DONANMA MECMUASI 81 – 15,şubat,1915

 

 

DONANMA MECMUASI 81 – 15,Şubat,1915

0486_0033-81_Page_01

0486_0033-81_Page_01.jpg-2Donanma

30,Rebiülevvel,1333 – 2,Şubat,1330 – 15,Şubat,1915

0486_0033-81_Page_02

Mevlid-i nebevi alay-ı valası

Zatı şahanenin teşrif-i hümayunları ve vükelayı fahâm huzurası

*   *   *   *   *

İyi günler

<o> <o> <o>

Bu hafta zulm ve cebre karşı silaha sarılan üç müttefik için çok iyi günler idi. Bir taraftan Basra’da diğer taraftan Süveyş’te muvaffakiyat-ı mütevaliye haberleri geldiği sırada gayyur müttefikimiz Avusturya – Macaristan Karpatlar ’da, Bukovina’da Rusları ricat halinde tard ve def eyliyor, şanlı müttefikimiz Almanya ise Mazovia bataklıklarında yine kahpe Moskofları sıkıştırarak 26000 esir alıyor. Hesapsız ganaim bu muzafferiyeti tetvic ediyor. Herkes istikbale emniyetle bakıyor.

PEK MÜHİM BİR BAHİS

<<İstiklali Osmaninin devri senevisi sokaklarda ihtifal ile hal edilemez>>

     Karilerimiz, elbette tahattür (anımsama) ederler. İstiklali Osmaninin devri senevisi farz olunan 17,Kânunusanide bazı zevat bir ihtifal tertip etmişler, serhadde ifayı hizmet cemiyetlerinden beklenilen bazı gençlerde <ya Fettah> (zafer kazanmış) nidasıyla bu merasime iştirak eylemişlerdi. Biz bunun üzerine bir baş makale yazarak mealen demiş idik ki; (Evvela istiklali Osmaninin devri senevisi nasıl oluyor da bu güne tesadüf ediyor? Eldeki edille-i ‘delil) tarihiye nerede? İki üç matbu tarih kitabının rivayeti yek meali ile iktifa edersek meseleyi pek sathi hal etmiş oluruz. (688 – 699) tarihleri nasıl kabul edilmiştir. Hem şühur (aylar) Arabi’ye ile şühur-i Rumi’ye altı yüz bu kadar sene nasıl olur da tetabuk (uygun) eder?)

     Biz biliyorduk ki; Birçok vesaik-i tarihiye, ne altı yüz seksen sekiz ne altı yüz doksan dokuz tarihlerini kabul eder.

     Bu bahis; Milli bir bahis olduğundan Donanma mecmuası halli mesele için erbabı tetebbua müracaat etmiş, eğer aleti ihtifal perestiye feda edilmek istenilen hakayıki ilmiye (ilmi gerçekler) ile tetviç ve intaç edecek olursa kendini bahtiyar addeylemiş idi. Mesela tarih-i Osmani encümenince de yeniden mevzuu bahis olmuş ve her halde delaletimiz mucibi iftihar dereceye gelmiştir. Bu meyanda taarruzat eclafede (ayak takımı) hedef olduk. Milli bir mecmuada, milletin olan bir cemiyette eşhasın bittabi hükmü olamayacağı cihetle bu şahısları istihdaf (hedef) eden gibi kil ü kallerin (dedi kodu)zerrece hüküm ve tesiri olamaz, onun için biz bu mühim mesele-i ilmiye ve milliyeyi hal etmek için ilk hatveyi atıyoruz. Vaadimiz mucibince erbabı ihtisasın mütalaat ve tetkikatını pey der pey neşir edeceğiz.

     Bu meyanda; Vukuf ve ihtisası kendini tanıyanların müslimi bulunan ve asarı tarihiyesi sevile sevile istifade bahis bir surette okunan Osman Ferit bey efendi bize bir vech-i ati makaleyi lütfen göndermiştir ki, beyhude taarruzat ile imrar (geçirme) vakit edenlerin nazarı dikkatine ayrıca vaz ederiz.

*   *   *

OSMANLILARIN İSTİKLALİ GÜNÜ

     İstirdat-ı (geri alma) meşrutiyetin heyecanlı o anını geçirdikten sonra bizde bir ihtifal ve merasim modası doğdu. (1) Osmanlıların şanlı mazisinin eyyam devriyesini tesid havası bir kısım halkımızda adeta bir meşguleyi mühimme halini aldı. Mefahiri milliye ve tarihiyesini bil tetkik takdir ve tebcile çalışmak her milletin vazaifi esasiyesin den olmakla beraber şarkın efratpürurluğu bunda da kendisini gösterdi.

     Birkaç yüz çadırlık aşiretten bir buçuk asırlık bir devreyi teceddüt (yenilik) ve inkişafta milyonlarca nüfustan mürekkep bir devlet-i muazzamayı vücuda getiren eslafımızın mefahiri o kadar çoktur ki bunların her birinin eyyamı devriyesini teside çalışsak işi gücü bırakıp bütün senenin her gününü merasim içinde geçirmekliğimiz iktiza eder. (2)

     Elli yedi senedir yapılan bu gibi merasim ve ihtifalatın pek bisüd (faydasız) olanları olmakla beraber istiklal-i Osmani, İstanbul fethi gibi milletimiz için cidden bahsi mefharet olacak vakayı ve hadisatı mühimmenin seneyi devriyeleri merasimine de tesadüf edilmektedir.

     Bu iki ihtifalden Osmanlı istiklalinin a’yad-ı (bayramlar) milliyeden adi ve sene-i devriyesinin resmen teşyidi için istiklal gününün (3) taharri ve tetkiki maarif nezaretince bir sene mukaddem tarihi Osmani encümenine havale edildiği ve keyfiyetin encümence bir taraftan tetkikatına devam edilmekle beraber diğer taraftan matbuata ilan verilerek umum Osmanlıların alakadar oldukları bu meselede herkesin malumatına müracaat olunmakta bulunduğu cihetle kaydı mevcudeyi tarihiyeye istinaden noktayı nazarımızı bu makale ile izaha çalışacağız.

Şarkta alamet-i istiklal 

     Alelumum melel-i müslimede hutbe kıraatı, sikke zarbı alameti istiklal olarak kabul olunmuştur.

     Pederi birinci sultan Murad’a (Murad Hüdavendigar 1362 – 1389) karşı isyan eden Savcı bey 787 de kendi namına (4) hutbe kıraat ettirdiği gibi Yıldırım Bayezid’in oğlu Mustafa Çelebi (5) de kendi namına hutbe okutturmuş, Saroz ve Edirne’de akçe ve mangır kestirmiş, Sultan Cem biraderine karşı hareketle Bursa’yı zaptında orada kendi namına hutbe kıraat ve akçe kat ettirmiş (6) 929 da ilanı isyan eden Mısır valisi Ahmet Paşa Mısır’da kaza namına hutbe kıraat ve gümüş sikke zarb ettirmiş (7) 1234 de Van valisi bulunan Derviş Paşa Van’da (8) 1231 de Bağdat valisi olan Sayıt Paşa Bağdat’ta tuğyan (taşkınlık) ile namlarına okutturmuş ve bakır meskûkât (madeni para) kestirmişlerdir.(9)

     Gazi Osman Bey Karaca Hisar’ı Bizanslılardan zapt ile 688 senesi Receb-i Şerifi ikinci haftasında Cuma günü Dursun Fakihe ilk hutbeyi kıraat ettirdiği zaman Selçuki hükümeti mevcut olmakla beraber pek zayıf bir halde idi. (10)

     Selçuki hükümdarı tarafından Konya’dan Sultan Osman Gazi’ye Belban çavuş yeddiyle gönderilen hedâyâ’dan bahis nama bu hutbenin kıraatından sonradır ki tarihi 688 senesi Şevval evaili (evvel) olmak üzere Feridun Bey menşeatında muharrerdir. (11)

     Karaca Hisar fethine ve orada hutbe kıraatına dair İbn_i Kemal’lin Osmanlı tarihinden, Şamdani zade Fındıklılı Süleyman Efendi’nin Müri üt-tevarih’inden atiye nakil eylediğimiz fıkarât bilhassa calibi nazirdir. (12)

     <<Karaca Hisar’ın içinde cami yapılıp minber konduğunu Cuma namazı kılınıp Osman Han adına hutbe okunduğunu beyan eyler.

     Râvi (rivayet) eder çün Osman Bey Karaca Hisar’ı yağma ile aldı halkının kimini esir ve kimini kara yer etti olur hali kaldı şehri mamur etmek istedi safası olan gelsin beğendiği yeri tutsun diye destur verdi Germiyan diyarından ve gayri yerlerden hayli kimse gelip birleşti evvel hazır olara girdi az zamanda surun içi doldu şehir evvelkinden mamur oldu pet hanelerin mescit ettiler ehli İslam cem’ olup Cuma namazın kılmağa talip oldular Dursun Fakihe derlerdi bir aziz vardı evvel diyar içinde muktedayı ahyardı mezkûr şehirde ikamet eden cemaate imamet ederdi bir gün katına vardılar evvel dahi Şeyh Edebali (Şeyh Adab Ali veya Şeyh Atası) yle bu babda müşavere etti Osman Bey üzerlerine çıka gelip muhaverelerin işitti içtimaınızın aslı nedir diye sordu onlar dahi kaziyeli takrir ettiler Osman Bey attı siz bilirsiz evvel maslahat siz gider şol nesne ki hüküm şeriattır anı kamet siz gider Dursun Fakihe etti ikamet salah Cumaya Sultan zamandan icazet gerek Osman Bey attı (ben kimsenin tahtı hükümetinde değilen kendi başım sultanım bu diyarı kılıcımla açıp durum. Ne efendim var ne sultanım ben icazet verdiğim yetmez mi sultan-ı zaman dediğiniz mülk Yunansa benim mülkümde onun ne tasarrufu var nasipten de ondan eksik değilen benim aslım güneştir onun ay hasb hesabi araya gelirse hod maslahatınız iş kolay Osman Bey kellem mezburi itmam ettikten sonra Dursun Fakihe hitabet verdi kendi adına hütbe okunup cemaatla Cuma kılmağa icazet verdi tarih hicretin altı yüz seksen sekizinde Karaca Hisar’da ve Eskişehir’de cami yapılıp minber kondu Osman Beyin adına Cuma hutbesi evvel Karaca Hisar da ve bayram hutbesi evvel Eskişehir’de okundu (13)

     Müri üt-tevarih’inden:

     699 da hutbe vesika okundu gerçi bundan ikdam hutbe vesika kuvvet gelip 688 de hutbe kıraat ettirmiş idi lakin kerdine tabl ve âlem ita eden Sultan Alâeddin’e murait vefatına değin kat etmiş idi Alaeddin 699 da fevt olup nesli dahi munkariz olmakla hutbeye mübaşeret etti.

     Demek ki Karaca Hisar Osman Bey zapt ettikten sonra namına okuttuğu hutbe âl Selçuk’un hoşuna gitmemiş fakat hükümetlerinin o sırada duçar olduğu zaife, muhat olduğu gaile bir de Osmanlı meselesi inzimamını da muvaffak siyaset bulmadıklarından cemileyi mahsusa olmak üzere Konya tahtından nameyi mahsus ve (tabl nefir ve alem ve şimşir ile bir sevb mutalla ve esb müzeyyen bi-hemta) irsal ve ihedasıyla Osmanlıların celbi kalubuna çalışmağa lüzum görmüşler.

     Bu iki fikr-i mühimme mütalaa olunduktan sonra tarihi Osmani encümenince istiklali Osmani ve saikini cem ve telfike memur edilen zatın 25 numaralı encümen mecmuasına yazdığı şu icmal bittabi şayanı mülahaza görülür: (Gazi Ertuğrul Bey vaktiyle Osman Beyin riyasete geçmesinden itibaren 688 – 699 senesine kadar geçen zaman zarfında Osmanlı emaretinin muvaffak olduğu fütuhat bu emaret erkânına ve bilhassa reisine bir mevki-i müstesna verdiği halde Osmanlı hanedanı hukuk-u nimet Şinasi’ye hürmetle devlet-i Selçuk iyeyi tanımaktan vaz geçmeyip onların maiyetlerinde yaşadıkları ve güya onların hesabına icrayı hükümet eyledikleri halde âl Selçuk’un hükümetlerinin tamamı inhilalinde (14) Sultan Alaeddin Keykubat intikalinden sonra saltanat Rum ihtilal bulup ve üç gazileri cemiyet edip ictimagı ümmet ile sultan Osman Han’da tahtı saltanata cülus keyfiyeti vaki olmuş ve bu sırada kımız sunmak, el öpmek ve emsali merasim icra edilmiştir.)

     Osmanlıların bidayet ahvalini yazan umum müverrihinin bu Karaca Hisar hutbesinden bir sureti mühimmede bahis etmeleri de ehemmiyet mahsusayı haiz olduğunu gösteren delaildendir.

     İstiklalin ikinci alameti olan sikke zarbına gelince hükümetle rabıtasını kat edenlerin kâffesi kendi namlarına hutbe okuttukları halde bazıları fikdan-ı vesait hasebiyle sikke zarbına çare bulamamışlardır. (15)

     Osman Gazinin sikke kestirememesi esbabını metahirin müverrihin Osmaniye’den olup tetkikat amikasıyla maruf Hayra Efendi merhum Tarihi Osmanide pek güzel yazdığı cihetle aynen nakil ediyoruz.

     (sikke kesmek hutbe okutmak gibi kolay olmayıp amali ve edevata muhtaç olduğundan daha o kadar teklifatın zamanı değil idi. Hem de Osman Gazinin ahd-ı hükümetinde henüz heyeti ictimaiye yolu tutulmamış olmakla gerek kendileri ve gerek etrafında bulunan refikası takımıyla akıncılık edip şehir ve karayı basıp vurmak ve emval ve huyûl ve devâbb-i nehb ve garat etmek gibi çapulculuk ettiklerinden daima mal ganaim ile havayic zaruriyelerini ikmal ederlerdi.) (16)

     Velhasıl salnamelerde muharrir 4,cemaziyülahire,699 takım nazariyelere istinad ile 700 tarihlerinden birinin istiklali Osmani günü ve bir olarak kabulünden ise kıraati tarihlerimizde kemal ehemmiyetle yazılan ve alameti istiklal olduğunda hiç şüphe olmayan ilk Osmanlı hutbesinin tarih kıraatı olan 699 seneyi hicriyesi receb şerifinin ikinci haftası Cuma’sının Osmanlıların yevm-i istiklali olarak kabulü elbette mantıki ve makul olur.

Osman Ferid

_________________

(1)– 324 senesi temmuzundan bu güne kadar icra edilen merasim ve ihtifalat ile bir müddetten beri muhafazayı abidat diye vaki olan bazı neşriyatı garibe hakkındaki mütalaatımızı ayrıca yazacağız.

(2)–Osmanlıların zuhurundan şimdiye kadar vukua getirdikleri asar ve muvaffakiyetin ve duçar oldukları mesaibi muhammenin zaman vukuunu gösterir bir cedvel yakında neşir edilecektir.

(3)–İstiklali Osmani devri senevisi hakkında ilk hissi tekrimi duyan zat Maarif Nazırı sabık fazıl muhterem Mehmed Tahir Münif Paşa (Nisan 1878 – Eylül 1880) merhumdur. Münif Paşa 1299 sene-i hicriyesini Osmanlı istiklalinin 600 üncü seneyi devriyesi adederek buna dair sekiz sahifelik “destan âl Osman” namında bir manzume neşir ile ihtisasatını o devrin imkânı derecesinde ilan eylemiştir. Bundan sonra – tahminen 319 Kânunuevvel içinde – Mısır’da bulunan münevver Osmanlı gençlerinden bir hizip orada bir ihtifal, bir müsamere, bir içtima ile bu yevm mübareki teside çalışmışlardır.

İstirdad meşrutiyeti müteakip 324 Kânunusaninin 13 ncü günü akşamı bir palasta verilen bir ziyafeti siyasiye ye istiklali Osmani ismi vesile iddihaz edilmişti. 329 senesinde Türk ocağı, Dâr-ül-fünûn marifetiyle tertip edilen ihtifal 17 Kânunuevvelde yapılmış idi.

330 Kânunuevvelin on yedisinde istiklali Osmani merasimi icra kılındı. Bu tarihlerin hiç birinin vesaike müstenid olmadığını bi muhaba ilan edebiliriz.

(4)– Tâc-üt-Tevârih (Şeyh İslam Hoca Saadettin efendi) cild 1 sahife 101 sahaif el ihbar tercümesi cild 3 sahife 299

(5)–Tarihlerimizin düzme Mustafa dedikleri bu zatın seneleri darphanedeki Galip Bey merhumun meskûkâtı Osmaniye koleksiyonuyla Osmanlı müzesi meskûkâtı Osmaniye takımında mevcuttur.

(6)–Sultan Cem’in Bursa’da kestirdiği akçe kezalik darphanedeki Galib Bey merhumun meskûkâtı Osmaniye takımıyla bazı hususi koleksiyonlarda vardır. Cem’in Bursa’da kendi namına hutbe kıraat ettirdiğini hoca Saadettin Efendi Tâc-üt-Tevârih’in ikinci cildine dokuzuncu sahifesinde yazar.

(7)–Ahmed Paşa’nın kestirdiği gümüş sikkeyi bizzat gördüm. Bunun kendi namına hutbe kıraat ettirdiğini gelişen Maarif cilt 1 sahife 551, Solak zade sahife 445, haber-i sahih cilt 5 sahife 55 de mahrurdur.

(8)–Derviş Paşanın Van’da kestirdiği mangırı da gördüm. Tarihi Cevdet tertibi cedid cilt 11 sahife 20.

(9)–Sayıt Paşanın bakır sikkesi bazı hususi koleksiyonlarla Osmanlı müzesi meskûkâtı Osmaniye takında, Londra müzesinde vardır.

(10 –Hayrah efendi tarihi cilt 2 sahife 62. Cevat Paşa merhumun Osmanlı tarihi sahife 4.

(11) –cilt 1 sahife 56. Feridun Bey menşaatının birinci cildinin 61 nici sahifesinde münderiç 687 senesi zilhiccesinin o ahir tarihli fermana yazdığı serlevhayı (Sultan Alaeddin bin Feramiz Selçukiden cennetmekân Osman şah hazretlerine <<bey>> iken gelmiş olan menşuri suretidir) diye yazdığı halde 688 şevval evaili tarihli ferman serlevhası (Sultan Alaeddin bin Firaz Selçukiden cennetmekân <sultan> Osman Şah Gazi hazretleri tarafına ak sancak ve tablhane ile gelmiş olan menşurun suretidir) şeklinde yazması da noktayı nazarımızı müsbet ve saikten maduddur.

(12)–İbni Kemalin Osmanlı tarihini hususi bir kütüphanede görmüş ve bir takım fikiratı muhimesini istinsah eylemiş idi. Bu fıkrayı oradan nakil ediyordum.

(13)-Dursun Fakihe Şeyh Edebalinin Şeyh Edebali (Şeyh Adabalı veya Şeyh Atası) damadı ve Sultan Osman Gazinin bacanağı idi.

(14)-Selçuki hükümetinin 699 da Alaeddin’in vaktiyle inhilal ve Osman Gazinin bu suretle kesbi istiklal ettiği nazariyesini ispata çalışanlara Alaeddin Keykubat bin Feramiz’in tekvim meskûkât Selçuki’de 144 numarada mukid 700 ve Osmanlı müzesi meskûkât kadimeyi İslamiye dördüncü kısım kataloğunda 762 numarada mukid Gıyaseddin Mesud saninin 702 tarihli sikkelerini irae ederiz.

(15) – yukarıda yazıldığı veçhile pederi birinci Sultan Murad’a karşı isyan eden şehzade Savcı Bey Bursa’da kendi namına hutbe okuttuğu halde sikke kestirememiş idi.

(16) – Hayrah Efendi tarihi cilt 2

Hamiş:

Donanma mecmuası müdürlüğüne gönderilip bahsimize müteallik bazı fikratı muhtevi olmasıyla tevdi edilen varakayı okudum. İstiklali Osmani merasimince mesbuk el hizme olduğu anlaşılmakta olan sahibi mektubun efkârı mutalaatına iştirak maalesef mümkün değildir. Bu gün tarih vesikadan ibarettir. Falan ve falan zat her kim olursa olsun tavsiye ve ifadatı hiçbir zaman vesika teşkil edemez. Gönül ister ki Dâr-ül-fünûn talebesi gibi her suretle münevver gençlerimizin ön ayak oldukları bu gibi ihtifaller hakayıkı tarihiye ile kabili tevkif olsun. 17 Kânunuevvel hakkında mevcut vesika var ise neşriyle tenevvür hakikate himmet sahibi varakadan hassaten rica olunur. Bir de (eski padişahlarımızın birçoğu da …..) ibaresi hakayıkı tarihiye ye tevafık etmez buna dair misal de gösterilemez.

İ. F.

0486_0033-81_Page_05Cihad ordusunun kudsi irşadcıları

Muvellid alayı valasında gönüllü Mevlevi taburu efradı

0486_0033-81_Page_06.jpg-2

Hatıratı galibiyet: sahneyi harpte Ruslardan esir edilip Erzuruma getirilerek Erzincana sevk olunan altı yüz elli kişilik kafilenin Erzurum hükümet dairesi önünde alınan resmi.

SANCAK

Oğlum Muvakkar’a

     Şu askerin elindeki al sancağı evladım,

     Hürmetle ben selamlarken neden baktın yüzüme?

     Şaştın oğlum selama, gözlerinden anladım,

     Bak söyleyim sebebini, sen kulak ver sözüme;

 

         O gördüğün şanlı kumaş, vatanın canıdır,

         Üstündeki ayla yıldız işarettir zafere;

         Rengindeki kırmızılık ecdadının kanıdır,

         – şehid olan yiğitlerin kanı düşmez yerlere –

 

     O bayrakta, milletinin mücessemdir namusu…

     Ona bakıp, öyle al al, kan içinde gördükçe,

     İntikamı bekleşiyor nice turan yavrusu…

     Çünkü artık sabah yakın, bitmek üzeredir gece!

 

         O sancaktır, fatihleri sürükleyen peşinde,

         Namık Kemal o sancağın meftunudur sözünde.

         Büyük baban can verirken gördü onu düşünde,

         O bayraktı parıldayan nuru sönmüş gözünde.

 

     Bu sancağı dinin gibi mukaddes bil, unutma!

     Onun için çalışmaktan geri durma bir zaman,

     Başka hiçbir düşünceyle sen kendini avutma,

     Eteğine el uzatıp kirletmesin tek düşman!

 

         İşte oğlum, bunun için hürmet ettim ben ona,

         Selamladım üzerinde şehitlerin kanını

         Sen de yavrum teşrik edip râyetki vatana,

         Feda etmekten çekinme buyur isek canını!

Ercümend Ekrem   7,Kânunusani,1330

NEREYE?

Bir kahraman gördüm, gençti güzeldi.

Atlamış maziden binlerce seddi,

Kır atıyla sanki bir canlı yeldi.

Sordum: <<Nereye?>> – << Ben giderim dedi

Tarif olunamaz bir şana doğru…>>

.o.o.o.

Güneş doğuyordu maviydi sisler,

Çiçekler açılmış, ötüyordu her

Dalda bir yavru kuş… <<ışık nuru yer yer

Tutuşurken böyle nereye sefer?>>

Diye sordum; dedi; <<Turanına doğru…>>

.o.o.o.

<<Yalnız sen yiğitim! Yolda kalırsan,

Maksatlar olur o gülmez yasın,

Yol gösteren lazım, ona katılsın.>>

Dedim: <<düşman varsa, dedi, atılsın.

Yolumun uğrağı Kırana doğru…>>

.o.o.o.

Uzak ufuklarda karlı dağlardan

Aşarken sellerden, ormandan, yardan

Yoldaşı ister insan; Değil yaradan;

Yalnızlık onundur… dedim. <<dost yardan

Geçmez, dedi, yolum yarana doğru…>>

.o.o.o.

Sürünce doğuya o kır atını,

Kılıcının çarptı taşlara kınını,

Altın kıvılcımlar bu hoş akını

Gayıp ederken gördüm bu genç taşkını;

Dedi: <<Uçuyorum Turan’a doğru…>>

Ömer Seyfeddin

NAZIRE (*)

Fuzuliye ithaf-ı diğer

     Dün gece hâbgâhıma gelmişti bir peri:

     (Elham) O fakir iltihasının nazlı duhteri;

     Bir gazeyi neşât ile gelirdi peykeri,

     Fahirdi, Caner ba idi canandı heryeri!

     <<Sende bu şiyve hayır haberdir>> dedim, dedi:

     <<Pek doğru anlayışlı meğer dikkatin senin.>>

     Bin yalvarırsanız da o gelmez.. inat eder,

     Sonra hôd ihtiyar ile bir şeb veya sihr

     Ve katında cama hâbabe bile.. bağteten girer:

     Serbest, şuh eda ve dil aram ve işvekar;

     <<Lakin… bu bir nekre hatırdır!>> dedim, dedi:

     <<Havf etme, hafız eder beni emniyetin senin.>>

     Telkine başlayıp dedi: <<Bir müjde var baha!

     Artık bırak düşünceyi! Artık yeter bela!

     Sebh saadet eyledi ufkunda incila…

     Yol belli oldu şimdi: mesai ve i’tila!

     <<Âla!.. Fakat umutlu ne yerdir? Dedim, dedi:

     Derk etmiyormusun?.. Vatan milletin senin!..

     Bu azim ve gayret mütevali ve ittihad

     Kim an be an müessiri bulmakta ez deyad,

     Köşkte olsa.. hükmi revan hüsnü itiyad

     Kabil mi müntac olmaya?>>

——– <<Ben kıldım itimad

     Son pek büyük âlâ ve zaferdir!>> dedim, dedi!

     <<Gör, mutlaka zuhur edecek himmetin senin!>>

   Olmuştu bir helal beyaz ufukta – o dem –

     Fecrin ümide fer veren envarına alem,

     Hayran-ı hal, şaik ati-i muhteşem:

     <<Şadım vatan ki bu seni tebcil eden kalem

     Melhem ve mutekid bir eserdir>> dedim, dedi:

     <<zam et hitaba!: Bin yaşasın devletin senin!!>>

Yusuf Bahaddin

(*) – 76 / 28 Numaradaki şiir için.

İNGİLTERE MUHASARA EDİLEBİLİYORMU?:

     Bir müddet sükûnet içinde cereyan eden ahval bahriyede bu günlerdeki faaliyetler, hatta fevkaladelikler görülmeğe başladı. Şimal denizi muharebeyi bahriyesinde atılan topların aksi sedası henüz kayıp olmadan Alman tahtelbahirlerinin sergüzeşt ahiri, İngiltere’nin ablukası meydana çıktı. Bütün bu vakayı cedideyi bahriyenin amili, ibhar-ı cihana hâkim addolunan o meşhur İngiliz donanması değil, istihzarat-ı berriyye ve bahriyesinin mükemmeliyeti ile dünyanın en kavi devleti olduğunu ispat etmiş olan Almanya’nın genç ve fedakâr donanmasıdır.

     Muharebenin ibtidasından beri, Almanya’yı açlıkla mağlup etmek fikriyle bitaraf devletlerin ticaret-i bahriyesini mutazarrır etmekten başka şayanı dikkat bir faaliyeti harbiye gösteremeyen İngiliz donanması, yegâne güvendiği faikıyet adediyesini kayıp etmek korkusuyla, bütün kıymetli sefinelerini müstahkem limanlara saklıyor ve bu suretle harbi, kendisi için zararsız bir surette, idame etmek istiyordu. İngiltere’nin sahil Şarkiye’sinde, Manş Denizinde, İskoçya’da dolaşan Alman tahtelbahirleri açık denizde artık hiçbir İngiliz sefineyi Harbiye’si göremeyince gayret ve fedakârlıklarını tezyid ettiler ve bir türlü vesaitle müdafaa edilen müstahkem limanlara girmeğe ve İngiliz zırhlılarını oralarda batırmağa uğraştılar.

     12 – 13,Kânunusani tarihinde Pas-de-Calais boğazının en dar bir mevkiinde kâin bulunan ve limandaki dalga kıranın üzerine varıncaya kadar tabiye edilen toplardan başka binlerce sabh torpil ile de müdafaa edilen Dover’e girmek istediler. Zulmet leylden ve sabahın alaca karanlığından bilistifade vaki olan müteaddit hücumlar matlup neticeyi veremedi. Sahil muhafazaları muhacim tahtelbahirleri keşf ederek üzerlerine ateş açtılar ve onları çekilmeğe mecbur ettiler. Mamafih bu küçük fakat fedakâr gemilerden biri İngilizlerin müdafaayı şedidesine rağmen Dover limanının dâhiline doğru birkaç torpil atmağa muvaffak oldu ise de iras hasar edip edemediği malum değildir. İngiliz sefaini harbiyesini batırmanın artık tesadüfe bağlı olduğunu gören ve hâlbuki hiçbir işi talih ve tesadüfe bırakmamak en büyük meziyetleri olan Almanlar, nihayet İngilizlerin kendilerine tatbik etmek istedikleri aç bırakmak usulüne müracaata karar verdiler. Bunun için de tahtelbahirlerin harp gemisi bulamadıkça düşman sefaini ticariye ve nakliyesini batırması ve daima birkaç tahtelbahirin İngiliz sularında dolaşması kâfi idi. Faaliyet müdebbirane ve gayret muntazamesiyle Alman donanmasını bu günkü hali mükemmeliyet ve terakkiye eriştirmiş olan Alman bahriye nazırı Rear-Admiral Alfred von Tirpitz bir Amerika gazetecisine İngiltere’yi tahtelbahirler vasıtasıyla muhasara ve abluka ederek aç bırakmağa uğraşacağını söylemiş ve bu sözün üzerinden pek az bir müddet geçer geçmez De Revoir ismindeki İngiliz sefinesi Liege’den Rotterdam’a giderken bir Alman tahtelbahiri tarafından gark edilmişti. Bundan sonra Alman tahtelbahirleri, nazarlarının umurunu büyük bir fedakârlıkla tatbik ve icra ederek tesadüf eyledikleri Fransız, Belçika ve İngiliz gemilerini birer birer ka’r-ı bahre indirmeğe başladılar.

     Sefainin bahriyeye karşı denizin hem altında hem üzerinde hücum etmekten pervası olmayan Alman tahtelbahirlerinin bazıları üss-ül-harekelerinden en az bin mil uzakta bulunan Büyük Britanya ve İrlanda adaları arasındaki İrlanda denizine gelerek orada müteaddit İngiliz gemilerini batırırken diğerleri bir Fransız ve İngiliz Marmarası adine seza olan Manş Denizindeki bazı düşman sefainini ka’r-ı bahre indirdiler. Ne yüzlere baliğ olan İngiliz sefaini harbiyesi, ne de Fransızların Şimal kuvveyi hafifeyi taaruziyesi unvan mutantanı ile tevsim ve pek büyük hizmetlerle tavzif eyledikleri üç zırhlı kruvazör yirmi beş muhrip ve on altı tahtelbahirden müteşekkil Şimal filoları bu küçük fakat müthiş gemilerin hücumuna mani olabildiler. Manş’ta dolaşan Fransız torpidoları, taarruza uğrayan vapurlardan birini Le Havre’e kadar getirmekten başka bir iş göremediler. İngilizler bir günde bir düzüne vapuru ka’r-ı bahre indiren bu tahtelbahir hücumlarından dolayı telaş içinde iken Almanlar İngiliz denizlerini mıntıkayı memnu ad eylediklerini ve bu tarafların on sekiz Şubat’tan itibaren bu denizlere sokulması lazım geleceğini ilan eylemek suretiyle İngiltere’yi abluka altına almış oluyorlar. Alman erkânı harbiyeyi bahriyesi de İngiltere’den Fransa dâr-ı-harbine sevk edilecek İngiliz kıtaatı cedidesinin karaya çıkmasına mani olmak için Alman donanmasının bilcümle vesaitiyle İngiliz sefaini nakliyesine hücum edeceğinden bahis ederek bitaraf devletlere mensup tüccar gemilerinin müteyakkızane hareket etmelerini de tebliğ eyledi.

     Almanya hükümetinin bu tebligatı bütün âlemde bir merak hâsıl etti. Acaba Almanlar bu tehditlerini mevkii tatbike vaz edebilecekler mi? İlan edilen ablukanın kati ve biaman muhasara olacağını, İngiliz limanlarına hiçbir sefineyi ticariyenin giremeyeceğini tasavvur etmek tabii doğru değildir.

     Böyle binlerce mil mesafede yalnız otuz kırk tahtelbahir değil, hatta İngiliz donanmasına faik ve her türlü sefainden mürekkep bir kuvveyi azime’yi bahriye bile kati ve hakiki bir abluka vazıına kâfi gelemez. Binaenaleyh Alman tahtelbahirleri tesadüf edecekleri her sefineyi ticariyeyi batırmak suretiyle yeni ve hususi bir nevi abluka tesis edeceklerdir. Bir veya iki tahtelbahir tarafından bir günde bir düzüne vapurun gark edilmesiyle de bil tecrübe sabit olduğuna göre bu yeni usul ablukadan husule gelecek netayiç İngilizler için cidden şayanı endişe olacaktır. Daha şimdiden, henüz bütün tahtelbahir filosu işe başlamamış iken bazı İngiliz vapur kumpanyaları seyr-ü seferlerini tatil etmişler, denize açılmak cesaretini gösteren vapurlar ise pek galî fiyatlarla sigorta edilebilmişlerdir. Aşağıda izah edeceğimiz veçhile Alman tahtelbahirlerinin muhacematına mümânaat hemen hemen imkânsız olduğu için seyr-ü sefain, her ne kadar tamamen munkati olmayacaksa da, pek müşkül ve pek tehlikeli bir şekil alacaktır. Bu halde ise İngiltere’nin kalbğahına müthiş bir darbe indirilmiş ve Almanları aç bırakmak nazariyesi İngilizlerin aç kalması suretine tahvil etmiş olacaktır.

     İngiliz matbuatı U – 21’in muvaffakiyeti neticeyi tesadüf olduğunu ve ilan olunan ablukanın gayri kabil-i tatbik bir blöften ibaret bulunduğunu yazıyorlar. Yukarıda da söylediğimiz gibi İngiltere’yi kati bir surette muhasara etmek kabil olmamakla beraber tahtelbahirlerin İngiliz ticaret bahriyesine son derece müessir darbeler indirmeğe muvaffak olabilecekleri U – 21 numaralı tahtelbahrin Wilhelmshaven’dan kalkıp ta İrlanda denizine ve Manş denizinde Fransa’nın Le Havre limanı açıklarına kadar giderek oralarda müteaddit sefaini gark etmesiyle sabittir.

     U – 21 bu 3500 kilometrelik ve 2000 mili mütecaviz mesafeyi nasıl kat ettiyse tabiidir ki diğer arkadaşları da o suretle İngiltere’nin sahil-i garbiye ve cenubiyesine geleceklerdir. Bu işte tesadüfün dahli ve tesiri ise yalnız batıracakları gemilerin adedinde vaki olacaktır.

     U – 21 bu uzun seferi nasıl icra etti? İstiap edebilecekleri levazımı seferiye tecdid edilmeksizin tahtelbahirler bir defada ne kadar mesafe kat edebilirler? Alman tahtelbahirlerinin evsafı hakkında en yeni Alman salnameyi bahriyelerinde – erkânı harbiyeyi bahriyece esrarı Harbiye’den ad edildiği için – 1915 senesi ibtidasında 28 adedinin hazır ve birçoğunun derdest inşa olduğunu mübeyyin birkaç satır yazıdan başka hiçbir tafsilat mevcut değildir. İngilizce ve Fransızca âsârda da bu hususta pek az malumata tesadüf ediliyor ki bunlar da sefain mezkurenin yalnız tona ve süratlerinden bahis olup bir defada aldıkları levazımla azami olarak kat edecekleri mesafe ile sahayı hareket ve sayii seyirleri hakkında hiçbir kayıt yoktur. Yalnız 1906 da inşa edilmiş olan U – 1 numaralı birinci tahtelbahrin saatte 10 mil süratle ve satıh bahride seyir etmek şartıyla 1400 mil bahrilik bir mesafe kat edebileceği malumdur. Krupp fabrikası tarafından inşa edilen bu tahtelbahir 42 metre tülünde 3,6 metre arzında 235 ton mai mahrecinde ve fevk al bahr 10,9 mil, tahtelbahir 8,7 mil sürati haiz ve 200 beygir kuvvetinde altı silindirli, Körting Hannover A.G. petrol motoru ile mücehhezdir. On kişi ile 24 saat su altında kalabilir. Bir kovan ile üç torpili hamil bulunmaktadır. Diğer Alman tahtelbahirleri hakkında hiçbir âsârda atideki malumat muhtasaradan başka tafsilata dest-res olunamamıştır ki bu, Alman bahriyesinin esrarı harbiye den en ufak bir şeyin terşıhına bile katiyen meydan vermediğine delalet eder. U – 2 den U – 16 ‘ya kadar numara alanlar 1907 den 1911 senesine kadar kısmen Danzig’deki hükümet tezgâhlarında, kısmen de Kiel’de Germania fabrikalarında inşa edilmişlerdir ve takriben 300 ton cesamettedirler. U – 17 ‘ye kadar olanlar ise fevk al bahr 650 ton cesametinde 1400 beygir kuvvetinde Diesel motorlarıyla mücehhez ve satıh bahride 14 mil sürati haizdirler. U – 25 ‘den U – 30 kadar numara alanların ise 800 ton cesametinde ve 18 mil sürati haiz olarak inşa edilmeleri tekerrür etmiş idi.

     İşte Alman tahtelbahirlerinin malum olan tafsilatı bundan ibarettir. Bunlar hakkında istediğimiz malumatı bulamayınca tabiidir ki diğer devletlerin bu nevi sefainini tetkik edeceğiz. Şimdiye kadar tahtelbahirlerin terakkiyatı için pek çok çalışmış olan Fransızların inşa ettikleri muhtelif modelde tahtelbahirler içinde saatte 10 mil üzerine ve satıh bahride seyir etmek suretiyle bir defalık levazımla 2500 mil kat edenler mevcuttur. Nitekim geçenlerde Çanakkale’de gark olan Safir 2000 mil ve ondan daha yeni ve büyük olan Mariotte sınıfı 2500 mil ve İngiliz tahtelbahirlerinden D sınıfı sefain de 2000 mil kat edebilmektedirler. Alman tahtelbahirleri Fransız ve İngiliz tahtelbahirlerinden bu hususta katiyen geride değil belki daha müterakkidirler. Çünkü tahtelbahirlerde sürat ve kat edilebilecek mesafenin uzunluğu hep motorların dereceyi mükemmeliyetine tabi bulunmaktadır. Almanların tahtelbahirlerinin mücehhez bulundukları Diesel motorlarının ise tahtelbahir sefain için dünyanın en iyi ve en münasip motoru olduğu hatta Fransızların bile taht tasdik ve itirafındadır. Binaenaleyh Alman tahtelbahirlerinin de bir defalık levazımla hiç olmazsa 2300 – 2500 mil mesafe kat edebileceklerini kabul edersek hata etmiş olmayız. Tecdid-i levazım etmeksizin 2500 mil kat edebilen bir tahtelbahir uss-ül-harekesinden 1100 ve 1200 mil uzaklara kadar gidip gelebilir ki bu mesafeye de sahayı hareket veya sayii seyr-ü sefer ıtlak olunur.

     U – 21 numaralı sefinenin Wilhelmshaven’dan veya o civardaki diğer bir Alman limanından hareket ederek İskoçya’nın şimalinden dolaşmak şartıyla 1200 İngiliz mili ve İngiltere’nin cenubundan Manş tarikiyle gitmek üzere 1000 İngiliz mili mesafe de bulunan Liverpool açıklarına kadar gidip gelebilmesi tahtelbahirler tarihinde şayanı kayıt bir muvaffakiyet olmakla beraber son sistem tahtelbahirlerin her zaman başa çıkarabilecekleri bir seferdir. Bahusus Alman tahtelbahirleri, Manş tarikini takip ettikleri takdirde ikmali levazım için Belçika sahilinde Zeebrugge’da ahiren tesis edilmiş olan üss-ül-harekeden de istifade edebilirler. Binaenaleyh Alman gemilerinin İrlandalılardan levazim-ı seferiye tedarik etmek suretiyle bu uzun seyahati icra eylediklerini zan etmek doğru değildir. Çünkü haddi zatında pek kıymettar olan böyle bir muavenete mazhar olmaksızın da bu seferi başa çıkarabilirler.

     İşte U – 21 ‘in muvaffakiyetle icra eylediği akın da gösteriyor ki Almanların İngiltere’ye karşı ilan eyledikleri abluka İngilizlerin zan ettiği gibi öyle kuru bir tehdit mahiyetinde kalmayacaktır.

     Alman tahtelbahirlerinin sefaini ticariye ye vuku bulacak hücumlarını İngilizler mani muktedir olamayacaklardır demiştik. Hakikat engiz donanması, bütün o muhib zırhlılarına, saf-ı harp kruvazörlerine, muhafazalı ve muhafazasız seri kruvazörlerine, torpidobot muhriplerine rağmen bu küçük Alman gemilerine karşı pek aciz bir mevkidedir. Tahtelbahirler, yekdiğerine karşı harp edemeyeceği için İngiltere’nin sekseni mütecaviz tahtelbahri de bu hususta hiçbir işe yaramayacaktır. Her sefine ticariye ye bir harp gemisi terfiki kabil olamayacağı gibi velev terfik edilse bile bu suretle sefaini harbiyenin de hücumlara maruz kalması imkânı ihzar edilmiş olacaktır. Sefain ticariyeyi toplarla teçhiz etmek ciheti varid-i hatır olursa da o kadar topu ve bu topları idare edecek binlerce mürettebatı nerede bulmalı? Bahriye topçuluğu esasen son derece fenni ve müşkül bir iş iken tahtelbahirlere karşı müessir bir ateş açmak daha pek çok müşküldür. Binaenaleyh bu topları ticaret gemilerindeki taifenin idaresine vermekten de bir fayda hâsıl olmaz. Mağtus bir tahtelbahrin denizin dalgaları arasında gâh ü bi-gâh görünüp kayıp olan adesesine, bu yarım metre uzunluğunda ince boruya nişan almak medid talim ve mümareselere, müstesna maharetlere mütevakkıfdır. Bu pinhan ve peyda adeseyi vurmak her yiğidin kârı değildir. Her halde İngiliz donanması Alman tahtelbahirlerine karşı ne kadar aciz ise şimdiye kadar Alman tahtelbahirleri sekiz İngiliz sefineyi harbiyesi ve pek çok tüccar gemisini torpillemeğe muvaffak oldukları halde İngilizler ancak iki Alman tahtelbahrini batıra bilmişlerdir. İngiliz sefain ticariyesi ondan bin kat daha aciz ve zebundur. Binaenaleyh bazı Alman tahtelbahirleri tesadüfen düşman tarafından yakalanarak gark edilse bile diğerleri her halde ifayı vazife edecekler ve İngiliz ticaret bahriyesine gayri kabili tamir darbeler indirmeğe muvaffak olacaklardır.

     İngiliz nakliyatı askeriyesinin uğrayacağı tecavüzata gelince: Alman tahtelbahirleri bu nakliyatın icrasına tamamen mani olamasalar bile İngilizleri her halde son derece müşkülata uğratacaklar ve tehlikelere maruz bırakacaklardır. Asker nakil eden gemiler bittabi sefaini ticariye gibi kendi başlarına denize açılmayacaklar, refakatlerinde hafif kruvazörlerden, muhriplerden ve sefaini saire harbiye den mürekkeb muhafız bir filo bulunacaktır. Almanlar, nakliye gemileri kafilesine hücum edeceklerini şimdiden ilan ve İngilizleri tehdit etmekle anlatılan iki maksat takip ediyorlar. Biri: Sefaini nakliyeyi uzaklardan dolaştırmağa ve askeri Fransa’nın dâr-ı harb en uzak limanlarına çıkarmağa mecbur etmek – Diğeri de: Nakliye gemilerini muhafaza için mümkün mertebe çok miktarda sefaini harbiyenin denize açılmalarını temin ederek tahtelbahirler vasıtasıyla hem bunları, hem de yanlarındaki sefain nakliyeyi torpillemeğe çalışmak.

     Almanların bu maksatlarında ne dereceye kadar muvaffak olacaklarını ise pek yakın bir ati bize gösterecektir. Temenni ederiz ki kahraman müttefiklerimiz mağrur ve hain İngilizlere müthiş ve bi aman darbeler indirmek suretiyle büyük muzafferiyetler elde etsinler.

Salı: 27,Kânunusani,1330

Abidin Daver

0486_0033-81_Page_09

Hatırayı galibiyet: Ruslardan belagatnam Erzurum’a nakil olunan ingilat sisteminde altmışaltı şarapneli havi ma toparlak iki aded seri ateşli topun Erzurum’da daireyi askeriye önünde alınan resimler

0486_0033-81_Page_10

Şanlı bir hatıra: Odesa’da (kubanç) ismindeki Rus krevetini batıran Gayret-i Vatâniye muhribimizin kahraman nişancısı Göreleli Haşim bin Yusuf onbaşı ile torpido kovanı.

KÖYLÜ İLE KONUŞMA

     Mutlaka bana darılmışsınızdır. Çünkü çoktan beri görüşemedik. Siz sevdiğinizi unutmayan doğru yürekli baba yiğitlerden olduğunuz için bana darılmağa hakkınız vardır. İyi dikkat edin. Bana her darılan sizin gibi darılmaz. Yüreğinin içinde gizlediği vardır. Yüze güler, babayiğitlik yapar ama ona inanmağa gelmez. Tıpkı İngilizlere benzer. Kahbe İngilizler de böyle değil mi? Yüzlerce sene var; Yüz binlerce Müslümanı kılıç, süngü, çizme altında ezdi. Dine, ırza el uzattı. Şimdi dört taraftan sıkışmış, muttasıl Müslümanları kandırmak için çalışıyor. Hint Müslümanlarına bol keseden vaat ediyor. Ne yapsın? Bu melun, çok sıkıştı. Haberiniz yok mu? Müslüman askeri Süveyş önünde. Mısır yolunda.

     Süveyş neresi bilir misiniz; Süveyş, bir kanaldır. Ak denizi Şap denizine bağlar. Şap denizinden doğru Hindistan’a gidilir. İngiliz’in ruhu orasıdır. Süveyş kanalı bir defa Müslüman askerinin eline geçti mi ne Hindistan’dan hayır kalır. Ne de İngiltere’den. Çünkü para, asker oradan gelir. İngiltere’nin en birinci zoru ise Mekke ve Medine’dir. Oralarını – maazallah – eline alarak dünya yüzünde ne kadar Müslüman varsa kılıcı altında ezmek ister. Sevgili padişahımız Sultan V. Mehmet Reşat han efendimiz hazretleri bütün Müslümanların da halifesi olduğundan, her yerde, her hutbede Emir-ül-mü’minin ismi şerifi anıldığından İngiltere devletimizin en büyük düşmanıdır. O ister ki, bütün Arabistan kendinin olsun. Bunun için çok para dökmüştür. Yapmadığı fesatlık kalmamıştır. Fakat Mekke ile Medine Allahlın hıfzındadır. Oraya göz diktiği için elbette İngiliz belasını bulacaktır. İşte bulmağa başladı. Şimdi titriyor. Yaptığı fesatlığın da hiç hükmü olmadı. Çünkü cenabı hak Müslümanların kalbinden hidayetini eksik etmez.

     Şimdi benim eski ve sevgili arkadaşım. Git abdest al, oradan köyün camiine koş. Bütün köylü toplansınlar. Müslümanlar için dua edin. Eğer Mısırda İngiliz boyunduruğu altında inleyen yüz binlerce Müslümanı kurtarırsak ahir zaman nebisi, peygamberimiz efendimiz bizden hoşnut olacaktır. Hem iyi aklında tut. Bütün cihan şimdi Mısırın kapısındaki muharebeye göz dikmiş, bize bakıyor. Müslüman askeri çöller geçti. O çöl ki, hazreti Musa; Mucize göstererek geçti. Cenabı hak gökten mann ü selva indirdi. Bu gün günden lütuflar yağdıran Allah yine o çöllerde Allah için koşan Müslümanlar ile beraberdir.

     İyi hatırında tut. Mısırın fethi Yavuz Sultan Selim’dir. O rahmetli büyük padişah Kudüs-ü şerife geldiği vakit o zamanda eksik olmayan bazı korkaklar demişler ki;

     – Çöl susuzdur. Ne yapacağız.

     Yavuz gülmüş. Bir taraftan hakka dayanmış. Bir taraftan yine Allah’ın emri vech ile çalışmış. Birçok develer buldurmuş. Suları ona yüklemiş. Allah çalışanı sever. Tevekkelin manası da budur ha, unutma! Önce çalışmak, sonra Allaha dayanmak, Allahtan istemek. Yavuz da öyle yapmış, kazanmış. Çünkü o kum çöllerine senelerden beri yağmur yağmadığı halde Mısıra giden Müslüman ordusu çöle ayak basar basmaz günlerce, seller akmış.

     Bu vakayı tarih kitapları yazar.

     Şimdi bizde çalışıyoruz. Kalbimizin kuvvetiyle kazanacağımıza iman ederek hakka dua edelim.

Donanma

 

SİYASETİ BAHRİYEDE

Hakkın ve zayıf ferdiye ve içtimaiyesi

( 1 )

Siyaseti bahriye ne demektir?

     Cihan düvelide bütün manasıyla yaşamak azminde olan bir millet; Mazi ile alakadar, hale sahip ve atiye hükümran bir meslek muayyen ittihazına mecburdur ki bu meslek diplomasinin, ind-el-icâb, denizlere taalluk eden kısmına siyaseti bahriye “Naval Policy” tabir olunur.

     Bir hükümetin meslek diplomasi ’si, bir zat veya bir zümre tarafından keyf ve arzuya göre çizilemez. Tabiri diğerle bir memleketin coğrafi, askeri, iktisadi ve içtimaı ihtiyacatının tayin eylediği hedef, cebir ile tebdil edilemez. Binaenaleyh, ihtiyacatı umumiye sine ufak olan hedefi memleketin bizzat kendisi tayin edecek ve bu hedefe vusulü temin eden plan “siyaseti umumiye” dahi bilintica münafii vatan marifetiyle tanzim olunacaktır. Şahsen tesiri, memleketin geçirdiği inkilabat mahallikadan, ihtiyacı vatana bir neticeyi salime çıkarmaktadır.

     Keyfi ve gayri tabii usullerle idare edile gelen memleketlerin, lisanı hal ile feryad ve figan eylediği, tarzı idarenin kendisini mevte sürüklemekte olduğunu kemali belagatle haykırdığı zamanlar gelir. Hamiyet-mend odur ki böyle anlarda, memleketin feryadını işitir. Mealini tetkik ve tefhim eder ve takip edilen usuldeki yanlışlıkları tashih ve hedef âmâl memleketi mevkii hakikisine tahvile çalışır.

     Mamafih, yazık siyasetini tayin için bu gibi felaket günlerini bekleyen zavallı milletlere! Bir milletin istikbali karada ise ve müdirân-ı umûr sırf kendi arzu ve heveslerini temin etmek veya yanlış ve mecruh mülahazat indiyelerine tabi olmak üzere hedef siyaseti denizlerin maverasına isal etmişlerse akıbet karadan bir felaket gelecek ve o zaman hatayı idari çır çıplak meydanı teessüre çıkacaktır. Napolyon Bonapart’ı Moskova’nın müncemid vadilerine kadar çekerek ona – ana bozgunluğundan sonra – ikinci darbeyi helaki uzun Rusya çarlığı Avrupa’nın en kavi bir devleti berriyyesi olmak yolunu tutmuştu. Bilahare gafil ve mağrur bu yarlar; Rus siyasetine denizlerde bir hedef vermek istediler ve onu bir taraftan Karadeniz tarikiyle Bahr-i Sefid’e, diğer taraftan Sibirya ve Mançurya’dan Büyük Okyanusa ve aynı zamanda Baltık’dan Atlas Denizlerine çıkarmağa çalıştılar. Bunun neticesi olmak üzere Rusya, en az alakadar olduğu bir sahayı seyyal üzerinde denizlerin hâkimiyle karşı karşıya geldi. Nagehan’ı bir silleye uğrayarak yalnız denizde ve Mançurya’da değil, belki Avrupa’da bile haiz olduğu nüfus ve kudreti zayi etti.

     Bilakis, bir milletin istikbali denizde ise ve müdirân-ı umûr aynı esbab-ı indiyeden naşi bunu karalarda görür ve ona tevcih ederse çok zaman geçmeden o millete denizden bir musibetin geleceğine şüphe yoktur. Buna uzaklardan misal aramağa hacet yoktur. Üç buçuk asırlık tarih ahiriyemizi göz önüne getirmek kâfidir.

     Bir memleketin siyaseti umumiyesine en muvaffak temelin ne olmak lazım geleceğini en evvel hudutlar söyler. Bu memleket ki biran tevsi-i hududa mukadder veya muftekır olmayan memleketlere misal olarak Japonya ve İngiltere gösterilebilir. Bunlardan birincisi, Sahalin adasının nısfı ahirini de aldıktan sonra memaliki asliyesi üzerinde daha ziyade tevsi-i mülke muktedir değildir. Zira o arazide malik olmadığı toprak kalmamıştır. Hâlbuki sene-be-sene artan nüfusta, ticaret ve sanatı hududu asliyesi dâhiline sığamamağa başlamıştır. Bu hükümet başka kıtalarda toprak edinmeğe mecburdur. Bunun için ise denizler aşmak lazım gelir ki, bu da köklü bir donanmanın vücuduyla mümkün olur.  İngiltere serdettiğimiz nazariyeyi İskoçya ve İrlanda’yı ilhak ettiği günden beri kemali sebat ile takip ediyor. Londra hükümeti için Büyük Britanya’da tevsii arazi kabil değildir. İngilizler, uzak kıtalarda büyük malikânelere vasi mahreçlere, zengin membalara muhtaç olmuşlardır. Binaenaleyh İngiltere, siyaseti umumiyesini denizlerin hâkimiyetini esasına bina eylemiş ve asırlardan beri bu davayı, her türlü müşkülata rağmen bilfiil ispata bezl muktedir edegelmiştir. Kanada’yı ilhak ve cenuptan Panama kanalına kadar gelen araziye vaziyet ettiği günden itibaren şimali Amerika hükümeti de aynı vaziyete gelecektir.

     Biran tevsi hududa müftekır olmamak ve zait coğrafya itibariyle tevsii mülke meyil edememek demektir. Maalesef kıtaatı hamsenin (beş kıta) hiç birinde buna misal gösteremeyeceğim. Öyle hakikatler vardır ki izharı ezharından iblağdır. Devletler doğar; Büyür, durur. Sonra küçülüp istihale eder. Bütün bu edvar muhtelifede devletlerin – insanlar gibi – muaddelerine bazı şeyler iner. Bunlar; Vilayetler, kıtalar, kavimler ve milletlerdir. Doymuş ve yuttuklarını hazma başlamış olan devletler, tıpkı coğrafiyi askeri icabınca tevsi iktidarından mahrum olan hükümetler gibi, yeni lokmalar yutmaktan muhteriz olurlar. Onlar, sahayı beynel düvelde karadan ancak bir kuvveyi tedafüiyye (savunma) edinmekle yaşaya bilirlerse de, servet ve refahın tenahi kabul etmez bir menbağı daimisi olan deniz sahnesinde tesis ve idameyi nüfus ve tahkim için kuvvetli filolara arzı ihtiyaç ederler.

     Başka memleketlerde bedihiyyât (açıklık) sırasına girmiş olan bu keyfiyet, devletin siyaseti umumiyesine deniz sahnesinde bir temel kurar. Bu temel de siyaseti bahriye olur. Şimdi bir şeyi eksiktir; Program.

     Zaten, ferdin hayatı gibi bir hükümetin hayatı da lâ-yenkati’ (durmadan) bir mübarezeden (mücadele) ibaret değil midir? Esası mübareze olan bu hayat, sulh ve harp haletlerinin (hâl) takibinden terekküb (bileşim) eder. Sulh halinde mübareze kansız, harp halinde ise kanlıdır. Ve bir harp, nasıl bir “fenni harp” kuvvaidi saniyesine muhtaç ise sulh ve harpten müteşekkil olan mübarezeyi umumiyenin heyeti mecmuası da kendine mahsus bir fenni azimin kuvvaidi sabitesine istinad zaruretinde bulunmaktadır. Bu müşâbehet (benzeyiş), layıkıyla ihata edebilmek üzere, canlı bir misal üzerinde takip eylemek lazımdır.

     Ana vatanı, karadan gayri kabili tecavüz olan Japonya’nın istikbali denizlerdedir. Binaenaleyh bir büyük ve esaslı siyaseti bahriyesi vardır. Japonya, mübarezeyi hayatta bu siyasetin icabatını tatbike mecburdur. Şimdi, mübarezeyi hayatı devamlı bir harp olmak üzere nazarı itibara alarak fenni harp kuvvaidi esasiyesini birer birer bunda arayalım:

     1 – Mübarezeyi hayatta, Japonya’nın ana maksat “principal object”ti nedir?

Hiç şüphe yoktur ki bu suale: (mübarezeyi hayatta muzaffer olmak) şeklinde kısa, fakat umumi bir cevap verilebilecektir. Muharebeden maksat muzaffer olmak değil midir? Japonya istiyor ki nüfusu artsın, artan nüfus mesut ve müreffeh yaşasın. Satveti hükümet afakı tutsun. Hükümran olduğu yerler her türlü taarruzattan masun kalsın…ilh.

     2 – Japonya bu ana maksada ne “vasıta = Course” ile vasıl olabilir?

Mader vatan (ana vatan) yirmi seneden beri Japonlara dar gelmeğe başlamıştır. Yeni arazi ise donanma ile kazanılabilir. Japonya’nın refahı denizlerin arkasındadır. Binaenaleyh Japonlar, maksatlarına kuvvetli filolar vasıtasıyla gidebilirler.

     3 – Ferdin olduğu gibi devletlerin de ana maksada doğrudan doğruya vusulü mümkün

olamaz. Bu merdivenin otuz kademesinde ayrı ayrı basmak külfeti, en üst kademeye çıkmak maksadıyla ihtiyar edilir. İşte bu kademelere basmak emeli, ferdi ana maksada isale hadım bir takım “tali maksatlar = Secondary Objects” ve kademeler dahi bunlara mütenazır “tali hedefler = Secondary objectives”dir. Bu misal ferdi hayatın bütün safahat ve şeraitine tatbik edilebilir. Her tatbik esnasında maksat ve hedefler kesbi azimet eder, genişler. İki hükümet arasında cereyan eden bir harpte dahi ana maksada gidilmek için evvel emirde vusul (ulaşım) icab eden bir takım tali maksatlar vardır ki bunların hedeflerinden her birine vasıl olundukça maksadı usuliye biraz daha takrib (yaklaşım) edilmiş olur. Japonya’nın yukarıda icmal ettiğimiz ana maksadına merbut olan ana hedef, Büyük Okyanus’ta hâkimiyeti katiyeden ibarettir. Ancak hükümeti mezkure ana hedefine doğrudan doğruya gidemeyecektir. Ondan evvel birçok tali maksatlar takibine ve bu sebepten birçok tali hedeflere vusule mecburdur. Acaba bu tali maksat ve hedefler nedir?

     Japonya, Aksâ-yı şark (uzak doğu)ta Çin nüfusuna mühim bir darbe vurup Formoza adasını almakla işe başlamıştır. Çin imparatorluğunun donanmasının mahvıyla hitam bulan bu musârea (mücadele), denizde Japon nüfusunun mebde’ (başlangıç) tesisdir. Bundan sonra Japonya daha müşkül bir işe hazırlanmış, kendine ait olmak icab eden sular ve topraklardan Rus nüfusunu da tard eylemiştir.

0486_0033-81_Page_13     Bunlarla mı? Galebe!!!.                                     Moskof ordusunun iç yüzü:

0486_0033-81_Page_13.jpg-2Moskof Generali: heyûlâi tekebbür

bu iki muvaffakiyet, Japonya’yı ana maksadına iki adım yaklaştırdı. Şark-ı baidde (uzak şark) Japon tahkimi his edilir bir dereceyi buldu. Fakat daha arada geçilecek süddeler (kapı) uçurumlar vardı ve vardır. Japonya harbi umumide İngiliz ittifakından bilistifade Tsingtao (Qingdao) limanının zaptıyla kendi denizlerinden Alman elini çekmeğe fırsat bulmuştur.

     Gayri kabili red ve cerh olmak üzere iddia edilebilir ki Japonya’nın bundan sonra nasibi enzar edeceği nokta, Filipin adalarıdır. ( Mehaza her lahza yeni bir sahneyi tahvil arz eden harbi umumi edvarının yerinde Japonya hükümetinin ittifak şeraitince deruhte ettiği işlerin bittiğini beyan ederek şark-ı baiddeki Fransız müstemlekatına hücum etmesi de gayri mümkün değildir). Coğrafi-i askeri noktayı nazarından Filipinler, ya Avustralya’da tesis edecek bir hükümeti bahriyeye, bu olmadığı surette Japonya’ya aittir. Antiller yüzünden İspanya ile harp eden Amerika, bade harp Filipin adalarını da elde etmeğe 1823 de bizzat vaz eylediği bir kaidenin haricine çıkmıştır. Zira o zaman hükümeti müttehide hariciye nezaretinde bulunan Sir Adams demişti ki:

     <<ilmi siyasette de, cazibe kanunları gibi bazı kanunu sabite vardır. Rüzgârın tesiri ile sakından (sap) kopan bir elma, cazibe kanunu mucibince nasıl mutlaka arza düşerse, ispanya ile rabıtası cebren kat edilecek ve bu hal ile muallakta kalamayacak olan Küba adası dahi yalnız şimali Amerika hükümeti müttehidesine doğru cezb olunacaktır.>>

     Vukuatı atiye, Sir Adams teeyyüd (pekişmek) etti. Amerika donanması Küba’yı İspanyadan koparır koparmaz, Antiller Amerika’nın aguşu tasarrufuna düştü.

     Fakat aynı zamanda Amerika, başka bir devlete karşı İspanya vaziyetinde kalmıştı. Bu gün Sir Adams’ın kaidesi, Filipin adalarına aynen tatbik edilebilir. Bu adaların bulunduğu denizde Japon nüfus vukuatı gittikçe artmaktadır. Müttehide Amerika, hem şerefini hem de garbını muhit olan iki büyük okyanusta müsavi bir sahayı nüfus ve tahkim tesis edebilecek mevzuda değildir. Japonya ilk fırsatta Filipinlere atılacak ve Japon filoları, bu Cezayir’in Amerika ile rabıtasını kesre çalışacaktır ki o zaman, aynı kâğıda iktizasınca, Filipinlere, sakından kopan bir elma gibi muallakta duramayıp, <şems-i tâli’> hükümetinin cazibesine kapılacaktır. Binaenaleyh Japonya’yı ana maksada yaklaştıracak ikinci tali hedef Filipin adalarının zaptı ve bu suretle Büyük Okyanusta Amerika hüküm ve nüfusunun kesri olmak lazım gelir.

     Buna muvaffak olduktan sonra Japonya, silah tecavüzünü müttefik İngiltere’ye tevcih edecektir. Britanya hükümeti, şayanı imtinal bir plan ve sebat ile her denizin kapısına bir İngiliz nöbetçi koymuş ve bütün sefaini ecnebiyenin kendi kontrolü haricinde denizden denize geçmesine mani eylemiştir. Yeni küşat edilen Panama kanalının bu babda istisna teşkil ettiği hatıra gelebilse de Panamanın sağında ve solunda birçok adalara, limanlara ve istasyonlara malik olan İngiltere’nin icabında bu yeni hemrede hâkim olabileceği nazarı mülahazaya alınmalıdır.

     İngiltere kraliyetinin Avusturalya kıtasına açılan kapılarından en mühimi Malakka Boğazıdır. Japonya bu kapıyı kapamadıkça onun maverasındaki İngiliz müstemlekatına el uzatamayacaktır. Malum olduğu üzere Malakka’nın bir tarafı İngiliz ve diğer tarafı Felemenk hükümetine ait ise de hemrin onun idaresi İngilizlerin elinde bulunmaktadır. Japonya için, şebh cezirenin (yarım ada) kısmı cenubisine hücum etmektense, Sumatra’ya Felemenk hükümetinden almak elbette ehven-i şerr’in olmakla beraber bu hususta Japonya’nın takip edeceği plan her neden ibaret olursa olsun, karşısında gayet vasi müdafaa teşkilatıyla İngiltere’yi bulacağına şüphe yoktur. Bu, İngiltere ve Japonya arasında müthiş bir mücadele olacaktır.

     Misalimizi münhasına (bildirim) kadar yürüte bilmek üzere farz ediyoruz ki, Japonya Malakka boğazına hâkim oldu. İngiliz bahriyesine Avustralya’nın bu kapısı sedd etti. Ondan sonra Avustralya’nın yüzlerce adaları üzerinde cari olan bütün nüfus ve saltanatına Büyük Britanya hükümetinin birer birer veda etmesi zaruridir.

     Büyük Okyanusun ötesini berisini işgal eden, küçük hükümetlere ait müstemlekeler bu arada temizlenebilir. Japonya’nın her halde en son tali hedefi Malakka maverasında İngiliz saltanatına hitam vermekdir. Şu nokta bilhassa hatırdan çıkarılmamalıdır ki Japonya, birer birer temhid (yayma) edilen tali hedeflerine hücum ve muvasalat etmek için uzun yıllara, belki asırlara muhtaçtır. Bu esnada ise cihan düvelide ne gibi tahviller, inkılaplar tahdis (söyleme) edeceği tahmin olunamaz. Siyasetinin esasını bu ana maksat üzerine bina etmiş bir Japonya. Avrupa’nın, Asya’nın ve Amerika’nın her meşgalesinden – kendi maksadına hadim – bir parça koparacaktır. Bu harben olduğu gibi icabında sulhen ve icabında müsellah (silahlı) bitaraflık vasıtasıyla ve daha birçok suretlerle mümkin-ül husuldür (geçerli sebep) ki bundan da siyaseti bahriyenin takibinde yalnız filoların değil, belki en ziyade diplomatların mühim ve ağır vazaifi olduğu neticesi çıkar.

İşte siyaseti bahriye namıyla serlevha ittihaz ettiğimiz mevzu, böyle vasi ve zaman ile sebata müstenid bir meslektir. Milletlerin her günü evvelki ve sonraki günlere merbut olmalıdır. Azimkâr ve derin bir siyaset, her harbi kendisini ana maksadına biraz daha takrib etmek emeliyle kabul eder.

0486_0033-81_Page_14şeb mestanenin yaveri hası olan garson ile Moskof generali

0486_0033-81_Page_14.jpg-2Moskof zabiti – ne ki gerek bu kadar devletle uğraşmak! Hurra da at votkayı gövdeye yerinde rahat ve el selam

Hadiseler mutlaka bir harp doğurmaz. Hadisatın kapanması harpten maada bir çok tariklerle temin edilebilir. Rus – japon harbinde Zinovy Rozhestvensky filosu Havel önlerinde İngiliz haysiyetine büyük bir darbe vurmuştu. Bu hadiise birden bire büyüyerek Rus – İngiliz münasebatını görmüş ve hatta ağır yaşlı İngiliz matbuatı;

     <<. . . . .Aksâ-yı şark’ta bu derece meşgul olduğu bir zamanda bile Rus filosu, İngilizlerin suratına bu kadar şedid bir tokat vurabildikden ve İngiltere dahi bunu hazım ettikten sonra, o muhteşem ve muazzam filolarımızın ne lüzumu kalmıştır?>>

     Suretinde feryada başlamıştı. Bilahare görüldü ki İngiltere bunu bir namus ve haysiyet meselesi ad etmeğe lüzum görmedi ve Lahey sulh mahkemesinde pazarlığa girişerek Rusya’dan birkaç milyon koparmakla iktifa etti. Bu, siyasette itidale güzel bir misaldir. 1905 te İngiltere için Rusya ile bir harp çıkarmağa ihtiyaç yoktu. Aksâ-yı şark’da tesis edip ingiltere’yi Japonlarla ittifaka sevki icbar eden Rus nüfusu, ingiltere’nin müttefiki vasıtasıyla kırılıyor. Rusya’nın Baltık filosu da hiç şüphesiz harabeye doğru gidiyordu ki İngiltere için o zamana göre maksatta bundan ibaretti. O halde, asabi insanlar gibi, Rus filosunun bir sehvesinden (yanlış) namusunu cerihadar oldu, farz ederek harbi Avrupa’ya sirayet ettirmekten İngiltere, daha fazla ne kazanabilirdi? 1905 harbi hiçbir İngiliz topu patlamaksızın Rusları denizlerden çekmişti. Bizzat İngiltere Rusya’ya ilanı harp etmiş olsaydı, İngilizler için bu muvaffakiyetin husulü şüpheye düşecek ve Britanya hükümetinin başına başka felaketler davet edecekti.

     4_ Ana maksadı ve tali hedefleri bu suretle tayin eden Japonya’nın, bu maksada vasıl olmasını temin için ittihaz edeceği asırlık planda, hududu esasiye nelerden ibaret olabilir?

     Bu, diplomasi ile fen harbin biri birine karıştığı o kadar vasi, müşkül ve ağır bir meseledir ki bu kalemle ona cevap vermek yalnız gülünç olmakla kalır. Böyle bir plan bir kağıda çizilemez. Bir mektupta tedris edilemez. Bir kitap ile tarif ve tasrih olunamaz. Veya bir kadeh şurup gibi efradı millete bir anda içirilemez. Hedef esası bir kere tayin ettikten sonra, ana planı çizecek zaman ve hadisattır ve zaman ve hadisatın çizdiği planı tashih edecek, yine odur. Mehaza siyaseti umumiyesine bahri bir istikamet veren bir hükümet, vesaiti gûnâgûn (rengârenk) ile âmâl ve maksadını ve ihlafına telkih (aşı) edebilir ki işte bu noktada mevzua, sadedi asliyemiz olan halkın ve zaif-i ferdiye ve ictimaiyesi meselesine intikal eder.

15,Kanunusani,1330

(*)Imperial Navy were designated SMS, for Seiner Majestät Schiff (His Majesty’s Ship).

HIRSIZ

     Oh bilmem niçin, ey hayali müebbet (sonsuz), birden gecenin bu çok ilerlemiş ve senden başkaları ile o kadar dolu gündüze yaklaşmış tenha saatinde yine seni düşündüm. On sekiz, yirmi senelik bir ricat… Ve işte şu nim ziyadar odamda, her zaman perişan ve solgun hayaletimle meskûn masamın başında on üç, on dördüncü ömr-i senelerini süsleyen o heyecanlar, şadanlıklar (neşe) gülizarına bir hırsız gibi yavaş, haif (korkak) sokuldum. Bir beyaz saçlı hırsız ki; Dudakları, ayakları ra’şeli (titrek) ve gözlerinde yaş var. Geride bıraktığı hayatına korka, korka giren, oradan bir şey, kıymetli bir şey, hatta bir gencecik değil, fakat bir kurumuş yaprak çalmak isteyen bir hırsız…

     Evet, pek yavaş, bir korkak gibi, hatta hürmetkâr oraya yürüyor, yaklaşıyorum. Çünkü his ediyorum ki, sen oradasın. Titriyorum. Şimdi ancak orada var olan seni uyandırmayayım.

     Oraya yetişen nim muzlim (karanlık), sarp yolu yalnızlığıma dayanarak sürüklenirken iki tarafındaki gölgeliklerde oturmuş birçok felaketlerim, seyyidatım şimdi avdete çalışan bu beyaz saçlı ve artık helak olmuş refiklerini tanıyarak derin bir elemle ayağa kalkıyor ve felaketin ihsas ettiği bir hürmetle selamlıyorlar.

     Oh, işte! Lakin daha yavaş ey bedbaht hırsız! Çünkü ihtimal hemen şu yeşil, mücella nefti yaprakların arkasında, ey hayali müebbet, sen varsın. Belki etekleri lahuti (ilahi) güneşlerin hançer-i şuââtı (ışık) ile koyu gölgenin sineyi ârâmışında (dinlence) uyuyorsun. Uyandırmayayım!

     Zaten ne için ve neye?

     Ben şuracıktan evet, bir gonca gül bile değil, yalnız bir kuru yaprak, nesim lütufkârın uzaklaştırmağa çalıştığı şu kırık, sarı ve ölü şeyi çalarak sana duyurmaksızın yine zulmette kaçacağım.

     Af et bu hırsızı!

.     .     .     .     .

     Evet, şimdi benim değil yalnız senin muhiti kanunun, aşiyan-ı bedâyi meşhûnun (benzersiz doluluk) olan oradan başka, fazla bir şey almağa muktedir değilim. Sen hayatı hayat eden, şebab (gençlik), aşk ve fazilete ruh veren o nesim samedâninin (ilahi) temevvücatı sükût etmeden, muhitimizdeki perilerin hicap ve yeis ile kaçtığını görmeden, zambakların, gelinciklerin ayaklarını artık öpmekten çekindiklerini his eylemeden bu hıyaban renk ve nur içinde – daha vatanın aziz hududunu geçmeksizin bir kurşunla düşen bahtiyar nefer gibi biraz erken, lakin pak düşüp öldük. Burası, müebbeten senindir.

     Ben ise fütuhat ümitleriyle dolu ve senin cesedine sadece bir nazar-ı veda atarak kılıç şakırtıları, baş döndürücü top ulumaları, tahakküm, kumanda naraları içinde hududu vatanı terk ederek bu yabancı, korkunç diyara girdikten sonra birer birer keskin kılıcımın kırıldığını, parlak süngümün körlendiğini, altın nişanlarımın siyah, sefil çamurlara düştüğünü gördüm. Ve korkunç, cehennemi mukavemetler önünde, kayalardan yükselen siyah kayalıkların istihkar (hakir) eteklerinde meşum ve sefil aczimi his ettim. Git gide yorgunluğun demir mengenesi dizlerimi büktü. Yakar, aldatır yıldırımlar nuru nazarımı söndürdü. Ölümün karlı nefesi çıplak atımı ürpertti. Mütehaşşi (korkan) ve meyus, parçalanmış ve bitap olduğum halde bir siyah, nihayetsiz bataklığın timsahlar yuvası gibi kirli ağzını bana açmış kenarında diz çöktüm. . .

     Kumanda gürlüyordu:

     – İleri! İleri!

     Lakin ben:

     – Artık gidemem!

Diye haykırdım.

     Ve birçok – belki benden cesurlar – o siyah çamurlara atılarak hala ilerlemek isterken ben, bu yaralı hayatım, parçalanmış ayaklarım ve artık şecaatsiz kalbim, beyaz saçlarım ile döndüm. Sendeleye sendeleye işte bu gece, bu zulmetten, bu kimsesizlikten istifade ederek senin daima bahar ve nur olan muhitinden bir gül, bir gonca bile değil, fakat sadece şu ölü, kırık, solgun yaprakçığı çalabilmek için buraya sürüklendim.

     Siz bu bedbaht hırsızı af ettiniz, değil mi?

Teşrinievvel,1330 Göztepe

Ali Rıza Seyfi

 

BİR BAHİS ETRAFINDA

İdman

     Mecmuamızın 79 / 31 numaralı nüshasından idman vukuatı hakkında verdiğimiz malumatı tenviren Fenerbahçe kulübünden bir izah name aldık. Şu kesret (çokluk) münderecat arasında varakanın uzun olması ve hassaten bazı şahsi hücumları da ihtiva etmesi maalesef aynen adem-i dercini icap eyledi. Yalnız varakanın mealini yazacağız:

     Varakada bu sene teşkil edilen İstanbul futbol birliğinin şeraiti makule tahtında teşekkül etmeyerek efrad arasında adem-i tenasüb-ü kuvva olduğu ve Fenerbahçe’nin birlik teşkili için yapılan içtimaa davet edilmediği ve bundan dolayı o birliğe iştirak edilmediği şilt meselesine gelince; intizamı ve mahareti yalnız kendilerinde görenlerden maada cemiyetlerin de birincilik davasında bulunabileceğini ispat için şiltin iade edilmediği zikir edilmektedir. Mecmua yalnız mâ-vaka’ (olup geçmiş) nakil ile iktifa ve kulüpler arasında temadisini arzu eylediği muhabbet ve muvâdatın inkisarına mucib olacak varakaların dercinde arzı mazeret eder. Zaten yevmi gazetelerde derci sütun edilmesi bile idmancılarca hoş görülmeyen öyle münakaşatın mecmuada yer bulabilmesi muvafık olamaz. Binaenaleyh bizim bu babda söyleyeceğimiz son söz; Gençlik terakkiyi, tashih ırkı emel edindiyse onu idmanla, terbiyeyi bedeniye ile elde eder. Bu hususta – alelhusus münafese (haset) şeklinde – vâhi (manasız) münakaşat bir üçüncü hüküm olmadıkça hal edilemez. Çünkü gönderilen varaka münderecatı da yarın bir tekzibe uğrar. Tarafından hangisinin sahibi hak olduğunu ise mecmua tetkikte duçarı müşkülat olur. Elhasıl cidden temenni ederiz ki, artık o münakaşat yerine ciddi esaslı, musabakat kaim olsun.

     Bilmünasebe tekrar olunduğu veçhile milletin olan mecmua; taarruzatı şahsiye bahsini hiçbir zaman kabul etmez. İdmancılığın zaten sporun aldığı ehemmiyetle münasip bahisler ile programımızı tevsi etmekte cümleyi emelimizdendir. Fakat mesele; tarafeynden hangisinin olursa olsun zühulü neticesinde şahsiyat vadisine intikal edecek olursa idmancılık gibi faideli bir bahsin hitamına kail olmak teessüfi içinde bu gibi yazıları derç etmekte ilanı mazeret eyleriz. İdmancılığın her türlü mübâhasına; ruh-u maddeye ve fenne (teknik) ait olmak şartıyla tenkidata sahifelerimiz küşadedir.

     Gençlik; İfrat ve tefritten (aşırılık) kurtulmalıdır. Bizi asıl bu cihet sevindirir. İstihdaf (hedef) olunan gaye hep birdir. O gayeye ayrı ayrı yollardan dahil olmak isteyenler yekdiğerini rencideyi kalb etmemelidir. Mecmua; Şu bahiste bitaraftır. Yalnız ister ki, mübahese (tartışma) her zaman ümit edilen itidal ve bilhassa esas fenni dairesinden harice çıkmasın.

0486_0033-81_Page_17Şedâid tabiat, gülle, ateş, ölüm karşısında göz kırpmayan: Alman nöbetçisi

Hilâlin manzara-i dil-firîbi ise üç fedakâr müttefikin muzafferiyeti atiyesine ne parlak şahid oluyor.

SANCAĞA RESM-İ TA’ZİM

     Donanma mecmuası karileri pek güzel taktir ederler. Bir milletin timsal namusu ve şehameti olan sancağa ta’zim hususunda öteden beri gösterdiğimiz kayıtsızlığa mecmua; Bigâne kalmamış, sırası geldikçe ihtar suretinde vazifesini ifaya çalışmıştır. Ceraid-i yevmiyede okunduğu üzere ahalinin sancağa karşı resm-i ta’zimi ifası mecburiyetine dair hükümeti seniyyece bir karar ittihaz olunmuştur.

     Böyle bir karardan sevinmemek mümkün değildir. Gönül isterdi ki; Bizim milletin ananesine pek muvafık gelen hükümetten ihtar, hükümetten rehberlik kaidesi de bu işte olsun ona sorulmamış, halk sancağa resm-i ta’zimi kendiliğinden ifa etmiş bulunsun. Öyle olmadı, olamadı. Erbabı dikkatin fiili ve kavli (sözlü) ihtaratı bugün bir nizam şeklinde tecelli eyliyor. Ümittir ki bu nizama velev bir kişi olsun adem-i riayetle maneviyat ve haysiyeti millet mahkemesi önünde müttehem düşmeye.

 

BÜYÜK ALEV

İle bağırır ve ekseriya bir gondolcu, mümasil bir seda ile cevap verir; Az sonra gondollar karşılaşırlardı.

     Grasia, bahsi değiştirerek sordu;

     – niçin bu gondollar, hep böyle sim siyah. Çerheleri, tahtaları, kordonları, saçakları, hepsi niçin böyle sim siyah!

     Ferrante, bir cigara yakıp içmeğe başlayarak cevap verdi;

     – Cumhuriyetin matemini tutarlar da onun için.

     – Sahih mi? Grasia, onun yüzüne bakarak tekrar sordu.

     – Tamamen sahi.

     – Oo… Kederli şey… Dedi. Ve müteessir olmuştu.

     Kanarocio mahallesinin küçük evleri görünmeğe başladı. O evler küçük, pencereleri ailevi deliklerle müzeyyen idi. Oralarda müesses olan şey, kadın tahta kunduralarının berbat madam ve bi intihası idi. Güneşte kumral çocukların kaynaşan gelip gitmeleri. Siyah ve gür saçlı minik kadınları. Küçük kalın kırmızı ciltli, kıllı, palabıyık, aynı zamanda şen ve manidar bir tarzı mahalli tekellüm ile mütekellüm erkekleri vardı. Böyle iken, biraz önünde, gitara çalgıcıları, toprağa oturmuşlar: Bir kadın, kapının kemeri altında ayakta, tiz bir sesle, şark zevkine yakın, setraga dedikleri bir melope ateğini ediyordu ki, buna, bir kadın ve çocuk kalabalığı her nakaratta yüksek ve karpışık seslerle iştirak ediyordu.

     Grasia, yastığına dayanarak, rahat ettikten sonra:

     – Burada, şöyle bir eğlence, âlâ dedi.

     Gondol, bir köprücüğün kemeri altında bir muadiiye – yahut pot (1) yanaşarak durdu. İki âşık, sükût içinde idiler. Gondolcu dinleniyordu. Setraga nağmesi, bir İstanbul yahut Cezayir türküsü gibi devam ediyordu. Çalgıcılar ve şarkıcılar, gondolun bu iki efendisini, sık sık göz ucuyla tetkik ediyorlar. Giderek musiki hafifliyor, aşagılayor. Sanki bu yabancıların huzurunda cesareti kesiliyor gibi idi. Çevik bir kız çocuk, bir halkadan öbürüne merbut ipe, kırmızıya boyanmış, yün şalı kurutmak için sermeğe uğraşırken, durdu. Eliyle yüzünü kapayarak yabancıların gitmelerine müterakkıb (bekleyen) kaldı.

     Garsiya; – haydi gidelim, bu iyi insanları rahatsız etmeyelim. Dedi.

     Ferrante cevap verdi. – kanaracio, fakirler ve işçiler köyüdür. Yabancılara az alışkındırlar.

     Gondol açıldı. Her şey, şen ve şatır diyalet, tahta kunduralar darbesi setraganın İstanbulvari nağmatı, tekrar başladı. Bir hayli gittiler. Pek az gondollara tesadüf ettiler. Bir anda, vasi ve tenha bir kanalın içinde bulundular. O kadar vasi, bihareket suyu o kadar bulanık, o kadar bir hava hazin ile mevcedar, bir kanal ki, Grasia, aldığı tesirata galebe edebilmek gayretiyle gondolcuya, bu kanalın adını sordu.

     Gondolcu cevap verdi:

     Orfano “öksüz” kanalı efendim.

     Azim bir hikâyeyi feci ki, yüzlerle senelere ait.   Meşum ve müthiş. . . Tekmil o mahkemenin hikâyesi… O, masumlar yahut o krallar ki, cumhuriyetin boğucu mahpuslarında günlerle, aylarla işkence edildikten sonra, karanlık bir gecede, sessizce boğulmuş olmak gondolun zalimkâr “filse”si altında, Orfano kanalının derin sularına atılarak, son seyahatlerini yapmışlardır. Bu hikâyeyi feciye, arzularına rağmen, bütün ra’şat tevehhimle, huzuru hayallerine girerek, bunun şimdi de olabileceğini tasavvur ettirdi. Grasia, dikkatle suya bakarak:

     – Suyun ka’rı iskeletlerle dolu olmalıdır. Dedi. Ferrante

    ( 1) – birkaç sene mukaddem neşir etmiş olduğum İtalyan Edebiyatı parçalarında muadiye için, böyle bir istitrad yaparak, bunun Türkçesini öğrenemediğimi yazmıştım. Bugün öğrendim. Maliye müfettişlerinden Muhtar Bey ve diğer arkadaşım bana temin ettiler ki, Sakarya’da, Diyarbakır, Kastamonu, İzmir taraflarındaki nehirlerde bir sahilden diğer sahile insan, eşya, hayvan taşıyan mavna gibi meraketi nehriyeyi pot derlermiş. Şemsettin Sami Beyin Kamus-u Türkî’si, bunu teyid ediyor.

     – mabadı var –

 

NASIL GİTMİŞLER

       Seydi bin Nur 31,Mayıs,1911                                                    on beşinci makale

     Nihayet Homs’a vasıl olmuştuk. Beyaz, cüssesiz hemşehriler emsaline nispetle pek geniş yollar, bu şehir otuz sene evvel, mevcut, değildi. Bu halk dağınık perişan bir halde idiler. Şimdi o eski dağınıklık buhrân içindedir. Evvelki Hams, nevzad ile karşı karşıya gelmekten korkulur. Hudutları biri birine pek yaklaştıran üç tane, hidra evlik denizin üzerinde dümen savuruyor. Sirenenin ib’âd (uzaklaştırma) muhtelifesine isal ediyor. Onlar bana “Yaç” ın ve Southampton’ın (1) nağme kârlarını düşündürüyor.

     Mutasarrıfı ziyaret ettik. Bi inzibat bir genç Türk idi. Simasında bir ifadeyi yakaza (uyanıklık) var. Fransızcayı iyi söylüyor. Masasının üzerinde “René Pinon”un (Afric sur Meditarranea) kitabı duruyor. Cigaralar, kahveler içtik. Mutat dört beş yavan kelime teati ettik. Sonra ayrıldık.

     Çıkarken kapının önünde Kont Safursa’ya rast geldik ki, at üzerinde henüz vasıl oluyordu. Misyonerin birkaç adım önünde bir jandarma, piş-darlık (öncü) ediyordu.

     Misyoner deniz kenarına fener kulesine yakın indi. Müselles-l şekil altı çadır, denize birkaç metre yakına sıralandı. Etrafta eşya pek çok yığılmıştı. Yirmi deve oracıkta çökmüş ve yirmi beygir otlak taraflara yayılmıştı. Meydanlık hâkim, İtalya namına şenlik yapıyor idi. San Kilimppo’nun Safursa’nın Rusellinin simaları, kutlu bir ifade gösteriyordu. Bu tesadüften benim mesut görülüyorlardı. Çadır altında birer çay içtik. Müselles çadırın açık zaviyesinde deniz gürültü ediyordu. Trablus’un son havadislerini verdim onlar bana yedi haftalık seyahatlerinde, gördükleri harikulade şeylerin tafsilatını, öyle bir hazzı menün ile uzun uzun anlatıyorlardı ki, onu burada tekrar etmeğe muktedir değilim. Yalnız pek azını yazacağım:

     – Dünyanın en güzel yeşilliklerinden birini bir başına kat ettik. Gözlerimize inanmıyorduk. Trablus’tan henüz çıktığımız ve Cebel’e vasıl olduğumuz anda dedik ki, ne harikulade imtizaç! Derakap, daha mütebessim bir parçada altın madenlerinin ilk damarlarını keşif ettik. İki gün seyahatten sonra hala toprak aynı hali muhafaza ediyordu. Dört gün sonra, bazı yerler evvelkilerden daha güzel idi. Tabii, tekmil toprak mezrug (ekili) değil. Araplar, az ve fena yerlerde zahmet çekiyorlar. Hem kendilerini, hem ziraatlarını, hem de hayvanlarını harap ediyorlar. Fazla olarak canlarından, mallarından emin değiller. Ektikleri vakit, onu toplayacaklarına inanmıyorlar. Fakat gayri meskûn ve Romalıların işgalinden asude denecek kadar tenha olan bu vasi kıta, ne vakit Avrupa usulüyle zürra edilirse, ilk senelerde değilse bile, çok geçmeden dünyanın bahçelerinden birisi olacaktır.

     – Kıtayen akim ve satın alınması imkânsız olan mıntıka, hiç yok. Yalnız Seraplar. Fakat şimdi Seraplar pek mahdut. Denizden uzaklaştıkça o hemen tamamen kesiliyor. Pek az bir şey kalıyor. Dâhil huduttan, pek dikkat edilirse, ancak görülebilecek kadar cüzi bir şey.

     – Fakat Cebel’in silsilesi yüksek olan yerlerde,

—————————————————————–

     ( 1 ) – İngiltere’nin Hampshire eyaletinde Winpatric 17 kilometre cenup garbisinde olarak Manş denizi sahilinde ve Abchin ile Test nehirlerinin mensubunda bir şehir ve iskele olup 65325 ahalisi, bazı asarı antikası musenna kiliseleri, Londra’ya demir yolu, az fabrikaları, sefain imaline mahsus tezgâhları, işlek ticareti bahriyesi ve deniz hamamları vardır.

     (Kamüsü’l-a’lâm)  

          ( mabadı var )

 

 

0486_0033-81_Page_05

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.