DONANMA MECMUASI 51 – 3 13.Temmuz.1914

DONANMA MECMUASI  51 – 3

0486_0003-51_Page_01

                       

                   Pazartesi /Şaban 19 – Haziran 30                                                                                51 – 3

DONANMA

DONANMA CEMİYETİNİN HAFTALIK GAZETESİDİR

                    Matbua Hayrettin ve şürekâsı   Bahası 40 kuruş     İlâve parasızdır.  Müvezzilerden isteyin

0486_0003-51_Page_03

                     Pazartesi 19.Şaban.1332                                                                                             abone:

                      30.Haziran.1330                                      DONANMA           İstanbul ve taşra için 40 kuruş

                     13.Temmuz.1914                                   merci: donanma cemiyeti merkez umumiyesinde

                                                                                                                                   Daireyi mahsusa

0486_0003-51_Page_03-2

BU RESİM EPEY ZAMAN EVVEL ALINDIĞI HALDE GÖRÜLÜR Kİ, ZIRHLIMIZIN NOKSANI PEK AZ KALMIŞTIR.  YANINDAKİ NATAMAM ZIRHLI İSE İNGİLTEREYE AİT “HİNDİSTAN İMPARATORU” DRETNOTUDUR.

________________________

MUHTEREM İSTANBUL HALKINA __ DONANMA TİYATROSU

+  +  +  +  +  +  +  + 

     Donanma cemiyeti;  Şehzade başında millet tiyatrosunu tahtı idaresine almıştır.  Sahibi eshab (sahipler) hamiyyetden bir zat olduğundan, tiyatroyu, cemiyet bir para masraf bile etmeden mükemmelen tezyin (süsleme), tefriş (döşeme) etmiştir.  Cemiyet muhterem İstanbul halkından rica ediyor.  Temaşayı milli başlıyor.  Hem güzel vakit geçirmek, hem sevimli donanmamıza muavenet (yardım) etmek için teşrif etsinler.  Göreceklerdir ki, cemiyet, hayatı temaşayı ihya ediyor. . .  Hem de hem de donanmaya muavenet bekliyor.

     Tiyatronun bu akşam resmi küşadı, ayan, vükela, mebussan, üdeba (edipler),  belediye heyetleri, donanma merkezleri mensubini, cemiyeti muhtelife bütün gençlik ve mekanibi âliyeden davetli heyetler muvacehesinde icra edilecektir.  Heyeti temsiliye, memleketin en güzide sanatkârlarıdir.   Yarın hanımlara da resmi küşadı icrasından sonra, umuma para ile açılacak bu tiyatro;  Sahnesinin takdirini, temaşaya terk ediyorlar.  Resmi küşadı, tiyatromuzun medarı iftiharı olan Sultan Selim piyesiyle başlıyor.  Bu akşam ve sonra umumi küşadı zamanında temaşadan hizmetlerin takdir edileceğine eminiz.

MİLLET MECLİSİNDEN MİLLETE. . .

Maliye nazırımıza teşekkür:

.  .  .  .

    Donanmanın geçen nüshasında şu yolda hitap etmiş idik;  ( . . . İster bir takım sualleriniz, cevabını millet,  Saltanat ve kuvveti her kuvvetin fevkinde bulunan heyeti millet vereceklerdir.  Donanma cemiyeti ortada bir vasıtadır.  Bul vasatat;  Onun için ne şerefli bir hizmettir.

     Mecmua;  sevgili millete karşı şu yolda şükran vazifesini ifa ederken muhterem maliye nazırımız geçen gün millet meclisinden milletvekillerine millete hesap verirken söz, donanmaya intikal etmiş, cemiyetimiz namına millete açık bir hesap olarak şu yolda beyanatta bulunmuştur.

     (Reşadiye dretnotun gelince bunun için bu sene vereceğimiz meblağ yekûnu yüz doksan bin liradır.  Sultan Osman dretnotunun sekiz yüz doksan bin İngiliz lirası borcumuz kalmıştır ki, geminin teslim edileceği gün hükümet müheyyadır (hazır).  Sipariş edilen Fatih dretnotu var.  Seksen binlira teslim edilmek ve mütebakisini de (donanma cemiyetinin tediye edeceğinde iştibahım (kuşkum) yoktur).  Şu kürsü üstünden (donanma cemiyetinin muavenetine ne kadar minnettar olduğumuzu söylemek isterim.) donanma cemiyetine teşekkürümüz bu hususta vasıta olmasındandır.

     Asıl şükranın mahal tevcihi millettir.  Millet nesi varsa, nesi yoksa veriyor. . .   Şu dört sene zarfında üç dört milyon lira toplanmıştır.) 

     İşte mecmua millete karşı şükranlarını takdim ederken maliye nazırımız, salâhiyettar lisanıyla millete hesap veriyor.    O da donanma cemiyeti gibi kuvvetin, cemiyetin millette olduğunu söylüyor.    Cemiyetin milletin saadet ve satveti namına ifasıyla iftihar ettiği hizmetlerin, millet kürsüsünde, millete karşı şu yolda mazharı takdir olması elbette fahr (övünç) ve şükranı calibdir.  Kıymeti sözden çok yüksek olan muhterem maliye nazırımıza Osmanlı donanma cemiyeti müteşekkir, minettardır.  Hissiyatını alenen izhar ile iftihar eder.

     Kuvvetini aldığı millette şu yolda bir hesap daha verir.  Şuyu, hizmeti namına istikbal hep millete aittir.  Eğer millet, namusuyla yamak istiyorsa – ki bunda hiç şüphe yoktur – donanmayı unutmaz.  Donanmayı sever.  Sevdiğine en büyük delil?  Rakamdır.  Rakam, bu millet için pek büyük takdirkârdır.  Cemiyet ise atiyi bu suretle görmek istiyor.  Çünkü Cavit Bey efendinin söyledikleri gibi milletin destur hareketi şu cümlede mündericdir. (içerik)

(siyasetimiz ne kadar sulhperver olursa olsun kuvvetli bulunmağa muhtacız)

****************

Hatırat:

(İzmir) kruvazöründe

Bir gece

     Almanya imparatoru II. Wilhelm hazretlerinin Suriye ve Erz (sedir ağacı) Filistin’e müteveccihen limanımızdan hareketinden birkaç saat sonra idi.  Bir Laz sandalıyla denizin çırpıntılarını yiyerek adeta sır sıklam bir halde İzmir kruvazörüne yanaştım.  Oynak, titrek bir merdiven!  Koca kruvazör.  Güya ayaklarımın altında zangır zangır ediyor.  Tahtaları, demirleri, saçları, kavşamış (çürümüş) da ayrılacakmış gibi bende vehimler uyandırıyordu.  Bu kruvazör 1313 Yunan muharebesine Haliçten bin meşakkat, bin heyecan ile lengerlerini toplayarak, bin maskaralık, bin rezalet ile Çanakkale’ye kadar gidebilmiş olan Donanmayı Hamidiye ile iştirak ederek Galos’dan mecruhin (yaralılar) Osmaniye’yi taşımış idi.  o zamanlar İstanbul’da mikrop nazariyatı henüz devir terfihini (ferahlık) ikmal ederek herkesin ağzında Pastör’ün ve şehrimizde garip ve acib bir nispetle Ruzvan Paşa kolerası namını alan mahud kolera istilasından dolayı celb edilmiş olan Doktor Chantems’in bilhassa Doktor Koch’un beyanat ve efkârı ilmiyeleri, türlü türlü anda kalıplara girip çıkarak hamallara varıncaya kadar yerlerde,  duvarlarda, işkenbeci kazanlarında mikrop aramak modası revaç bulmuş idi.  İzmir kruvazör hümayunu ise Teselya’da düşman kurşunlarının şehit edemediği on beş, yirmi bin dilâveri (yiğit) beş on gün içinde zemin helaka (yok oluş) sermiş olan emir us Harbiyenin her neviyle bulaşık efradı Anadolu kıyısına geçirmiş, tersanede biraz ârâm (dinlenme) ve istirahat ederek boyandıktan sonra imparatorun üç deniz makinasını takiben, muhmanderan ve avanesini bunlar meyanında beni de hamilen yola çıkmağa hazırlanmış idi.

      Kruvazörün güvertesine çıkar çıkmaz gördüğüm erbab teşyii ve casus arasında kundakları parlak iki mini mini top pek sıkı bir tarassut altında bulunuyordu.  Yani bunların etrafında kimse görünmüyordu.  Hatta yüzlerine bakan bile yok idi.  bu metrukiyet zahiri bir çekinme neticesi olmaktan ziyade gaflet saikasıyla yanaşacak olan bedbahtları avlamak maksadına mini olacak idi ki beni o esnada maiyeti seniye erkânı harbiye müşiriyetinde (mareşal) bulunmakta olan müşir Şakir Paşa merhuma takdim etmek için koluma giren baba Tahir de kulağıma yavaşça:

     _ sakın vapur kalkıncaya kadar bunların yanına gitme!

     Diyerek aşağı büyük salona doğru sürükledi.  Buraya duhulümüzde ta köşede bir şeyler oluyordu.  Ağız içinde büyücek bir maddenin bulunmasından dolayı sese arız olan karışık bir kesiklik haylûletle (mani olma) mütehassıl (meydana gelen) olan pürüzlü, medid bir:

     — A . . . y ! !

0486_0003-51_Page_06        REŞADİYEMİZİN DİĞER BİR MANZARASI (BU RESİMDE EPEY ZAMAN EVVEL ALINMIŞ.  BU GÜN İNŞAAT, ARZUYU MİLLET VECH İLE ZAMAN GİBİ ÇABUK İLERLEMİŞTİR.

feryadını müteakip elinde üç köklü bir dişe sım sıkı yapışmış bir kerpeten, biri hızlı hızlı çekilip gitti.  Meğer paşa merhum dişini çektirmiş!  Kan tükürüyordu. . .   Manzaraya tahammül edemeyip de vaktiyle çekilmiş olanlar birer birer zuhur ederek

     — Geçmiş olsun, paşa hazretleri!

     Temennisi ile arzı endam ettiler.  Su vermeler, ağız çalkalamaları, pamuk vaazı, silme, kolonya koklatma gibi ameliyat taliye (sonra) hitama erip de paşa merhum biraz kendisine gelince biz sokulduk.  Takdim edildik.   Müşarünileyh asar acizanemden bahis ederek beni gıyaben tanıdığını maruz iltifatında beyan etti.  Beraberce azimetim hakkında       0486_0003-51_Page_06-2              ŞAYANI İBRET BU LEVHA:  PARİSTEKİ YUNAN SEFİRİ İKİNCİ DRETNOTUN ESASINI VAZİ EDERKEN.

Sadır olan iradeyi seniyyeyi (ulu) de telakki ettiğini bildirdi. 

     Fakat bilmem ki neden?  Yalnız devri sabıkta değil, meşrutiyetin şu ikinci devrinde bile yine aynı hal, yine aynı sui nazar!  Kime?  Erbabı matbuata.  Mesela dâhiliye nazırımız Talat Bey Efendi Livadia ve Bükreş seyahatlerinde matbuat Osmaniye erkânı mütehizesinden lâakal (hiç olmazsa) iki üç zatı beraberine alabilir ve pek acemisi olduğumuz bu nevi seyahatler muhabirliğini verecekleri talimatı siyasiye dairesinde icra ettirirlerdi.  Olamadı.  Olan kısmı ise pek nakıs kaldı.

     Ben Şakir Paşanın yanından çekildikten sonra (İzmir)de tahriki cerh eyledi.  Bermutat Beşiktaş önüne kadar ilerledik.  Resmi veda ifa ettik.  Tamam, Marmara havzasına girdiğimiz sırada idi ki çağırıldım.  

     Paşa şu bir saat içinde pek değişmiş idi.  Çatık kaş asık çehre duruyordu.

     Beni görür görmez:

     —  Mihmandar Ahmet Ali Paşayı gör, sana bazı şeyler söyleyecektir, iyi kulak ver!

     Döndüm.  Salonun kapısında bir miralay durdurdu.  Azim zade Sadık Bey imiş.

     —  Sen hangi gazetedensin?

     —  Malümat’dan!

     Ağzını büzerek, yüzünü ekşiterek:   0486_0003-51_Page_07-7

  BEDBAHT ARNAVUTLUĞUN TÜFEYLİLERİNDEN:  NE OLDUĞU HALA ANLAŞILAMAYAN BİB DODA .

     —  Şu!

     —  Evet!

     —  . . .

     Yüzüme ters ters baktı, yürüdü.  Merdivenlerden çıkıyordum, biri daha musallat oldu.  Yaver ama bereket versin ki binbaşı. . . 

     —  Evet

     —  Hangi gazetenin?

     —  Malumat’ın!

     —  Ya! . . .

     —  Evet!

     Ahmet Paşa merhumu kamarasında buldum.  Şakir Paşanın emrini söyledim.  Yüzüme dikkatli dikkatli baktı, dedi ki:

     —  Size mabeyinden (padişah sarayı) ne talimat verildi?

Şaşaladım.  Dedim ki:

     —  Ben mabeyne gitmedim. . .

     —  Doğru söyle. . .

     —  Doğrusu bu efendim. . .

     —  Peki, Tahir Bey, ne talimat verdi. . .

     —  Hiç!

     —  İşte bu yalan!

     Bu hitap fena halde gücüme gitmişti.  Bozuldum.  Asabiyetim birden bire ziyadeleşti.  Geveleyip kekelemekten ise birden bire neticeye gitmeyi münasip gördüm.  Dedim ki:

     —  Ben kimseye yalan söylemem ki size söyleyeyim. . .   Ben seyyah bir muhabirim.  Gazeteciyim.  İsterseniz beni Çanakkale’de bırakabilirsiniz.  Yine yüzüme dikkatli dikkatli baktı.

     —  İşte tamam. . .   Talimatını almışsın. . .

     —  Nasıl efendim?

     —  Siz iradeli bir adamsınız.  Bilirsiniz ki heyet sizi bir yerde bırakamaz. . .   Sözleriniz bizi zora çekmek değil de nedir?  Bak size söyleyeyim. . .   Hilafı hal ve hakikat bir şey, ama ne türlü şey olursa olsun, yazıp yollarsanız, ötesini siz düşünün. . .

     Ne müşkül mevki!  Hal ve hakikat nedir ki hilafına ben kail (söyleyen) olayım?  Maksadı derhal keşf ettiğim için dedim ki: 

     —  Bunun gayet kolay bir yolu vardır, Paşa hazretleri. . .

     —  Ne gibi?

     —  Arz edeyim.  Ben ne yazarsam, zatı âlinize göstereyim. . .

     —  İmza mı edeyim?

     —  evet.  Aynı zamanda sansürde etmiş olur ve benden emin bulunursunuz. . .

     —  . . .

     Bu defa gözlerindeki dikkat ziyadeleşmiş idi. . .   Ona garip nazar idi?

     Sözümü kesmedim, dedim ki;

     —  Paşa hazretleri, merak buyurmayınız. . .   Bundan da daha kolayı var. . .

     —  Söyle bakayım. . .

     —  Size bir senet vereyim. . .

     —  Ne için?

     —  Hiç bir şey yazmayacağım için. . . Adeta zıpladı. . .

Elleriyle telaş emareleri göstererek:

     —  Böyle şey Olmaz;  Böyle şey olmaz!

     —  O halde ne yapayım?  Siz söyleyiniz. . .

     —  Anlıyorum, içinden;

0486_0003-51_Page_07-2 Draç’ta[Arnavutluk]maktul düşen Miralay Thomson”

     —  Çattık!

Diyordu.  Bir iki dakika o halde kaldıktan sonra birden bire dedi ki;

     —  Siz gazete muhabirliğine memursunuz.  Beni heyet ile beraber dinleseniz.  Bunun iyisi,  iyisi, sizi Hayfa’ya kadar götürürüz, orada bırakırız!

     —  Masrafımız?

     —  Orasını Şakir Paşa ile görüş!

     —  Avdette?

     —  Kabil, yine gemiye alırız. . .

******************

     Neşeyi seyahat bozuldu.  İzmir kruvazörü Büyük Çekmece önlerine geldiği zaman güneş büsbütün gurup etmiş idi.  Birden bire yemeğe çağırıldık.

     Belki otuz kişilik, büyük bir sofraya azayı heyet oturdu.  Küçük bir sofraya da iki gazete muhabiri, ressam, fotoğraf gibi yanaşmalar dizildi.  İmparatorun mabeyincilerinden biri de bizimle beraber idi.  esnayı taamda nutuklar birbirini veli etti.  İdareyi akdah (kadehler) da olunuyordu.  Fakat bizimkilerin kadehleri lebriz (dopdolu) değil idi.  hatta Şakir Paşa birkaç cümlelik nutkunun hitamında:

     —  İmparator hazretlerinin sıhhatine şey ederim,

     Diyerek kaçamaklı, gülünç bir toka yaptı idi.

     Baadel talim kruvazör kazan, ben ve emsalim kepçe, aşağı, yukarı geziniyorduk.  Azim zade merhum beni, ikdamın muhabiri Zühtü bey ile beraber ta makine dairesinin karşısındaki kamaralardan birine götürerek burada yatacağımızı söyledi.

     Bu kamara değil, vapurun adeta külhan dairesi idi.  beş dakika durur durmaz terlemeğe başladım.  Ağır bir koku zaten pek küçük olan içerisine sinmiş, döşemesi kirli, murdar idi.  en ziyade calibi dikkat olanı tuvalet mahalli idi.  Ne aynası ne masası, ne musluğu, ne sabunluğu var idi.  bunlar koparılmış, yalnız büyükçe bir delik kalmış idi.

     Ben sıcaktan şikâyetle:

     —  Burada nasıl yatılır?

Diye Azim zade’nin yüzüne baktım.

     Keşke bakmaz olaydım.  Güldü, yüzünü (galiba Arapça olacak) tuhaf bir surette buruşturdu.  Eğlenmek tarzında;

     —  İsterseniz müşir paşanın yanındaki kamarayı size vereyim!  Deyince derhal:

     —  Paşayı değil, sizi rahatsız etmiş olurum, mersi!   Cevabıyla çekildim. . .

     Gece ilerledikçe yatağında Baha ve salt (yalnız) arttı.  Çar naçar kamaraya indim.  Refikam Zühtü üst yatakta horul horul uyuyordu.  Soyunup ben de hâb-gâhîme (yatak) uzandım.  Fakat hararet mütezayit (artan), kör bir kandil, kara loş sayelerle içerisini girilmiş idi.  bir iki döndüm.  Göz kapamak kabil değil.  Ter, yavaş yavaş bastırıyordu.  Bir aralık dalar gibi oldum. Üstümden gelen müthiş bir horlama uyandırdı.  Alt taraftan vurarak temadisine mani olmak istedim ise de zavallı Zühtü, haleti menamda (uyku) vurdumduymazlardan imiş.  Bir nefes kesmeden bile. . .  Hayfa’ya daha üç dört gecelik zaman var.  Ben ne yapacağım?   Diye düşünmeye başladım.  Kruvazöre bindiğime o kadar pişman idim ki. . .   Sen burada ikamete memursak diye bir yere bıraksalar razı olurdum.  Ben bu müziç endişeler içinde iken gözlerim sıra ile karşımda dizili dört parlak şeye müncezib (çekilen) olup duruyordu.  Bu parlak şeylerin farkında bile olmaksızın ben yine düşünüyordum.  Terden kımıldadıkça bunların bazen ikisi kayıp oluyor, bazen hiçbiri görünmüyordu.  Bir aralık altılaştılar.  Tuvalet mahallinin üzerinden ikişer ikişer artan bu inşua o siyahi’i endişe arasında zihnime bir şeyler getirdi.  Başımın yanındaki iskemle üzerine bıraktığım gözlüğümü usulca aldım.  Bir de ne bakayım?  Üç tane keme karası yanak yanağa vermişler, beni temaşa ediyorlar. . .

     Maşallah!  Mikroplar, bu hezariyede kruvazörde buyurmuşlar!  Birden bire yerimden kalktım.  Onlardan bir tanesi de yere atladı.  Kemali istikrah (iğrenme) ile yine yerime avdet ederek ayaklarımı kestim.  İkincisi de aynı hareketle kendisini kaptı salıverdi.  Kamaranın içinde konuşmağa başladılar.  Otuz ile kırk santimetre boyunda olan bu toramanlar insandan korkmuyorlardı.  Vurarak, bağırdım:

     —  Zühtü!

     —  Horrr!

     —  Zühtü be!

     —  Horrr!

Daha tiz perdeden,

     —  Zühtüüüüüü!

     —  Horrrrrr!

Bereket versin feryadıma!  Zemin katta dans edenler bir parende de eski yerlerine çıktılar.  Kuyruklarının duvarlara akis eden gölgeleri uzun, kalın hatlarla titreyip duruyor.  Çınlama, bütün sintine erkânını bizim salona davet ediyordu.  Son bir gayret ve cesaret ile yatağın içinde doğruldum.  Elbisemi kapınca kendimi kamaradan dışarıya attım.  Potinlerimle feslerim içeride kalmıştı. 

     İşte böyle bir kruvazörle, böyle bir heyetle imparatoru takibe, teşyie çıkmış idik.

Ahmet Rasim

NE DİYORLAR?

     Karilerimiz: bu kısımda hakkımızda neler düşünüldüğünü öğreneceklerdir.  Onun için diyarı garbın en mühim mütalaasına bu kısımda tesadüf olunacaktır.  Bundan maada teçhizatı bahriye hakkındaki mütalaat muhammede görülecektir ki millete fayda verecek hiçbir şeyi unutmuyoruz.

Türk Donanması

Ve

<Rusya Salvo’nun> telaşı

     Kırım’da münteşir Tercüman gazetesinde bu ser levha altında pek ziyade dikkate layık bir makale okuduk.  Geçen haftaki nüshamızda Rusya donanmasından bahis ettikten sonra bu şayanı dikkat makalenin neşri hiç şüphesiz faydalıdır.  Tercüman gazetesinin hayyin (kolay) tercüme ederken kullandığı tabiratı aynen ibka (devamlılık) ediyoruz.

     Karadeniz donanmasının 1914 – 1916 seneleri zarfında acele kuvvetlendirilmesi için devlet Duma’sından 100 milyon ruble tahsis edilmesine dair Duma’ya verilmiş olan kanun layihası münasebetiyle Rusya Salvo gazetesinin harp ve askeri muharrirlerinden Mihaliyeviski cenapları acele kuvvetlenme serlevhası altında yazdığı baş makalesinde diyor ki: 

     <<bizim Karadeniz donanmasına şimdiye kadar hiç ehemmiyet verilmeyip ona adeta bir evvelki oğul gibi bakılıyordu.  Japon muharebesinden on senelik bir müddet geçtiği halde Karadeniz için ancak şimdi üç zırhlının inşasına başlanılmıştır.   İki sene mukaddem Karadeniz bahriyesi amirali Andrey Eberhardt vasi bir inşaatı bahriye programı hakkında bir kanun layihası neşir ettiği zaman, bizim bahriye nezareti Karadeniz filosunun düşmanınkinden bir buçuk kere ziyade olması lazım olduğunu beyan etmişti.  Fakat bu beyanat kâğıt üzerinde kalıp kuvveden fiile çıkmadı. 

     Türklerin Reşadiye ve Sultan Osman dretnotları yakında geliyor.  Önümüzdeki güzden itibaren Türk donanması, bizim eskimiş üç zırhlıdan mürekkeb Karadeniz donanmasına kat kat tefevvuk (üstünlük) edecektir.  Bunlardan biri Panteleymun diğeri eski ve az yürüyüşlü Rostislaf’dır ki sahilleri müdafaadan başka bir işe hizmet edemez.  Terisuyanitil zırhlısına gelince bu 21 sene mukaddem suya indirilmiştir.  Bu da liman muhafazalığından başka bir işe yaramaz.  Giorgi Pubedonuseç ve Sinob ise limanlarda karakolluk işine yarayabilirler.  Bütün Karadeniz’in donanmamız eski kalibrede 12 devimlik 14 toptan gülle yağdırabiliyor.

     Ecnebi menbalarından alınmış haberlere inanılırsa Karadeniz donanmamıza İmparatoriçe Mariya, İmparator üçüncü Aleksander ve Katarina İkinci namlarıyla üç zırhlı daha koşulacak ise de Türk filosu o zaman bile Karadeniz tefriki muhafaza edecektir. 

     Birkaç ay mukaddem, Babı Âli İngiltere’ye Sultan Fatih isminde üçüncü bir dretnot daha sipariş etmiştir ki bu yılmaz 27 eden yani 1916 senesi yaz başında hazır olacaktır.  Sultan Fatih, Reşadiye sisteminde fakat daha mükemmel bir surette inşa edilip 13 buçuk devimli toplarla teçhiz edilecektir.  Üç Türk yılmazı yalnız bir taraflarından bir atışta 1090 pound ağırlığında maden ve çelik atabilecektir.  Bizim o zaman hazır olacak zırhlılarımızda 36 top gülle atabilecek ise de attığı gülle ağırlığı 847 pound’u geçemeyecektir.

     Bu suretle 1916 senesinden sonra dahi Karadeniz’de tefevvuk Türk donanmasında bulunacaktır.  Bundan kurtulanılmak için bizim bahriye nezareti Karadeniz filosunun acele kuvvetlendirilmesi için şimdiki layihayı bugün değil iki sene mukaddem tertip etmeli idi. 

     Şimdi biz ne derece faaliyetle çalışırsak çalışalım, hepsi bir.  Üç dört seneye kadar Türk donanması bizim Karadeniz ıskartasından kuvvetli bulunacaktır.  Saatte 16 – 17 mil mesafe alan eski zırhlılarımız, Yunan’a – Zilanoavest gibi iyiceleri de dâhil olduğu halde bile Türk dretnotlarıyla muharebeye girişemeyecektir.

     Budget (bütçe) komisyonunun izahat almak için harbiye nezaretine olan müracaatı güya Duma bütçe komisyonunda Kafkas hudutlarının müdafaasını Karadeniz donanmasının takviyesine tercih eden adamların bulunduğunu gösteriyor.  Eğer böyle ise bu gibi hesaplar ve tasavvurlar geçmiş hatalarımızı tekrar işittirmekten başka bir şey olamaz.  1877 ve 1904 senelerindeki felaketler unutulmamıştır, zan ederiz.  Türkler denize hâkim oldukça her zaman arzu ettikleri yerlere hatta Kafkasya’daki ordumuz arkasına bile asker boşaltabilirler.  Bizim sevkülceyş (strateji) mevkiimiz son Türk muharebesinden sonra nispeten ziyade fenalaşmıştır.  Karadan Avrupa Osmanî’ye hücum etmek hemen mümkün değildir.  Zira Türkiye ile bizim aramızda Romanya ve Bulgaristan vardır. 

     Anadolu’da ise demir yollar inşa edildikten sonra Türk erkânı harbi bizim Kafkasya hudutlarına iki yol ile;  cenuptan Van’a, şimalden Erzurum’a asker taşıyabilecektir.  Erzurum ana hattı ise dört budak ile Karadeniz’e bitişiyor.  Biz ise Türk hududuna asker taşımak için yalnız bir yola;  Tiflis – Kars hattına malikiz…

     Şark-ı karib’de (yakın doğu) silahın muhafaza edilmesi için Rusya, Genç Türklerin harbe olan iştiyaklarını ve bunların arkasında bulunan devletleri durduracak kadar kuvvetli olmalıdır.

Köylüyle Konuşma

Selâmün – Aleyküm! Donanma Cemiyeti sizinle her hafta şöyle konuştuğu için ne kadar seviniyor. Allah cümlenize uzun ömür, hayırlı evlat, bir kütle toprak, iyi yürek, din ve toprak için şehitlik nasip eylesin. Eğer bu makama ererseniz, size yalvarırım, şehit olan ahrette günahkârlara şefâat eder. Fakat siz; donanma için para vermeyen hasislere, cimrilere şefâatçi olmayın. Onları, görmüyor musunuz? Hiç köyde cerîde (gazete) okuyan yok mu? Başka memleketlerde zenginler, durmayıp iâne veriyorlar. Yunan bile XII. Konstantin adlı bir zırhlı yaptırmak istiyor. Büyük küçük bütün Yunanlılar durmayıp para veriyor. Sen de bizim donanmamız için para veriyorsun ama, zenginler vermiyor.

Haberin olsun. Bahriye Nazırımız Fransa’dadır. Pek çok ikram gördü. Bunun için Fransızlara karşı teşekkür etmeliyiz. Buradan Fransa’ya gitmek bir iştir. Acaba bu işten bir hayır var mıdır? Diyorsan sana bir iki söz söyleyeyim. Fransız donanması çok kuvvetlidir. İnsan hoca önünde ders alırken nasıl hayır alırsa, Bahriye Nazır’ımızda orada gözüyle her şeyi görüyor. Her yeri görüyor. Deniz talimlerinde bulunuyor. Gördüğünü gelip burada yapacak.

Allah dinine ve toprağına çalışanları iki cihanda aziz etsin bu duaya “Amin” dedikten sonra pek yakında “Osman Evvel” zırhlısının geleceğini duy ve sevin!

Donanma

mütercim: Birsen Sezgin.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.