DONANMA MECMUASI 113/64 28 Teşrinievvel 1915
DONANMA MECMUASI 113/64 28 Teşrinievvel 1915
Pencişenbe 19 Zi-l-hicce 1333 / 15 Teşrîn-i evvel 1331 /
28 Teşrîn-i evvel 1915
Donanma cemiyetinin haftalık gazetesidir.
Numarası 113 / 64
Topçularımız tayyareye endaht ederken
Her gün bir safha-i fedakârı ve şecaat gösteren ordumuzun topçuluktaki mahareti düşmanlarca bile teslim edilmektedir. Tayyarelerin cevlân ve istikşafına mani olmak üzere tabiye edilen bir topumuzun endaht vaziyetini gösteren şu resmini kariîne takdim ediyoruz.
HATA BİZDE İMİŞ
<> <> <> <>
Hadisatın milletler üzerindeki tesiratı muhteliftir. Bilfarz bir harp vukua gelir. Bir millet mağlup olur yahut galip gelir. Bu galebe ya hezimetin şeklinden ziyade ika eylediği tesirin nevi o hadiseye kıymet verebilir.
Bir misal: Balkan harbi zamanında Bulgarlar Sırp ve Yunanlılara mağlup olmuşlar ve bu yüzden mühim miktarda arazi kayıp etmişlerdi. Bu o zaman için şüphe yoktu ki bir hezimet, bir mağlubiyet idi. Fakat Bulgarların şeklen olan o mağlubiyetlerinden bugün istedikleri ve edecekleri istifade gösteriyor ki mesele bir harbin alınan neticesinde değil muhitane îka’ eylediği tesirin şeklindedir.
Şu misali arz ettikten sonra asla ricat edelim: harb-i umuminin zuhuru Avrupa hatta Amerika’da bile his olunacak bir tazyik iktisadı yaydı. Biz ki ihtiyacatımızın yüzde doksan kadar kısm-ı galibini hariçten tedarikle geçinir bir heyetiz. Hal-i harpte bulunduğumuz zaman bu ihtiyacatın menâbi hariciyeden istifası imkânı elbette zail oldu. Müstahsalat sanayiden sarf-ı nazar ihtiyaç mübrem teşkil eden mevad-ı ibtidaiyeyi bile başka yerden alıyorduk. Harp bu imkânı kaldırınca cebir ihtiyaçla aranmağa ve o ihtiyacın ahir tarzda def çaresini düşünmeğe mecbur olduk. Bu mecburiyet hariçten tedarik etmekte olduğumuz birçok şeylerin kendi memleketimizde her an için mevcut olduğunu gösterdi ve bu yüzden memlekette mühim bir cereyaı iktisadi başladı.
Maddi düşünelim: Harpten evvel Anadolu’dan ne kadar un, ne kadar bulgur, ne kadar pirinç, ne kadar yağ hülasa ne kadar erzak iniyordu. Bugün bu miktarlar ne derecededir? Unu Rusya ve Romanya piyasalarından, pirinci Mısır ve Amerika, İngiliz piyasalarından, yağı membaı meçhul fabrikalardan çekmekte olduğumuz gibi bu suretle memleketin kuvvet-i istihsaliyesine yardım etmemekle beraber asr-ı hazırın tevlid ettiği sert bir kaide olan kavga hayatta başkalarının ve bizi isti’mâr kasdında bulunanların memlekette bir nüfus-ü iktisadi tesisine, ticaret yoluyla anasır-ı siyasiye vücuda getirmelerine bilerek bilmeyerek vasıta oluyorduk. Hâlbuki harb-i umumi bir emr-i vaki olunca kendi membaımıza sarılmağa ve ondan istifadeye şitab ediyoruz. Bu şayan-ı şükran olduğu kadar memleketin kuvveyi istihsaliyesi de – bu kadar ihmal ve metrukiyete rağmen – şayan-ı hayrettir. En iyi vesait fena ellerde iyi neticeler veremeyeceği kaidesi tamamen bize mümkün-l tatbiktir. Tarihte okumakla anladığımız, fiilen tecrübeyi hatırımıza bile getirmediğimiz bir mesele var. O da Anadolu’nun, dünyanın zahire ambarlarından biri olduğudur. Evet, tarih öyle gösteriyor. Bu kanaat-ı tarihiyeyi teyid edecek mesaiyi göstermeyişimiz, o vesaiti hissen istimal etmeyişimiz büyük bir noksandır. Şunu derk etmeliyiz ki; Arz mutlaka işlenmek ister. Çünkü nüfus-u arz çoğalmaktadır. Çoğalanlar gıda ister. Zaten nüfus, nispet-i hendesiye, gıda nispeti adediye ile artar. Nispet hendesiye ile artan nüfusun gıdası yine bu arzdan ve bu arzın işlenmemiş yerlerinden çıkacaktır. Binaenaleyh bizim arazimizi işletmemiz ve ondan azami istifadeyi temin etmemiz gerektir ki; Başkaları bir velayet âmm, daha doğrusu bir ihtiyaç intiâş ile oralara göz dikmesin. Hülasa bu harbin bize olan en iyi tesiri membaımızdan istifade yolunu öğrenmemizdir. Asırlardan beri her türlü teşvik ve himayeden mahrum bir halde kalan bu memleket bu kimsesizliğiyle beraber hem kendini – mümkün olsa – hem de harici doyurabilecek. Bugün civar memleketlerin hemen hepsinde erzak bizim piyasadan çok yüksek ve çok kalildir. Bir de hal tabiiden biraz fazla fiyatlı oluşu erzakın azlığından değil vesait-i nakliye fıkdanındandır ki bu da bizim hatamızdır.
Bütün bu sözlerden çıkarmak istediğimiz bir netice var ki; O da her memleket, sekinesinin sa’y-i ile ahalinin gayretiyle terakki ve teali eder. Emr-i terakki sözle, bağırmakla ve nümayişle kabil-i husul değildir. En büyük vatan perver, en çok ve en az söz söyleyen değil en iyi ve en çok mahsul yetiştiren olduğunu iyice derk eylemek lazımdır.
Bir memlekette söz söyleyen binlerce ağız yerine tarla süren, iş gören binlerce kol olursa o memleket katiyen ve her türlü mehlike rağmen yaşamak hakkını kazanmıştır. Çünkü mücadele hayatta behemehâl galip gelir. Bu sebeple bizim için yegâne çare necat memleketi bir menba-ı istihsal haline getirmek ve azami istifade çarelerini düşünüp tatbik eylemektir. Şimdiye kadar böyle mühmel bir halde kalışı anlaşılır ki; Bütün avamil hariciyeden ziyade kendi hatamızın, kendi düşüncesizliğimizin hülasa bilmemezliğimizin neticesi imiş. Lis-l haber külliyen, bugün gördük ki; Biraz kıpırdamakla memlekette büyük bir cereyan-ı ticari hâsıl oldu. Hemen hemen her ticarethane az çok münasebeti olsun olmasın erzak ve mahsulat mahalliye ticaretine teşebbüs etti ve bundan hem onlar hem ahali müstefid oldu. Hatayı anlamak ve onu idame etmemek bir fazilettir. Şu günlerde yüzümüze sevk-i tabii ile vurulan şu günahımızın artık tekrarına mahal yoktur. Bugün bir inkişaf meydanda olan bu işi ba’de-l sulh daha vasi bir hale getirmek ve günün birinde hatta yakın bir atide bir Anadolu köylüsünü bir Amerika çiftlik sahibi kadar servet ve saman sahibi görmek gerektir. Zira mademki bu devirde yaşamak, istiklal ile hükümet etmek, vakar ve haysiyet sahibi olmak istiyoruz, çaresi ancak ve ancak budur. Osmanlı bütçesini kapatacak, Osmanlı silahını muzaffer edecek, Osmanlı sesini işittirecek, vasıta bütün cihana dökeceğimiz erzak, oradan bize gelecek paralardır. Bunun için de sa’y etmek ve memlekete o kabiliyet-i istihsaliyeyi vermek iktiza eder. Aksi halde dediğimiz gibi bizim istifade edemediğimiz bu cevherden istifade edecek, etmesini bilecek, hiç olmazsa ondan başkasının istifade ihtimali baki kaldıkça kem gözle bakacak korkulu heyetler bulunur.
(donanma)
TEDRİSATTA GAYE
Karl Monesyus’un fikirleri
3
Bizde kanuniyet şekli alan tahsil-i mecburi, halkın vicdanında niçin bir vazife hissine ınkilâb edemedi? Şimdi bu sualin cevabını vermeğe çalışacağım.
İlk önce şu noktayı kayıt edeyim ki bugün, tedrisatta bir gaye takip olunması lüzumunu ispata çalışırken tahsil mecburiyetinin kanuni bir şekil aldığı o geçmiş zamanlarda bir gaye düşünülüp düşünülmediğini araştırmak abes olur. Altında sular sızan kumluk bir yer üstüne, bütün fırtınalar ve zelzeleleri karşılamak üzere çürük tahtalarla yalçın kayalardan çimentosuz bir bina kurmak tarzında olarak ıslahatçılar bir Osmanlılık yapmak istediler. Zaman onun layık olduğu manayı teşrih etti. Bizde eski tedrisattaki gayesizliği hatırlayarak sözümüze gecelim. Eski hükümetin ceza tehdidiyle ilan ettiği tahsil mecburiyetinin, bir vazife olamaması bundan ötürü idi ki kasabalarda, köylerde kâfi derecede ne mektep vardı, ne de okutacak muallimlerimiz ve hükümet de çocuğunu mektebe vermediği için hiç kimseyi cezalandıramadı. Bazı sade diller vardır ki kanunu doğuran ihtiyaçların menbaını aşağı tabakadakilerin ruhuna kadar indirirler. Hâlbuki aynı ihtiyacın ifadesi insan tabakalarının seviyesine ve hatta fertlere göre değişir. Bununla beraber ihtiyacı en sarih manasıyla sezen ve onu şekillendiren üst tabakadakilerdir. Daha doğrusu bunların içerisinden şahsiyeti en müsait, en yüksek olan biri ihtiyacın akislerini yavaş yavaş vicdanında sezara tatmin edecek fikir, içte doğar, tebellür eder ve nihayet her fikrin intişarı için miktar olan o musârahaları yaşamak üzere meydana çıkar. İhtiyacı tatmin edecek fikrin de ihtiyaç gibi muhtelif telakkilere mazhariyeti karşısında onu halkın kabul edeceği şekillerde tecelli ettirmek, ebda’ eserini artık ikmal etmiş olur ve büyük inkılapçı unvanlarını ancak böyleleri kazanabilirler.
Bahis ettiğimiz tahsil mecburiyetini halkımızın vicdanında bir vazife haline getirmek fikri bizim için bir ebda mahiyetine haiz değildir. Mükerrer tecrübelerle tatbik tarzı bir usul haline gelmiş. Biz aynı tecrübeyi elde etmek için yalnız usulü kullanmak zahmetini ihtiyar edeceğiz.
Mamafih tahsil mecburiyetinin bizde de bir vazife haline gelmesini temin edenlere tarihin büyük inkılapçı mubdi unvanı tevcih etmesini temenni ile şimdi Almanya’da yeni bir fikri kabul ettirmek için yapılan tecrübeyi zikr edeceğim. Tahsil mecburi kelimesi tedrici Alman lisanından kalkmıştır. Tahsil mecburiye karşı husule gelen bu meylan cedide, yalnız tahsilin kıymeti vicdanen takdir olunması değil, belki inkişafat umumiyeyi iktisadiyeye de sebeb olmuştur. Tahsil ve terbiye ile iktisadiyat arasındaki münasebet-i mütekabile ve rabıtayı ciddiye pek bariz bir surette meşhuddur. İktisadiyatta mahsuldar olmak kabiliyeti, zekâ ve vukufun tevsii ve inkişafıyla pek müessir bir surette tezyid olunabilir. Ziraat ve sanatın inkişafatı yalnız muhteraların ve zimâm-dârân tefevvuk zekâsına müteallik değil, belki amelelerin ve işçilerin seviye yi irfanına da vabestedir. Diğer cihetten, inkişafat-ı iktisadiye, mütezayid bir nispette mektepler ve sair müessesat-ı irfan için fazla masraf ihtiyarını teshil eder ve bilhassa çocukların el emeğinden istiğna husule getirerek çocuklara akıl ve fikirlerini neşv-ü nemalandırmak için zaman bıraktırır.
Görülüyor ki Almanya’da mecburi tahsil, her yeni fikir gibi itirazlara uğramış, birçok kimseler bunu ebeveynin tabii hukukuna tecavüz şeklinde telakki etmişler ve bilhassa köylerde, aileleri günün müteaddit saatlerinde genç çocukların sa’yiinden mahrum bıraktığı için taaddi suretinde görmüşlerdir. Almanya’da vaki olan bu hal, az çok bizimkine benzer. Bizde Anadolu köylüleri, genç çocuklarını tarlalarda, harmanlarda çalıştırırlar ve bu köylerin çocuklarını vermemek hususundaki sebeplerin en mühimini teşkil eder. Şimdi farz edelim ki, her köyde bir mektebimiz, arzu ettiğimiz tarzda bir mektep programı ve çok iyi mürebbi ve muallimlerimiz bulunsun. Köylüler yine çocuğunun sa’yiinden istifade için onu yanında alıkoymak ister. Şu halde tahsil fikrini köylünün anlayacağı bir menfaat şeklinde ibraz etmelidir ki onu cezb etsin. Bu iktisadiyatta mahsuldar olmak kabiliyetinin zekâ ve vukufun tevsii ve inkişafıyla tezyid olunması tarzında mümkün olabilir. Köylü şüphesizdir ki çocuğunu daha fazla mahsul almak,
Bahr-i Ahmer sahiliyle civarındaki harb-i umumi ve cihad hadisatına bir nazar:
1 – urban vezaif sıhhıye talim olunurken. 2 – İngiliz motorbot ve gambotlarına karşı sahili muhafaza eden imanlı kuvvayı askeriyesi siperlerde. . . .
Kazancını daha kolaylıkla elde etmek için yanında çalıştırıyor. Fazla menfaat istihsalinden ibaret olan şu arzuyu tatmin etmek yani çocuğunu mektebe verebilmek için köylü görmelidir ki mektepte okuyan bir çocuk, mektepte okumamış bir çocuktan daha ziyade menfaat istihsal ediyor. Ailelerinin serveti, şahsi kabiliyetleri gibi hususi amillerin yardımıyla daha yüksek tahsil derecelerini takip edecek çocukları bir istisna ad etmek üzere ale-l umum köy mekteplerinin tedris gayesi; Talebenin iktisadiyatta mahsuldar olmak kabiliyetini, onların zekâsını inkişaf suretiyle tezyid etmekten ibaret olur da bunda muvaffak olursa artık tahsil mecburiyeti vazife hissi haline getirilebilir.
Anadolu’da, Irakta köylülerin hayatını pekiyi tetkik etmiş bir maliye memuru (Diyarbakır vilayetinin sabık defterdarı Ahmed Said Bey) köylü çocukların mektep tahsilinden istifadesi tarzını pek doğru olarak şu veçhile izah ediyordu: <<Bilirsiniz ki hemen umumiyete yakın bir ekseriyeti çiftçi olan köylülerimiz bir çivi çakmasını bilmezler. Ekin zamanının en ehemmiyetli bir gününde sapanı kırılmış olan köylü, onu tamir için çift sürmesini tadil ederek kasabaya koşar. Bu küçük seyahatin en az bir gün sürdüğünü farz edelim. Köylü, bir günlük sa’yiini kasabada han kirası ve yemek masrafını kayıp eder. Tesadüfün karşısına çıkaracağı kazalara da uğrar. Kışın geçilmez bir bataklığa dönen yollarda yıkık bir köprü, taşmış bir dere, sel sularının hazırladığı çöküntü yüzünden hayvanı sakatlanmış yahut ölmüş de tamir ettirildiği sapanıyla avdet eden köylüler nadir değildir.
Bahr-i Ahmer ve Hicaziye mıntıkasındaki hadisat-ı harbiye safahatından:
1 – Hadim insaniyet iddiasında bulunan medeni İngilizlerin [Hitm kabilesine mensub bedevi kadınlarını cerh ettiklerini ve mecruhelerden heyet-i sıhhıye tarafından icrayı müdavatını gösteren şu levhayı enzar-ı âleme arz ederiz. 2 – Bahr-i Ahmer sahilinde mecruh nakliyatına ait ameliyat.
Şimdi köy mekteplerinin programını çizmek ayrı bir bahistir. Yalnız şu ciheti söyleyelim ki köylülerin muhtaç olduğu basit sanatlar, ameli bir surette çocuklarına öğretilebilir.
Bir kere tedris senesinin muayyen zamanlarında bu ameliyatın çocuklara öğretilmesi esası maarif nezareti kabul etsin. Şüphesiz ki bir ibtidai mektep muallimi her sanatın da ustası olamaz. Maarif idaresi tarafından muayyen zamanlara mahsus olmak üzere en yakın kasabadan küçük bir ücretle, bir demirci, bir dülger gönderilir de köy mektebinin çocuklarına kırılmış sapanların, çift çubuklarının tamirini öğretir.
Köylüye lazım olan basit sanatları çocuklara öğretmek için, böyle ustalardan mürekkeb seyyar heyetler teşkil edip birkaç ay zarfında bir vilayet mıntıkasındaki bütün köyleri dolaşmak. Çocuklara ameli ders vermek de mümkündür. Harbiye nezaretinin asker efradından bazısını ordu ameliyathanesinde birer usta yaparsa bunları yine bir ücret mukabilinde köy mekteplerinde ameli muallimler gibi kullanmak da üçüncü bir tedbir olur. Şu tarzın her hangi birisi tatbik olunursa birkaç sene içinde köylüler kapılarını da tamir edebilirler. Bacalarını da:>>
Bu mütalaayı kaideli bir fikrin kabul ettirilmesi için bir faide halinde şekillendirilmesi itibariyle pek ziyade dikkate layık görenlerdenim. Hükümet, isterse son sistem çift, biçim, harman makinalarını eski aletler yerine ikame etsin de ona göre ameli sanatları köy çocuklarına öğretsin. Her halde mecburi tahsil fikrinin, halkın vicdanında bir his haline gelebilmesini, işte o fikri gözle görülebilir, maddi faideler suretinde tecelli ettirmeğe tevakkuf eder. Ameli sanatlar arasına, bir tarlayı işletip mahsul yetiştirmek için yapılan bütün işleri sokmak mümkün olduğunu tezkâra hacet yoktur zan ederim.
Köylülerimizi iyi bir çiftçi yapmış olmanın netayicini kolay kolay tahmin edebiliriz. Talim ve terbiye ile iktisadiyatın münasebetini derin bir nazarla görmelidir. Almanya’nın iktisadiyatında terakkiyatını başka milletler kendileri için bir tehlike gibi görüyor, çünkü bu o kadar dev adımlar ile ilerlemektedir. Avrupa medeniyetinde bir hassası olan milletlerin bile korktuğu Alman iktisadiyesinin terakki amillerini araştırmak bizim için daha fazla lüzumludur. Almanya’da talim ve terbiye ile zekâ ve vukufun tevsi ve inkişafı, iktisadiyatta mahsüldar olmak kabiliyetini tezyid ediyor. Bir taraftan muhterilerin icadı ve zimâm-dârların yine zekâya ait bir faikıyet eseri olarak teşkilat ve idaresi, bir tarafta amelelerin ve işçilerin irfanı, ziraat ve sanat inkişaf ettiriliyor, talim ve terbiyenin iktisadiyat üzerine tesiri şu veçhiledir. İktisadi inkişafın mütekabil tesirine gelince; kazancın artması, maarif müesseseleri için her sene fazla masraf ihtiyarını teshil ile beraber çocukların el emeğinden aileleri müstağni bir hale getiriyor. Ve onların talim ve terbiyesine de fırsat veriliyor. Demek ki maarifle iktisat arasındaki nispet tamamen mebsuttur: Bilgi arttıkça, iktisadiyatta terakki ediyor.
Her noksanımızın olduğu gibi iktisadiyattaki hiçliğimizin de sebeplerini talim ve terbiyemizde aramak üzere şu bahiste ısrarla devam edeceğim.
Hakim Nahid
BAĞLI BALONLAR. . .
<*> <*> <*>
Bu asrın harpleri, fen ve ilim harbi, vesait mücadelesidir. Kim vasıta ve silahını iyi intihab, iyi teçhiz ederse onun için zafer muhtemeldir. Fennin son zamanlardaki terakkiyatı her şubede olduğu gibi fünûn-ı harbiyede çeşit çeşit istihâlât ve tahvilatı mucib oldu. Beş on sene evvelki muharebelerde ne tayyare, ne zeplin mevcud idi, ne tahtelbahir. Hâlbuki bugün için bu vesait tüfeğin, top kadar umumileştikten başka, boğucu gaz neşir etmek meseleleri meydana çıkmış ve hasmı imha için her şube-i fenden istifade yolu düşünülmüştür. Ancak bu gibi vesaitin çoğalması eskilerinin pek de rağbetten sukutunu istilzam etmez. Tahtelbahirlerin zuhuru, zırhlıları, kruvazörleri, torpidoları nasıl amelden iskat edemediyse, tayyarelerin ve kabil-i sevk balonların zuhuru da [bağlı balonları] gözden düşürmemiştir. Onların vazifeleri başka, ötekinin işi başkadır.
Kabil-i sevk balonlar ve tayyareler hakkında bu sütunlarda tafsilat-ı lazime verilmiş fakat [bağlı balonlar] hakkında yazı yazılmamıştı. Bizde bu balonlardan bahis edeceğiz:
1783 de Montgolfier kardeşler “Montgolfier brothers hot air balloon” sıcak hava ile doldurdukları balon, ilk fenni balondur. O tarihten sonra balonlar muhtelif şekillere girmiş muhtelif tertibat ve tadilata uğramıştır. Bunları tefsil edecek değiliz. Bugün için elde mevcut bir vasıtayı tetkik edeceğiz ki; O da muharebat hazırede fazlaca kullanılan bağlı balonlardır.
Balonların muharebede istimali 1794 tarihinden başlar. O sene Haziran’ın 24 ünde müteşebbis ismindeki balon Belçika’da Florus civarında Felemenk ve Avusturya kuva-yı müttefikesiyle Fransızlar arasında vukua gelen muharebede istimal edilmiştir. İlk balon kullanılan muharebe budur.
Hali hazırda askeri balonlarından iki nevi hizmet bekleniyor.
Evvela; Bütün levazım ve teferruatıyla beraber her orduda miktarı kâfi bağlı balon bulundurulur. Bunlar düşmanın ve arazinin vaziyetini anlamak ve topçu endahtını kontrol etmek hususatına yaradığı gibi içerisine rasat binmediği halde de tertibat-ı mahsusa ile aşağıdan kumanda edilerek fotoğraf alır. Ve telsiz telgraf direği ve işaret mahalli vazifelerini de görür.
Saniyen; Kalede mevaki müstahkemde bulunan balonlardan beklenilen hizmet büsbütün başkadır. Kalenin müdafaasını teshil edecek tarzda bağlı olarak yaptığı istikşafattan maada kale büsbütün mahsur bir halde kaldığı zaman hariçle temin-i alaka edebilmek ve mahsurların ahvalini, ihtiyacatını merkeze bildirebilmek için birkaç kişinin hatt-ı muhasarayı hava tarikiyle aşarak dost yahut bi-taraf toprağa inebilmelerine de yarar. Şu iki nevi hizmeti ifa için de balonlar iki neviye ayrılmıştır;
1 – Harp balonları parkı.
2 – İstihkâm ve kale balonları parkı.
Harp balonları parkı atideki şeyleri ihtiva eder. Beheri iki rasatlı ve bütün levazım-ı rasadiyeyi taşıyabilecek kudrette ipekten mamul ve 540 metre mikâbı hacim istiabında olmak üzere iki balon.
İcabında yalnız bir rasat için kullanılmak üzere 260 metre mikâbında bir gazometre balonu.
Balonu icap ettiği kadar yüksekte tutacak ipe sarmak için beş altı beygir kuvvetinde bir makine ile işler bir bıdırgad.
Bunun sürati saniyede 2 ila 2,5 metre tulunda kablo sarabilecek kadar olmalıdır.
Bu makinayı taşıyacak bir araba, balonun taşınması için diğer bir araba.
Beherinde 200 hava-yı nesimi tazyikinde sıkıştırılmış 36 metre mikâbı müvellid-ül-ma’ bulunan 40 adet çelik boruyu taşımak üzere beş araba bulunacaktır. Borulardaki müvellid-ül-ma’ 540 metre mikâbında bir balonun yarım saat zarfında şişmesine kifayet eder.
Kale ve istihkâm balonları parkında ise bu teferruattan maada serbest tiran için lazım olan edevat ve müvellid-ül-ma’ istihsaline mahsus bir mahal, balon tamirat ve telvinatı için bir yer ve şişmiş bir balon sığınacak bir hangar bulunmalıdır.
Der-ahen balon – bağlı balonlardan başka bir de der-ahen balon namı verilen uçurmalar vardır. Muvahhidi Binbaşı Perseval ve Yüzbaşı Sigsofeld’dir. Bunlar üstüvani el-şekl ve ipekten mamul birer uçurmadır. Vaziyeti hava cereyanına mail olarak gelecek bir şekilde ipe rabt olunur ve o suretle uçar.
Bu uçurmaların bazı nokta-i nazara göre asıl balonlara rüçhanı görülüyor. Faraza çok rüzgârlı ve sert havalarda bağlı bir balon daima saliniyeti ve silkintiye maruz iken bir der-ahen balon bundan müteessir olmaz. Çünkü rüzgâr ne kadar fazla olursa olsun bunlar ondan istifade ederek daha metin yerlerinde dururlar. Bir de böyle havalarda daima silkinen balonlar supaplarından gaz kaçırırlar. Hâlbuki der-ahen balonda bu mahzur da yoktur. Harpte kullanılan sabit balonlar hakkında verebileceğimiz malumat bundan ibarettir. Tayyarelerin icadı zeplinlerin ihtiraı bu eski hizmetkârı hala itibardan ıskat etmeyişi tertibatının basit, idaresinin kolay oluşundandır.
TAHTELBAHİRLER
Nasıl görür, dalar ve torpiller?
Harb-i umuminin bidayet ilamında enzar-ı umumiye, muharebe meydanlarına olduğu kadar ebhar-ı muhitaya da müteveccih bulunuyor idi. Herkes denizlerde azim muharebat vuku bulacağına, milyarlarla altın mukabilinde inşa edilmiş olan seyyar ve muhib kalelerin yekdiğeriyle çarpışacağına, [Trafalgar, Tsingtao]] muharebat-ı bahriyesine müşabih ve fakat bunlarla nispet kabul etmeyecek kadar müthiş bahri muharebeleri haddvesine intizar ediyor idi. Fakat harb-i umumi bir seneyi geçmiş olduğu halde denizlerde belli başlı büyük bir muharebe olmadı. Muhib toplarla mücehhez, kalın zırh levhalarla mahfuz bulunan sefain-i cesime, müstahkem ve demir şapkalarla takviye edilmiş limanlara iltica ederek muattal bir halde bulunmaktadırlar. Saff-ı harb sefaini namını taşıyan bu muhteşem zırhlılar, seri-ül-hareke zırhlı kruvazörler, kenar inzivada, mahrum-u faaliyet dururken, küçücük, düne kadar kıymet-i harbiyesi inkâr edilen, adi bir mel’abe-i harb telakki olunan tahtelbahirler ehemmiyeti fevkalade kesb ettiler. Birkaç yüz tonu hacim istiabisinde bulunan bu küçük sefineler, ebhâr-ı dâhiliye ve muhitaya havf ve dehşet ilka etmekte, nâ-mer’i faaliyetleri ile koca zırhlıları, müzeyyen ve seri nakliye sefinelerini kâ’ı deryaya göndermektedirler. Elyevm tahtelbahirler müthiş ve mahûf bir vasıta-i tahrib, nâ-mer’i ve cevval bir alet-i cidal olmuştur.
Çanakkale dar-ül-harbine ait intibalar.
Ortada ve yukarıda: kumandan müşir Liman Paşa hazretleri Sağ başta: bir düşman siperine yanındaki iki arkadaşıyla hücum edip makinalı tüfeğini iğtinam eden efrad-ı Osmaniye’den zenci İsmail ve arkadaşları Sol tarafta: nakliye kıtaatı kumandanıyla maiyeti erkânı, Resmin ortasında: siperlerimizden birinde bir makinalı tüfek – Alt sırada sağda: Anafarta gurup kumandanı Bey Efendi ile Erkân-ı Harbiye’si. Alt sırada solda: Anafarta gurup kumandanı Bey otomobille cepheye azimet ederken. . . .
Etrafa dehşetler salan tahtelbahirler nedir? Bu küçük sefine sular altında nasıl görüyor, dalıyor ve torpilliyor? Cidden merak-aver olan bu noktaları karien muhteremeye hülasaten izah edeceğiz. Tahtelbahir küçük bir hacim istiabına haiz olup satıh bahride seyir-ü-sefer etmekle beraber, su altında da bulunmak ve 8 ila 30 metre umkunda serbestçe manevra etmek iktidarına haiz bir sefinedir. İlk defa olarak harbe iştirak ediyor, ilk defa olarak bir vasıta-i harb olmak üzere istimal ediliyor ise de, yirminci asırda icad ve ihtira edilmiş değildir. Tayyarecilikte olduğu gibi tahtelbahir, seyir-ü-sefer hususunda da icra edilen taharriyat ve tetkikat pek kadimdir. Filhakika, ben-i beşer kuşlar ve balıklar ile rekabet ederek havalarda tiran, denizler içinde seyir-ü-sefer eylemek arzularını mine’l-kadîm izhar etmiştir.
İnsan havalarda uçmağa ve su altında seyr-ü-sefer etmeğe ancak tiranın ve denize dalmanın esaslarını fennen keşf ettiği gün muvaffak olabilmiştir. Tahtelbahir seyri-ü-seferde ta hazreti Yunus’a kadar tarihe bir rücu icra etmeyeceğiz. Yalnız tarihin malum olan vakayini hülasaten kayıt edeceğiz. Denize ilk defa dalan ve Thames nehrinde 1620 senesinde bir saat kadar su altında kalmağa muvaffak olan Felemenkli Cornelis Jacobszoon Drebbel’dir. Bundan bir buçuk asır sonra buharlı seyr-ü-sefaini icad eden meşhur Robert Fulton da Nautilus (submarine) namında bir tahtelbahir sefine inşa etmiş idi. Mamafih birer tecrübeden başka bir şey olmayan bu sefineler matluba hiç de muvafık değil idi. Ciddi tahtelbahir tecrübeleri 19.cu asrın ahirinde Fransa’da icra edilmeğe başladı.
Fransa’da Laubeuf ve Gustave Zédé gibi ciddi mühendisler tahtelbahirlerin ıslahına hasr-ı mesai eylediler 1895 senesinde Amerika hükümeti de John Philip Holland’ın planlarına tevfiken tahtelbahir inşasına karar verdi. Beş sene sonra da İngiltere de bu tariki takip ediyor idi. Nihayet Avrupa kuvayı bahriyesinin en genci olan Alman bahriyesi de 1905 senesinde tahtelbahir inşasına ibtidar etmiştir. İşte bu tarihten tam on sene sonra bütün devletler içinde en ziyade Almanya tahtelbahri müthiş bir alet-i harp haline ifrağ etmiş, asırlardan beri hâkimiyet-i bahriyeyi temin eylemiş olan İngiltere’yi bile naçar bir mevkie ilka eylemiş bulunuyor.
Su altında hareket:
Bir sefinenin su altında hareket etmesi için, tahtelbahirlerin bidayet inşasında yalnız bir motor ve bahusus elektrikli motor istimal olunur idi. Zira evvel-be-evvel keşif ve ıslah edilmesi lazım gelen cihet su altında muntazaman hareketi temin eylemeğe matuf idi. Zira bu motorlar, tahtelbahirlerin mevcudiyetini his ettirmeyecek kadar gürültüsüz, dahil-i sefinede muzır gazlar neşir etmez, sefinenin muvazenesini ihlal edecek miktarda mahrukata lüzum göstermez âlâttan ma’dud idi. Fakat tahtelbahirlerin daireyi faaliyeti tevsi edilmek, tahtelbahirler kuvayı taarruziyeyi haiz birer sefine haline ifrağ olunmak istenildiği zaman elektrikli tek motorla gayri kâfi ad olundu. Zira büyük bir sefinenin idaresine bir elektrik motorunun kuvveti kifayet edemez idi. İşte bunun üzerine tahtelbahirlere biri satıh ve diğer ka’r-ı bahirde seyir için iki motor vaz edildi. Bundan başka elektrik motorlarının birçok mahzurları olduğu tecârib-i adide neticesinde sabit olmuştur. Taharriyât ve tedkikat kesireden sonra nihayet tahtelbahirlere, biri satıh-ı deryada harekete sâlih petrol motoru, diğeri ise birinci motordan istihsal ettiği kuvvetlerden her arzu olunan anda istifade eden elektrikli motor, vaz karar-gir oldu.
Tahtelbahirleri tahrik eden âlât-ı mahsusa her sene bir kat daha ıslah edilmektedir. Bu sayede bu küçük sefinelerin daireyi faaliyetleri, sürati o nispette tezyüd eylemektedir. Filhakika bidayet muhasemattan beri müşahede olunduğuna göre tahtelbahirler tasavvurun fevkinde bir metanet ve kuvvet ibraz ediyorlar. Meşhur İngiliz mütehassıslarından Mr. Rodiger bu babda bir veçhe-zir mütalaatı serd ediyor; Alman tahtelbahirlerinin İngiltere’nin Manş ve Şimal Denizi sahillerinde icrayı faaliyet eylemeleri, sefain-i mezkûrenin pek büyük bir manevra kıymetine vasi bir daireyi faaliyete malik olduklarına delalet ediyor.
Tahtelbahir nasıl dalar:
Tahtelbahirleri diğer merâkib-i bahriyeden tefrik eden, bunlara bir kıymet-i mahsusa izafe eyleyen hassa her arzu edilen anda su altına dalarak, orada serbestçe manevra etmek ve bir maksad-ı askeriyeye hizmet edebilmektir. Tahtelbahirlerin nasıl su altına daldığını ve orada ne suretle hareket edebildiğini izah edelim.
Bir sefinenin su altına dalmasında en basit usul sıkletinin tezyidi ve bu suretle su üzerinde seyir kuvvetinin hiçe tenzili ve yahut tenkısi ile temin olunur.
Tahtelbahir sefinede mevcut hususi bölmeler derununa su almak suretiyle bu sıklet temin edilir ve sefine derhal sath-ı deryadan, ka’r-ı bahre iner. İlk tahtelbahirlerde bu bölmeler sefinenin dibinde ve yanlarında inşa edilir idi. Son sistem tahtelbahirlerde iki tekne mevcut olduğu gibi su bölmeleri de bu tekneler arasında inşa edilmiştir. Bölmelerin kemali süratle imla edilebilmesi şarttır. Zira tahtelbahirler her hangi bir tehlike karşısında ani olarak gözden nihan olmak mecburiyetindedir. Bunun için bölmelerin medhalleri ali-l-ekser gayet geniştir. Bu geniş methalden tahtelbahirlere birkaç dakika zarfında 150 ila 300 bin litrelik su girer. Bölmeler dolar dolmaz sefine dalar. Tahtelbahirlerin deniz sularını alarak sıkletini tezyid etmesi ve bu suretle su altına girmesi kâfi değildir. Bu küçük sefinelerin su içinde muvazeneyi kayıp etmeksizin durması ve ufki olarak tebdil-i mevki edebilmesi elzemdir. İşte bu iki noktayı, yani mehalik olabilecek derecede su altına inmekten ictinab ve ufki bir hareket temin eylemek için âlât-ı mahsusa vardır. Bu hususi âlât ve cihaz mütenevvi dümenlerden ibarettir. Tahtelbahirlerde ufki, amudi, canibi dümenler mevcuttur ufki dümenler son tahtelbahirlerde 10.000 kilogramlık bir kuvveti haiz bulunuyorlar. Bu sayede sefine derununda taifenin tebdil-i mevki etmelerinden, bir mahalden diğerine bazı eşyanın naklinden, torpilin endahtından tahassül edebilecek olan sarsıntılar, muvazenesizlikler tashih ve men edilmiş oluyor. Bundan başka bu ufki dümenler tahtelbahirlerin su üzerine çıkmak hususundaki sureti inşadan mütevellid melaneti de tevkif ederler. Hülasa ufki dümenler tahtelbahirlerin su altında muvazenesini temine amudi dümenler ise istikametini tayine medar olmaktadır. Esasen bölmelere alınan suyu idare eden ve bu suyun bir kısmını kâh ihraç ve kâh daha bir miktar su ithal eden tulumbalar vasıtasıyla dümenlerin vazifesi teshil edilmiş bulunuyor. Gerek tulumbaların gerekse dümenlerin manevraları, manevra odasının önünde, kumandanın nazar-ı teftişi altında bulunan elektrik manipülasyonları vasıtasıyla idare olunmaktadır.
Tahtelbahirler nasıl görür:
Su içinde kuveyi başara hiçtir. O derecede ki tahtelbahir kumandanı, bulunduğu manevra mahallinde sefinenin önünü bile göremez. Saikayı merak ile lumbar deliğinden harice bir nazar atıf eden taife beş altı metreden ilerisini görmeğe muktedir olamaz. Binaenaleyh şu sual varid-i hatırdır: Tahtelbahir kör müdür? Evet ve hayır.
Tahtelbahir on metre yahut daha ziyade umka dalar ise rüyet hassasından mahrumdur. Su altında hareket edebilmesi için artık pusuladan başka bir vasıtaya malik değildir. Hâlbuki pusula, denizin altında emin bir rehber addedilemez. Sefine derunundaki elektrik aletinin ifraz ettikleri cereyanlar pusulayı ale-l-ekser şaşırtır ve tayini istikameti pek müşkül kılar. On metrelik yahut daha az umka dalan tahtelbahir ise hassayı rüyete maliktir. Suret-i mahsusada âmal edilmiş olan ve tahtelbahrin gözü mesabesinde bulunan bu alet Periskop adesedir. Uzun bir boru şeklinde olan periskop ’un sefinenin haricindeki adesesi eşyayı haricenin eşkâlini derununda müteaddit aynalara pertavsızlara akis ettirerek kemal-i vuzuh ile kumandanının nazarında tecessüm ettirir. Periskopun borusu gayet az kutra haiz olduğu cihetle denizde husule getirdiği iz sefineyi bir tehlikeye ilka edemeyeceği gibi, tahtelbahirlerin ilerlemesine de bir mani teşkil edemez. Bundan başka periskop müteharrik olup arzu edildiği takdirde tamamen veya kısmen toplanıp sefineye alınabilir. Şurası da şayan-ı kayıt ve işarettir ki periskop mihver amudisi üzerinde daimi surette devir etmekte olduğu cihetle bütün afaki kumandanın nazarında tecessüm ettirilmek hassasına haizdir. Periskopun tûlu ale-l-ekser beş metreyi mütecavizdir.
Esliha:
Tahtelbahir su üzerinde bulundukça sefain-i harbiyenin en zayıfıdır. Bir mermi, sefineyi delerek garkını intaç etmeğe kâfidir. Tahtelbahirlerin hakiki tedâfüî silahı, adem-i mer’iyyetidir. Tahtelbahir su altında bulundukça hiç bir merminin isabetinden havf ve endişe etmez. Zira tabakat-ı bahri geçerin icrayı tesir edebilecek top mermisi henüz keşif ve icad edilmemiştir. Tahtelbahrin tecavüz silahı torpildir. Torpil mahuf ve müthiş bir silah-ı tahrip olup 6 metre tûlu ve 1000 ila 1400 kilogram sıkleti haiz ve 200 litre pamuk barutunu havidir. Torpil on kilometrelik hedefe saatte 25 mil 5 kilometrelik bir hedefe ise 35 mil süratle isabet edebilir. Yani torpil dakikada 17,5 metre kat eder.
Her tahtelbahirde on on iki kadar torpil vardır. Torpiller tahtelbahrin dahilinde ve haricinde mevzu bulunan âlât-ı mahsusa ile endaht olunurlar. Ale-l-umum tahtelbahirlerde bir torpil kovanı mevcut olup ön tarafa mevzu bulunur. Torpil an-ı endahta kadar kurulu tutulur.
Bundan başka elyevm tahtelbahirler küçük çapta toplarla da teçhiz edilmektedir. Bu toplar sefineye fazla bir tecavüz kuvvetini vermemekle beraber, oldukça mühim bir müdafaa ve tahrip kuvveti bahş eylemektedirler.
Hülasa:
Denizlerde mütemadi sergüzeşt ligini işitmekte olduğumuz tahtelbahirler, zekâyı beşerin en mahir-ül-akıl keşfiyatından biridir. Mamafih bu babda meşhud olan terakkiyat ne kadar kesr-ü mühim olursa olsun henüz bir mukaddemeden başka bir şey değildir. Beş on sene sonra kim bilir daha ne büyük terakkiyata, ne hayret bahş keşfiyata şahit olacağız?
İnsan artık havalara ve ka’r-ı deryaya hakim olmağa namzet bulunuyor. Hem tahtelbahirler sahayı cenin ve cidalde değil ihtimal ki tarik-i fen marifette de müessir bir alet olacak, ka’r deryadaki acaip mahlûkat ve nebatatı keşif ve tespite hadim bulunacaktır.
Yusuf Osman
HATT-I HARB GEMİLERİ
<*> <*> <*>
Mâ-ba’d
İstikrar ve yalpa
Yalpa:
Tazyik âli türbininden tazyik adi türbinine ve oradan da miksefeye gider. Miksefe bir boru yuvasıdır. Borular dahilinde mütemadiyen deniz suyu geçer. Suyu devir ettiren tulumba füyûz-ı gal tulumbası yani suyu merkezden alıp muhitten veren kanatlı ve dairevi bir tulumbadır. Meksefedeki bu boruların satıh haricileriyle temasa gelen buhar tekâsüf eder. Ve bir hava tulumbası vasıtasıyla sarnıçımsı bir mahale ve buradan da tekrar kazanlara sevk olunur. Türbin makinaları, gemilerde tazyik âli türbinleri dış şaftlarda ve tazyik adi türbinleri de iç şaftlarda olmak üzere tertip olunur.
Kazanlar:
Sefain-i harbiyeye konan kazanlar su borulu kazanlardır. Eski üstüvani kazanlarda su kitle halinde olarak bulunuyor. Ve külhan ile mevad-ı muhterikeyi bacaya nakil eden kazan borularını ihata ediyordu. Bu borulu kazanlarda ise bilakis su boruların içerisinden geçer ve ateş haricindedir. Su borulu kazanlar sayesinde kazan ile suyun mecmu sıkleti haylice tenakus etti. Fakat askerlik nokta-i nazarından en ehemmiyetli cihet sistemin üstüvani kazandakinden pek seri olarak kaldırılabilmesidir.
Kazanlara yağ mahrukunun tatbiki kazanların fazla istim binaenaleyh iktidar hasıl etmelerini ve gemilerin nısf-ı kutr siperlerinin tezayüdüne mucib oldu. Aynı zamanda sıkletten, mahalden ve makine mürettebatından dahi istifade etti. Kömür, kazan külhanlarının ızgaraları üstünde yanar. Hâlbuki yağ, ufak ağızlıklardan külhanın içine püskürtülerek yakılır.
Yağ fiyatının yüksekliği tekmil muharebe gemilerinin sırf yağ mahrukiyle sevkine mani oluyor. Ve yağ bu gemilerde yardımcı olarak kullanılıyor. Esas mahruki kömür teşkil ediyor.
Yardımcı makinalar:
Yeni harp gemilerine pek çok yardımcı makinalar konmaktadır. Bunlar umumiyetle bu gibi işlerde ihtisası olan fabrikalar tarafından imâl edilir. Yardımcı makinalar şunlardır.
Silah bahsinde zikr edilen hidrolik tulumba makinaları ve bu makinaların verdiği muzîk su ile işleyen birçok adet ve nevi hidrolik makinaları ki bunlar büyük topların ve taretlerin icrayı fiili için çalışıyorlar. Bazı gemilerde de filika asmağa mahsus olan makinalarda hidrolik makinalarıdır. Kıçtaki dümen donanımına giden dümen donanım şaftını işletmek için her iki makine dairesinde birer dümen makinası vardır. Bu makinalardan her hangi biri, istenildiği zaman, mezkûr şafta koşulabilir. Bunların böyle muzâaf yapılmasına sebep biri kırıldığı yahut makine dairelerinden birine su dolduğu surette diğerinin kullanılması içindir.
Hususat-ı muhtelife için pek çok elektrik makinaları kullanılır. Gemi tamamıyla elektrik lambalarıyla tenvir edilir, kezalik taharri ziyaları için de cereyan lazımdır. Elektrik cereyanı genişçe ayrılmış ve tecrit edilmiş bölmelere bir takım dinamolardan alınır. Dinamoları umumiyetle mütenavib-ül-hareke makinalar tahrik ederler. Fakat gemilerde de dakikada takriben 3000 devir yapan türbin ile tahrik olunur dinamolar konmuştur. Kabul olunan mi’yâr-ı volt 220 dir. Bu volt, projektörler için daha aşağı bir volt kalb olunur. Projektör için takriben 80 volt lazımdır. Telefonlar ve endaht devreleri için mukteza 15 voltluk bir cereyan istihsali için de kezalik rezistanslar konur. Gemiye konan pek adetteki elektrik motorları meyanında teceddüd-i hava körükleri için olan motorlar dahi zikir olunabilir. Bu körüklerden, makine dairelerinin teceddüd havaları için olanlar büyük kuturda 40 ila 50 pus (1,27 metre) kutrundadır. Ale-l-ade teceddüd-i hava için kullanılanların kuturları 12 ½ pus (32 santimetre) kutrundadır.
Kıç ırgatı elektrik motoru ile işler. Bazı gemilerde büyük filikaları asmak ve saire de elektrik motoru ile olur. Harik ve tahliye için olan 50 tonluk füyûz-ı gal tulumbaları ve tatlı suyu defo sarnıçlarından yevmi su sarnıçlarına sevk eden tatlı su tulumbaları elektrik motorlarıyla çalıştırılır. Kezalik kömür almak, torpido ağını açmak ve toplamak, küçük filikaları kaldırmak ve hizmet-i umumiyeyi yapmak için de elektrik vinçleri vardır. Makine daireleri ve kazan daireleri beyinlerinde su geçmez kapılar bulunmadığı için zabitanın mezkûr daireleri teftişini teshil zımnında her bir makine ve kazan dairesine birer elektrik asansörü tertip olunmuştur. Cephanelik tebrid makinaları ve soğuk hava depoları makinaları tekmil elektrik ile işlerler. Kezalik iskandil makinası için de elektrik motoru vardır. Tenvir ve iktidar için lazım gelen elektrik kudreti, içeriden geminin etrafını dolaşan bir ana kablodan alınır. Ana kablodan icabına göre şube kabloları alınır ve devre o veçhile tertip olunur ki tenviratın kâmilen bozulması ihtimalini tasgir için noktayı mühimmeye muzâaf cereyan verilir. Gemilerdeki telefon sistemi pek karışıktır. Ehemmiyetli mevkiler beyninde doğrudan doğruya irtibat vardır ve umumi telefon tertibatı için de bir telefon merkezi vardır.
Mabadı var.
Almanların iki büyük siması
Harb-i umumide dehalarını bilfiil dosta düşmana ispat etmiş olan Alman Bahriye nazırı Admiral Alfred von Tirpitz ile Maraşal Hindenburg beraber.
Bahr-i Ahmer sahilini muhafazada yaralanan şanlı Urbândan birinin heyet-i sıhhiyemiz tarafından müdâvât iptidaiyesi icra olunuyor.
Garp sahneyi harbinde şu sıralarda fiiliyat-ı mahsusa ibraz eden Alman tayyarelerinden birinin bir İngiliz tayyaresini ihrak ve ıskatı.
GÖKTEPE’NİN ZAPTI
VE
Moskof vahşeti
Mâ-ba’d
Her noktadan misket ateşi yağıyordu. Muhacim Rusların etrafında birden bire bir alay kahraman silahşor dalgalanmaya başladı. Kadınlarının, çocuklarının vahşi Rus humbaraları altında mahvolduğunu gören bu kılıç erleri, kendileri için artık hayatlarını pahalı satmaktan başka çare kalmadığını görünce yalın kılıç Rusların üstüne atıldılar. Kadınlar da bu mahşere karıştılar. Bazıları sopalarla Rusların kafalarını kırmaya çalışıyor. Bir kısmı da üzerlerine kaynar su döküyorlardı. Ruslar, bir defa duvarı aştıktan sonra müdafilere büyük bir korku ve şaşkınlık arız olacağını ümit etmişlerdi. Fakat duvarı aşar aşmaz önlerine çıkan yeni manileri görünce kendileri şaşırdılar. Kahraman müdafiler artık aslanlar gibi çarpışıyorlardı. Çünkü sıra kılıca gelmişti. Kılıç kullanmakta ise Ruslara her halde kat kat faik idiler. Tekelilerin ölüm savuran kılıçlarından güç bela boyunlarını kurtarabilenler, kendilerini gerisi geriye hendeğin içine attılar. Fakat yine kurtulamadılar.
Çünkü kahraman Tekelilerde onların ardından teke gibi sıçrayıp dışarıya fırlamışlardı. Kaçmakta olan hasımlarının peşini hiçbir veçhile bırakmak istemiyorlardı. O kadar ki ateş etmek üzere olan bir Rus topunun üstüne yalın kılıç hücum eden bir Tekeli topun ateşiyle havaya uçmuştu. Bazı Tekeliler bataryaların arkasına kadar girmeye muvaffak olmuşlardı. Bir müddet için Rus topları artık Tekelilerin eline geçecek bir vaziyete düşmüş gibi görünüyordu. Fakat Rusların talî eseri olarak, ateş püskürtmekte olan topların üstüne pervasızca atılan Tekeliler, ihtimaldir ki verdikleri kurbanın çokluğu yüzünden geriye dönüp kalelerine çekilmişlerdi. Çok geçmeden karanlık basmış ve o günkü kanlı boğuşmaya nihayet vermişti.
Ruslar geceyi her an bir baskına uğramak korkusuyla sıkıntılı bir halde geçirmişlerdi. Karanlık çöktükten biraz sonra süvariler geldiler. Yine bir talih eseri olarak düşman zannıyla süvarilerin üzerine ateş edilmedi. Gece ziyadesiyle soğuk olduğu halde ateş yakılmasına izin verilmemişti. Yaralıları toplamakta mümkün değildi. Beş yüz kişi kadar kayıp olmuştu. Vaziyet Lomakin’e o kadar ümitsiz görünmüştü ki şafakla beraber derhal ricat emrini verdi. Zabitlerden bazıları nafile yere Lomakin’e bulunduğu mevkii muhafaza ederek Türkmenlerle diğer bir muharebe daha kabul etmesini rica ettiler. Ve seri ateşli tüfeklerle toplar sayesinde muzaffer olacaklarını söylediler. Fakat o tamamıyla yüreğini kayıp etmiş, ümidini kesmişti.
Fakat Türkmenler tarafından da aynı derecede yas vardı. İntizar etmedikleri bir sırada nail oldukları zaferden gururlanacak bir halde değil idiler. Çünkü Rus humbaralarının verdiği tahribattan fevkalade ürkmüşlerdi.
Zavallılar, çoğu bombardımandan olmak üzere erkek, kadın, çocuk tahminen 4000 can kayıp etmişlerdi. Ertesi sabah bombardımanın tekrar başlayacağını zan ediyorlardı. Gece sabaha kadar kadınlar ölülerin başucunda ağlıyor ve yaralıları ellerinden geldiği kadar tedaviye çalışıyorlardı. Erkeklere gelince aralarında seçtikleri birkaç ihtiyarı ertesi sabah Rus kumandanına arz-ı teslimiyet için göndermeye karar vermişlerdi. Ertesi gün güneş doğar doğmaz bunlar kaleden çıktılar, fakat Rusların süratle kaçmakta olduklarını görünce geriye döndüler.
Gece yarısından üç saat sonra Ruslar çadırları toplamışlar ve yola düzülmüşlerdi. Ruslar sol cenahlarını hücumdan korumak için dağa yakın yürüyorlar ve sağ cenahlarını da süvari ile himaye ediyorlardı. Her an Türkmenler tarafından taciz edile edile bir hafta kadar yürüdüler. Türkmenler yorulup geri kalan develeri ve yük hayvanlarını toplayıp götürüyorlardı. En nihayet bu hayvanların canlı olarak Türkmenlerin eline bırakılmamasına karar verildi. Cephane artık bitmek üzere olduğundan bu biçare hayvanları süngü saplamak suretiyle telef ediyorlardı. Yaralı ve hasta askerler her gün birer ikişer ölüyorlardı. Sıcak pek ziyade, erzak az ve tepeler yakınında bulunan derelerin suyu da pek kıt idi. Türkmen kılavuzlar da Rusları terk etmişlerdi. Daha fenası, Merve Hanın 6000 süvari ve bir batarya top ile takibe iştirak için geldiğine dair Ruslar arasında bir rivayet de türemişti. Hülasa Kubat dağı geçidine yetişinceye kadar Lomakin kendisini de hiç bir veçhile emniyet altında görememişti. Nihayet heyet-i seferiye bin türlü meşakkatle Hazar Denizi sahiline vasıl olmuşlardı. Fakat Türkmenler buraya, yani Krasnodisk’den görünecek bir mesafeye kadar Rusların ardını bırakmamışlardı. Rusya
. . . bazıları sopalarla Rusların kafalarını kırıyorlar bir kısmı da üzerlerine kaynar sular döküyorlardı. . .
en ziyade otuz seneden beri icra ettiği muharebelerde böyle bir bozgunluğa, felakete uğramamıştı. Hatta Konstantin Petroviç Kaufmann Taşkent’ten gönderdiği haberde eğer bu bozgunluğun acısı çıkarılmayacak olursa kendisinin o kadar uzak olan eyaletinde bile temin-i asayiş edemeyeceğini bildirmişti.
Rus ordusunun tamamıyla sukut etmiş olan şerefini ihya vazifesi General Mihail Skobelev Çar’ın askerleri arasında en cesuru olmak üzere tanınmıştı.
Mikhail Dmitriyevich Skobelev, d. 29 Eylül 1843; Petersburg, Lehistan, Kafkasya ve merkezi Asya’da kendini göstermişti. Bu esnada otuz yaşında bir general idi. Sınıf arkadaşlarının kısm-ı azamı henüz yüzbaşı rütbesinde idiler. Rus – Türk harbinde Plevne’ye karşı icra ettiği dehşetli hücumlar ile teferrüd etmişti.
Mamafih bütün bu cesurane hücumlar, Osman Paşanın Kahraman ordusu önünde eriyip gitmişti. Göktepe’ye karşı icra edilecek ikinci seferin Skobelev’e havale edilmemiş olduğu haberi Rus ordusunda büyük bir memnuniyeti mucib olmuştu. Fakat bazıları da Skobelev’in şedid tabiatını naza-ı itibara alarak onun Göktepe’ye karşı seri ve şiddetli bir hücum icra ederek ikinci bir felakete daha sebebiyet vereceğinden endişe ediyorlardı.
. . . her an Türkmenler tarafından taciz edile edile bir hafta kadar yürüdüler. . .
Fakat bu fikirde olanlar bilahare yanıldıklarını anladılar. Çünkü Skobelev kendi hayatını hiç düşünmeyecek kadar kaygısız olduğu halde deruhte ettiği vazifeyi hakkıyla başarabilmek için icab eden tedarikatı ve levazımı ikmalde fevkalade dikkatli idi. O bu hususta hiç bir noktayı unutmadı. Pek uzaklara ulaşan bir plan takip ediyordu. Hülasa Skobelev harbin bilfiil muharebeden ziyade kabl-el-muharebe icra edilen tedarikat ve ittihaz edilen tedâbîr sayesinde kazanıldığı hakikatine tamamıyla vakıf bulunuyordu. O seleflerinin muvaffakiyetsizlikleri esbabını tetkik etti. Ve bütün Rusya Skobelev gibi tir-ü-acûl bir generalin Âhâl ve ihasını zabt için on iki ay kadar uzun bir müddet tedarikat ile vakit geçirmesini hayretle telakki ediyordu.
Skobelev evvel emirde, her şey hazır olmayınca kuvvetini Bahr-ı Hazar’ın şarkına geçirmedi. Yanına bir hayli top aldı. Takip olunacak yol üzerinde levazım depoları tesis etti ve bu depoları kâfi miktarda askeriyle muhafaza altına aldırdı. Kendisine erkân-ı harbiye reisi olmak üzere Miralay Aleksey Kuropatkin’i intihab etti. Kuropatkin Plevne muharebesinde Skobelev’in sağ eli makamında idi. Bilahare Rus – Japon muharebesinde Rus orduları başkumandanı olmuştur.
General Skobelev
Bundan başka 93 harbinde Rus ordularının levazım ve nakliyatı idaresi riyasetinde bulunmuş olan General Mikhail Annenkov’u da beraberine aldı. General Annenkov çoktan beri kendisi için bir gayeyi emel edinmiş olduğu bir mesele hakkında der-akab Skobelev’den müsaade aldı. Bu da o civarda bir şimendifer hattı inşası idi ki 1880 ilkbaharında Krasnovodsk’e biraz cenubunda bulunan Saint Mihail körfezinde Âhal ovasının garbındaki Kızıl Avrat müntehi olmak üzere bir demir yolu inşasına başlanıldı. Bu sefer esnasında bittabi şimendiferden tamamıyla istifade edilemedi. Fakat onun şark nihayeti bir depo gibi kullanıldı. Buradan levazım deve katarlarıyla nakil olunuyordu. Bu veçhile Skobelev çift yol ve çift üss-ül-harekeye malik bulunuyordu.
Temmuzda Skobelev Kubat dağında birkaç cebel topu ve mitralyöze malik bin kadar asker tahşid etmişti. Bunları Göktepe civarına kadar sürerek kaleyi keşif ettirdi. Türkmenlerin kale duvarlarını iyice muhkem ve hendekleri tevsi ettiklerini gördü. Bunun üzerine kaleyi muntazam bir muhasara ile düşürmeye karar verdi. Bütün bu malumatı elde ettikten sonra muntazaman geri çekildi. Türkmen süvarileri de yakından takip ediyordu. Bu hal bütün Orta Asya’da Rusların bu defa da muvaffakiyetsizliğe duçar oldukları şayiasının meydan almasına sebebiyet verdi. Fakat Skobelev buna hiç ehemmiyet vermedi. Çünkü o elinde bulunan vesaitle kalenin nihayet birkaç ay sonra düşeceğine kani idi.
Devam edecek.
İCMÂL
Bir haftalık vakayı berriyye ve bahriyye
<> <> <>
Garp dar-ül-harbinde: 25 Eylül efrancide başlayan İngiliz –Fransız taarruz-u umumisi, 18 Teşrinievvel ’de İngilizlerin Vermelles’in şimal şarkisinde ve Fransızların Thur nehri karibinde icra eyledikleri şiddetli fakat bi-netice hücumlardan sonra hitama ermiştir. İngiliz – Fransız ordularının maksad-ı asliyesi, Alman cephesini yarmak ve hatt-ı harbi Belçika hududuna kadar geriye atmak olduğu halde, Joffre ve Sir John French’in planları akim kalmış ve bu müthiş hücumlar, iki noktada biraz arazi kazanmakla beraber, adem-i muvaffakıyet hatta, zayiatın miktarı nazar-ı dikkate alınırsa, mağlubiyetle neticelenmiştir. General Joffre’nin bir emir namesi, bu hücumların, 52 Fransız 13 İngiliz 12 Belçika olmak üzere 77 piyade fırkasıyla 10 u Fransız 5 i İngiliz olmak üzere 15 süvari fırkasından yani ekalli 1.600.000 kişiden ve 2000 ağır 3000 sahra topundan yani 5000 kıta efvâh-ı nariyeden mürekkeb cüdâ muazzam ve dehşetli bir kuvvet ile icra edildiği söylemektedir. İstihdam olunan kuvvetin büyüklüğüne, yakılan cephanenin çokluğuna rağmen Alman cephesi sarsılmamıştır. Müttefikin, bu muhacemat neticesinde, yalnız ilk hafta zarfında, 190,000 kişi zayiat verdikten sonra, nail-i maksad olamayacaklarını anlayarak taarruza nihayet vermişlerdir. Yalnız bir haftada bu kadar zayiat verildiği ve taarruzun üç hafta devam ettiği nazar-ı itibara alınırsa, her halde müttefikinin zayiat-ı umumiyesi mecruh, maktül, esir olmak üzere 250 – 300 bin kişi tahmin olunabiliyor. Hâlbuki Fransızlarla İngilizlerin, 23 günde sarf ve heder ettikleri bu kadar askeri, ancak aylarca emek ve gayret sarfından sonra, talim ve terbiye ve ihzâr edebildikleri düşünülürse beş on kilometrelik arazi zaptıyla hitam bulan bu taarruz-u umumiyenin, düşmanlar için nasıl bir hüsran-ı elim ile neticelendiği tezahür eder.
Garp cephesi semalarında vukua gelen muharebat-ı havaiyede geçen hafta zarfında bir Fransız, bir İngiliz tayyaresi ıskat edilmiş ve Alman tayyareleri Fransızların Belfour mevkii müstahkemine 80 bomba atarak yangınlar vukua getirmişlerdir.
Şark cephesinde: Mayıs ibtidasından beri bir milyondan fazla esir ve bir o kadar mecruh ve telef veren Rus ordusu, General August von Mackensen gurubunun Sırp dar-ül-harbine gönderilmesi ve İngiliz – Fransız taarruz-u umumisinin başlaması üzerine müttefikleri tazyik etmek fikriyle, bazı mevkilerde ve bilhassa Volonia vilayetinde taarruza geçmiş ise de, duçar olduğu zayiat ile elde ettiği netayiç pek nispetsiz olmuştur. General Hindenburg ve Prens Leopold gruplarına tevcih edilen hücumlar hiçbir netice vermemiştir. Bilakis Almanlar, icra ettikleri mukabil taarruzlarla Divina nehrini tutmuşlar ve Ruslarla kendi aralarında, bu nehrin teşkil ettiği mânii tabiiden istifade imkânını elde etmişlerdir.
General Linsingen gurubuna tevcih edilen hücumlar, yalnız Stir nehri üzerinde biraz muvaffakıyet temin etmiş diğer taraflarda hemen hemen akim kalmıştır. Alman – Avusturya kıtaatı nehir mezkûr havalisinde, faik Rus kuvvetlerinin tazyikine mukavemet edemeyerek geri çekilmişler ve Ruslar da her ne kadar nehrin garp sahiline geçmişlerse de, Alman mukabil taarruzları karşısında tevakkufa ve şedid bir muharebeye tutuşmağa mecbur olmuşlardır. Burada muhaberat kemal-i şiddetle elan devam etmektedir. Ruslar geçen hafta zarfında ber mutad Alman – Avusturya kıtaatına pek çok esir vermişlerdir.
İtalya – Avusturya hududunda: Garp cephesinde İngiliz – Fransız taarruz umumisinin uğradığı akıbeti kıskanmış olan İtalyan kahramanları Avusturya mevziinin Tirol ve bilhassa sahil cephesine karşı dehşetli hücumlar icra etmişlerdir. İngiliz – Fransız kârı 50 saat devam eden ve boğucu gazlar neşir eden topçu ateşlerinden sonra hücuma kalkan İtalyan piyadeleri, bazı yerlerde maniler önünde kırılmışlar, bazı yerlerde de kısmen Avusturya siperlerine dahil olmuşlarsa da müdafinin şecaatine mukabil hücumlarıyla kâmilen süngüden geçirilmişlerdir. Bu İtalyan taarruz umumiyesi, beş aydan beri icra edilen üçüncü müthiş hücum olup o da diğerleri gibi bir akamet-i tam ya uğramak üzere bulunuyor.
Sırbistan seferi: Sırbistan’a karşı icra edilen harekât, diğer bütün dar-ül-harblerde cereyan eden muharebattan daha mühim, daha merak-aver bir şekil almıştır. Filhakika menaat tabiiyesiyle meşhur olan bu arazide Sırpların mukavemet anudanesi, Alman – Avusturya – Bulgar ordularının bu nevmîd-âne müdafaaya rağmen her gün terakki eden taarruzları ve buna mukabil ne yapacaklarını şaşırıp kalmış olan itilaf devletlerinin Selanik’teki mukadder hakikisi meçhul kuvvetlerinin aciz ve perişanisi, bütün alemin nazar-ı dikkatini bu cepheyi harb üzerine celb ve cazib eylemiştir.
Alman – Avusturya kıtaatı, şimalden ağır fakat emin bir surette yürüyüşlerine devam ederek Morava ve Koluraba vadilerinden cenuba doğru iniyorlar. Resava, Kolubara, Kragujevac vadilerinin gerisinde menaat arziyeye müsteniden pek muhkem bir surette tesis edilmiş olan Sırp hatt-ı müdafaası, taarruzun süratle ilerlemesine mani olmakta ve Sırplara Valjevo – Kragujevac hattı gerisindeki ikinci mevzi müdafaalarına çekilmek için vakit kazandırmaktadır. Müttefikinin icrayı harekât ettikleri arazinin, pek sarp ve yoldan mahrum, 1500 – 2000 metre irtifaında dağlardan mürekkeb bulunmakta olduğu nazar-ı dikkate alınırsa sonbaharın yağışlı havalarında kıtaatın ne kadar müşkülata uğradığı tasavvur edilebilir.
Mamafih, Avusturya kıtaatının Sırbistan – Bosna hududunda kâin Visegrad mevkiinden icrasına başladıkları taarruzu hareket, Sırpları gerilerinden tehdit etmeğe başlamış olduğundan, bu hareket-i taarruziye daha ziyade cedid ve ehemmiyet peyda ettiği takdirde, hatt-ı ricaatlarının bir de guruptan kesilmesi korkusuyla, Sırpların süratle ricata mecbur olacakları aşikârdır.
Diğer bir Avusturya ordusu, Varşova’dan hareketle Tuna’yı geçerek, Sırbistan’ın Romanya’ya doğru Tuna’yı takiben bir çıkıntı teşkil eden kısmını zabt etmek ve Bulgaristan’la tesis-i muvasala ederek Berlin – Viyana – İstanbul yolunu bu tarik ile bir an evvel, küşad etmek maksadını takip etmektedir. Bu küçük beka arazinin istilası ve torpillerin tathirini müteakip hatt-ı muvasala tesisi ve temin edilmiş olacaktır.
Bulgar ordusuna gelince, bu ordu şimdilik yekdiğerinden ayrı iki gurup teşkil etmektedir. General Kliment Boyadzhiev kumandasındaki birinci ordu Morava ve Temnic vadileri arasında ilerlemekte ve şimalde gelen Alman – Avusturya kuvvetleriyle birleşmek gayesini takip etmektedir. Diğer bir hedef sevk-ül-ceyşisi de Zaječar, Kumanovo, Pirot, Niş’i ele geçirmek olan bu ordunun, son derece dağlık ve haiz-i menaat arazide harp etmek mecburiyetinde bulunması hasebiyle, vazifesi pek müşküldür. Yeni Sırbistan’da icrayı harekât eden Bulgar ordusu meydanı boş bulduğundan kemal-i süratle Veranya, Komanova, Köprülü, Üsküp, şehirlerini zabt ve Niş ile Metrovic’ye giden şimendifer hatlarını keserek Sırplarla Selanik’e çıkan itilaf kuvvetleri arasına girmiş, şimdi de Yerlip ve Manastır’a doğru ilerleyerek Sırbistan ile Yunanistan arasında hiçbir tarik muvasala bırakmamak maksadını takip etmekte bulunmuştur. Bu suretle eski Sırbistan’da kalan Sırp kuvvetleri her taraftan ihata edilmekte olup şimdilik İpek, Yakova tarikiyle Karadağ ve Arnavutluk’a ve ilticadan başka çareleri kalmamıştı.
Denizlerde: Eylül ayında Alman tahtelbahirleri 140,000 ton cesametinde 44 vapur batırdıkları gibi Bahr-i Sefid’de de her tarafa hükümran olmuşlardır. Dedeağaç bombardımanı hiçbir ehemmiyet-i askeriyeyi haiz değildir.
Çanakkale’de: Keşif kollarımız mütemadiyen şiddetli müsademeler icra ederek aciz düşmanı hırpalamaktadırlar.
Pazar ertesi: 12 Teşrinievvel
Abidin Daver