DONANMA MECMUASI 80 – 8,Şubat,1915
DONANMA MECMUASI 80 – 8,Şubat,1915
Cihâd fi-sebil-illâh: Ardahan’dan bir hatıradır ki, gönüllü kafileyi hamiyet karan Kafkasya’nın sema reşide şevâhikinden bize selamlar isar eyliyorlar
DONANMA
23,Rebiülevvel,1333 – 26,Kanunusani,1330 – 8,Şubat,1915
**********
İngiltere Muhasarada
İngilizlerin sarsılmaz bir itikatları vardı; Denizle tahaffuz.. o çürük kafalarda bir akideyi sabite şeklinde duran bu ananeyi tahavvüt nahmet; Esasından mahvoldu. Çünkü Alman tahtelbahirleri İngiltere’yi muhasara etti. İngilizler tecridi pek severlerdi. Yarın öbür gün istedikleri gibi mücerret kalacaklardır. Almanya bahriye nezareti cihana karşı ilan ediyor ki, İngiltere’nin Almanya’yı aç bırakmak hareketine, misliyle mukabele ediyor. Hain Moskof ne ise, Müslümanlar için kahbe İngiliz de odur. Onun için büyük müttefikimizin, düşmanı ebediyi kalbgahından vuran bu son hareketini de şiddetle alkışlarız.
İSTİKLALİ OSMANİ
Meselesi
*****
Devleti aliyenin devri senevi-i istiklali olmak üzere bazı gençler ile tarihe meraklı bazı zevat tarafından kabul edilen 27,Kanunuevvel tarihinde yapılan merasimi mahsusa üzerine bir baş makale yazmış, henüz istiklâli Osmaniye’nin yevm vakayı suret-i sahiha (doğru) ve fenni yede taayyün etmediğini izah ve bu hususta erbabı tetebbu ’un (araştırma) diriğ-i (esirgeme) hamiyet eylediklerinden şikayet etmiş idik. Makalede “ya Fettah” nidasıyla pazar ve esvakı (çarşı) devir eden gençleri vazifeye davet yolunda birkaç satır vardı.
Mecmua idaresine gelen mektuplardan anlıyoruz ki, istiklali Osmani meselesini ilmi ve milli bir mesele şeklinde görerek onunla uğraşan ta’mik (derin) maddeye çalışan erbabı gayret var. Bu erbabı gayretin teşvikleri semeresi olarak tarihi Osmani encümeni azasından Arif bey gibi Osman Ferit bey arkadaşımız gibi zevatın tetkikat ve tetebbuatı semeresini yakınlarda neşir edeceğiz. O zaman anlaşılacaktır ki, istiklali Osmaniye’nin yevmi sahih (gerçek) ve katiyesini tayin etmek meseleyi ilmiyesi aleti ihtifal-i (merasim) perestiye feda olacak mesaili adiye den değildir. Vav-ü-yevm mesudun kati veya edille-i (delil) ilmiye sayesinde katiye yakın surette tayini bu mesele-i milliyedir. Bizce bahis-i tesir olacak mevaddandır ki, gelen mektupların bir kısmı ketum (sır saklayan) hüviyeti medarı muvaffakiyet bilecek kadar sebük-magz (beyinsiz) olan ve rehber âmâl-i millet olmakla müftehir bir cemiyetin lisanı beyanını eşhas hakkındaki igrazına (kin) hedef ittihaz ederek, şahıslara hücumu maharet bilen eşhasın yaraları oluyor. Sürah (delik) ihtifaden (saklanma) tearruz-u eclâfın (reziller) kâri olduğu kadar mecmua; Şahısların veya şahsın değil, milletin olduğundan bu gibi taarruzat sıfır makus kabilindendir. İlmi ve milli bir mesele hal olunurken sohbet sadr-ı der (yüreğin içinde) dehlizden karışmak isteyenlerin milli bir mecmuada yeri yoktur.
mecmua.
UMUMİ HARPTE VAZİFEMİZ
Hindistan yolları
<<harbi umuminin neticesi>> en ziyade Mısır
Hudutlarında taayyün eyleyecektir.
Harbi umumi ve biz – İngiltere ve harp – harbin amilleri – yüz sene evvel, yüz sene sonra – harbin neticesine nasıl varılabilir? – İngiltere’yi sulha icbar mümkün mü? – iki çareyi icbar – Almanlar mı, Osmanlılar mı? – İngiliz adalarının istilası müşkül! – fakat müstemlekat?… (Hindistan yolları siyaseti) – Dini ve insani vazifelerimiz – İngiltere’yi sulha ancak Osmanlılar mecbur edebilir?
Beş, beş buçuk aydan beri devam eden; Dökülen kanlar ve uğranılan zararlar itibariyle bir misline daha tarih cihanda tesadüf olunamayan harbi umumi en nihayet Osmanlı devletini de havzayı tahribatına soktu. Üç aya yakın bir zamandan beridir ki, Osmanlılarda bu cenk ve cidâl nairesi (savaş ateşi) arasında kendilerine isabet eden vazifenin ifasıyla uğraşıyorlar. Moskof ve İngilizlerin asırlardan beri Osmanlıları imha ve ifna (yok etmek) için takip eylediği siyaset; Osmanlı padişahı Mehmet Reşat han Hamis hazretlerinin dest-i hamâset ve celadetine (kahramanlık) tevdi edilen hilafet bayrağının zıll (koruma) siyanetindeki milyonlarca ehl-i tevhidin (Allah’ın birliğine inananlar) kati ve zalim bir esaret altında nalan ve giryan kalmasına matuf olan hatt-ı hareket bile böyle bir fırsatta bütün alemi İslam’ı ezeli ve irsi düşmanları aleyhine tahrik edebilecek mühim bir sebep kafi idi.
Bununla beraber, bizi cidden kahraman ve şayanı tebcil (ululama) bir müdafi mevkiinde bırakan, müstesna bir hissi hamaset ile kalınca sarılmağa mecbur eden sebepler, aynı zamanda yalnız İslamiyet’in değil belki bunun insaniyetin takdir ve teşekkürlerle karşılayacağı sebeplerden ayrı değildir. Biz, bu harbe iştirakımızla yalnız İslam din ve mefkuresini değil belki İslamiyet’in manayı şamiline dahil olan insaniyet ve medeniyeti duçar olduğu beladan bir an evvel kurtarmak vazifesini deruhte etmiş oluyoruz.
Türkistan’da, Buhara veHıyva’da, Kafkasya ve Gürcistan’da, İran ve Afganistan’da, Cezayir ve Fas’ta Osmanlı silahlarının muzafferiyetine duahan olan milyonlarca Müslümanın sedayı niyazına; Kendisini bilen, bu badirenin kimin vasıtasıyla başlayıp hangi emellerle netice pezir olabileceğini tayin eden milyonlarla insanın tazarru (yalvarış) samimanesi de iştirak eylemektedir.
Bunu biraz izah edelim. Harbi hazır biliyoruz ki bilhassa bir tek sebepten ne ’şet ediyor. İngilizlerin, Alman tefevvuk iktisadı, siyasi ve askeriyesine tahammül edememesi; dünyada kendilerinden daha kuvvetli, daha hakim ve zalim bir kuvveyi murakabe görmek istemeyen bu hodbin fakat alçak ve namert milletin meşrui bir rekabete müsaade göstermesi. Biz, hiç aldanmayacağımızdan emin olarak diyebiliriz ki; Eğer İngiltere tarafından tertip ve tasmim (tasarı) ve ihzar edilmemiş olsa idi. Rusya’nın arzularına rağmen bu harp zuhur etmez ve dünya böyle kan ve can ile reyyân bir hale gelmezdi. İngiltere harbi istiyordu. Çünkü bunun için elinde bir çok sebepler vardı.
1 – Donanması sayesinde kendisini ve kendi mevcudiyetinden ziyade atfı ehemmiyet eylediği müsteamiratını ve ticaretini tehlikeden azade görüyordu.
2 – Her tarafı düşmanlarla ihata (çevrili) edilmiş, ber’an ve bahren her türlü taraf muvasalası kat edilmiş bir Almanya’nın az bir zaman zarfında zayıf ve bitap düşerek kendisine arzı dehalet (sığınma) eyleyeceğini hesap eyliyordu. Bu harbin devamı müddetince Alman ticaretine, bahriyesine indireceği darbelerde bu hesabın haricinde idi.
3 – Kendisinin denizler üzerindeki hakimiyetini gayri kabili tezelzül (sarsılma) bir surette teyit eyleyecekti.
4 – İmdattan mahrum kalan Alman müstemlekelerini zapt ve tazyik için eline emsalsiz bir fırsat geçecekti.
5 – Buna mukabil adaları ve müstemlekeleri her türlü taarruzdan masun kılan İngiltere, Fransa ve Rusya’ya yalnız şaşaalı bir deniz hakimiyetini temin edecek ve kendi galibi nüfuz ve şahsiyetini münafıklarının kan ve kemiğinden mürekkep olarak tesis edecekleri tahtı muzafferiyetin üstüne kuracaktı. Ruslar, Fransızlar kan dökecekler ve İngilizler bundan istifade eyleyeceklerdi. Çünkü, dünyaya hakim olmak dileyen bu kavmin en büyük bir ananesi de kendisinden başka bütün Avrupa devletlerini zafiyetin, sefaletin, kudretsizliğin en son derekesine (aşağı) düşmüş görmekten ibaretti.
Binaenaleyh İngiltere yüzde yirmi zarara mukabil yüzde seksen derecesinde bir kâr tahmin eyledikten sonra bittabi ne kadar hunharane ve namerdane olursa olsun düşündüğü haileyi (dram) sahneyi tatbike vaz’dan imtina edemezdi. Öyle ya! Bir defa harbi umumide İngiltere lehine duçarı zaaf eylemiş devletler de dahil olduğu halde İngiliz tahakküm ve tecbirine (tedavi) kim karşı koyabilecekti?
En samimi ve en sarih miyâr (ölçü) ahlakileri bile paradan ibaret olan İngilizler doğrusu ellerine pek iyi bir fırsat geçmiş olduğunda kani olmuşlardı. Mazi ve tarih onları teşci ediyordu. İngiltere; İspanyalıların namağlup armadasının felaketinden beri denizler hakimiyetini eline almış ve bu hakimiyet sayesinde kendi adalarını her türlü taarruz ihtimallerinden masun görmeğe başlayarak bu sükun ve rahatın, bu zahiri şaşaa ve debdebenin temin eylediği servet ile kendisi hiç mutazarrır olmaksızın dünyayı birbirine katmak; biraz iktisabı nüfus eyleyen devletleri hile ve hüd’a (dalavere) ile ezdirip yine mevkii teferrüdünü (yalnızlık) muhafaza eylemek siyasetini takip ederek “Makyavelistlik” (hedef için her şey mubah) şayanı tel’in bir hayr-ül-hafi olduğunu ortaya koymuştu. 1870 de İngilizleri Fransa ihtilaline ve Napolyon Bonapart’a karşı teslih (silahlandırma) eden hissi hasis 1914 de Almanlara karşı Avrupa ittihadını tevlit eden saikın aynı idi. Bir asır evvel İngilizler; Fransızların ve Napolyon’un siyasi, askeri ve ticari rekabetinden korkuyorlar herçi-bad-abad (ne olursa olsun) bu nüfusu muhteşemi kırmak istiyorlardı. Bu gün; Britanya adalarının haris evlatları, kendi karşılarında daha namuskarane ve daha müsait şeraitle Alman rekabet iktisadiye ve siyasiyesinin baş gösterdiğini görerek ve artık milli seciyeleri, ahlak ve namusları tefessüh eden, adeta haysiyetsiz ve vahşi bir dolandırıcı derekesine düşen kendilerinin bu genç ve cüretkar milletle namuskarane müsabakaya çıkamayacaklarını anlayarak German’lık kudret ve inkişafını kan içinde boğmağa çalışıyorlar ve Fransa’ya karşı bir asır evvel nasıl Avusturya, Rusya, Almanya, İsveç ilh. gibi devletlerden bir kitle teşkil edip, kendileri bu kitlenin arkasında saklanmışlar ise şimdi de Almanya’ya karşı Fransızları, Rusları, ilh. tahrik eyliyorlardı.
İngilizlerin bu hareketlerinin saikı kendilerinin en çok kıymettar olan kandan ziyade paraca fedakarlık ihtiyar eylemeleri ve bir galibiyet halinde yüzde doksan fayda temin etmelerine rağmen mağlup olurlarsa yüzde on nispetinde bile bir zarara uğramayacaklarına inanmalarıdır. Bu kadar azim bir mükafat ümidi karşısında bu derece ehemmiyetsiz bir fedakarlığı kim ihtiyar etmez?
Yok! İngilizler doğrusu çok kurnaz ve ihtiyatkardırlar! Bu hasletlerini adeta namussuzluk derekesine bile vardırırlar. Vakıa yüz sene evvel, General Arthur Wellesley, 1st Duke of Wellington’un kumandasında Portekiz sahillerine çıkan ve ilk gayret ve cüretiyle bütün İspanya’yı kıyam ettirip bu kitleyi ufak bir tazyik karşısında Napolyon’un gayz ve kinine yalnızca maruz bıraktıktan sonra namerdane bir hile ile Toros – Vardar istihkamları arkasına çekilen İngiliz heyeti seferiyesi, Moskova ricatından ve müttefiklerin Paris’e kadar gelip Bonapart’ın Elbe adasına nefiy’inden sonra şimale, Pirene ye ve hatta Paris’e doğru yürümekten tehaşi etmemişti.
Fakat her yerde, her zaman olduğu gibi Waterloo’da da Fransa imparatorunun darbeleri altında mahva mahkûm kalan bu korkak heyeti seferiye mevcudiyetini ancak Gebhard Leberecht von Blücher ve cesur Prusyalıların kahramanane bir manevrasıyla kurtardıktan sonra esasen o zamana kadar bütün Avrupa siyaseti hile ve hüd’adan ibaret olan İngilizler bir daha bir kara muharebesine iştirak etmemeğe karar vermişler ve bundan sonra bütün entrikalarını maverayı ebharda (denizler) müstemlekeler zapt ve fetih eyleyip cihana bu suretle hakim olmak esasına itina ettirmişlerdi. Kırım seferi; Hindistan muharebeleri, Bukser hadisatına iştirak ve Buerler muharebesi hep bu siyasetin tezahüratından başka bir şey değildir.
Filhakika hakimiyeti bahriye iyi veya kötü elinde olduktan, kendisinin layığına bir hazineyi hayatı olan müstemlekat her türlü taarruz ve tecavüzattan masun kaldıktan sonra; Yalnız paraca ihtiyar fedakarı edecek olan İngilizleri hiçbir kuvvet serfürû’ya (itaat) mecbur edemezdi.
İngiltere ancak iki suretle kahhar (kahredici) bir darbeye duçar edilebilirdi;
1 – Nüfusça, rahatça hiçbir fedakarlığa katlanmak istemeyen, İngilizleri kendi adalarında, anavatanlarında taciz ederek bir harbin felaketlerini onlara bilfiil tattırmak ve kuvvetlerini ve maneviyatlarını kırmak.
2 – Kendi rahat ve saadetleri için, şevket ve satvetleri için yeğane memba bildikleri müstemlekelerini tahrik ve zapt eyleyerek onların insanca ve paraca birinci derece ehemmiyeti haiz olan kaynaklarını kurutmak.
Ne hakimiyeti bahriye ye; Ne de İngiliz müstemlekeleriyle siyaseten veya dinen bir hududa malik olmayan Avrupa devletleri; donanmalarının fakdanı (yokluk) veya killeti (azlık) yüzünden İngiliz adalarına nasıl tahatti (haddini bilmeme) ve taarruz edemiyorlar ise, müsta’merata ((koloni) karşı da hiçbir şeyi yapamıyorlar ve binaenaleyh İngilizlerin kendilerine karşı ayaklandırdığı devletleri mağlup ve muzmahill (yok olmuş) iseler bile asıl onların başı olan İngiltere’yi asla ezemiyorlardı. Onun için esaslı hiçbir zarara uğramayan İngilizler düşmanlarının takati kesilinceye kadar harp ve darpta devama muktedir oluyorlardı.
İngilizleri en namuslu bir düşman zanneden ve fakat sonra gördüğü hıyanet üzerine bu hissin zannından şiddetle pişman olan büyük Napolyon bile olanca dehasına rağmen Britanya kraliyetine karşı müessir bir darbe indirememekliğine kurban olmuş; Bütün Avrupa’yı zir ü zeber (alt üst) eyleyen bu deha; Kurnaz ve namert İngiliz’in kancıklığı karşısında on sekiz senelik bir hayat zafer ve şana kanlı ve nevmîd bir hatme çekmişti.
İngilizler, bu harbe de hiç şüphesiz bu ümitlerle giriyorlar ve kendilerinin ciddi bir zarara uğramamasına mukabil er veya geç Almanların mahvolacağını; Sahayı hakimiyetteki rakiplerinin ezileceğini tahmin ediyorlardı. Binaenaleyh harbi umuminin neticeyi katiyesi, velev ki Fransa ve Rusya kati bir hezimete uğrasa bile, ancak İngiltere’nin rıza ve arzusuyla tayin edilebilecekti. Napolyon on sekiz senelik devreyi fütuhatında Avusturya, Rusya, Prusya, İsveç defaatı adide ile maf ve muzmahill (çökmüş) olduktan sonra yalnız İngilizlerin sebatı muannidineler (inatçı) sayesinde akıbet ihrazı galibiyete muvaffak olmamışlar mıydı?
Binaenaleyh; Bütün dünya ve beşeriyet hakkında azim bir haile olan harbi hazıra bir nihayet vermek için en mühim olmak üzere yapılacak şey bu harbin zuhur ve devamına amil olan İngiltere’yi kalbinden ve ruhundan rahnedar eylemekti. İngiliz boyun eğdikten sonra Rusya ve Fransa’nın – bilhassa harbin şimdiki cereyanları görüldükten sonra – hiçbir ehemmiyeti kalamazdı.
Şu halde harbin neticesine varmak, insaniyeti bu beladan kurtarmak için muharebeye mecbur edilen devletlere mürettep ve zayıfın en mübremi İngiltere’yi talebi sulha mecbur bırakmaktı.
Halbuki bu mağrur ve mütekebbir milletin burnunu kıracak bir kuvvet vardır ki o da Osmanlılar ve halifeyi azam tarafından ilan buyurulan mukaddes cihattır.
İngiltere bu gün adalarından ziyade müstemlekatıyla muazzam bir imparatorluk teşkil eyleyen bir devlettir. Bütün siyaseti iktisadiyatının mihver ve nazımı olan bu müstemlekatı her türlü taarruzat ve tecavüzata karşı müdafaa vakayeden ibarettir. Bu müstemlekat içinde ise en mühimi, en per hayatı Hindistan ve maverayı Hindistan ile son günlerde bu müstemleke tarafından en mühim bir merhalesi olan Mısırdır.
Neşir edilen istatistikler İngiltere varidatı umumiyesi sekiz de birinin Hindistan’dan geldiğini ve elyevm harbi umumice müstelzim en büyük fedakarlıklara da Hindistan’ın tahammül eylemekte olduğunu göstermektedir. Binaenaleyh ekseriyet ahalisi halifeye sadık olan Müslümanlardan veya Müslümanlara muhib Mecusilerden teşekkül eden ve İngiliz zulm ve tazyiki altında her türlü kabiliyet tahammüliyesini kayıp eden Hindistan’ın zıyaı veyahut İngilizlere karşı menfi bir akamete mahkumiyeti Kral VIII. Edward’a ve hükümetine indirilecek ilk darbeyi teşkil edecektir.
İngiltere Hindistan’a cebren ve kahren tahakküm eylediği günden beri gerek Avrupa’da gerek Afrika’da takip eylediği siyaseti hep Hint yollarına hakim olmak esasına ibtina ettirmişti. Bahri Sefid hakimiyetinden tutunuz da, Mısır’ın bir sureti gayri meşruada işgaline, Bahri Ahmer sahilinde muhtelif üss-ül-hareke’ler tesisine, Aden’in zaptına, Belücistan’ın tahtı hakimiyetine ve cenubi İran’ın bir nüfusu sarih altına alınmasına ve Basra ve Irak Arab’da bunca tahrikat fesatkarane icrasına kadar İngilizlerin bütün harekatında yegâne saik Hindistan’ı ana vatana mümkün olduğu kadar tehlikeden ari yollarla rabt etmek ümmiyesi olmuş ve bunun için en rezilane vasıtalara bile tevessülden hali kalmamışlardır.
İşte Osmanlılar ve makamı âliyi hilafet Müslümanların asırlık düşmanlarına karşı ilanı cihat ve harp eylemekle şimdiye kadar dünyada hiçbir cihangirin muvaffak olamadığı bir şeyi deruhte etmekte ve İngilizlerin bütün bu hesaplarını zir ü zeber ederek onlara harbin olanca meraretlerini (acı) tattırmak üzere bulunmaktadır.
Mısır üzerine yürüyen Osmanlı ordusunun kazanacağı ilk muzafferiyeti ve Mısırdan İngilizlerin tardını müteakip bu mağrur milletin asırlardan beri Mısırane takip ettiği “Hint yolları siyaseti” külliyen iflas edecek. Napolyon Bonapart’ın bundan yüz on sekiz sene evvel dahi müstesnasıyla keşif eylediği “İngiliz çareyi izmihlalini” Türkler ve Müslümanlar mevkii tahkike isal eyleyeceklerdir. Zaten İngilizlerin hatta Fransa dar-ül-harb’ini ihmal eyleyerek Mısır’ın müdafaası için sarf eyledikleri gayret fevkalade de bu iddiamızı ve bu seferin ehemmiyetini ispat etmez mi? Halbuki iş bu kadarla kalmayacak; Gerek Irak Arap’ta ve gerek İran’da ilerleyen mücahitlerimizin gayret ve hamiyetiyle Afganistan ve bilenfus şimali Hindistan’da İngilizlere indirilecek mühlik (öldürücü) darbeler bu kar azimi itmam ve tetviç edecektir.
İngiltere akaidi siyasiye ve ictimaiyesinin ruhunu biraz anlayanlar iddialarımızın isabetini teslimde tereddüt etmezler. Bu sefer mukadderatın ve tarihin mazlum ve mağdur Müslümanlara ayırdığı vazife cidden her türlü düşüncelerin fevkinde bir azimete haizdir. Harbi umuminin neticesine nigerân olanlar aminzer ki, yukarıdan beri yazdığımız şeyler dolayısıyla gözlerini Flandra, Belçika ve Alsas ve Lehistan hudutlarına kadar ve belki onlardan ziyade Mısır, Irak ve İran hudutlarına da itaf etmekte ve harbin en büyük müsebbib ve amili olan İngilizlerin bu hatalarda kendi mazlum ve mağdurları olan İslamlar uğrayacakları darbelere intizar etmektedirler. Vazifelerinin ehemmiyet ve ulviyetini; Gerek Müslümanlık ve gerek insaniyet noktayı nazarından ne kadar âli bir borç altına girdiklerini teyakkun (tam olarak) eden Müslüman ve Türk ordularının ise bu emsalsiz cihatta sabır ve temkin, azim ve cesaret ile en nihayet muvaffak ve muzaffer olacaklarına biz kaniyiz.
Şimdiye kadar tarihte İngiliz zulm ve dinaetinin en büyük ve en mazlum kurbanları Müslümanlardı. “ Aziz zu intikam” olan cenabı hakkın İngiliz kibir ve nahvetini kırmağa yine dest-i İslam’ı memur eylemesi ise mensup olduğumuz asil bir vazife tevdi eden cenabı Bârî’nin (yaratan) azim ve fedakarlığımıza tevfikini refik edeceğinde ise asla şüphe olunamaz. Elhamdülillah…
( o * o )
Cihâd fi-sebil-illâh: Alemi İslamın cihadı ekberi tarzı telakkilerini Ravza-i mutahhara pişe-gâhında nidayı ahd ve misak cihana ilan ediyor. Bu levhada o vicdan pirâ elvâh ittihaddan bir numunedir.
Meydanı cihada azimet eden, heyeti idaremiz azasından Lazistan mebus fedakarı Sudi Bey Efendi.
ŞİMAL DENİZİ MUHAREBEYİ BAHRİYESİ
Evvela istikşaf:
1,Kanunusani,1915 sabahında, yılbaşı hediyesi olarak, bir Alman tahtelbahiri tarafından batırılan HMS Formidable zırhlısının garkından beri hiç mühim bir hadiseyi bahriye vukua gelmemişti. Şimal denizi ve havalisinde Almanlar; Kabili sevk balonları ile İngiltere sahiline hem akın hem de istikşaf mahiyetini haiz bir hücumda bulundular.
19 – 20,Kanunusani gecesinde icra edilen bu taarruzu hava-i esnasında büyük Britanya adasının sahil Şarkiye’sinde kain Yarmouth, Sheringham, Cromer şehirlerine hasarı azamî mucib olan bombalar atan balonların, Alman bahriyesine mensup merâkib-i (binilecek şey) havaiyeden olması bu hücumda İngiliz mevakini keşif etmek maksadının da mevcut bulunduğuna delalet ediyordu. Nitekim balonların taarruzundan sonra aradan dört gün gibi pek az bir müddet geçer geçmez Alman kruvazör filosu 16,Kanununevvel tarihinde İngiliz sahillerine karşı muvaffakiyetle icra eylediği hücumu tekrar etmek maksadıyla denize açılmış, fakat bu defa ilk gafletlerinden aldıkları acı dersi intibah ile müteyakkız bulunan İngilizlere tesadüf ederek harbe girişmeğe mecbur olmuştur.
Alman filosu:
Kanunusaninin 24.cü Pazar günü sabahleyin vukua gelerek üç saat devam eden bu muharebede Alman filosu, 16,Kanunuevvel tarihinde İngiltere’nin sahili şarkiye sinde kain Scarborough, Hartlepool, Whitby şehirlerini müthiş bir surette topa tutan kruvazörlerden mürekkeb idi. Fakat bu defa daha kuvvetli ve seri dört saf harp kruvazörüne dört hafif kruvazör ve iki torpido filosu yani on veya on iki torpido muhribi refakat eyliyordu. Filonun kuvveyi esasiyesini teşkil eden gemiler SMS Derfflinger, SMS Seydlitz, SMS Moltke harp kruvazörleriyle SMS Blücher zırhlı kruvazörü idi. Bunlardan 1908 senesinde yapılmış olan SMS Blücher’den maadası “dretnot kruvazörler” denilen harp kruvazörleri sınıfına mensup gemilerdir. Almanya’nın 1910 senesinde ilk inşa ettiği harp kruvazörü olan 18400 tonluk, 28 mil sürate haiz, 8 adet 28 lik, 10 adet 15 lik, 16 adet 8,8 lik topla mücehhez SMS Von der Tann sefinesi her nedense filoya dahil olmamış ve onun yerine SMS Blücher zırhlı kruvazörü harekata iştirak eylemiştir. Havass-ı Harbiye’si (hassa ordusu) diğer kruvazörlere müşabih (benzer) olmayan ve esasen dretnot kruvazörler sınıfına dahil bulunmayan SMS Blücher, top, zırh, sürat cihetiyle arkadaşlarından ve bilhassa hasımlarından pek zayıf olduğu için İngiliz filosunun ateşine tabii diğerleri kadar mukavemet edemezdi.
İsim: ton: sürat: Top: mürettebat:
SMS Blücher 18500 25,8 12 ad. 21 lik. 888
8 ad. 15 lik.
16 ad. 8,8 lik.
SMS Moltke 23000 28,5 10 ad. 28 lik. 1013
12 ad. 15 lik.
12 ad. 8,8 lik.
SMS Derfflinger 26600 28 8 ad. 30,5 luk. 1125
12 ad. 15 lik.
12 ad. 8,8 lik.
Esrarı harbiye:
Alman kruvazörlerinin vesaiti tehaffızıyelerini (korunma) teşkil eden zırhları hakkında Almanca kitaplarda pek az malumat mevcuttur. Alman erkanı harbiye-i bahriyesi yeni sefainin bir çok havass-ı harbiyesini ısrardan ad ederek sakladığı gibi bazıları hakkında da bililtizam yanlış malumat neşir ettirmektedir. Mesela SMS Seydlitz kruvazörünün sürati Alman salnamelerinde yalnız 26,5 mil gösterilmiştir. Halbuki SMS Moltke ve SMS Yavuz’dan iki sene sonra ve iki bin ton büyük olarak inşa edilen bu sefine onların aynı toplarla mücehhez bulunduğuna ve Alman inşaat-ı bahriye mühendislerinin son senelerde sürate pek ziyade ehemmiyet verdiklerine göre SMS Seydlitz’deki fazla iki bin tonun en ziyade süratin tezyidine ve belki kısmen de zırhların takviyesine hasr edildiği şüphesizdir.
Kruvazörlerin zırh sihanları (kalınlık) hakkında İngiliz sâl-nâmelerinde (yıllık) malumat var ise de bunlar Alman kitaplarındaki erkama (sayılar) tevafuk (uyum) etmediği için yalnız su kesimlerindeki zırh kuşakların kalınlığını derç etmekle iktifa ediyoruz. SMS Blücher 180 milimetre, SMS Moltke 280 milimetre, SMS Seydlitz ile SMS Derfflinger’in zırh sihanları meçhul ise de her halde 280 milimetreden fazladır.
Alman erkan-ı harbiye-i bahriyesinin raporunda filoyu teşkil eyleyen dört küçük kruvazörün isimleri zikir edilmemiş ise de bunların 4350 – 4900 tonluk 26,5 – 28 mil sürati haiz 12 adet 10 buçuk topla mücehhez olan seri kruvazörlerden olduğu şüphesizdir.
İngiliz filosu:
İngiliz filosu HMS Tiger, HMS Lion, HMS Princess Royal, HMS New Zealand ismindeki beş kıta harp kruvazörüyle 4000 – 5700 ton cesametinde 25 – 30 mil süratinde haiz 15 lik veya 10 santimetrelik topların mücehhez müteaddit seri kruvazörlerden ve yirmi beş torpidobot muhribinden mürekkep bulunuyordu.
İngiliz donanmasında mevcut harp kruvazörleri bir vech-i atidir:
İsim: ton: sürat top: mürettebat:
HMS Indomitable 17600 28,7 5 ad. 30 luk 750
HMS Inflexible 17600 28,7 5 ad. 30 luk 750
HMS Invincible 17600 28,7 5 ad. 30 luk 750
Bu gemilerin zırh güvertesi 25 – 76 su kesimindeki kuşakları 102 – 178 büyük topları 254 milimetrelik Krupp çeliği levhalarla mestur olduğuna göre mutavassıt surette mahfuzdurlar.
HMS Indefatigable 19050 29,1 8 ad. 30,5 luk 800
HMS New Zealand 19100 27,6 8 ad. 30,5 luk 980
HMAS Australia 19500 28,3 16 ad. 10,2 lik 980
Bunların da zırh güverteleri ile büyük topları diğerleri kadar zırhlı olup yalnız zırh kuşakları biraz kalın 102 – 203 milimetredir.
HMS Lion 26800 31,7 8 ad. 34,3 lük 980
HMS Princess Royal 26800 32,7 16 ad. 10,2 lik 980
HMS Tiger 28900 30 8 ad. 34,3 lük 12 ad. 15,2 1020
Dünyada mevcut harp kruvazörlerinin en seri ve en kuvvetlisi olan bu müthiş gemilerin zırh güvertesi 25 – 76 zırh kuşakları 102 – 229 ve büyük topları 305 milimetre sihanda çelik levhaları ile mahfuzdur. Bütün bu harp kruvazörleri sınıfına mensup sefainde top ve sürate daha ziyade ehemmiyet verilerek zırhları saf-ı harp zırhlılarına nispetle biraz ince yapılmıştır.
İngilizlerin sulhtaki teşkilatı:
İngiliz donanmasının 1914 senesinde harpten evvelki filo teşkilatına nazaran bu kruvazörlerden dördü “HMS Indomitable, HMS Inflexible, HMS Invincible ve HMS Indefatigable” Bahri Sefid’de, Avustralya hükümetinin parasıyla yapılan “HMAS Australia” Avustralya denizlerinde “HMS New Zealand” ile (HMS Lion, HMS Princess Royal, HMS Queen Mary) İngiltere’nin muhafaza ve müdafaasına memur kuvayı asliye ile beraber Şimal Denizinde bulunmakta idi. İnşaatı bir iki ay mukaddem ikmal olunan HMS Tiger dahi ahiren Şimal Denizindeki fırkayı bahriyeye iltihak etmiştir.
İngiliz tebliğ namesinde HMS Indomitable kruvazörünün dahi muharip filoya dahil bulunduğu beyan edildiğine göre İngilizlerin Almanlara karşı sulh zamanında Şimal Denizine cem’ eyledikleri azim kuvvetlerle iktifa edemeyerek Bahri Sefid’de memur sefaini harbiyeden bazılarını da İngiltere sularına celp eyledikleri anlaşılıyor.
Mukayeseyi kuvâ:
Her halde yekdiğeriyle çarpışan bu iki filodan İngilizlerinki hem adet ve ton cihetiyle – Alman gemileri 90400 ton’a İngiliz gemileri 119200 ton’a, aradaki fark 28800 ton – hem de top ve sürat hususunda Alman filosuna faik bulunuyordu. Alman gemilerinin en az yollusu olan SMS Blücher 25,8 mil seyir ettiği halde İngilizlerin HMS New Zealand’ı 27,6 mil sürati haiz idi ki takriben saatte iki mile yakın bir rüçhan (üstünlük) demektir. Küçük sefaini nazarı dikkate almaksızın iki tarafın mevcut toplarını ve borda ateşlerini yani yalnız bir tarafa ateş edebilen toplarının adedini nazarı itibara alırsak İngiliz tefevvuku daha bariz bir surette kendini gösterir.
Alman topları İngiliz topları
Büyük:
12 adet 21 santimetrelik 16 adet 30,5 santimlik
20 adet 28 santimetrelik 24 adet 34,3 santimlik
8 adet 30,5 santimetrelik
_____ ______
40 adet 40 adet
Vasat:
44 adet 15 santimlik 12 adet 15,2 santimlik
Küçük:
52 adet 8,8 santimetrelik 64 adet 10,2 santimlik
Muharebatı bahriyede en çok iş gören büyük topların miktarınca arada her ne kadar bir tesavi varsa da bu tamamen zahiridir: çünkü SMS Blücher’in 21 santimetrelik 45 çap tûlundaki topları İngiliz gemilerinin 30,5 ve 34,3 toplarına nisbetle adeta küçük top mahiyetindedir. Binaenaleyh Alman donanmasının 28 büyük topuna mukabil İngiliz’in 40 büyük topu vardı. Çaplar arasındaki fark ise yine İngilizlerin lehine idi. Her ne kadar Alman topları İngiliz toplarına faik olduğu için 28 liklerin 30,5 lara tekabül edebilmekte ise de 34,3 santimetreliklerin daha mütefevvik (üstün) olduğu şüphesizdir.
Alman borda ateşi: İngiliz borda ateşi:
8 adet 30,5 santimetrelik 24 adet 34,3 santimetrelik
20 adet 28 santimetrelik 16 adet 30,5 santimetrelik
8 adet 21 santimetrelik 6 adet 15,2 santimetrelik
22 adet 15 santimetrelik 32 adet 10,2 santimetrelik
26 adet 8,8 santimetrelik
Borda ateşinde büyük toplar cihetiyle tefevvuk İngilizlerde vasat toplarda ise Almanlardadır. Muharebe daha ziyade büyük toplar arasında ve on bin metreden fazla bir mesafede cereyan etmiş olduğuna göre neticenin tayinine mutavassıt topların pek az tesiri olmuş, küçük 8,8 likler ile 10,2 likler ise yalnız torpido muhriplerine karşı istimal edilmek üzere tabiye edildikleri için tabiyedir ki büyük toplar arasındaki ateşe iştirak bile etmemişlerdir.
Muharebe:
Harbin sureti cereyanına dair vürud eden malumata nazaran efranci Kânunusaninin yirmi dördüncü gecesi sabaha karşı harp limanlarından hareketle garp istikametine yani İngiltere sahiline tevcih eden Alman filosu Pazar günü sabahleyin Şimal Denizinde seyir ederken Helgoland Bight’te 120 mil mesafede İngiliz filosuna tesadüf etmiş ve bu suretle muharebe saat dokuz buçukta başlamıştır. İngiliz filosu Vise Admiral David Richard Beatty ile birinci torpido filosu Commodore Reginald Tyrwhitt’in kumandası altında bulunuyordu. Alman filosunu Admiral Franz von Hipper idare ediyordu. Muharebe üç saatten fazlar devam etmiştir. Almanlar, hem düşmanı Helgoland Bight yakınına tahtelbahir ve torpido muhriplerinin hücumuna müsait bir mevkiye celb etmek, hem de endaht ve tabya noktayı nazarından kendileri için en faydalı vaziyeti almak için cenup şarkiye yani üss-ül-hareke’lerine doğru tevcih eylemişlerdir. Hava açık ve sabah vakti olduğu için güneş şarkta bulunuyordu. Cenup şarki istikametinde seyir eden Almanlar bu suretle hasımlarını güneşe karşı nişan almak mecburiyetine de düşürmüşler demektir.
Muharebat bahriyede endaht hususunda güneşin ve bacaların savurduğu kesif dumanların husule getirdiği müşkülattan istifade etmek usuldendir.
Alman filosunun zayiatı:
İngiliz gemileri takriben yirmi bin metre mesafeden Alman filosuna muvazi bir hattı seyir takip etmişler ve bütün ateşlerini, toplarının nispeten küçük ve zırhlarının da ince olduğunu bildikleri SMS Blücher’i kolayca tahrip ve gark etmek suretiyle fenni bir gayeden ziyade zahiri bir muvaffakiyet elde ederek efkârı umumiye üzerinde icrayı tesir etmeği düşünmüşlerdi. Almanlar ise fenni harbi bahriyeye daha ziyade riayet ederek bütün ateşlerini İngiliz saf-ı harbinin başında bulunan ve İngiliz gemilerinin en kavilerinden olan HMS Lion ile HMS Tiger sefineleri üzerine temerküz ettirmişlerdi. Bu gemilerden biri eğer gark olmamış ise bile bilhassa HMS Lion’ın duçar olduğu hasarat-ı azime – ki İngilizler tarafından da resmen itiraf edilmiştir – SMS Blücher’in zıyaına tekabül edecek bir derece ve mahiyettedir.
Üç saat kadar devam eden muharebe neticesinde 30,5 ve 34,3 santimetrelik cesim İngiliz toplarının mermileri SMS Blücher’in hafif zırhlarını delerek sefinenin makinalarını hasara uğratmış ve açılan rahnelerden giren sularla hem bir tarafa yatmış ve hem de sürat-i seyri tenâkus etmiş olan kruvazöre İngiliz torpido muhripleri son darbeyi indirmek için her taraftan hücuma başlamışlardır. Kahramanane bir şecaatle harp eden SMS Blücher iki veya üç İngiliz muhribini batırdıktan sonra nihayet saat 12 yi 37 dakika geçe bir düşman muhribi tarafından atılan torpil ile gark olmuştur.
İngiliz filosunun zayiatı:
Helgoland Bight’dan 70 mil mesafeye gelince, ateş keserek avdet eden İngiliz filosunda ise HMS Lion sefinesi, makinaları harap olduğu için, HMS Indomitable zırhlısı tarafından cer edilerek üss-ül-hareke’sine avdet eylemiştir. HMS Tiger sefinesinde ise, isabet eden mermilerin tesiriyle, bir harik zuhur etmişti. Varit olan haberlere ve resmi Alman tebliğ namesine nazaran muharebenin son safhasında Alman torpido muhriplerinden biri, muharebeyi bahriyeden mütehassıl sisler arasında, hasar zede bir İngiliz kruvazörüne tesadüf etmiş ve biri birini müteakip iki torpil endaht ederek bu sefineyi batırmıştır. Bazı haberlere göre batan İngiliz gemisi HMS Tiger imiş. Bu takdirde Helgoland Bight muharebeyi bahriyesi Almanların büyük bir muvaffakiyeti ile neticelenmiş demektir. Çünkü HMS Tiger dünyada mevcut sefainin top, sürat, cesamet cihetiyle en mükemmel sefineyi harbiyesidir. İngilizler şimdiye kadar uğradıkları zayiatı sureti katiyede ilan etmedilerse de hiçbir gemi kayıp etmediklerini iddia edip duruyorlar. İngiltere bahriye nezareti ilk tebliğinde bütün zayiatının yalnız HMS Lion sefinesinde mecruh olan 11 kişiden ibaret olduğunu beyan etmişti. Üç saatten fazla devam eden ve binlerce mermi teati edilen bir muharebede İngiliz filosundan bir nefer bile ölmesin! Ne büyük mazhariyet değil mi? Almanlar, İngiliz gemilerine âlâ feveranlı müthiş mermiler yerine adi taş atsalardı, hiç şüphesiz yine beş on kişiyi öldürürlerdi. Bahusus Alman torpilleri Coronel muharebeyi bahriyesinde elli üç dakikada HMS Monmouth ve HMS Good Hope kruvazörlerini ka’r-ı (dip) bahre indirmekle maharetlerini de ispat etmişlerdi.
İtiraf-ı tedrici:
İngiltere bahriye nezareti kendi zayiatını bu kadar hiçe indirmekle manasız ve gülünç bir iddiada bulunduğunun farkına varmış olacak ki sonraki tebliğ namelerinde HMS Lion kruvazörüyle Meteor torpidobot muhribinin ehemmiyetli hasara duçar olduklarını (bu bilgiye araştırmalarda ulaşılamadı) ve diğer sefain tarafından cer edilerek üss-ül-hareke’lerine avdet eylediklerini itiraf ediyor, insanca zayiatın miktarını ise lütfen 23 maktul ile 29 mecruha kadar çıkarıyor, mamafih bu raporun da muvakkat olduğunu, yeni zayiat tahakkuk ederse onların da hemen neşir edileceğini söylüyordu. Bütün bunlar İngiliz filosunun uğradığı vahim zayiatı sakladığına delil teşkil etmez mi? HMS Audacious dretnotunun garkını, birçok kişinin görmüş ve fotoğraflar almış olmasına rağmen, ahaffaya çalışan İngilizlerin Alman filosu ile vuku bulan bir muharebe neticesinde uğradıkları zayiatı, büyük bir ihtimam ile saklayacaklarına hiç şüphe yoktur. Mamafih hakikat elbette yine er veya geç meydana çıkacaktır.
Bu muharebeyi bahriye, dretnot sınıfına mensup sefain arasında vuku bulan ilk müsademe olmak itibariyle pek ziyade haizi ehemmiyettir. Şimdiye kadar muharebat-ı bahriye, üç bin ile sekiz bin metre mesafede cereyan ettiği halde bu defa – eğer raporlarda bir yanlışlık yoksa – gemiler yekdiğerine on dört, on beş bin metreden fazla takrib etmemişlerdir. Bu kadar bir mesafede ise nişan almak ve vurmak son derece fenni bir mahiyet kesb eyler. SMS Blücher’in garkı sefain sairenin dretnotlara ve bilhassa hafif zırhlarla mahfuz gemilerin ağır toplarla mücehhez sefainin ateşine katiyen mukavemet edemeyeceğini ispat etmiştir.
Abidin Daver
ZEPLİN BALONLARININ İNGİLTEREYE HÜCUMU
İnsanların hayallere dalmak ihtiyacı şimdiye kadar vukua gelmiş muharebelerin en müthişi olan bu harb-ı umumide dahi kendisini gösteriyor. İngiltere’de Alman balonlarının vüruduna intizaren his edilen korku ve endişeye biraz da hayali bir merak karıştığı zannında bulunursak pek hata etmeyiz. İngiliz romancıları, gazeteleri ve efkârı umumiyenin mevhumu nazariyeleri “çeplin” (Zeplin, Zeppelin ) balonlarını bir sihir kisvesine bürümüştür. Şimdiye kadar okuyup iştidkarımıza bakacak olursak İngilizlerin nazarında Alman balonları birer “Gulyabâni” gibi tecemmum (büyüme) ediyoruz. Belçika’daki muharebeler ve Helgoland muharebeyi bahriyesi Kont Çeplin’in (Ferdinand von Zeppelin; zeplini icat etmiş ve ona adını vermiştir) ihtira’ (icat) ettiği bu balonların ne müthiş şeyler olduğunu bize gösterdi. Fakat İngiltere onların dehşetini henüz öğrenecektir.
İngilizler Kânunusaninin yirminci gecesi ilk defa olarak Zeplinlerin tesiratını gördükleri zaman Almanlara karşı hevnler, (değersizlik) katiller, diye bağırmaktan kendilerini alamamışlar ve ihtimal ki balonların tahribatı az olması hasebiyle beyhude korkmuş olduklarını söylemişlerdir. Onlara şimdilik sabır ediniz demekten başka bir şey yapamayız. Tarih ile az çok alakası olan her bir kimse İngilizlerin en büyük deniz kahramanı Nelson’un (Horatio Nelson) tevlid ettiği Norfolk şehrinin Alman balonları tarafından muvaffakıyetle topa tutulduğunu işittiği zaman tesirinden titremelidir.
Çeplin hücumu fennî-i harbe yeni bir kısım ilave ediyor. Hücumun icra olunduğu saha epeyce haizi ehemmiyet idi. Balonlar Yarmouth, Cromer, King’s Lynn ve Sandringham Estate şehirlerine bomba atmağa muvaffak oldular. Teşrinisaninin dördüncü günü Alman donanması tarafından topa tutulan Yarmouth pek eski bir sahil istihkâmı olup orası ilk defa olarak kral birinci Edward tarafından tahkim edilmişti. Pek vasi olan harp limanı gayet kuvvetli bir surette tahkim olunmuştur. Yarmouth ’un elli kilometre şimalinde Cromer limanı kâindir. Burası dahi müstahkemdir ve balık ihracatının merkez ticareti olduğundan İngiltere’nin hayatı iktisadiyesinde mühim bir rol oynar. Cromer’den en ziyade Fransa ve Belçika’ya balık ihraç edilir. Yarmouth’dan yüz ve Cromer’den altmış kilometre bu’d (uzaklık) mesafede çeplin’lerin hücumuna maruz kalan üçüncü şehir, King’s Lynn limanı kâinidir. King’s Lynn ’den Cromer’e giden yol üzerinde King’s Lynn’e yakın bir mahalde Sandringham şehri bulunmaktadır. Malum olduğu veçhile burada kralın bir sarayı vardır. Kraliçe Victoria ile şimdiki kral ve kraliçe Londra’da Windsor sarayında ikamet eyledikleri halde kral Edward Sandringham sarayında yaşamayı tercih eder. Orada ziraat ve at yetiştirmek ile meşgul olur. Hususiyle Noel gecelerini pek mutantan bir surette imrar (geçirme) etmeyi severdi. Kral Edward vefat ettikten sonra Sandringham sarayı zevcesi kraliçe Alexandra’ya tahsis olundu. Almanya’yı ihata etmek politikasını takip eden ve İngiliz – Fransız ittifakının banisi olan kral Edward Sandringham sarayında asude bir hayat geçirirken acaba çeplin balonlarının sevgili sarayı üzerinden uçacağını ve etrafı yakıp kavuracağını hatırına getirmiş miydi? Her halde getirmemiştir. Çünkü yalnız kral Edward değil bütün İngilizler, büyük Britanya adalarının donanmaları sayesinde her türlü tecavüzden masun olduğunu iddia etmektedirler. Hâlbuki çeplin’ler bu iddianın boş olduğunu meydana çıkardı ve İngiltere muharebenin tesiratını doğrudan doğruya kendi vücudunda his etmeğe başladı.
Burada bir mesele hakkında nazarı dikkati celb etmeden geçmeyeceğiz. Çeplin’ler İngiltere üzerinde uçuşurken Paris’ten varid olan bir haberde bir Alman balonunun Fransa payitahtı üzerinde tiran etmekte olduğu bildirildi. Fakat bu balon Paris’e bomba atmadı. Tabii bunda bir maksat vardı. Almanlar, Alman balonlarının şehri tehdit ve isterse ika-i hasar edebileceklerini ve fakat fiiliyata girişmeyi arzu etmediklerini Parislilere anlatmak istiyorlardı. Filhakika bu hal Almanların Fransızlara karşı besledikleri hissiyata pek muvafıktır. Müttefiklerimiz Fransızlara menfur bir düşman nazarıyla değil İngilizlerin uğruna fedayı cana iknayı ve iğfal edilmesi biçare adımlar nazarıyla bakıyorlar.
Almanların icra ettikleri muharebeyi havaiye son aylar zarfında epeyce muvaffakıyetlere müncer oldu. Fakat şimdi hava muharebesi yeni bir devreye dâhil oluyor. İngiltere’ye karşı muharebeyi havaiye, bu güne kadar İngiliz donanması limanlarını ilticadan başka bir şey yapmadı. Meydana çıkan her bir İngiliz zırhlısını Alman tahtelbahirlerinin derhal gark ettiğini ve tahtelbahirlerin İngiliz donanması için büyük bir tehlike teşkil eylediğini nazarı dikkate alıyorsak İngilizlerin donanmalarını meydana çıkarmamakda ne kadar haklı oldukları anlaşılır. İngilizler ancak meydan-ı harpten gelen haberleri veyahut limanlarından bir ikisinin Alman donanması tarafından topa tutulduğunu işitiyorlardı. Memleketleri muharebenin her türlü tesiratından masun idi. Hâlbuki çeplin’lerin hücumundan sonra İngilizler akıbetini hiç düşünmeden giriştikleri muharebenin muhteşem parklarla müzeyyen topraklarına ve mamur şehirlerine kadar sirayet etmekte olduğunu anlıyorlar. İlk hücum şüphesiz küçük bir başlangıçtan ibaret idi. Sandringham’da krallık sarayı yakınına da bir bomba düşmesi İngilizler hükümdarlarının bile Alman hücumundan masun olmadığını anlattı. İhtimal ki bu bir tesadüften ibarettir. Fakat her halde İngilizlere karşı müessir bir ihtarı teşkil eder. Bir zamanlar her türlü ehemmiyetten ari addedilen çeplin’ler ne müthiş bir kuvvete malik oldukları kendilerine ehemmiyet vermeyen düşmanlarına bilfiil ispat ediyorlar. Yakın bir zamanda çeplin’lerin ilk defa olduğu gibi küçük mikyasta değil büyük ve umumi bir hücum ile Londra’yı ve daha birçok İngiliz şehirlerini yaktıklarını göreceğiz. O zaman İngiltere Saraybosna katilleri lehine muharebeye giriştiğinden dolayı tarihe devlet-i muazzama olarak dâhil olduğundan beri en büyük bir hatayı siyasiye irtikâp eylediğini anlayacaktır.
İngilizler Almanları barbarlıkla itham etmek için çeplin’lerin açık şehirlere bomba attığını bahane ediyorlar. İngilizler insaniyet ve medeniyet ile kabili tevfik olmayan bu vahşeti cihana neşir ediyor. Hâlbuki Almanlar hakikat halde hukuku düvel kaideden inhiraf etmeyerek yalnız müstahkem mevkilere bomba atmışlardır. Her ne kadar açık şehirlerde çeplin hücumuna maruz kalmış ise de bu bir hücumdan ziyade müdafaayı nefis mahiyetini haizdir. Alman balonları bomba atmayacakları yerlerden esnayı mürurlarında aşağıdan kendilerine ateş edildiğini görerek kendilerini müdafaaya mecbur kalmışlardır. Hâlbuki İngilizler bu ciheti hiç nazarı dikkate almıyorlar ve hiç layık olmadıkları halde Almanları vahşi olarak göstermek için her türlü vasıtaya müracaattan çekinmiyorlar. Hiç düşünmüyorlar ki İngiliz tayyareleri açık şehir olan Freiburg’a bomba attığı ve İngiliz sefaini harbiyesi Darüsselam, Victoria gibi açık limanları topa tuttuğu için hukuku düvel kaidesini ihlal eden asıl kendileridir. Almanları bekayı mevcudiyetleri için muharebeye mecbur eden İngilizlerdir. Bundan dolayı Alman milleti müdafaayı nefis için lazım olan her türlü vesaite müracaattan feragate mecbur ettirilemeyecektir.
Çeplin balonlarının hücumuna ve ika ettikleri tahribata dair ceraid-i yevmiyyede kâfi derecede malumat verildiğinden onları burada tekrar etmeyeceğiz. Yalnız İngilizlerin haleti ruhiyesine bir misal olmak üzere hücum esnasında Alman casuslarının faaliyetine dair İngiliz gazetelerinin ve hatta mebuslarının neler uydurduklarını izah eylemek istiyoruz. Alman casuslarına dair olan Daily Telegraph gazetesi yalanlar uydurmağa başlamış idi. Bunun üzerine King’s Lynn mebusu Engelby tarafından The Times gazetesine gönderilen bir mektupta çeplin hücumuna casusların nasıl muavenet ettikleri bu veçhe ati ispat ediliyor:
<<bu babda en şayanı itimat zevat ile görüştüm. İşittiğim şeyler pek ziyade şayanı dikkattir. King’s Lynn’de balonlara iki otomobil refakat etmiştir.
Bu otomobiller arada sırada yukarıya doğru ziya işaretleri vermişlerdir. Hatta bu işaretlerden biri otomobiller Hunstanton’da kilisenin yanından geçerken verilmiş ve bunun üzerine çeplin’lerin birinden kiliseye bir bomba atılmış ise de isabet etmeyerek kilisenin civarına düşmüştür. Fakat bombanın iştiali pek şiddetli olmuş ve kilisenin bütün camları kırılmıştır.
Çeplin balonları King’s Lynn’e geldiği zaman orada dahi kendilerini bir otomobil takip etmiş velhasıl balonların harekâtı biran otomobiller tarafından idare olunmuştur.>> mebus Engelby Alman casusları hakkında bu suretle isnadatta bulunduktan sonra hükümetten, şayet bir kere daha İngiltere çeplin hücumlarına maruz kalacak olursa memlekette bütün otomobillerin tevkif etmesi için o emiri lazıme itasını talep etmektedir. Böyle bir tedbir ittihazı sayesinde çeplin hücumun önü alınıp alınamayacağına elbette yakında göreceğiz.
Arif Cemil
Millet müsellâhaya doğru: milletin umde-i âmâli ordunun safahat-ı sa’bından bir levhadır ki ibret amiz bir mukayese olmak üzere diğer sahifedeki levhaya celb-i nazar-ı dikkat ederiz.
Moskof askeri ne halde: öteden beri herkesçe beyanen bir hakikat vardır. Moskof ordusunda ümerâ ve zabitanın hırsızlığı, edepsizliği, sarhoşluğu efradın ahmaklığı. Ahmak olmayanların da firarı. Yukarı ki levha ise Generallerin sarhoşlukla yaptıkları masharalıkları nazar-ı ibrete vaz ediyor. İşte Moskof ordusunu idare edenlerin votka ve şarap ile aldıkları evza’ sefile…
ZEPLİNLER
Mahiyeti ve hizmeti
Bundan evvelki, yine bu mevzua mütedair yazılarımızda da serd eylemiştik, harb-i hazır vesait-i muharebenin her türlüsüne cem bir afettir. İnsaniyet kendini imha için bütün hatıra gelen vasıtaları istimalden çekinmiyor. Balonlar, tayyareler işte bu nevidendir.
Terakkiyat-ı medeniyyenin melel (usanç) mevcudiyete nazaran bir taksimi, ihtisas noktayı nazarından bir tefrik vardır. O meyanda tayyarecilik ve tayyare inşaatı Fransızlara zeplin gibi kabili sevk balonların imali de Almanlara hastır. Filvaki bunlardan her biri hem tayyare, hem balon inşa etmekte ise de beherinin ihtisas dâhilinde olan şubedeki tekmili diğerinde görülmüyor.
Bu harbin bidayetinde idi. Her yerde fevkaladelikler gayri tabiiliklere intizar olunuyordu. Kimisi 24 saatte Paris’i alt üst ediyor, bir diğeri 36 saatte Alman ordusunu mahkûm-u mevt hale koyuyordu. Bunlar her zaman ve her devirde görülmüş mübalağalardır. Vesait-i muharebe ne kadar artarsa o nispette de tahaffuz (muhafaza) çareleri bulunur. Bu gün harp artık talih, bahta merbut (bağlı) olmaktan yavaş yavaş uzaklaşıp riyazi katiyetlere yaklaşıyor. Binaenaleyh hiç bir zaman fevkalade neticeler, gayri muntazır ahval karşısında kalınmayacaktır. Bu gibi hürafat-ı (rivayet) harbiye arasında zeplinlerin de oldukça sözü geçti. Onlar da ihtimal ki düşmanlarımızın mahafilinde birer Gulyabâni tesiri yaptılar. Hele son günlerde bunların İngiltere’nin sahil şehirlerinden bir kaçına vaki olan ziyaretleri üzerine enzar, bu sema piralara (düzenleyici) in’itâf eyledi. Bu münasebetle zeplinlerin harpteki hizmetinden biraz bahis eylemeği ve o meyanda bunların o saf mümeyyizlerini de zikir eylemeği faydalı telakki eyledik.
< * > < * > < * >
Malumdur ki; uçmak aleti, havadan ağır, havadan hafif olmak üzere ikiye ayrılır. Havadan ağır olanlar tayyarelerdir ki, bahsimizden – şimdilik – hariçtir. Havadan hafif olanlarda balonlardır. Balonlar; Kürevî (yuvarlak) balon, kabili sevk balon olmak üzere ikiye ayrılır. Kürevi balonlar artık istimalden sakıt ve bağlı olarak ordugâhlarda pek ender istikşafta kullanılır. Bunlar alelade ve iptidai halde bulunan müvellid-ül-ma’lı (hidrojen) balonlardır. Bunlar da – bu bendimizde – bizi alakadar etmeyecektir.
Kabili sevk balonlar tarz-ı inşalarına nazaran kaburgalı, yarım kaburgalı, kaburgasız olarak üçe ayrılır. Bunların her birinin eşkâl ve evsafı bundan evvelki bir bendimizde bast (anlatma) edilmiştir. Zeplinler işte bu üç nev’inin birincisinden yani bütün kaburgalı kabil-i sevk balonlar kısmındandır. Kont Ferdinand von Zeppelin ihtiragerdesi olan bir tipin ismidir. Bugün Alman ordu ve donanmasında kullanılan zeplinler alielkesir vasati 140 metre tul 14 metre kutr ve saatte 70 – 80 kilometre sürati havi 18000 – 25000 metre mikâp hacminde balonlardır. Bunlar dört beş yüz beygir kuvvetindeki motorlardan maada takriben 3000 kilo sıklet kaldırabilirler. Safradan maada yirmi kişi kadar mürettebat ve 1000 kiloya yakın cephane ve mevadd-ı infilakıye (patlayıcı madde) tahmil eder. Hatta zeplinlerden bazıları ufak çapta toplarla da teçhiz edilerek havai müsademelere müstemidd (yardımcı) bir şekle sokuluyor.
Zeplinlerin muharebatı haziredeki hizmeti neye inhisar etmektedir? Bu sualin cevabı kati olarak verilemez. Çünkü biz bu hizmeti tamamıyla bilemeyiz. Yalnız mütalaatımız, zeplinler ne gibi hizmetler ifasına kabiliyetlidir? Sualinin cevabı olabilir.
Harp noktayı nazarından havai aletten üç hizmet beklenir; istikşaf, müdafaa, tecavüz. Şu üç noktayı nazara göre zeplinleri tetkik edelim:
1- Bütün alet tiranda olduğu gibi zeplinlerde evvel emirde istikşaf aleti olarak telakki edilmek lazımdır. Son zamanlarda harekât-ı askeriyenin, orduların kesb ettiği azimet ve vüsat (bolluk) karşısında ufak tefek mevzii keşiflerle, düşmanın vaziyet ve muvaki, kuvveti hakkında fikir edinmenin ne kadar güç olduğu meydandadır. İşte bu noksanı itmam için tayyareler ve balonlar kullanılmaktadır. Bunların mücehhez oldukları telsiz telgraf cihazları vasıtasıyla rasat tetkikatını pey der pey merbut olduğu merkez-i
Askeriyeye bildirmektedir.
2- Müdafaa noktayı nazarından zeplinler mükemmel bir alettir. Evvel emirde kuvvetli mitralyözlerle mücehhez olabileceği gibi bir tayyareden pek fazla miktarda cephane ve mühimmat nakline müsaittir. Alelhusus son zamanlarda bu mitralyözlerin harekâtı ufki ve şakuli olarak yapılmakta olduğundan her hangi muhacim bir tayyarenin sokulmasına memanet eder. Alelhusus rakipleri için tehlike sukut tayyarelere nazaran pek azdır.
3- Tecavüz hususuna gelince. Zeplinler iyi bir vasıtayı tarz telakki edilmemektedir. Çünkü evvel emirde sürati tayyarelerin süratinden dundur. Son sürat müsabakalarında bir tayyare saatte 200 küsur kilometre yapmış iken zeplinler azami 85 kilometre kat etmektedir. Saniyen tayyareler 6250 metreye kadar yükselmiş ve alelade bir halde, dört beş bin metreye bila müşkülat çıkabilirken, zeplinler ancak 2500 metreye yükselebilirler. Binaenaleyh bu ahval ile bir hasım memleket üzerinde müddet-i medide (uzun zaman) bulunamaz. Orada duçarı taarruz olursa yerden gelen danelerden tahaffuz için yükselemeyeceği gibi takibine çıkan tayyarelerden de kaçıp kurtulamaz. Bu noktayı nazardan zeplinler tecavüzü bir silah olamaz.
< > * < > * < >
Bu nazariyenin tamamıyla aksi olarak son zamanda bir zeplin filosunun İngiliz limanlarını bombardıman etmesi hususundaki Alman noktayı nazarı da bir dereceye kadar şöyle şerh edilebilir.
İngiltere’nin gayri kabili taarruz olduğu hakkındaki sözlerin kıymetini göstermek için bir vasıtayı havaiye ile bu adalara taarruz etmek meselesi mümkün idi. Şimal Denizinin kat’ı icap eylemesine mebni böyle fevk-al-bahr (deniz üstü) seyahatlerde tehlikeli olan tayyarelerden sarfı nazarla alttan taarruza uğramak korkusundan azade ve denizden pervası olmayan zeplinlerle hücumu Almanlar daha münasip bulmuşlardır. Bilfarz bu gün Paris üzerinde bir Alman tayyaresi görünür. Fakat bir Alman kabil-i sevk balonu, bir zeplin görülemez. Çünkü Alman kıtaatı, en yakın Paris’e 80 kilometre farz edilse balon burayı ancak bir saatte kat edebilir. Bu müddet ve mesafe içinde her türlü taarruza uğramak mümkündür. Bilhassa yerden gelen taneler için 2500 metreden yukarı kaçamaz. Tayyare olsa yükselir. Hâlbuki İngiltere’ye hücumda bu tehlike yoktur. Gider, bombardıman eder. Tehlikesizce döner, gelir. Yevmi refikamızdan birisi bu cihetten bahis derç eylediği bir bentte Alman balonlarının şu hücum ahirinde en şayanı dikkat nokta olarak mesafe keyfiyetini buluyor ve İngiliz sahiline en yakın olan Almanların Wilhelmshaven merkezinden itibaren laakal 900 kilometrelik bir mesafenin bila merhale kat’ını mühim görüyor. Bizce bu cihet şayanı hayret hatta şayanı dikkat bile değildir. Çünkü zeplinler için bu daima kabil olan bir keyfiyettir. 900 kilometre zeplinlerin dereceyi nihayesine göre hiç gibidir.
1912 de “Z _ L 1” markalı 20000 metre mikâbı hacmindeki zeplin, Friedrichshafen’den hareketle Strasbourg’dan geçip Ren nehri vadisini takip ederek Frankfurt, Köln, Lübeck şehirleri üzerinden uçmuş ve şimal denizi sahilini takipten sonra Berlin’de inmiştir ki bila fasıla 1850 kilometrelik mesafeyi 31 saatte kat eylemiştir. Bu da gösteriyor ki; bu işte harikuladelik yok. Zaten Almanların şimal denizi sahilinde Helgoland’da, Wilhelmshaven’da hangarlar tesisindeki maksatları elbette İngiltere ye karşı hareket etmektir. Bu noktayı nazarı besledi besleyeli şüphesiz ki, kat edeceği 900 kilometreyi nazarı dikkatten düz tutmamıştır. Hatta hatırlarda olsa gerektir ki; 1913 senesi evvelinde ara sıra İngiliz sahillerinde, İskoçya sahillerinde geceleri esrarengiz balonlar görülürdü. O zamanlar harp ve zarp yoktu. Yalnız birer talim ve tecrübeden ibaret olduğuna şüphe olmayan bu seyahatler eğer denildiği gibi harikulade ise daha o zaman sık sık vukuundaki harikalığı giderir.
Serd ettiğimiz gibi, bu hücum maddi istifadeden ziyade manevi bir tesir için yapılmıştır. Yalnız şurası da nazarı im’ana almalı ki, böyle bir seyahatten maksat dört İngiliz şehrine beş on bomba dökmekten ziyade İngiliz donanmasının halini, vaziyetini keşif eylemek olduğu da ziyadece varidi hatırdır.
İşte Alman balonlarının yaptıkları ve yapabilecekleri bunlardır. Ama Almanların cesaret ve şecaati bu aletten muntazır olmayan hizmeti de yaptırırsa o bir kaide değil istisna teşkil eder.
M. Borisk
Siper hayatı: artık tahakkuk etmiştir ki, alman kuvveyi taarruziyesi ne derece müthiş ise Almanları girdikleri yerden çıkarmak ta o kadar mahaldir. Bunu bir zamanlar (Tan) gazetesi bile acı, acı itiraf etmiş idi. Yukarı ki resim ise Fransa arazisine giren müttefikimizin siper hayatını gösteriyor.
Müslümanlar sizde böyle yapınız: Boer ihtilalinin gittikçe tevsi etmekte olduğu İngilizler tarafından da itiraf olunuyor. Onun için bizde Boer erbabı kıyamını gösteren bir resmi derç ediyoruz. İngiliz boyunduruğu altında inleyen, henüz haberi cihada muttali olmayan Müslümanların Boer’ler gibi silaha sarılmasını isteyecek bir Müslüman tasavvur olunur mu?
FUZULİ
<<Türk edebiyatının tarihi>> derslerinden
Fuzulinin şairliği nasıl bir sisteme malik yahut tabidir? Bunu tetkik etmek imkânsız değil, müşküldür; Biraz dikkatli bulunmalı: Fuzuli doğrudan doğruya şairliğinde yani ruhunun tahlilinde hiçbir sisteme malik ve tabi değildir. Fakat nazmlığında (mesnevi şeklinde manzume) sistemcidir. Bunu şimdi göstereceğiz. Şair bir takım kaidelerin esiri olmaktan münezzehdir (temiz, arı). Binaenaleyh Fuzulinin ibdâ’ (yenilik yapma) ettiği nazm lisanından ayrı olarak tetkikimiz icap eder. Bu şair yarattığı şiir âleminde yalnız kendi ruhunu terennüm etmiştir. Binaenaleyh âlem-şümul (dünyayı saran) olmamıştır. Eserlerinin hemen hiç birinde muhit ve zamanından bahis etmez. Yani Fuzuli içtimaı bir şair değildir. O yalnız selikasına (güzel yazı yazma) tabi ve şuurunda mündemiç (içindeki) hadislerle kendi ruh âlemini görür bir dâhidir. Hâlbuki nazm hayatında bir sistem ibdâ’ etmiş, yeni bir beyan, yeni bir ifade yaratmış ve bütün şark mektebinde bu noktadan muktedâ-bih (örnek) olmuştur. İşte bunun için nazm’da âlem-şümûldur. İçtimaı bir mahiyeti – katiyetle – haizdir.
Şairliği tahlile başlayalım:
Fuzulinin bütün şiirlerinde bir aşk felsefesi vardır ki tamamen kendine mahsustur. Bu aşk felsefesini mecnunun ağzından yazdığı şu gazelde hülasa etmiştir.
Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl âşîna beni
Bir dem bela-yı aşktan kılma cüdâ beni
(Ya Rab aşk belasıyla içli dışlı kıl beni,
bir an bile ayırma aşk belasından beni)
Az eyleme inayetini ehl-i dertten
Yani ki çoh belâlara kıl müptelâ beni
(Az eyleme yardımını dertlilerden,
Yani çok aşk belaları ver bana)
Oldukça ben götürme beladan irâdâtım
Ben isterim bela-yı, çû ister bela beni.
(ben oldukça irademi alma
Çünkü ben belayı isterim belada beni ister)
Deha; Ne kadar anlaşılmaz bir sır ise, dehanın mahsulleri de bizim zihn-i mantığımız nazarında öyle anlaşılmaz bir sır ve bazen bir manasızlıktır. Mesela Fuzuli bu gazelinde şu beyti de yazıyor:
Öyle zaîf kıl tenimi firkatinde kim
Vaslına mümkün ola yetürmek sabâ beni
(Onun ayrılığında öyle zayıflat beni ki
Saba yeli beni ona ulaştırabilsin)
İşte Fuzuli ve işte Fuzulinin şairliğindeki bütün ruhu! Tevfik Fikret beyin dediği gibi bu şair dünyada hiçbir şey istemez; Onu hiçbir şey mesut edemez; o yalnız dert ve meşakkat ister ve bununla mesut olur.
Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır
Acaba Fuzuli nasıl hissi bir mantığa tabidir ki, bu belayı istiyor? Onu da beyitte buluyoruz;
Ey Fuzuli kılmazım terk-i tariki aşk kim
Bu fazilet dahil ehli kemal eyler beni
Bu hissi mantığı şu beyitte de buluyoruz;
Vadiyi vuslat hakikatte makamı aşk,
Kim müşahhas olmaz evvel vadide sultandan geda
Fuzuli – herkes bilir ki – gazel yazmakta teferrüt (tek, yalnız) etmiş bir şahsiyete maliktir. Gazel-i giramiyata (azizlik) tahsis edilmiş bir şekildir. Fuzuli de bütün bir giram demektir ve öyle esrarengiz bir zekâya maliktir ki şark mektebinin şekilciliği onu mağlüp edememiş, fakat o bu mektebin bütün münasebetsizlikleri üzerinden atlayarak gazelleriyle Türk edebiyat tarihine aşk ve hicran heykelleri dikmiştir… Şu beyt büyük bir ressamı gıptaya düşürecek, hayır öyle değil sersem edecek bir levha değil midir?
Çekme damen naz edip üftadelerden vehm kıl
Göklere açılmasın eller ki damanındadır
® ® ®
Bu şair mutasavvufâne sözlerde söyler; Fakat o meşreb ve felsefesini tasavvuftan değil, kendi vicdan aleminden çıkarmış ve bu dünyadan yine kendi götürmüştür. Kendisi Şii’dir. “ehl-i beyt”e payansız hürmetleri vardır:
Matem bu gün şeriata bir ihtiramdır
Mısraı ne kadar manalıdır. Ona saf bir Müslümandır, hazret-i Muhammed için yazdığı şu iki mısradaki ulviyet göz kamaştırıyor.
Ey olan miraç bir han ulu şan sana,
Yere inmiş gökten istikbal için kuran sana
Ta gerisinden dilki bütün bir Müslüman kalbini teşrih ediyor:
Yâ rab hemişe lütfunu et rehnima bana
Gösterme ol tariki ki yetmez sana, bana
Kati eyle aşinalığım ondan ki gayridir,
Ancak öz aşinaların et aşina bana…
Olur bana murad ki oldur sana murad
Haşa ki senden öz ki ola müddea bana
Gerek aşktaki, gerek itikattaki felsefesini anlamağa çalıştığımız Fuzuli’nin dehası bir noktada toplanıyor. O dünyanın en samimi şairlerinden biridir. Samimiyet yad edilince hatıra gelecek ilk şair bence Fuzulidir:
Pare pare dil mecruh perişanımdan
Ser köyünde gezen her ite bir pare feda!
Muallim Naci (mekteplerim) ünvanlı eserinde bunu iğrenç bulmuştu; sonra – bizde meşhurdur – herkes asaletsizliğe bu beyti misal ittihaz etti. Belki iğrençtir, ve aklı mantığımıza göre hiç şüphe yok çirkindir. Fakat yalnız bir şey var; Fuzulinin o an içindeki heyecanını bu iğrenç beyit kadar beliğ ifade edecek bir söz yoktur. Yeni bediat şiir için – velev ki nezih olsun – “lafzı şaklabanlığı değil, samimiyetlerdir” diyoruz. Yeni felsefede <<ruh ve hayatın rüyet ve keşfi>> olduğunu anlatıyor.
* * * * *
Deha için <<ibdâ’ kuvveti>> diyenler, bize Fuzulinin ne yarattığını sorabilirler: Fuzuli peyansız bir <<elem cihanı>> yaratmıştır. Yine deha için <<vicdanî bir adesedir>> diyenler Fuzuliyi bu noktadan izah etmemizi isterler. Fuzuli kendisinden evvel tezahür eden küçük küçük edebi şuaları bir noktaya toplamış ve gerek divani, gerekse Mecnun ve Leylasıyla pek müşa’şa (parlak) akis ettirmiştir.
Yine deha için <hadisin ifadeleri> kanaatinde bulunanlar büyük Bağdatlının sui niyetten neler gördüğünü sorarlar: Fuzuli aşk diyarının en meçhul, en vahşi beyabanlarını (çöl) gezmiş, görmüştür.
* * * * *
Şimdi Fuzuli’nin nazmlığına gelebiliriz. Antuan albal derki; <<üslup, esasa nazaran bir şekil, şekle nazaran bir esası ibdâ’ etmektir>>. Bunu Türk edebiyatında ilk tatbik eden Fuzulidir. Kendisine kadar hemen her şair de görülen lüknet ve rekaketi (dil tutukluğu ve kekemelik) ve ifadesizliği, ahenksizliği anlayan ve bütün bunlardan kurtulan odur. Rubâbi bir ruha rubâbi bir beyan icap edeceğini keşf eden ve ta Fikret’e kadar ehemmiyetle telakki ve kabul edilen seyyal (akıcı) ve renkli aruz lisanının vâzı odur. Her edebiyatın menşeinde nazm serseri ve küstahtır. Şairler bu çakılları biraz daha zarif, biraz daha işlenmiş hale koyarlar. Nihayet sanatkâr bir el onlardan bir abide yapar. İşte Fuzuli de böyle yapmıştır. Fuzuli’nin üslubundaki hayat damarları meçhul zamanlara kadar uzanmıştır. O damarlar o bilinmez zamanlardan aldığı nüveyi manevi mecrasında besleye besleye Leyla ve Mecnun mebdeanın (başlangıç) üslubu haline koymuştur. Fuzuli, Türk edebiyatta da ilk muhteşem üslup abidesini vaz eden şairdir. Bu bahiste Baki’yi yad etmemek nankörlük değildir. O ikmal etmiştir. Ve ikmal ibdâ’ demek değildir. Fuzuli de ifade noktasından bazı his ettiğimiz vahşilik; lehçesinin Türkmence oluşundandır.
Nesri de bir sanatkâr nesridir. Fakat ilk şeref Sinan Paşaya (kaptan-ı derya) aittir.
* * * * *
Fuzuli kendi öz dili hakkında ne düşünüyor? Bunu izah için şu dört mısraı okuyalım:
Evvel sebepten Farisi lafzıyla çoktur şiir kim
Nizam nazik Türk lafzıyla iken düşvar olur,
Bende Tevfik olsa bu düşvarı âsân eylerim
Nevbahar olunç dikenden birk gül zuhar olur.
Demek oluyor ki Fuzuli, Farisi’nin işlenmiş halindeki nezahete mağlup olarak Türkçe şiir yazmayı <düşvar> görüyor. Fakat Nevbahar olunca dikenden gül nasıl çıkarsa bu iptidai Türkçeden de bedi’ bir lisanın tezahür edeceğine öyle kani; o kadar kendisinde Tevfik olsa bu düşvarı âsân (kolay) etmeğe çalışacağını temin ediyor.
Ali Canib
İNGİLTERE KAÇ DEFA İSTİLAYA UĞRADI?
İngiltere adalarını gayri kabil-i işgal farz etmek ahmaklığında bulunan İngilizler bilmemek isteseler bile sabittir ki, İngiltere edvarı muhtelife de müteaddit istilalara uğramıştır. Yukarıki levha; Bu istila tarihlerini ve müstevliler ve hedef-i istilayı göstermektedir. Bu meyanda, muhtelif devletlerden başka erbabı kıyam, müddeiyan saltanatta vardır. Hülasa, İngiltere toprağı birçok zamanlar galiplerin çizmeleri altında ezilmiştir.
BÜYÜK ALEV
ruhlarının saadet mükemmelesin den bihakkın zevkiyab olamıyorlardı. Fakat müsterih, sâkit (suskun), biri birlerinin ellerini tutarak, hiç isyansız ve kedersiz bulunuyorlardı. Tekrar azim bir can sıkıntısıyla biri birini aradıkları vakit ve her dakikasında, sanki uzun bir seyahate gidilmişliğin hasreti ve bunun mülakatından alınacak en yüksek bir hazz-ı ruhuyenin inbisatı ile; Sanki mülakatta esrarengiz bir roman. Bütün kendi kalbinin romanını hikâye etmek hava hoş, hiçbir kelime söylemeğe lüzum his edilmeden ödenmiş olur. Çünkü; Ruhlar yekdiğerinin huzuru ile teşyi ediyorlardı. O gün de böyle, bütün diğer günler gibi, yalnız bir dakikayı iğtiyabdan sonra, Grasia, sokağa çıkmak hazırlığıyla avdet etti. Daima olduğu gibi siyahlar giymişti. Evde oldukça hep beyaz giyiyordu. Siyah elbisenin şurasını burasını kordelalar, fiyonklar ile tezyin etmiş, taze menekşe demetciklerinden mini bir baş yapmıştı.
<<**>> <<**>> <<**>>
Büyük salonlara, karanlık merdivenlere doğru giderlerken, bir hizmetçi açtı. Bu kapı, üçayak merdivenle göle isal ediyordu. Su, sert mermerlere karşı dalgalanıyordu. Gondolun başında oturan sandalcı, hiçbir harekette bulunmayarak beklerken, onları görünce birden kalktı. O tatlı şive ile bir şeyler sordu. Ferrante, Grasia’ya onlatıyordu:
– Diyor ki Felze ister misiniz.
Grasia acele cevap verdi:
– Evet, evet. Aşağıda boğuluruz sonra. Ve beklediler. Gondolcu bir hareket-i seri ile siyah ve parlak demirlerle müzeyyen kabinesine girdi. Omuzlarıyla yüklenerek, bir kambur hecin vaziyetiyle taşıdı, taşıdı. Hepsini kapının önüne yığdı. Bütün bu siyah Felze’leri hizmetçiye tevdi etti. Şimdi gondol, parlak parlak ve zarif baş, kıç tarafında siyah çemuhalarla örtülmüş iki kişilik mevki ile bir gezinti Salı olmuştu. Grasia ve Ferrante hiçbir şey söylemeden girdiler, oturdular. Gondolcu, onlara hiçbir şey sormadan yukarılara doğru kürek çekmeğe başladı. O gün aleladeden ağır bir keşişleme vardı. Nefes almağa zahmet veriyordu. Kömür yüklü sandallar, sanki hiç hareket etmiyor gibi yavaş sakin, büyük kanala doğru gidiyorlardı. Salcı, uzun bir kanca ile kanalın dibine saplıyor, salın üstünde akıntıya karşı yürüyerek, salı götürüyordu. Sal kara ve muka’ar (çukur) idi. Gondol, kara ve muka’ar idi. Sanki ikisi bir iken ikiye bölünmüştü. Ve biri birine yakın geçiyorlardı. Grasia, salcının sinesinden boğuk bir nâliş (inleme) mahruk (yanık) işitti ki, bu odun yarıcının sineyi müteavvibinden (yardımlaşma) de böyle çıkardı.
Ferrante dedi ki; – bu Venedik şairlerinin dedikleri gibi, tamamen türkü atvetasunun sekizlerini taganni etmiyor. Onda rebiiliğin kalbi galeyanda olmakla beraber, yine hissidir.
Grasia, bir demet menekşeyi koklayarak mırıldandı. – bununla beraber, bu göl herhalde yalnız aşk ve sanat-ı nefise için yapılmış olmalıdır. Meşagil (uğraşlar) şaka ve sefalet için değil.
Ferrante müteesirane ilave etti:
– erkekler hepsini tadar.
– evet. Grasia, başını eğerek tastık etti.
Gondol suyun gürültüsü ortasında yavaş gidiyordu. Bir noktada büyük kanalı bıraktı. Sincabi ve yeşilimsi iki yüksek sarayın arasında cereyan eden küçük bir kanala girdi. Gondolcu, daima böyle, nereye gitmek istediklerini sormadan, onları gezdirirdi. İki üç defa sormuştu. Fakat onlar, mütereddit, anlamayarak onun yüzüne bakmışlardı. Ondan sonra, artık hiç sormuyordu. Ve her küçük bir kanala girişlerinde gondolcu boğazından bir seda tiz
– mabadı var –
NASIL GİTMİŞLER
Seydi bin Nur 29,Mayıs,1911 on dördüncü makale
“Nar “ bir parça isteksizdir: Bu zahmetli seyahati hiç istemiyor. Fakat daha alışacağı iyi yiyecek, onu memnun etti. Şarktan serin bir rüzgâr eserek, yüzlerimizi okşuyordu. Ve bu pek âlâ idi. Kısrağın saçları, rüzgârdan, tüfek dipçiği etrafında uçuyordu. Hakikaten yeşillik daha güzel, daha kuvvetli ve tamamen yem yeşil idi. Dağ, mavi emvâcıyla, müdavim ve müteakip, bize yaklaşıyordu. Eteklerinde büyük ağaçlıkların gölgeleri ve zeytin ağaçları görünüyor. Sağ tarafta, çok uzakta serabın güzel tacı parlıyordu. Şu halde, dün ve bu sabah, serapları geçtiğimiz vakit, tekmil kumlar, tıpkı muntazır olduğum gibi, bu mezru ve bakir yeşilliği doldurmuştu.
Bedevi kadınları, tunç renkli samartinler, bize güzel dişlerinin arasında tuttukları kırmızı örtülerin içinde parlayan gözlerinin mühmel (ihmal edilmiş) nazarlarıyla bakarak, kuyudan ağzına kadar dolu tulumları getirerek taktim ettiler. Bu kadınların hepsine, öyle gayri kabili beyan teşekkürler ettik ki, çadırlarına avdet ettikleri vakit dahi, su dolu büyük testileri bir hiffet-ı (hafiflik) mahsusa ile başlarında taşıyarak getirdiler.
Bir kadın geçti. Bir bağ ile kendisine merbut iki köre yol gösteriyordu. Buna sadaka verdim. Üçü, benim sadakama cevap verdiler: mebruk (kutlu)! Sadakan seni mübarek ve mesut kılsın!
Uzaktan, dağın eteklerinde karartısı görünen kalenin adını, bir ağızdan sorduk. Cevap verdi.
– Fakat Trablus niçin almak istiyorsunuz?
Lakayt idi. Fakat bizi tahkir etmeyerek, bir ciğara istedi. Ve türkü söyleyerek çıktı, gitti.
*****
Güzel yeşillik, olanca letafeti ile his olunmayacak kadar hafif dalgalanarak devam ediyor. Sonra birden bire kenarında munkati oluyor ve düşerek yerini muhtelif su yataklarına terk ediyor. Burada toprak, daha renkli, otlar daha gümrah. Saat altıda, Cefare bitti. Cebel’in bağları civarında idik. Zeytin ağaçlarının arasında dört küçük ev, bizim Alplerde, kestane ağaçlarının aralarındaki evleri düşündürüyordu. Yol, fena yapılmıştı. Bazı noktalarda birden bire bir uçurumun ve hatta birçok uçurumların kenarına geliyorduk. Zavallı nar! Ne kadar zahmet çekiyordu.
*****
Dağların ortasındayız. Derelerin içinde, uzun uzun dolaştıktan sonra bir yüksek bayırdan iniyoruz. Romalıların, muazzam dalga kıran harabeleri; Gayet büyük dereleri elan payidar kılıyor. Su meselesi böyle hal edilmişti. Ve biz o cumhurun varisleri idik. Güneş indi. Nane ve kekik kokan soğuk bir karanlığın içine düştü. Şark nerde? Apenin’in (1) üzerinde olduğumuz zan olunur.
*****
Hams’a vasıl olmak istiyorduk. Fakat mehtapsız bir gecede, taşlık bir mevkide yıldık korktuk. Saat on bir idi. On dört saat at üzerinde kalmıştık. Hams çok yakınlaşmış olmalıydı. Fakat hayvanları daha ileri sürmeğe cesaretimiz kalmamıştı. Çadırlarımıza büzüldük. Çift sürülmüş toprağın üzerinde, bir zeytin ağacının altında uyuduk. Arapların nazarı dikkatlerini celp etmemek için, hiç ışık yakmadık.
(1) Apenin – İtalya’nın boyuna uzanarak silsileyi cibaldir ki Cenova’nın cihet-i şimaliyesinde vaki Kasino mevkiinde Alp dağlarından teşa’ub ederek bu kıtaya kadar şarka ve oradan ta Sicilya adasının karşısına kadar Cenub-i Şarkiye doğru uzanır.
(kamus el-a’lam)