harbinden beri bu vaziyette değilmiydiler?
Fakat cilve-i tali'(talih) daha doğrusu sevk-i menafi’ ne garip şeydir? Dün birbirinin düşmanı olan devletleri bugün hem dost hem fikr olarak yan yana kan dökerken görüyoruz.İşte Japonya! daha on sene evveli Rusya’nın hasm-ı canı (can düşmanı) iken bugün müttefiki şeklinde yanında bulunuyor. Bunlar o pür-ü hırs beşeriyyetin birer hevesatıdır…
Bu gibi halat-ı (halleri) garip görmek değil tabi’ bulmalıdır. Hatta bizce garip görülecek şeyler, Alman- Fransız husumeti devriyesi gibi uzun süren kin ve garezlerdir. Zira heyet-i insaniyye sevk-i menafi’le idare edilir, Saika-i (sevk eden /götüren) hisle idare edilemez. Bu hakikati Fransızlar Almanlardan yedikleri ve kim bilir daha ne kadar yiyecekleri darbelerden sonra derk eyleseler gerektir.
Dediğimiz gibi 470- 500 milyonluk bir kitlenin yani dünyada ki insanların üçte birinin yekdiğeri üzerine saldırdığı kuva-i muharebenin çokluğuna bir de teyyare, balon, torpil, tahtül bahr, dretnot, mitralyöz (makineli tüfek), şarapnel gibi mehlekatı-ı (tehlikeli) müthişede ilave olunursa bu muharebelerde büyük bir yekun-u telefat olacağı hatıra geliyor. Ancak bütün ati hesabat-ı maziyyenin sahaif(sayfalar) tecrübe-i didesinde münderictir (içinde bulunan). Az dikkatle onu tetebbu (etfraflıca tetkik etme) edenler, ati’yi hatalı olsa da savaba(doğruluk) yakın bir şekilde ta’yin ebilirler.
Biz işte bu noktayı nazarı der-piş (göz önünde bulundurmak) ederek, muharebe-i hazıradaki zaiyatı tahmin için esas olmak üzere yakın zamanda vukua gelen bi kaç muharebenin netayic(netice) ve fiyat ve zaiyatına dair dest-res (ele geçirmek/elde etmek) olduğumuz bir istatistiği nakledeceğiz. Bu adedlerin aid oldukları muharebeler esnasındaki evfvah-ı nariyye (ateşli silahlar) ve alat-ı (aletler) muharebenin bugüne kadar gördüğü ta’dilat ve tekemmülatın (olgunlaşmalar) bu adedlerin kabarmasına edeceği te’siri ta’yin keyfiyeti de kar’ilerimizin takdirlerine muallak bir meseledir.
Son bir hesaba göre Balkan muharebesinde 400 bin asker çıkaran Sırbiyyenin devlet-i osmaniyye ile olan muharebede 30 bin ve Bulgaristanla olan harp de 41 bin kişisi muharebeden hariç kalmıştır.
400 bin asker çıkaran Yunanistanın bizimle olan muharebede 23 bin Bulgaristanla olan muharebede 25 bin kişisi hatt-ı harbden hariç kalmıştır.
30 bin asker çıkaran Karadağ’ın bizimle ettiği muharebede 10 bin Bulgarla ettiği muharebede 1200 kişisi harbden haric kalmıştır.
500 bin asker çıkaran Bulgaristan’ın bizimle olan harp de 73 bin kendi müttefikleriyle olan ikinci muharebede 83 bin askeri muharebeden haric kalmıştır.
Bu adedlerde esir, gaip,mecruh (yaralanmış) ve telef dahildir. Bir de bu muharebe en son harp olması hesabıyla bütün esliha-i hazıra isti’mal (kullanma) edilmiş ve onların kuvve-i tahribiyyesi tamamiyle icra-i amel eylemiştir.
Yalnız telef ve mecruh nazar-ı itibare alınarak işi tetkik edersek bir askeri darb-i meselenin hükmü derhal göze çarpar; Bu darb-i meseleden (muharebede bir adam, bir ton barutla öldürülür) deniliyor ki; ati’de göstereceğimiz aded ve emsal bunun hakikate ne kadar yakın olduğunu isbata kafidir. Eğer her tane, her mermi hedefe isabet etse ne muharebeler bu kadar üzun sürer, ne de ona can dayanır. Teşekkür olunur ki; iş böyle değildir. İyi nişan alınamaması, hasmın görünmemesi gibi şeyler beşeriyeti biraz daha ağır surette tahrip ediyor.
Cebeli Tarık muhasarasında top, tüfek, mitralyoz mermisi olarak (387, 258) tane atılmış ve bu tanelerle ancak ekserisi hafif yaralı olmak üzere (1341) kişi telef ve mecruh olmuştur.
Salaman’ın (İspanya da) muharebesinde 437 de bir mermi hedefe isabet etmiştir.
Kırım muharebesinde Rusya’ya karşı devlet-i Osmaniye ile beraber hareket eden İngiliz kıtaatı askeriyyesi cem’an (bir yere toplanmak suretiyle) 15 milyon tane attıkları halde 21 bin Moskof itlaf (telef etme/yok etme) etmişlerdir ki ; 700 mermide ika-i darb ediyor demektir.
Yine bu muharebede Fransızlar 29 milyon tane atmışlar 51 bin Moskof öldürmüşlerdir ki; 590 da bir isabet.
Bize muhasım (hasım/düşman) olan Rusyalılara gelince 45 milyon mermi atıp 38 bin müttefik asker telef etmişlerdir ki; 910 da bir isabet demektir. (bu da bugün ki düşmanımızın ne kadar şaşı beş görür takımdan olduğunu gösterir).
1870 muharebesinde Fransa da (mezyer/meziers) ‘i muhasıra (kuşatan)eden Almanlar şehre 193 bin mermi attıkları halde ancak 300 kişi telef olmuştur. (232 de bir demektir.) (Terville) re 30 bin mermi ile yalnız iki kişi telef olmuştur. Bunun emsali bir de (Loren) de vaki olmuştur. Buraya da 30 bin mermi attığı halde hiç telefat olmamıştır.
Yine Kırım seferinin (Alma) muharebesinde İngilizler binde 75, Fransızlar binde 40 Ruslar binde 47 zayiat vermişlerdir.
(İnkerman) muharebesinde Ruslar binde 110, İngilizler binde 37, Fransızlar da binde 5 kişi kaybetmişlerdir.
1870 de (sedan) muharebesinde Fransızlar binde 43 kişi Almanlar binde 9 kişi zayiat vermişlerdir.
(Spisheren) de Almanlar binde 29 Fransızlar binde 16 telefat vermişlerdir. Meşhur (Gravelotte) muharebesinde Almanlar ve Fransızların her ikisi de binde 9 telefat verdiler. 1870 harbinde asakir-i muharebeden ancak yüzde beş kişi telef oldu. Amerika’yı şimal-i muharebe-i istiklalindeki telefat yüzde 7 dir.
İşte bütün şu rakamlara şu netayice (netice) nazaran anlaşılıyor ki : harp de ancak 14 ila 20 de bir tehlike vardır. Vesait-i harbiye çoğaldıkça tedabir-i tahaffuziye de (kendini muhafaza etme/korunma) artıyor. Bir de evvel ki silahların yaralarına nazaran bu günkü esliha(silahlar) daha medeniyettir. Daha az öldürecektir. Tetkikat gösteriyor ki; Son harplerde yaraların yüzde 44’ü bacaklarda 33’ü kollarda 11’i omuz ve göğüste, 11’i başta: biri de karında oluyor. Eğer tüfek mermisiyle yaralanırsa tehlike ancak göğüs ve başa isabetde olduğuna göre yüzde 15 ila 20 yaralı mehalik olabiliyor.
İşte şu ma’lumata göre muharebe-i hazıranın zayiat nokta-i nazarından neticesi takribi tarzda tahmin edilebilir.
Mim.B.İdris
MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN
TÖVBE EDELİM ZENBİMİZE (GÜNAHIMIZA)
Ardahan fethine(1)
Tufuliyyet (çocukluk) sen ne kadar ruhperver, saf-ı edasın… Hakayık elemiyyeyi (elim hakikati) bile kendine has saffet (saflık) beyan içinde tebliğde yalnız anlayanlara munkeşif bir kudret ibraz edersin… Senelerce itfal mekteb; Cuma pençşembe (Perşembe) günleri yarim azad olurken okumuşlar, mektebin yüzünü güldüren (Âmin) esnasında sokak da lakayıdane durup seyir edenler aynı lakayıdı içinde dinlemişlerdir. Tufuliyyet; koca bir nesle her gün günahlarına tövbe etmeyi ihtar ettiği halkı acaba kaç kişi dinlemişdir. Ne kadar çok günahımız var YA RABBİ? Senelerce bu toprağa lakayt kaldı. Senelerce mealiyat ruhlarımıza uzak kaldı. Her facia vataniyyeye karşı bi his ve tesir durduk. Senelerce kaygısız, endişesiz, yaşadık… Günahımız mı yok? Her milletin zayıf nıkadı (noktası) bulunur. Her millet; tahsis-i ahlak, tehzib-i mişvar (duruş) ihtarına arzı ihtiyaç ettiği dakikaları idrak etmiştir. Bize de bu muellim (elem vücut eden) avanı (zamanı) gördük. Sur İsrafil değil; sahte vukuat, elim maddiyet bizi üzdü, hırpaladı, yere vurdu da uyandık. Ne için inkar edelim.((Kişi noksanını bilmek kadar irfan olmaz)) sözü ne kadar eskiyse, yine beşere hatalarını itiraf lüzumunu anlatır. Zaman geldi; galibi mutlak idik. Çünkü fazaili milliyyemize tamamen sahib idik. Vakit oldu. En elim mağlubiyet , en acı hezimet safahatını kan ağlaya, ağlaya gördük. Zira hasais kavmiyemize noksan arz olmuş idi. Biz toprağa lakayt kalmış; tarihimizin ((edvar-ı inhıdad )) (aşağılama küçültme devri) olmak üzere kayt ettiği avanı tedenninin (aşağılamanın) hemen her safhasında görüldüğü üzere şahsi, menafii şahsiyeyi, arazı hususiyeyi umuma, menafi umumiyeye, araz haeneyi umumiyyeye tercih etmiş idik. Balkan harbini bize gaib ettiren top, süngü değil, hasenatı milliyyemizin, seyiat (feda) tahvildir. ((93)) seferi nedir? Bunun bi nüsha evveliyesi değil midir? Abdulhamid; muhafaza-i şahs, ikame istibdad namına koca bir mülkü viran etmeyi bile göze aldırdıktan sonra ve kelas (devletten olmak sıfatı, hâli) vüzerası (veziri rütbesi), ayan ve eşrafı bu kanlı yolda yürümekte beis görmemişler; nasıl Balkan harbinde düşman kapıya dayandığı halde burada nifakı bırakmayan, temini mevki çalışan hazle (arkadaşlarını tehlikede bırakıp kaçan namert) görülmüş ise , o zaman da Ayastefanos önünde Moskof dururken ; Kağıthane sarayına Moskof askerini görmek için dolma tencereleriyle çırpıcı sefasına gidenler görülmüş; bu seyyie (arkadaşça öpüşmek halleşmek) önünde daima misal imtisal görmeye muhtaç bulunan bu halka ta yukarıdan gelmiştir. Bakın size o zamanın şevriş ( kargaşa) idrak fersasında (bozgunculuğundan ) birkaç misal: Moskof; Tuna’yı geçtiği sırada Abdülkerim paşa kumandasında bulunan kuvve-i Osmaniye iyi bir tahmine göre 210,000 kişi 8,000 barıgir (yük taşıyıcı) 318 top idi. Anadolu hududunda bidayet harbinde (120.000) moskofa karşı 80.000 Müslüman var imiş. Devlet-i Aliyye muharebe hazırlıkları görmemiş değil. Tuna eyaleti , hatta her ihtimal düşünülerek Yunan hududu bile takviye edilmiş idi. Ruslar Tuna’yı geçtikten sonra bir gün hükumet millete hitaben bir beyanname neşr ederek bütün efradı Osmaniye’yi fedakarlığa davet etti.(2)
Bu davet; tesirini göstermedi değil. Fakat nifak melunu içimizde, kaygısızlık etrafımızda gezinip durmuş. Ya iş başında gelir, Ah onlar… Bir gün meclisi mebusanda İzmir mebusu Yenişehirli Zade Ahmet Efendi kürsü hitabetinden vekilen mevkiine dönerek:
“ Size son paremizi verdik. Siz ne yapıyorsunuz? Yük bize, sefahat size!” demiş. Reisi mahude Ahmet Vefik paşa. İlmi, ameline hiç de uymayan o mecnun aklı nema (gösteriyor). O bile dayanamamış. İane (yardım) verenlerin hep fukara olduğunu itirafa mecbur olmuş idi. Nasıl Zünübümüze (günahlarımıza ) tövbe etmeyelim. Hala iane (yardım) veren fukara. Sukut eden eğniya (zengin). Çok seviniyorum. Onun için çok seviniyorum. Çünkü arada şu fark var. Artık vekil durmuyor. Bakın! İş başında kaç kişi vardır ki, rahat döşeğinde oturuyor. İnkila bıçılgan (toparlanma yarası) manasını hakkıyla bilen her rahatı, milletine feda ediyor, onun için evvelki Moskof seferinde ilk hamlede, iki üç günde düşen Ardahan bu gün ilk hamlede bir avuç erbabı celadet tarafından zapt olunuyor, her zaman iddia ederim. İyi ellerde bu millet; yek iyidir. Çünkü fıtratı pek yüksektir. Hulul-u avarız, hücum-u seyyiat, irşat ve teşvik ile heyula ya (korkunç hayale)dönüp kaçar.
Ardahan’ın fethini duyar duymaz, aklıma ilk facia sukutu geldi. Orada kasap lakabıyla maruf bir Hüseyin paşa var imiş. Paşamıza gelenler müellifin (hızlı cevap veren) Kemal sözün daz ile anlattığı üzere (3)bu adam; daha İstanbul da iken kendisini tabiin edenlere “Amanın canım beceremem” diye yalvarmaya başlamış. Gazi Muhtar paşa hazretleri de Karadağ muharebatında cebanet (korkaklık) fevkaladesiyle iştihar ettiğini biliyormuş. Fakat esma-ı hakikat mümkün mü? Çünkü bu adam; meşhur Hüseyin Avni Paşa’nın bacanağı imiş. Sultan Aziz cennet mekanın hallinden sonra mektup harbiye-i dahiliye müdürü olmuş. Malum ya: Mektup vakıa-ı halin en büyük amillerinden. Bu adamın İstanbul’dan defi lazım gelmiş. Rusya’nın matmah-ı nazarı (hırslı bakısı) olan Ardahan a kumandan nasip etmişler.
Cenab-ı hak, arazı mahsusa ya milletini, vatanını feda edenlerin yüz bin kere belasını versin. Zaten hududu vatanın her tarafından ateş yanarken İstanbul, sarayın alt icraatı olan birkaç paşanın elinde oyuncak idi. Meclisi mebusanı dağıtmak için vesile arayan hükumet ; tevkifatına , takibatına devam ediyor, mahbuslar doluyor; Reisi Meclis Milli Abdülhamit’in fermanberi olmuş, orada birkaç sahib-i hamiyet feryat ederken, İstibdat; riya, nifak, şakak mustekire dişlerini gösteriyordu. Onun için mağlup olmadık mı ya? Yalnız ben söylemiyorum. Perverdigar (kainatı besleyen yetiştiren cenabı hak) istibdattan olduğuna katiyen şüphe edilmeyen Mahmut Celalettin paşa bile “Mirat-i Hakikat” inde şu suretle besse şekü (zahir ) ediyor.
İş bu heyetin (4) vazife-i asliyesi harp ordularının ihtiyacatını tahkik ve teshil ve sevki mühimmat ve levazamatı tesri eylemekten ibaret iken giderek kumandayı ve harekatı askeriyeyi minder üstünden müdahale yolları açılmaya meclis mezkur bayağı umum kumandanları merkezi şeklini aldı ki, muharabatça birçok hatıyyat (hatalar) ve seyyiatın mastarı ad olunsa becadır (yerindendir). Zira bu heyetin erkanından bir takımı ne dediğini bilmez ve hakayık ahvalinden anlamaz humkan (ahmak) , bir takımı dahi ömründe muharebe nasıl olur kumandanlık nedir deyü düşünmeyen bu tarikten neşet etmeyen zevatı izamı olmakla…
Daha aşağılarda:Bir takım kötü beynan mefer binek daye intisap ve hıfz cah-ı cenab ile vuku bulan ilkaat (5) suretiyle feryad ediyor.
Daha zünübümüze tövbe etmeyelim mi? Bunlar o türlü zünüptür ki ; yine bu milletin düş tahmiline yöneldi. Günahımız çok imiş ki, çok çektik. Sana yine hamd olsun ki bu günü gördük. Çünkü bir zamanlar Ardahan’ın sukut nagihanesi o zamanı yazanların kavlince İstanbul’ca badı hayret ve ızdırap iken bu gün feth-i esmaniyesi sebebi saadet ve meserret oluyor. Arada çok fark var değil mi? Değişen yalnız zaman değil. Zima midaran (idare)da elbette değişti. Millet elbette zünübüne tövbe etti. Riya dini mübin İslam’ca şer-in esğarıdır. Bu zemimeyi irtikap eden kalemler yalnız hakkın değil, halkında hedef-i laneti olur. Onun için pek açık yürekli bu gün hayat ve memat mücadelesine bizi sevk ederek bize fedakarlık dersini bilfiil gösteren büyüklere minnettar olmalıyız. Almanlar, bizden ziyade bizi biliyorlar. Geçen gün o büyük müttefikin mühim bir gazetesi kuvve-i hayatıyesine bu kadar çabuk suret de muhalikden sonra izhar eden bu millete karşı selamlar gönderiyordu. Fakat içimizde halen bu kuvve-i hayatiyeyi etmeyenler bulunuyor. İşte onun için zünübümüze tövbe edelim.
Çünkü bu türlü tufuliyatta bir milletin günahı demektir. Onlar büyürler. Güneş görürler. Nimet-i hayattan müstefit olurlar. Fakat sayesinde yaşadığı ağacık düşman hayatıdır. Dikkat edin hükûmetin zecren kapattığı o ağızlara bakın! Halne kıpırdamak için feraset gözetirler. Cenab-ı hak ; hükümetten hoşnut olsun. Şiddet-i adle kadar hoşuma giden bir şey yoktur.
Hele hayat ve memat meselesi mevzu bahis olduğu böyle bir demde. Bir zamanla, büyükler, küçükler fena böyle götürerek memleketi bu hale sokmuşlar. Şimdi içimizde küçükler rütbe, sakal mevzubahis değildir. Var ki tutulan şehrah selametinden bu fedakar halkı çevirmek için iblisane çalışmaktan geri kalamazlar.
Ne zaman onlara bakmazsak, asude bal, his fedakarı ile meşbu‘ olarak çalışırız. Bugün zünübüne fiiliyyat ile tövbe ederek harikalar gösteren bu milletten de beklenilen budur.
Hüseyin KAZIM
NOT:
- Bu makale; Eslaf-ı Gazatın bakiyyesi ad olunan müşir pir, sadr-ı esbak gazi Muhtar Paşa hazretlerine bir tekamedir. Müşarun ileyh Hazretleri evvelki Moskof Seferinde Anadolu darul harekatı umum kumandanlığını deruhte, sergüzeşt harbi yazmayı unutmadıkları gibi birkaç gün evvelde “feraye perese” (ay ışığının sınır çizgisi) ve “ekdam” muhaberelerine esfar-ı sabıka hakkındaki mutali‘alarını laften takrir buyurmuşlardır.
Ardahan feth-i mübeyyine münasebeti ile yazılan bu makalenin müahhazaları:
Müşarun ileyhin “Sergüzeşt hayatımın cildi saniyesi” namı eserleri ile Arif bey merhumun “Başımıza gelenler” i, hatırat Said paşa, Mithat paşa ve hayatı, “Abdülhamid sani ve devri saltanatı “ Mahmut Celalettin Paşanın mirat-ı hakikiyyeti “Osmanlı –Rus seferi”dir.
- Bu beyannamenin neşrini müteakip bab seraskeri; hükümete arz-ı hizmet askeriye eden efrad-ı ahali ile doldu. Bedenen ifa hizmetine muktedir olmayanlara para, hayvan ve erzak vererek ordunun ikmal levazımına çalışıyordu. Memurun melekiyye (mülkleri) ve askeriyeden kendi arzularıyla maaşlarının bir kısmını ordu namına terk edenler oldu. Bedelini hükümetine teslim için evindeki eşyasını satan bile oldu. Yalnız milel (millet) gayr-ı Müslime’den asker ahza teşebbüsüne patrikhanelere mâl oldular.
- Başımıza gelenler. Arif bey merhum: sahife 81
- Mirat-ı hakikat -2. Cildi sahife 34
- Yani bidayet harbde tedarik vesait askeriyeye ve teshil muamelata ait umur ile iştigal etmek üzere teşkil eden meclis meşveretin (söyleşme).
Mütercim: Saynur Meydancı