DONANMA MECMUASI 33 / Kasım.1912

DONANMA MECMUASI 33

O-169_0590

Bir Osmanlı dretnotu

<<matbaayı Hayriye>> ve şürekâsı

TEŞRİN SANİ 1328

Numara 33

              O-169_0591-2       Hizmeti tahririye ve kelimiyesiyle memleketimize hizmeti fevkaladede bulunan

Ahmet Mithat Efendi merhum

KISMI İÇTİMAİ

Ticaret-i bahriye hakkında

Hatırat ve mülahazat

          Geçenlerde irtihâl-i dar-ı beka (ölüm) ederek Osmanlı âlemi ilim ve marifetinde işgal eylemekte olduğu mevki belind (sersem) ve müstesnayı boş bırakmış olan Ahmet Mithat efendi, Hasan mellâh( gemici) ismindeki romanını Rodos zindanında yazmıştır.  Okuyanlar bilirler ki iki büyük cilt teşkil eden bu romanın ekseri muhteviyatını deniz maceraları, deniz seferleri, denize ait hikâyeler, bütün ıstılahtı (terim) ile gemicilik ilmi teşkil eder.  Bu ciltlerde tarih, bazen hayali ve mutasavver, bazen hakiki eşhas omzunda başka bir şekli hayalin nema ile gözlerimiz önünde güzeran (geçici) olur.  Fakat bütün bu malumat ve hikayat içinde şimdiye kadar herkese malum olamamış bir hakikat vardır ki onu da burada bil münasebe biz haber vereceğiz.

     Mithat efendinin bu romanına unvan olan mellâh hasan, hikâye nüvis (hikâye yazan) muhteremin Rodos zindanında tesadüf ettiği gemici Hasandır,  yani halde yaşamakta iken mazilere irca olunup tarihin sahaif (sayfalar) ve safahatı arasında dolaşan ve dolaştırılan bu kahraman, Mithat efendi orada iken Rodos zindanında bulunan Rodoslu bir insandır.  Mithat Efendi Hasan mellâh ile gemiciliğe dair muhasebatlara giriştiği zaman, herifin ümmi (cahil) bir şairiyetle gemilerden, seyir ve seferlerden, bazen köpüren ve bazen süt liman halinde sükût ve sakin duran denizden bitip tükenmez bir aşk ve heyecan ile bahisler etmesi, muhatabında cazip bir surette tevsi olunmağa müstaidd (iddialı) bir mevzuu dil-firib (gönül aldatan) ve muhteşem karşısında bulunduğu fikrini uyandırmış.  Derhal bir taraftan Hasan kaptan ile konuşularak, diğer taraftan bu konuşmalar tarih ve coğrafyanın sahayı beyanına merc olunarak <Hasan mellâh> ın tahririne başlanılmıştır. 

     Ben, bilahare hüsn-i mellâhı görmüş, romanın nasıl yazıldığını kendisinin ifadelerinden öğrenmiş idim.  Hüsn-i mellâh:

     _efendi, sertçe bir şimal rüzgârının

Sayfa: 418

Papatya çiçekleri ile süslenmiş bir çimen zar haline getirdiği zaman, kız gibi (gulet)e martı kuşları şeklini veren yelkenlerini fora edip şöyle bir engine doğru yaslandık mi. . .  Suretinde, gemici kalbinden doğan ihtisasat tabiyesini nakle başladı mı, Mithat Efendi valihane (hayran) dinler, hele <<kız gibi (gulet)>> yolundaki tabirlere bayılırmış.

     İşte Hasan Mellâh romanında, yelkenli gemiler zamanına ait olarak verilen cazibeli ve mükemmel malumat, bundan yarım asra yakın bir zaman evvel, Rodos zindanında kürek cezası çeken Rodoslu bir gemici tarafından ihzar (gevezelik) edilmiştir.  Mithat Efendi merhum üç seneden fazla imtidat (uzama) eden mahbusiyet ve menfa (sürgün) hayatında ahaliyi mahalliyeyi teşvik ederek kendi tertip ve tasavvuru veçhile, Rodos’a göre hakikaten muhteşem bir mektep vücuda getirmiş, (medreseyi Süleymaniye) unvanını verdiği bu mektebin usul-ü talim ve terbiyesini de bizzat kendisi çizmiş idi.  O zamanlar, İstanbul’da bile misli bulunmayacak bir menbağ-ı irfan numunesi olan bu mektep, o vakitten beri Cezayir ve sahil Bahrisefid’in dar-ül-muallimi, dar-ül-muallimini olmuştu. 

Bundan on beş sene evvel, Mithat Efendiyi ziyaret ettiğim sırada bu mektepten bahis etmiş idik.  Merhum, hep Hasan Mellâhın menkuş (nakışlı) hatırası kalan cazibe-i hikâyatını, asrın ilcââtı (zorlama) ile merc ederek demiş idi ki:

     _Oğlum, vaktimiz müsait olmadı.  Yoksa bu mektepte tatbik olunacak ve tatbiki ile Rodos’u ihya edebilecek bir ders-i mahsus vardı.  O da gemicilik Rodos, Rodos’un ve civar sahillerin ihtiyacatına muvaffak bir ticaret-i  bahriye dersi idi.  bu ders ya mektebin bütün sınıflarında ale-d-derecat (sırasıyla) takip olunabilir.  Yahut bunun için sınıf-ı  mahsusa küşat olunabilir idi.  Vaktiyle bu adanın İslamlarını medar (yörünge) servet olan gemicilikten bizim zamanımızda bile pek çok şey kalmamış idi.  Fakat gemicilik hissi ada sükkanında (oturanlar) adeta tabiidir.  Artık hayatı ictimaiyenin başka medar ve mesnetlere itkası (dayanak) lazım geldiğini anlamalıyız.  Biz, ceddi alamız olan Oğuz han zamanından beri hep kılıcımıza dayana gelmişiz.  Bazı yerlerde tabiatıyla tesis etmiş olan zayi milliye ve mahaliyemiz bile yavaş yavaş elimizden çıkmağa başladı, başladı ne demek, çıktı bile.

     Biz hala kılıçlarımıza dayanmaktayız.  Fakat bu kadar zamandan beri dayandığımız bu kılıç, akıbet kırılsa gerektir.  Kırılınca da yuvarlanacağız.  Çünkü yegâne istinatgâhımız budur.  Bu gidiş iyi bir gidiş değil.  Biz kılıcımıza dayanmış, millet-i hakimeyiz diye böbürlenip duruyoruz.  Hal bu ki akvamı mahkume addettiğimiz anasır-ı gayri Müslime kendilerine ticaret ve sanatı destek ittihaz etmiş, servet-i umumiye’yi kendi aralarında cemi eylemiş bulunuyorlar.  Elimizde sanki biraz ziraat var.  O da hem iptidai, hem de menafi yine dolayısıyla memleketimizin erbabı ticaretine ait gibidir.  Bugün

Sayfa: 419

kuvvet hakikiye, kılıçtan ziyade servette ve servetin müvellidi (meydana getiren)  olan ticaret ve sanattadir.  Bir an evvel aklımızı başımıza toplayarak ticaret ve ziraat ve sanatın bütün icabat-ı haziresini idrak ve ihata etmeli.  Aynı zamanda tatbik dahi eylemeliyiz.  Necat ümidi * bundadır.  Yoksa akıbetimizin fenalığından bihakkın korkulmak iktiza eder.  İşte bunun içindir ki <medrese-i Süleymaniye>de bir ticaret-i bahriye dersi açamamak bana bir dağ derun olup kalmıştır.  İnşallah sizler muvaffak olursunuz.  Sizler bari muvaffak olunuz.

     Mithat Efendi merhumun, on beş sene sonra telhis (özet) ettiğim şu hitabet-i vakıf hanesi,               O-169_0594          DONANMAMIZIN: ÇANAKKALE VE BOZCAADA AÇIKLARINDA DÜŞMAN FİLOSUNA KARŞI ALDIĞI VAZİYET VE HAREKÂT-İ MAHSUSASI

O zaman nasıl idi ise, bugün daha ziyade üryan olmuş bir hakikattir.  Merhumun Rodos’a ait sözleri ne kadar doğru idi.  Her yerde olduğu gibi Rodos’da dahi vaktiyle ziraat ve ticaret ve sanat oraya ait işgal ile bir mevcudiyet mahsusası varmış.   Ben o adada bunların bakiyesine yetiştim.  Adanın kabiliyet ziraiyesi en mümbit topraklara gıpta resan(gıpta eden)  bir haldedir.  Vaktiyle Rodos’tan kalkarak İskenderiye ye kadar giden, Suriye sahillerini dolaşan, oralardan aldıkları emval ve emtiayı İstanbul’a kadar nakil eden gemilerden, armatörlerden yalnız uzaktan uzağa bir hatıra kalmıştır.  Ben yetiştiğim tarihte bir Rodosluya ait olmak üzere yalnız bir (gulet) kalmış, adalı diğer küçük yelkenlilerin sahayı seferi ise cenupta nihayet İnsaliyeye, şimalde İstanköy

     (*) Mithat Efendi merhum (ümit) kelimesini Anadolu şivesine mutabık bir surette (umut) diye telaffuz ederdi.

Sayfa: 420

O-169_0595 Donanmamızın: Çanakkale ve Bozcaada açıklarında düşman filosuna karşı aldığı vaziyet ve harekât mahsusası.

adasına kadar uzanabilmekte bulunmuş idi.  bu piraçire’ler (ufak ahşap tekne)den biri bir vakit palamut hamulesiyle İzmir’e kadar gidebilmiş idi de hayretlerle telakki olunarak birçok müddet makamı takdirde dillerde destan olup durmuştu.

     Bilhassa gemicilik Rodos için vaktiyle pek mühim bir menbağ-ı ticaret imiş.  Denizlerden toplanan hazain (hazine) servet, Rodos’a getirilir, orada esbabı mamuriyet ve refahiyetin istikmalinde istihdam ve istiamel olunurmuş.  Mürur-i zaman ile elden çıkan, yok olan bu menbağ-ı servetin enkazı perişanına ben Rodos’ta bizzat şahit oldum.  Şehirdeki evlerin, bağlardaki binaların, hatta bağları ihata eden duvarların, her şikaf (yırtık) harabında mamuriyet kadime hikâye eden beliğ nişaneler var idi. 

     Hatta vaktiyle memleket için kurumaz bir menbağı servet halinde bulunan gemiciliğin bekaya’yı erkânından bir (hoca) ya da tesadüf ederek bu sanatın ne kadar büyük bir suhulet ve muvaffakıyetle icra olunduğuna dair kıymettar izahat ve malumat almış, bu kadar menfaatli ve bu kadar hayat bahş bir mesleğin İslam arasından kaçmış, uful etmiş olduğuna ne kadar yanmıştım.

     Hoca tabirinin eski gemicilikteki manası, hele evlada hatıra tebadür (akla gelme) edivereceği veçhile, gemi imamı filan demek değildir.  Hoca demek şimdiki gemicilikte (hesap memuru) denilen ve geminin harekât ve sükûnetini bilhesap tanzim eyleyen sahib-i fen bir adam demektir.  Bunun içindir ki bu hocaların mutlaka sarıklı olması da lazım gelmez.

     İşte benim şerefyab mülakatı olduğu ihtiyar ve muhterem hoca, vaktiyle İskenderiye ile İstanbul arasındaki sahilde nakliyat ticariye ye vesatat (vasıta) eden büyük bir sefinenin dediğim tarzda bir hocası idi.  kendisine ve o seferlerin ihtiyacatına göre heyetten, haritadan, pusuladan – velev ki ameli bir surette – tamamıyla hesap dar idi.  Benim gördüğüm zamanda dahi enginin neresinde bulunsa, mevkiini tayine muktedir olacak vukuf ve irfana malik idi.

     Şimdi Cezayir ve sahil Bahrisefid’in İslamları arasında ticaret-i bahriye, hemen de Nuh aleyh-is-selam (selam üzerine olsun) zamanını aktaracak bir halet-i iptidaiye ye rücu eylemiş bulunuyor.  Yelken gemilerinin kıymeti ticariyesi, şimdi dahi, buharın sahayı ihbarı teshir etmiş olmasına rağmen, bana eskisi kadar ve belki daha ziyade mevcut ve bakidir.  Hatta vukuf ve muvaffakiyetle icra olunmak şartıyla yelkenliler ticareti, buharlılar ticaretine tevfik bile eder.  Şu davanın misalini de hala Cezayir Bahrisefidin küçük adaları olan Meyis, Kerpe, Kaşut adalarının Hıristiyan gemicilerinde görürüz.  Bu gemiciler, ta Kum kale ye ve hatta Kara Denize kadar Anadolu sahillerinden tahmil ettikleri kereste ve mahrukatı İskenderiye ye ve sair ticaret

Sayfa: 422

benderlerine nakil ederler.  Gemileri ikişer üçer direkli 300 den 500 tonilatoya kadar büyük sefinelerdir.  Sefine sahipleri ekseriya kendi sermayeleri ile iş gördüklerinden her seferde büyük menfaatler temin ederler.  Bir seferde kâr safi olarak geminin kıymetini çıkaranlar bile vardır.  Kimisi sermayedar, kimisi sahibi sayi ve amel olmak üzere bu cezireler sükkanının (oturanlar) ekserisi bu tarik ticaretten temini hayat ve servet eylemekte bulunuyorlar.

     Bugün ticareti bahriyenin yalnız yelkenlilere mahsur bulunmadığı, bilakis en büyük feyzini buharlı sefain ile vuku bulan nakliyatta inkişaf ettirdiği malumdur.  Ticaret-i bahriyenin şu şekil müterakkisi bizde ne haldedir.  Bilmem buralarını izaha hacet var mı?

     Hal bu ki Yunanistan’ın ticaret-i bahriye vapurlarından Amerika’ya kadar seyir ü sefer edenler var. 

     Hayat-ı milliye ve içtima iyemizin faciayı haziresi arasında bu hakikatleri görmek, gördükten sonra da derin düşünmek, artık olanca azametiyle kendiliğinden tayin ve hatta tahakküm eden bir ihtiyaçtır.

     Zavallı Mithat Efendi, ne kadar hakkın var idi.  hala da ne kadar hakkın var!

     Göztepe: 21.kanun evvel.1328

     Yunus Nadi

Sayfa: 423

HARP İLE SULH ARASINDA

     Pariste münteşir <<illustration>> gazetesinin Bulgar ordusu ile harekâtı harbiyeyi takip eden mr. Alan Penzo’nun Çatalca harbine dair yazmış olduğu uzun bir mektup , Tasvir-i efkâr refik muhteremimiz tarafından tercüme ve neşir edildi.  Muhabir mümâ-ileyhün (bahsi geçen) baladaki unvanla yazdığı ikinci mektubu da biz, karilerimizce merak ve dikkatle okunacağını ümit ettiğimiz için tercüme ediyoruz:

Yaralılar ve ölüler arasında Çatalca’dan Kırk Kilise’ye:

Kırk Kilise,23.teşrinsani.1328

     Bulgar kralı Ferdinant ile karargâhı umuminin yerleşmiş olduğu Kırk Kilise kasabasına avdet etmek üzere, üçüncü ordunun erkânı harbiyeyi umumiyesinden ayrılacağım zaman, bugün bütün Avrupa’da sahibi şöhret olan ve seferesinde beka silah arkadaşı gibi muamele etmek lütfünde bulunan büyük Bulgar askeri General Radko Dimitriev’e hakiki bir teessür ve teheyyücle (heyecan) veda ettim. 

     İrad ettiği kelimat vedaiye daima hafızamda mahfuz kalacaktır.  Gidiniz, mösyö, kariben tekrar Fransaya kavuşacaksınız.  Kendisini sevdiğimizi ve daima onu taklide çalıştığımızı Fransız ordusuna söyleyiniz.  O, bizim aynamızdır.  Burada icrasına teşebbüs ettiğimiz ne varsa, hepsi sizin usullerinizden mülhemdir.  Askerlerinizi tetkik ile harbi öğrendik.  Alaylarımızı iş başında gördünüz.  Kıyafetleri bazen biçimsizdir ve nazara hoş gelmez.  Lakin biz fakiriz.  Askerlerimize elbise vermezden evvel bir tüfek ve cephane veririz.  Bakışını yürek yapar ve yüreğin şimdiye kadar iyi yaptığını gördünüz.  Burada muharebe eden Bulgarların ruhunda hakikaten bir şey var ve bu şey 1792 deki Fransız gönüllülerini canlandıran iman ve ten-perveranenin (tembellik) hatırası ve adeta onun makûsudur (ters).  Cevap veremeyecek kadar müteessir olduğum için, generalin elini son defa bir daha sıkarak, bir söz söylemeksizin eğildim.

     Şimdi Çatalca’dan avdet edeli mecruhların (yaralı) refakatinde pek kedernak saatler yaşayacağım.  Ölenlerle kayıp olanları hesaba almadığımız halde mecruhların mukadderi sekiz bin kadardır.  Meydan-ı harbden seyyar hastaneye intiha (nihayet) olan bu izdırap yolu üzerinde, kalbimiz müteezzi (eziyet) olduğu halde, talihsizlikten talihsizliğe, elemden eleme,

Sayfa: 427

Heyhat!     Bazen de ölümden ölüme gidiyoruz.  Evvela Çatalca’nın yirmi beş kilometre garbında bulunan ve şimdiki halde, hem bir erzak, hem de her iki ordu için bir tahliye istasyonu olan Sinakli’ye gittim.  Artık yola girmiş bulunuyordum.  Bahusus sağ ve solumda, gayri kabili tasvir bir kalabalık, içinden çıkılamayacak bir yığın gördüm.  İstasyonun avlusunda, büyük ateşler etrafında oturmuş veya yere uzanmış altı yüze yakın yaralı vardı.  Daha başkalarına intizar ediliyordu.  Bunların yakınında, hemen içlerinde topçu nakliyeleri, birçok miktarda cephane ve bilhassa obüsler indiriyordu.  Bu esbab ile netayiç arasında, tezatlarla müellim (elem) bir surette tezahür eden acınacak bir münasebeti gösteriyordu.  Daha uzakta, pek ziyade dikkatli bir asker kordonuyla tahtı tecritte bulunan müstevli hastalık malulleri bulunuyordu.  Bilmeyerek mıntıkayı memnuya dâhiline yaklaşmak felaketinde bulundum.  Derhal bir nöbetçi tarafından sert bir surette oradan uzaklaştırıldım.

     İstasyona doğru yürüdüğüm sırada, cesur Mustafa paşa da tanıdığım, bizim mektep harbiye mezunlarından yüz başı Pabuf’a tesadüf ettim.  Henüz pek genç, zarif ve nazik olan bu adam, Bulgar erkânı harbiye sinde tesadüf etmiş olduğum en mümtaz zabitlerden biri idi.  Karargâh umumiyenin sahra şimendiferleri gibi gayet nazik olan meseleyi hal ve tavsiye etmeğe memur olan bir şubesine mensup idi.  Kendisini buraya istasyonu tanzim etmek, iaşe ve tahliye noktayı nazarlarına göre işlemeyecek bir hale koymak için buraya gönderilmişti.

     Sonra, bu ifası müşkül iş bitince, aynı iş için kendisini biraz daha uzaklara gönderecekler.  İşte bu suretle Dimetoka, Çorlu ve Çerkezköy istasyonlarının tesisine muvaffak oldu.  Yol üzerinde Osmanlılar tarafından terk edilen küçük dört lokomotif ile Babaeski ve Kırk Kilise’de teşrinievvel nihayetlerinde elde edilen iki yüz kadar vagonun ne kadar hayat kurtardığı tahayyül olunamaz.  Evvela Çerkezköy’üne, daha sonra Sinekli’ye kadar sevk olunan aynı vagonlar ki, yol tamir edildikten sonra Bulgar kafileyi erzakı ta uzaklarda olduğu için, ekmeksiz kalan bu zavallı bin askere ekmek nakline müsait oldular.  Burada, bu karma karışık bir halde bulunan edevatı hududiye, mecrûhin (yaralı) ve her nevi mühimmat ile müzdahim (izdihamlı) olan istasyonun ortasında, insan birden bire önünde bizi asude ve mütemeddin (medeni) mıntıkalara rabt eden zi hayat ve fakat gayri müteharrik demir yolunu görünce, ne garip hissiyata duçar oluyor! 

     Katarımız, küçük Sinekli istasyonunda, bütün malzemeyi mevcudiyesiyle teşekkül etti.  Bu katar, o kadar eski ve o kadar sefil lokomotifle cer olunuyor ki, bu ağır yükü nasıl olupda çekebileceğini kendi kendimize soruyorduk.  Mamafih, ağır, pek ağır bir surette vagonlar, damları üzerinde en ufak bir sarsıntıdan

Sayfa: 428

düşmek korkusuyla bir birine asılan enindar (inleyen) insan yığınlarını hamilen yola düzüldü.

     Beraberimizde olup götürdüğümüz mecruhlar arasında, hepsi mersayı selamete vasıl olamayacak.  Bizimle beraber vagonlar içinde sıkışanların çoğu uzunca bir yola pek çok zahmet çekmeksizin tahammül edecek derecede hafif mecruh olmuşlardır.  Lakin seyyar hastane halindeki çadırlar içinde mecburen bırakılan niceleri ölüp gideceklerdir.  13.cü alaydan zavallı bir mülazım, kendisini istasyona getiren manda arabası üzerinde şimdi can verdi.  Kaburga kemikleri kırılmış olan diğer biri, katarın gürültüsüne hâkim feryatlar çıkarıyor.  Hemen bütün gece böyle bağırıyor.  Bir başkası, bir kelime söylemeksizin, bir inilti çıkarmaksızın ölüyor.  Bu adamları neye alıp götürüyorlar?  Bunlar, gayri kabil tahliyedir.  Niçin esnayı rahde beraberlerinde hiçbir tabip bulunmuyor?  Bütün Avrupa salib-i ahmer heyeti daha çoktan Kırk Kiliseye gelmiş olduğu halde niçin Sinekli’de yalnız bir hasta bakıcı kadın bulunuyor?  Bu pek dar katar içinde, birinin hodbinliğiyle diğerlerinin arzulu vahşiyanesi arasındaki mücadele müthişanedir?  Birini ötekinin matarasındaki suyu almak istiyor.  Ayağı kırılmış olan biri, demin yalnız başına trene binemiyor, ricakar bir lisanla daha sağlam olanların muavenetini dileniyordu.  Lakin kimse dinlemiyordu.  Bununla beraber muavenetine gidildi ve istasyona vasıl olmazdan evvel vefat eden zabitan yattığı açık bir vagonda zavallıya bir yer bulundu. 

     Zulmet, bütün bunlar üzerine rotasını seriyor ve biz ilerliyoruz.  Kendisini ihata eden bulutlar arasından ara sıra nadiren görünen kamerin donuk ziyaları altında tertemiz, elim ve ölümün manzarayı cehennem iyesi halinde, bütün bu zavallı mahlûkları izdırap yolu üzerinde sürükleyerek, zulmetin karine doğru kayıyordu.

     Kırk Kilisede, alelacele istasyondan ayrıldım.  Yatacak bir yer bulmak üzere menzil mahallinle koştum.  Her şey mükemmel bir surette tanzim edilmiş ve buradan ilk geçtiğim teşrinisaninin dördüncü günü gibi teşkilatın terakki etmiş olduğu his olunuyordu.  Zabitler, harp muhabirleri, her şeyden tecrit edilerek, bize birkaç günlük müsekkin tedarikine yarayacak birer ikamet varakası verildi.  Şarap tacirleri olan Rum dostlarımın evine gitmeğe müsaade aldım.  Bunlar beni, kemali meserretle kabul ettiler.  Aralarında bir Fransız görmekle mesrur görünmüş iseler de, yeni hâkimleri olan Bulgarlardan daha az memnun görünüyorlar ve çok için ve pekiyi odayin Türklerden ayrıldıklarından dolayı müteessif olduklarını bila riya bize itiraf ediyorlardı.  Bulgarlar, kendilerinden bir talepname alınabildiği zaman pek mesut olduklarından, içmekten ve hatta aşırmaktan hoşlanıyorlar.  Menzilde müstahdem genç bir zabit namzedi bana sordu:  ciğara

Sayfa: 429

Edirnenin son hücumu Bulgar usul harbi

İstermisiniz?   Ben lütufkârane bir takdime ye arzı teşekkür edince, talepnamenin pek çabuk imza edileceğini ve Türk tütününün çok kıymetli olmadığını şöyle müstehzi bir mülâyemetle bana söyledi.  Neden sonra, bana tatlı ve rayiha dar iki paket tütün verdi ki bila hicap kabul ettim. 

     Sonra, Hanri Bernar refakatiyle, Türk zabitlerinin gazinosuna birleşen karargâhı umumiye gittim.  Her ikimiz General İvan Fichev’den bir mülakat talep ettik ve Mustafa paşa’ya gitmek, gizliden gizliye bahis olunan mütareke müzakeratı neticepezir olduğu takdirde meydan harbi Türk ve Fransa’ya avdet etmek arzusunu kendisine binan eyledik.

     General tarafından kemali iltifatla kabul olunduğumuz gibi, mucip hayretimiz olacak surette tasviratımızda hiçbir manaya tesadüf etmedik.  Bulgarlar birden bire daha az itimatsız oldular!  Her şeyi kabul ediyorlar!  Her yere gidebiliyoruz!  Burada hakikaten tebdil etmiş bir şey var.  Harp artık hitam bulmuş olmalıdır! 

     Çıkarken, bu gece bizim ile beraber ermeni köyünden gelen kâtibi mösyö Çapraşıkov ile beraber, biraz beli bükük halde dolaşmakta olan çar Ferdinand’a tesadüf ettik.  Kral aşikâr bir surette meşgul görünüyor.  Birçok çizgilerle buruşan siması yorgun bir haldedir.  Ara sıra bilaihtiyar yorgunluk alametleri gösteriyor.

     Mustafa paşa: 27.Teşrinisani

     Manda arabasına binerek, nakliyat ile müzdehim (kalabalık) olan yollar üzerinde, Radko Dimitriev’in efsanevi ordusunu takibe çalışırken hemen bir haftada kat etmiş olduğum o meşakkatli, o uzun yolu üç günde aldım.

     Kırk Kiliseden ayrılmazdan evvel, daima pek nazik bir surette erkânı harbiyeyi umumiyenin sansürlük vazifesini ifa eden Binbaşı Lefterhof’a veda ettim.  Kendilerine mühim bir askerlik tavrı vermeğe kâfi gelmeyen birer yüz kaputla melbes (elbise) ve bir eseri gayret göstermek için zavallı mektuplarımızın iki kelimede birini tay eden genç lisan esna maiyet memurlarının münasebetsiz gayretlerini çok kere teskine mecbur olmuştu.  Bana dedi ki:  ne, bizi terk mi ediyorsunuz?  Cevap verdim:  binbaşım, bundan sonra bir top atılacak olursa, bunun Çatalca’da değil, Edirne önünde işitileceğini söylemeğe cesaret ettim son zat sizsiniz!  Tebessüm etti ve cevap vermeksizin beni selametledi.  

     Hareket ettik.  Ağır yürüyüşlü mandalar yerine, küçük fakat asabi iki Bulgar beygiri ile çekilen hafif arabamız, evvelce o kadar fena olan yolların sertleşmiş balçığı üzerinde uçuyor.  Kırk Kilise civarında, bütün garp ve cenup cepheleri üzerinde siperler kazdığını, top tabiyeleri

Sayfa: 430

yaptıklarını, bataryalar tesis ettiklerini görüyordum.  Hiçbir şeyi tesadüfe bırakmayan bi iman ve emin usul takip olunuyor.  Türklerin Bulgarları Kırk Kilise üzerine sürebilecek bir müdafaayı tarziyede bulunmasına binde bir ihtimal yok;  bununla beraber yalnız böyle bir ihtimalin tasavvuru, şehrin mükemmel bir hali müdafaaya vaziyye için kâfi geliyor.

     Biz Edirne’ye yaklaştıkça, unutmağa başlamış olduğumuz, gece geç vakte doğru bile yolda giderken, pek yükseklerde, semada, uzakta ta önümüzde bir şarapnel parçalanıyor, beyaz ziyası etrafındaki bulutları aydınlatıyor.

     Geceleyin, Gerdelli’de, evvelce bize meskenlik eden küçük mektep binasında yatıyoruz.  Lakin o vakit her şey etrafımızda zi-hayat (canlı) iken, bugün o eski faaliyet yok.  Bir köpek acı acı uluyor, biz metruk binanın kapısını ayağımızla iterken kaçıyor.  Etrafımızda hiç kimse yok!  Hiçbir şey yok.  Bu ıssız köyde yaşayan bir can bile!

     Yolun imtidadınca bu böyle devam ediyor.  Nakliye kafilelerinin, ordugâhların hayat faalesi birden bire ortadan kalkmış, zira General Radko Dimitriev ‘in ordularını iaşe için evvelce şimaldeki sapa yollara, Edirne mevkii müstahkeminde geçen kısmı müstesna olmak üzere (1) Bulgarlar şimendifer hattına hâkim olduklarından, artık lüzum kalmamıştır. 

     İkinci defa olarak Sükûn tepenin sırtlarına tırmanırken, Çatalca önünde daha ziyade kuvvet ve şiddetle gürleyen top sesleri işitiliyor.  İlerimizde Ekmekçi köy istihkâmı, Meriç’e kadar Ahır köy ile Kemal köyün şarkına inen uzun tepe silsilesi üzerine sıralanan bataryaların ateşine metanetle mukabele ediyor.  Hemen muhasara toplarıyla devam eden bu hat, ziyadar noktalarla yapılanan uzun bir karayılan gibi pek vazıh görünüyor.  Daha yakında, bu hattın arka cihetinde bir havza dâhilinde, tamamıyla nazardan mestur olarak, piyade ordugâhları yayılıyor.  Bunlar, bu cihetten muhasarını takviye için gelen Sırplardır.

     Sırplar muharebe için Çatalca’ya gitmiş olan dokuzuncu fırkanın yerini tutmuşlardır.  Malik paşa tepesi üzerine çıkarken, uzun bir Sırp yürüyüş koluna tesadüf ediyorum.  Bu Tunca ile Meriç arasındaki parçayı işgal eden beşinci nizamiye fırkasına mensuptur.  Diğer bir redif fırkası, ard inherine doğru cenup garp kısmında hücumu idare eden sekizinci Bulgar fırkası ile temas ederek, Meriç’in sağ sahilinde bulunuyor.  On birinci Bulgar fırkası,

(1) – o vakitten beri, 3.kânunuevvelde Türkler tarafından kabul edilmiş olan mütareke namenin bir maddesine göre bu kısım Bulgar erzak nakliyatına tahsis edilmiş olmalıdır.

Sayfa: 431

O-169_0606 ADALAR DENİZİ AÇIKLARINDAN ÇANAKKALE’NİN GÖRÜNÜŞÜ

O-169_0607 BOZCA ADANIN:  ADALAR DENİZİ CİHETİNDEN GÖRÜNÜŞÜ

Meriç’in kısmı sefilası (aşağı) ile Tunca arasındaki muhasara hattını ikmal etmek üzere şark tarafına nakil edilmiştir.  Kumandanı General Delçefin kubbelerde bulunduğunu söylediler.  İlk defa harpte gördüğüm Sırpları kemali merakla tetkik ediyorum.  Muayenem evvela kendilerine müsait çıkıyor.  Elbiseleri, Bulgarlarınkine nispetle çuhası daha iyidir.  Demir çemberlerle daha kavileşen, daha hafif arabaları daha iyi koşuludur.  Lakin görüyorum ki bu zevahir sırf haricidir.  Gördüğüm az bir şey üzerine hiçbir vakit bir hükmü kati veremem.  Cesur Mustafa paşa da bir Bulgar

    O-169_0608                   ÇATALCADA YARALANAN BULGAR ASKERLERİNİN SOFYAYA SURETİ VUSULÜ

Erkânı harp yüzbaşısı istihfaf-kâr (küçümseyen) bir surette bana dedi ki;  Sırplar muharebeye gezmeğe gider gibi giderler.  Kendimce ben, muzafferiyetlerini ihtimal ki Kırk Kilise ve Lüleburgaz muzafferleri kadar fedakârlıklarla Kumanova’da kazanan kimseler için bunun pek fena olmadığını düşünüyorum. 

     Mustafa paşa’ya doğru inerken, akşam olmağa başlıyor.  Alaca karanlık, demir ve ateşten bir daire içinde kalan güzel şehrin ölüm manzarasını daha ziyade kader-nak (kederli) kılıyor.  Karanlık ziyadeleştikçe, bir ölüye saran kefen gibi, gecenin siyah redalarıyla (yasak) sarılan o derin üzerinde bataryalar daha kuvvetli, daha şiddetli gürler gibi oluyordu. 

     İlk hudut muhasarayı, sonra Bulgar piyadesinin, muhasara topçusunun yerleşmesini setr etmek üzere işgal ettiği daha uzaktaki hududu dolaşarak, nihayet siperlerin civarlarını muayene ederek, muhasara ve hücumun sürati sevk ve idaresine dair vukuf-u kâfi edindim. 

     Edirne’deki, kuvvetli istihkâmlarla mechuz, kâmilen denilse bile ihtimale göre birçok terakkiyatı ahireden müstefit (faydalı) olan ve ne denirse densin hayli müddet mukavemet edecek kâfi erzakı bulunan bu mevkii müstahkeme, her taraftan aynı dereceyi kuvvetle hücum edilemez.  Böyle bir işe, iki yüz bin kişiden ziyade mevcutlu bir ordu ancak kâfi gelebilir.  Burada ise Sırplarla Bulgarların kuvveyi mevcudiyeti seksen binden ziyade değildir.

Sayfa: 434

     Mevkii tamamıyla muhasara etmekle beraber, hücumun daha hususi bir surette şiddetli olacağı bir mantığa intihap etmek ve her türlü vesait iaşeyi gayri mümkün kılarak diğer noktalar üzerinde muhafazayı mevki eylemek lazımdır.  Yine tekrar etmek lazımdır ki, Fransız erkânı Harbiyesinin talimat ve usullerinden, Bulgarların tam bir mantık ve pek akilâne dikkat ve ihtimamla burada icra ettikleri budur. 

     Bütün cephe üzerinde muharebelerle teması umumi sırasında, müteharrikisi 22.teşrinievvelde bilhassa Maraş’ta şiddetli bir hücuma teşebbüs eden muhasırını istihkâmlarına sürdüler.  Sonra, mevkii müstahkeme sağdan ve soldan ihata ederek, cenuptan kıskaç gibi kapatılır ki bu suretle şehrin muhasarasını ikmal ettiler. 

  O-169_0609                     EDİRNE HAT MUHAFAZASINDA BİR BULGAR MÜFREZESİNİN YERLEŞMESİ

     O vakitten beri, bu suretle kapanan dairenin içinde geçebilecek şeylerin ehemmiyeti yoktu.  Türklerin huruçları, hangi taraftan vuku bulmuş ise, siperlerden, bataryalardan ve her nevi istihkamattan müteşekkil bir duvara çarpmıştır.  Bu siperlerin ve bataryaların evvelce orada bulunan dokuzuncu ve üçüncü fırkalar yerine on birinci fırkanın tüfekleri ile mücehhez olması ehemmiyetsizdi.  Bu tüfeklerin evvelce Bulgar iken şimdi Sırp olmasında da ehemmiyet yoktu.  Muhasara teessüs edince onu bu güne kadar hiçbir şey kıramadı.  Hücumunu takviye etmek, manda arabalarının nakil edemediği büyük çaplı muhasara toplarına

Sayfa: 435

Mebzul cephaneyi getirmek mecburiyeti Bulgarları tamamıyla demir yolundan uzaklaşmaktan mani ediyordu.  Bilhassa Arda ve Meriç nehirlerinin mültekasına (toplanma) doğru olan bataklıklı mıntıkaya rağmen, intihap olunan mevki, Edirne’nin şimal garbiye sinde bulunan ve Kartal tepe ve Ekmekçi köy istihkâmlarını dönen bu çıkıntı oldu. 

     Bu üç istihkâm, siperler, piyade siperleri ve mestur bataryalarla bir birine rapt edilmiştir.  Ardanın cenubunda arazi ile Kartal tepenin nispeten ayrılığı, cevap vermesi müşkül bir mütemerkiz (merkezden) topçu ateşi icrasına müsaade olduğundan, hücum buradan başladı.   Lâ-yenkati (durmadan) büyük obüslerin düşmesiyle zedelenen mezkûr istihkâm tahliye edildi ve derhal Bulgarlar tarafından işgal olundu.  Buraya nakil edilen muhasara topları Papaz tepeyi ateşe tuttu ve ateş altında orasını tahrip etti.  O andan itibaren Arda’nın bu ciheti tamamıyla Edirne’ye doğru açılmıştı.

********************

Mütarekeden evvel son gayret

          Yeni talim ve teçhiz edilmiş kara neferlerinden mürekkep olan Bulgar kuvvetleri Mustafa Paşaya iniyor iki aylık kırıcı bir muharebeden sonra pek ziyade azalan alayları takviyeye geliyor.  Onlarla Sırp takviye taburları da tirenden iniyorlar.  Neferler ve zabitler, Sofya ve Filibe’de, istasyonlardan geçerken ahalinin attığı çiçeklerle mesturdur. 

     Gelenlerin şevki muharebanesi azalmamıştır.  Bu gençler hurra sedaları çıkararak yola düzülüyorlar.  Lakin bir ay evvel o kadar kuvvetle etrafı çınlatan bu sesler, bugün la-yenkati düşen yağmur altında, evvelce cevap veren sevinçli aksi sedayı bulamıyor. 

     Her şey sönüyor, bir birini öldürmek için sarf edilen bu kadar mesaiden bitap kalınmışa benziyor.  Bugün bir top patlaması, ağır gürlemeleriyle vadiyi ancak sarsıyor.  İnce ve sık yağan yağmur eşhas ve eşya ile talim eden tabiat üzerine biraz matem seriyor.

     Meriç, yakınımızda, bir canavar gibi, cesim, güzergâhındaki şeyleri istila ederek, kökleri sökülen ağaçları, evlerden koparılmış direkleri, binlerce nevi eşyayı sürükleyerek akıyor.  Taşkın dalgaları, Mustafa paşanın alçak sokaklarını dönüyor.  Sonra, gümbürdeyerek, mahsur şehre doğru delicesine koşarken, karşı karşıya siperler içine çömelmiş olan Müslümanlarla Hıristiyanlar, kendilerini kollayan ölümü düşünüyor.  Lakin alçak sesle, ismi söylenmeğe cesaret edilemeyen bir şeyden sulhtan bahis ediyorlar!

Alan

 O-169_0618 LONDRADA ST. JAMES PALACE’DA BALKAN MÜSÂLAHASI HAKKINDA MUHARİP HÜKÜMETLER MÜRAHHASLARININ İÇTİMAI

 O-169_0619LONDRA ŞEHİR EMİNİ TARAFINDAN WESTMİNSTER PALAS’DA MUHARİP HÜKÜMETLER MÜRAHHASLARINA VERİLEN ÇAY ZİYAFETİ

O-169_0622 MÜTAREKEDEN BİR GÜN EVVELKİ EDİRNENİN HALİ MUHASARASI

O-169_0626 MALTEPE İLE PAPAS TEPE ARASINDA KAİN SİMİNLİ – KARAAĞAÇ TARİKİ ÜZERİNDE EDİRNENİN CENUP GARBİ CİHETİNDEKİ BİTARAF MINTIKANIN TA’YİN HUDUDU ZIMNINDA OSMANLI VE BULGAR ZABİTANINDAN MÜTEŞEKKİL HEYETİN (10.KANUNUEVVEL-ARALIK.1912) TARİHİNDEKİ MÜLAKATI.

O-169_0627 SIRBİSTAN PAYİTAHTI İLE ASKERİNİ HALİ SEFERİ BERRİYE (KARACI ASKER) VAZİ ETMİŞ OLAN MACARİSTAN ARASINDAKİ HUDUT NEHRİ.

 

Kısmı tarihi:

KITAAT-I ZAYİA MUAHEDATI VE İLEL VE ESBABI

     İbn Haldun’un hayatı düliyeyi ettiği taksimata göre 699 tarihi hicrisinde hayatı siyasiyeyi almasa kadd mehadeyi mevcudiyet olan Osmanlılık;  726 tarihinde tufûliyyete (çocukluk) nihayet vererek 1094 tarihine kadar saltanat şebabın (gençlik), kahramanlık, kışver kışlık gibi cihanda binde bir millete nasip olmayan her türlü zevk hakimanesi içinde asırlarca püyan (koşan) olduktan sonra, on dört sene gibi hayat millide on dört saniye kadar bile hükmü olmayan küçük bir sinn-i vukuf (duraklama yaşı) geçirerek Karlofça muahedesinin tarihi akdi olan 1110 tarihinden itibaren senn-i inhitata (çökkün) vasıl olmuş.   O tarihten bu güne kadar Mustafayı salisler, Halil Hamit paşalar, Selim salisler, Fuat paşalar, Mithat paşalar gibi inkilab ve teceddüd (yenilenme) perveranın istihlas vatan ve millet uğrunda fedayı can etmek gibi masruf (sarf) olan bunca mesai ve fedakârlıklarına rağmen, inhitat ve zuvalden, illil ve eskam (illetler) idareden kendini kurtaramayarak günden güne artmakta olan aciz ve zayıf bi-nihaye içinde çıkmakta ve saleyi hayatı an be an azaltmakta bulunmuştur. 

     Henüz teşhis edilmeyen ve edilmiş ise bile çareyi tedavi ve teşeffisine ihtiyaç tesbitinde çalışılmayan ilil ve emraz (maraz) mahlekeyi Osmaniye’yi bir an evvel tedavi etmek ve çareyi halası bulmak için rah-nümayı (rehber) istikbal olan maziyi, sükût ve inkıraz Osmaniye’nin bahsi zahirisi olan muahedatı ve bu muahedatın intikadını icap eden ve inkiraz hakikiyi devleti bihak gösteren ahval ve esbabı bilmek lazımdır.

     Hattı niyeti sabıka ve maziyesini layıkıyla bilmeyen ve esbabı hudüsünü (vuku bulma) hakkıyla göremeyen bir millet, istikbalde de bu hatalara duçar olacağı tabiidir.  Felaket ve nikbet maliyeye sebep olan bu gibi ahvali bilmek her ferdi millet için bir vecibedir.  İstikbali vatan noktasından pek mühim bir farz olduğundan Osmanlılığın zahiren mübdeyi felaketi olan Karlofça muahedesinden itibaren akit olunan <kıtaatı zayi muahedatını> ve ilil ve esbabı inafadların haritalarını, kıtaat mezkürenin istilaları üzerine ahaliyi islamiyenin, iadeyi hâkimiyet Osmaniye için ettikleri mücahedakı ve – bu mücahedattan bulabildiklerimizin – resimlerini

Sayfa: 455

Bir hizmeti vataniye olmak üzere inzarı Osmaniye ye arza karar verdik.  Bu babda takip edeceğimiz sıra, evvela Avrupa, sonra Asya ve en nihayet Afrika olacaktır.

Karlofça, <<Korloviç>> muahedesi 

1110

     Muahedeyi mezkurenin Karloviçde yapılan mütemer (kongre) de devletimizin iki, Avusturya’nın iki, Rusya’nın bir, Leh’in bir, Venedik’in bir, İngiltere’nin bir,Felemenk’in bir murahhasları bulunmuştur.

Madde: 1

     Erdel vilayeti Çasar zabtında kalıp ve Podolya tarafından Eflak vilayetinin intihasına varınca Sunuri Eflak ve Buğdan vilayetleriyle mabeyninde vaki bu cenkten evvel kadimi hudut olan dağlarıyla ve Eflak intihasından Mevruş suyuna varınca kezalik yine kadimi hududu olan     O-169_0630EDİRNE HATTI MUHASARASINDA FRANSANIN KURUZU FABRİKASI MAMÜLATINDAN OBUS BATARYASI TOPLARI

Dağlarıyla mahudud olup tarafından hudud kadimeye riayet olunup ne öte ve ne beri tecavüz olunmaya

Madde: 2

     Tameşvar kalesine tabi Tameşvar eyaleti cümle nevâhi (nahiye) ve inharları ile devleti âliyenin yeddi zabtında olup Erdel tarafında olan Sunuri Eflak vilayetinin intihasından Muriş suyuna varınca Erdelin balade tayin olunan hudut kadimesiyle ve Muriş tarafından olan Sunuri nehri Tiseye varınca nehir Tisenin bir ve kıyılarıyla mahudud olup hudut mezkure dâhilinde olan Şebeş, Laguş, Lipve, Cinat, Kanşuve, Beni, Beçkerek ve Zabik ve bu cenkten evvel Erdel hududundan beriye bir uca Muriş ve Tise sularının bu kıyılarıyla mahdut olan Tamişvar toprağında vaki bu misalle her ne varsa baadel yevm yapılmak üzere Çasar

Sayfa: 456

tarafından hedm (yıkma) ve eyalet merkume (yazılmış) kilit ile tathir (temizleme) oluna.  Badelyevm ne zikir olunan muvazi ve ne Muriş  ve Tise yalıları karibinde sağir ve kabir gayri yerler kale suretine konulmayıp ve bina olunmıya.  Mabeynde vakı Muriş ve Tise sularından sıkı duvab ve sayd (avlanma) mahi vesair elzem olan fevaide (fayda) tarafeynin riayaları ale l seviye intifa edeler.  Zikir olunan suların yukarısında Çasara tabi yerlerden gerek Nemçe ve gerek sair riayaların yükleri sefineleri Muriş suyuyla nehir Tiseye ve Tise ile nehir Tunaya kendi hallerinde gelip gidip ve inip ve çıkıp ve merver ve öbürlerine memanat ve bir türlü zarar olunmuya.  Asanlık (kolay) ile varalar ve geleler.  Tameşvar riayasının dahi balkaci sefineleri ve sair kayıkları dostluğa binaen bila mani işleyeler.  Değirmen sefinelerini sınırlarda sabit olanların marifet ve

       O-169_0631                RUSYA BAŞ VEKİLİ MÖSYÖ KOKOHOF TARAFINDAN DUMADA SİYASETİ HARİCİYE HAKKINDAKİ BEYANATI.

ittifakıyla tüccar sefinelerinin mürur ve öbürlerine dostluğa binaen mani olmayacak münasip mahallere vazi eyleyeler.  Muriş suyu nehiri kebir olmağa değirmen çarkları ve gayri bahane ile ahir yerlere icra ile taklil (azaltma) olunmayıp ve ce meşerruh üzere çasara tabi sefinelerin mürurlarına memaniyet olunmuya.  Zikir olunan nehirlerde vaki atalar haliyen çarsar zabtında olmakla yine hali üzere zabıtlarında ola.  Tarafeynin riayası bir birlerine muhabbet ile asude hal olup teadi ve tecavüzden

sayfa: 457

Ve muvad (barışma) sulh muhalif işlerden müekkid fermanlar ile mani olunalar.

Madde: 3

     Baçka yakası haliyen müstakilen Çasar zabtında olmakla yine zabtında ola.  Tatla şimdiki halinden ziyade istihkâm verilmeye.

Madde: 4

     Nehir Tişenin Tunaya karıştığı mahalde (Tenil) karşısında Tişenin bir yekesinde olan ucundan karşı sırım tarafına tamam mukabilinden <Morvike> doğru <Pusut> suyunun bir yakasından bir hattı müstakim farz olunup ve ondan dahi <Pusut> suyunun mecrayı kadimiyle nehir (Save)ye mesup olduğu mahale varınca bir tarafı müstakilen Nemçe Çasarı zabtında olmak üzere hendek hafri ve taş ve kazık alayimleri vaziyle kati hudut oluna.  (Morvin mahduma) âli hale kala.  Evvel semtte tarafından açık varoşlar ola.  Tarafeyn zabtında kalan yerlerde olan sular dahi hudut mezkûra ile zapt oluna. 

Madde: 5

(Pusut) suyunun nehir (Save)ye karıştığı mahalde (Ona) suyunun (Save)ye karıştığı mahale değin nehir Save’nin bir yakasına devleti âliye zabtında ve öte yakası Nemçe Çasarı zabtında almakla mabeyinde vaki adalar dahi müşterek olup gerek sefinelerin mürur ü ubürleri  (gelip geçme) ve gerek gayri münafide iki tarafın reayası ale l seviye intifa eyleyeler.  (Ona) suyunun bir tarafında vaki bu sene eyaletine tabi olan vilayetler bir taraftan nehir (Save) ve bir taraftan (Ona) suyunun kıyıları ile mahdut olup hudut mezkûra dâhilinde olan (Novi) ve (Dubniçe)ve (Yesanofice) ve (Dubvi) ve (Pürut) ve evvel havalilerde bu misalli her ne var ise içlerinde olan Nemçe askeri ihraç ve tahliye ve evvel etraf kayıtla aytlana.  (Novi) toprağından aşağı (Save)ye varınca (Ona) suyunun içinde olan (Kostance) ve sair adalar (Ona) suyunun öte kıyılarıyla Çasar zabtında olmakla hudut mezkûra tarafının sınırları tayin ve temiyiz oluna.

     (Ona) suyunun ötesinde (Save) suyundan alarga muhafızı ile zapt ve rabt olunup tarafeynin ellerinde olan yerler bu cenkten evvel olan arazisi ile yine ellerinde olup hudut katine tayin olunan tarafeynin vekilleri ihtilali defi edip Hırvatlık canibinde tarafeynin ellerinde kalacak yerlerin nethasına varınca nevahi (nahiye) ve arazilerini başka hudut ile ayırıp hendek ve taş ve kazık ve gayri alaimleri ile kati ve tayin oluna.  Zikir olunan alayimden birisini tağyir ve tebdil vekili ve refi ile tarafından her kim tecavüze cesaret ederse bay ve ciğan ile getirilip saire mucip ibret olmak için mahkûm hakkından gelene, ki bir daha etmeyeler.

     Bu sene tarafında nehir (Save) kenarında vaki (Perve)nin müceddeten olan bazı istihkâmı içinde olan Nemçe askeri ihracında refi ve yine tüccar taifesinin makr ve memr ve muabirleri olmak üzere

Sayfa: 458

etrafı mesdud (kapalı) şehir tarh olunup kale mertebesinde istihkâm verilmeye.

Madde: 6

Gerek hini mükâlemeyi sulhta iş bu muvad (sulh) ile tarafından tayin olunan ve gerek bundan sonra vakit ve zamanıyla tarafeynin vükelası marifetleriyle her mahalde kati ve temiz olunacak sınır ve hudut ve ba’de-l-yevm (bugünden sonra) kemali hürmet ile tebdil ve tağyir (değişim) ve tevsi ve tazyik olunmaya.  Kati ve tayin olunan hudut tarafından tecavüz olunmayıp birbirlerinin zapt ve tasarruflarına dâhil ve taarruz olunmaya.  Tarafeynin reaya fıkrası itaate cebir ve bir türlü haraç gerek ba’de-l-yevm ve gerek gezşite mutalebâsıyla (istek) ve gayri gelir gelmez veçhile rencide ve remide olunmayıp cümle nazaileri hak üzere defi oluna.

Madde: 7

     Bâlâde(yukarıda)  ba’de-l-yevm yapılmamak ve istihkâm verilmemek üzere âli-il-sami mestur (yazılan) olan yerlerden maada hudutlarının emniyeti için iş bu muvad sulh muktezasınca tarafeynin zabtında kalıp hala vaki olan kale ve husûn (kaleler) ve cehusun üzere tamir ve termim (onarım) olunup istihkâm verilmek caiz ola.  Tarafının serhatları başlarında olan arazilerin reayaya nafi olan cümle yerlerde bilâ istisna ve bilâ mani açık varoşlar yapılmak caiz ola, ama bu bahane ile müceddeten kale bina olunmaya.

Madde: 8

     Ba’ad-l-yevm tarafından gizli ve âli-l-gaflet çeteler işletmek ve tecavüz ile bir yeri zapt veya nehib ve garet (çapul) ve reayaya tasdi olunmak muhkem mani oluna.  Mütenebbih (uyanık) olmayıp hilafı ahde hareket edenler bulundukları yerlerde ahza hapis ve mahallinde şerile cürümlerine göre şerile cürümlerine göre iktiza eden cezaları bilâ aman icra ve haklarından geline.  Gasp eyledikleri eşya her ne olur ise ihtimam ile buldurulup hak ve adil üzere sahiplerine redd oluna. 

Madde: 9

     Tarafeynin ayasından mefduası ve bedhah olanlar iki canipten dahi kabul olunmayıp ve bir veçhile himaye olunmayalar.  Bu makule ehli fesat ve çeteci ve garetçi (çapulcu) her kimin reayası olursa olsun her hangi toprakta bulunursa müstahak oldukları cezaları tertip oluna.  İhtifa (saklanma) ederlerse haberleri alınıp zabıtları ağah (bilgili) oluna.  Ki haklarından geleler.  Ve zabıt ve baş olanlar dahi bu misalli eşkıyanın hakkından gelmekte ihmal ve tekâsül (üşenme) ederlerse mesul ve muateb (azarlanan) olup ve azil olunmakla hakkından geline.  Ulufe ve dirlikleri olanlardan kendi halinde olmayıp böyle şekavet (eşkıyalık) edenlerin teadileri kilit ile menafi (menfaat) olmak için mutlaka hırsızlık ile teayiş eden haydut ve kati tarik saklanmayıp ve beslenmeyip gerek kendilerinin ve gerek saklayanların haklarından geline.  Bu makule fesada adet müstemiresi olanlar sonradan salah sureten gösterirlerse de itimat olunmayıp sınırlara karib yerlerde sakin olmayıp ahir yerlerde iskân ettirile.

Sayfa: 459

Madde: 10

     Bu cenin esnasında Macar ve Erdelden nice kimseler Çasar itaatinden rû-gerdân (yüz çeviren) ve serhad mansureye gelmiş olup mabeynde müddet ile firarda da olan iş bu sulh ve selah hayr encamın bu hususta dahi ve celayık ba’de-l-yevm sebat emniyetine ihtimam olunması lazım olmakla mesfurlara müteallik olan ahval bu minval üzere kararda da olmuştur.  Ki sınırlarda olan reayanın arayış ve istirahatına halel gelmemek için iskân olunacak yerler sınır ve hudut caniplerinden bayid olmak üzere memalik mahrusanın bir semtinde murad olunduğu veçhile temkin ve terfiye oluna.  Ahalilerine ruhsat verile ki zevcelerinin yanına kalıp

           O-169_0634            LÜLEBURGAZDA GEÇİRİLEN MUHAREBE GÜNLERİ

tayin olunan mahalde maaen sakin olalar.  Ve dahi fi mabad devleti âliyenin reayasından olmakla min baad itaat ve inkiyaddan ayrılmayalar.  Ve içlerinden bazı kimseler tekrar geri vilayetine gitmek isterse bedhahlık edenlerin zümresinden add olunup Çasara tabi olanlar tarafından himaye ve kabul olunmayalar.

     Ve sulh ve salahın sebat ve emniyetine riayeten bu mekuleler ile getirilip serhat mensure hakamına teslim olunalar.

Madde: 11

     Bu muvadanın (barış) muvadine müteallik fi-maba’d (bundan sonra) dava ve nizai zuhur eyledikte faslı için tarafeynden derakıp bi tamah ve bi garaz akıl ve mahbub (sevilen) adamlar

Sayfa: 460

Tayin ve askersiz ancak tevabileriyle münasip mahale gelip istima ve hak ve adil ve hissen çuvari (cariye) riayet ile tevfik ve fasıl olunup nizam verirler.  Lakin tarafeynin vekilleri fasıl edemedikleri işler zuhur eyledikte tanzimi hususu için astanelere (payitaht) havale oluna.  Bu makule niza mümkün mertebe müddet kalilede görülüp faslı ihmal ve sai hayr olunmaya.  Ve bir birini meydana okumak ve bir biriyle dövüşmek saf ahde namelerde mani olunmakla ba’del-yevm dahi mani olunup meydana ve savaşa okuyanlar fesada baaş olmalarıyla mahkûm haklarından geline.

Madde: 12

     Bu cenin ve cidal esnasında tarafeynden beylik zindanlarda mahpus olan esirler bu mübarek sulh ve sela – hürmetine halas umudunda olup fi-mabad esirlerin musibette kalmamaları inayet ve kerem padişahı

O-169_0635                  EDİRNE ŞEHRİ EFRAFINDAKİ OSMANLI İSTİHKAMATI

Ve âdeti hüsneyi şehriyariye muvaffak olmakla mutad kadim dahi ziyade müstehsin vece üzere bedelleriyle ıtlak olunalar.  Ama bir taraftan dahi ziyade veyahut muteber esirlerden kalırsa kalanların ıtlakı için büyük elçilerin iltimaslarına muvaffak ve merhamet malikâneye layık olan mesaide diriğ (esirgeme) olunmaya.

     Vesair na-sedde (serbest) ve Tatar tayfasında bulunan esirler dahi dahi münasip veçhile ve mümkün olan makul ve mutedil baha ile ıtlakları haiz ola.  Esir sahibi ile uzlaşılmayıp niza vaki oldukta hâkim avukat olanlar muavinlerinin tefrik ve tevfik edeler.  Eğer imkân olmazsa aldıkları

Sayfa: 461

bahaların ispat ile veyahut sahiplerine yemin teklifiyle zuhur olundukta iddia olunup ıtlak olunurlar.  Ve sahipleri ziyade akçe tamamıyla esirler telhisine mani olunmayalar.  Lakin esir aranmak ve ıtlaklarına sayi olunmak için devleti âliye tarafından mahsus adamlar irsal olunmadığı takdirce bile Çasaret tarafından hâkim olanlar esara fıkrasına sahip çıkıp bahaların vece meşru üzere iteleyip Müslüman esirlerinin tahlisine sayi ve ihtimam ideler.  Ve bu vece üzere esirlerin halasına tarafeynden merhamet ile tekit oluna.

Madde: 13

Hazreti aleyhe esselam dininde olup papaya mensup olan rahiplerin hakkında setlin pişin nisfet aynı zaman saadetlerinde verilen ahit nameyi hümayunlarında mestur ve mukid olan muvad mahsusen ihsan ve inayet buyurulan nişan alişan ve o emir şerifenin mezmunu ba’del-yevm dahi mer-i tutulmak üzere taraf hümayundan tekit buyururla.  Şöyle ki;

     Kiliselerini vazi kadimi üzere tamir ve termim;  edenledikleri ayınların icraya memanet eylemeyeler.  Ve hilaf şeri şerif ve mugayir ahitnameyi hümayun akçe mütalibesi ve gayri bahane ile mezbur rahipler her ne sınıftan olursa rencide olunmayıp himayeyi padişahı da asude hal olalar.  Roma imparatorunun büyük elçisi Asitaneye geldikte ayınlarına ve Kudüs şerifte vaki ziyaretgâhlarına müteallik siparişlerini alam eyleye.

Madde: 14

     Tüccar taifesi tarafının memaliğinde sefilde verilen ahitnameler mucibince kal ol amenen ve salimen kendi hallerinde ticaret edeler.  Ve alış verişleri mekr (hileci) ve hile ve ihtilalden masun ve mahfuz olmak üzere büyük elçiler vürudu esnasında tüccar ahvaline vakıf adamlar tayin ve umurlarına nizam verilip sair müstemin taifelerine olan müsaade Çasara tabi milletlerin hakkında dahi inayet olunup memalik mahrusada menfaat ve emniyet ile merfa el hal olalar.

Madde: 15

     Selefte verilen ahitnamelerde mesturu makid olup haliya akid olunan ahit ve kıyıda mügayir ve iki devletin rüsum müstemeresine muhalif ve muzır olmayan muvad bundan böyle dahi meri tutulup müteğayyir olanlar fesih ve nush oluna.

Madde: 16

     İş bu muvada ve musaliha ve dostluk ve mudetin mabeynde istihkâm ve istikrarı için tarafından büyük elçiler tayin ve irsal olunup vardıklarında ve geldiklerinde merasim mutadeyi mubadele ile izaz ve ikram ve istikbal ve teşyi olunalar.  Ve dostluk nişanesi için hissen ihtiyara teallik ile her tarafın şanına layık hediye ile büyük elçileri hareket günü mabeyinde haberleşip iş bu gelecek yaz iptidasında mah haziranda çıkıp seremde vaki sınır başında mutad kadim üzere mübadele olunup tarafeyne nafi ve dostluğa

Sayfa: 462

muvaffak olan ahvali murad olunduğu üzere Astanalara arz ve ilam eylemeleri caiz ola.

Madde: 17

     Elçiler gelip ve gidip ve makûs ildikleri – karnında kadim eyyamdan biri ola geldiği merasim riayet ve mertebelerine göre tarafeynden âli-el-seviye gözetile.  Ve Çasar tarafından gelen elçi ve kapu kethüdası ve gayri adamları istedikleri libası giydiklerinde kimse mani olmaya.  Çasar elçileri ve kapu kehküdaları ve maslahatgüzarları ve sair devleti âliye dostları krallarının elçileri ve maslahatgüzarları gibi muaf ve Müslim ve asude hal olup Çasarın rütbesine göre adet hissine olan resmi üzere riayet olunalar.  Ve tercümanlar istihdam eyleyeler ve ulakları ve adamları bahçeden Asitaneye ve Asitaneden bec caniye varıp geldiklerinde knun üzere yol emirleri verilip emin ve salim varırlar ve geleler.  Ve iktiza eyledikte kendilerine muavenet oluna.

Madde: 18  

     Sulh ve salah eğer Ça tarafından ittifak ve hissen rıza ile kararda olan şart üzere akit olunmuştur.  Lakin cümle sınırlarda tesrih (salıverme) olunduğu üzere makbul olan şart ve ahde kema yenbağı (lazımgeldiği gibi) icra olunup tayini hudut akabinde hadim ve galebe ahvali dahi itimam olundukta kemali takviyeti ve lüzumu riayeti tertip eder.  Bu taktirce iş bu maslahtların mesarat ile vücuda gelmesi için kati hududa tarafeynden nasb (tayin) olunan vekiller bin yüz on senesi nevruz firuzunda mabeyinlerinde makul ve münasip gördükleri mahallere memun ilga ile tüvablarıyla bir yere gelip tekrar mümkün olur ise iki ay içinde imkânı olan yerlerde dahi mukaddemce tarafeynden balade taahhüt olunduğu üzere alayim muayene ile araziyi temiz ve tefrik ve tahdid ve mabeyinde kararda da olan muvadi kemali ihtimam ve mesariat ile icra edeler.

Madde: 19

     İşbu şart kararda da olduğu suret üzere padişahı İslam penah efendimiz ve Çasar Bavkar taraflarından mükerrer ve muekid kılınıp imza gününden otuz gün içinde belge dahi mukaddimce kabullerini meşar (duyu) nameler getirtilip İngiltere kralı wonderland’a astani generallerinin hizmete tavassuta memur olan mümtaz elçileri yediyle mübadele olunmak üzere mabeyninde olan taahhüt ve iltizam bir vece ile tahlif (yerine geçme) etmek ihtimali olmaya.

Madde: 20

     Bu terk cidalin müddeti inşallah teali (yükselme) temessük (tutunma) tarihinden mütevaliye yirmi beş sene ola.  Müddet merkum (adı geçen rakam) tamamında belki nısfında mad olunması tarafından murad olunur ise tekrar imtidadı söyleşile.  Ve tarafından hissen rıza ile karardade olan muvad şevketli azametli kudretli şehriyar bulend iktidar efendimiz cesaretleriyle Roma İmparatoru Çasar Bovkar beyninde varoşları arasında masun ve mahfuz olup devletleri ve malikleri ve karada ve deryada

Sayfa: 463

Olan vilayetleri ve şehirleri ve varoşları ve reaya ve berâyâları (halkları) beyninde bila tağyir mer’i ve muadi ola.  Ve tarafeynin hâkimlerine ve tuvabi ve lev haklarına bilcümle tenbih ve tekid oluna ki onlar dahi tafsil (etraflı) olunan şart ve kayıt ve muvad ahdi müktezasınca hareket ve sulh ve salaha mugayir bir türlü illet ve bahane ile birbirlerini rencideden ihtiraz eyleyeler.  Ve min baad tadi eylemeyip konuşulma gereği gözeteler.  Şöyle ki:

     Mütenebbih (uyanık) olmayıp muhalefet üzere olanlar işbu uzviyet ile haklarından gelinmeyi muhakkak bileler.  Ve saadetli kerim hanı ve sair taife Tatar dahi bu sulh ve salah ve dostluk ve barışıklık hukukunu geregi gibi riayet ve siyanet eyleyip Çasara tabi olan memleket ve reayaya bir vece ile teadi ve tecavüz eylemeyeler.  Gerek esnaf asker ve gerek taife Tatardan bir ferd hilafı ahdenameyi hümayun mugayir ahdi misak teadiye cesaret ederler ise cezası tertip oluna ve temessükleri imza olunup mühürlendiği günden tarafeynden husumet ve teadi kilitle refi olunup reaya tarafeyn emin ve aman ve istirahat ve ataminan üzere olalar. Ve yevm mezburdan tadiyat kemali tekid ve ihtimam ile mani ve defi olunmak için sınırlarda olan hükkam (hâkimler) ve zabitlere tenbih ve tekid oluna.  Lakın bayid yerlerde olan hâkime bu sulhun mesaret üzere haberi eriştirilmek için yirmi gün tabeyn olunup ondan sonra tarafeynden her kim muhalefet ile bir türlü tecavüze ictira ederse bila de tasrih (açık söz) olunduğu üzere hakkından geline.

     Ve bu yirmi madde üzerine akit olunan şerait sulh ve salah bilâ tağyir taraflarından makbul ve muteber olmak üzere Çasarın murahhas vekilleri olan elçileri izin ve ruhsatları muktezasınca Latin lisanı üzere mamul be temessük vermeleriyle bu taraftan dahi memzi ve mahtum muvad kâğıdı mamul be olmak üzere teslim olunmuştur.

     Tahriren fi-el-yevm elrabi ve el aşerin min şehr receb el ferd lisanat aşra ve miat  ve elif. 

     İhtar:  Karlofça muahedesi yalnız Nemse hükümetiyle akit olunmuş bir muahededen ibaret değildir.  Biri ile ve diğeri Venedik hükümetleriyle olmak üzere aynı mü’temer (kongre) de akit olunmuş üç muahededen ibarettir.  Gelecek nüshamızda la Venedik hükümetleriyle akit olunan muahedatla ulul ve esbabı akdi mecburi kılan ahvali arz olunacaktır.

M. H.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.