DONANMA MECMUASI 41 / Temmuz.1913
DONANMA MECMUASI 41
TEMMUZ 1329 / TEMMUZ 1913 NUMARA: 41
OSMANLILARIN MUHİB (dost) VAFİSİ (sözünde duran) PİERRE LOTİ GALATA RIHTIMINA *FRUJİ* VAPURUNDAN İNERKEN
DONANMA İSTEMEZÜK?
** 1 **
Hâlâ büyük babalarımızdan işitiriz, kaptan paşa geçerken köprüler açılır, toplar atılırmış. Vezira devletten hiç birine böyle – padişaha yakın – bir mevki tazim (yükseltme) verilmemiştir.
Kaptan paşalığı bu kadar yükselten, o rütbeyi ilk defa alan zattır. Tarihte rütbesini onun kadar bi-hakkın almış ve bi-hakkın yükseltilmiş bir ricali hükümet enderdir. Zatı âlisi için (saltanat-ı saniye kaptanıderyalığı) bir nevi terfi denildi. Çünkü o, bu mevki ye gelmezden evvel müstakil bir hükümdar idi. Öyle bir hükümdar ki, kürsüyü saltanat kendisine babasından miras kalmamış, bir küçük kadırganın üç ufak topundan tevlit eylemişti.
Hazır Barbaros’dan bahis ediyorum. Bütün bir hayata bedel kazandığı her şeyi Selim evvel’in haki pay cihangirane ithaf ettiği ve biraz sonra esmer ve yiğit arkadaşlarıyla beraber vazıı kanun sultan Süleyman’ın huzur (hazır bulunma) şehriyarına kabul edildiği zaman makamı saltanat, ona eski şan ve şerefinin – hep olmazsa – bir kısmını olsun iadeye mecbur idi. işte bilcümle şeref ve imtiyazıyla kaptan paşalık budur. Bu Hayrettin paşanın Osmanlı hizmet bahriyesindeki ömrü fiili müddetince tekemmülü ricali devletin fevkinde addolunurdu.
Barbaros Hayrettin, istiklalini adeta feda etmekle fevk-al-beşer (insanüstü) bir misali mâ-lâ göstermiştir. Tarihi Osmanî, huruç ala-üs-sultan ile doludur. Padişahın biraderleri ve hatta oğulları bile padişah aleyhinde daiye-i istiklâl (istiklal arzusu) ile kıyam ve isyan ede gelmiş ve bu hadiseler, katl-i ilah gibi, kanuni ve katl-i amm (katliam) handan gibi, gayri kanuni, ebdat-ı hüner yüzaneyi intaç eylemiştir. Valilerin, bekâr beylerin, hatta avamdan bazı mütegallibelerin (zorba) isyan ve istiklal bayrağı açmaları buna nazaran ulviyette ve meşruiyette kalmıştır. Kerim hanların, İbşir paşaların, Tepedelenli’lerin, Mehmet Ali’lerin, Vahabi’lerin, Zeydi’lerin, İdrislerin haksız ihtilalları, hep cesim devletten büyücek parçaların koparılması uğrunda iştial etmiştir.
Barbaros Hayrettin ise bir diyar-ı ecnebiyi, saltanat seniyenin hiçbir muzahereti talik etmeksizin sırf teşebbüsü şahsi ve meziyeti zatiyesiyle zabt etti. Üstünde bir hükümeti müsbet-i bahriye kurdu. Sonra da yine padişahın tazyiki değil hatta teklifi bile olmadan bunu götürüp padişahın ayağı toprağına attı. Feda etti. Metbû (tabi olunan)
Sayfa: 770
İken tabi oldu. İşte tarihi Osmanî’de bunu bir eşi daha yoktur. Bulanlara selam!
Bu derece ulvi ve bi-emsal olan fedakârlık, hükümeti Osmaniye nazarında asilaneyi kıymet zatiyesiyle telakki ve ihata olunmamıştır. Zamanın Süleyman sani’si olan vezir-i azam sabık has odabaşı İbrahim paşa, o büyük bahriyeliyi Suriye’ye, kendi ayağına kadar celb etmekle kaptan paşalık makam cedidine hüdakarane bir darbe vurmak istemişti. Damat paşa kaptanıderyaların ef’âl ve harekâtına da nazım resmi olacağını fiilen göstermiş oluyordu. Bilhassa tayin ettiği beyaz ve siyah müntahib (seçen) casuslarla Barbaros’un icraat mesleğiyesine nüfuz ve onu istediği gibi tedvir ve idareye çalışıyordu. Preveze muharebeyi bahriyesinden biraz evvel, düşmanın karaya asker ihracı ihtimaline karşı müdahillik sözü hususunda, Osmanlı amiral gemisinde cereyan eden müzakere, İbrahim paşanın Barbaros’u ne kadar kuvvetli bir daireyi mensuban ile ihata etmiş olduğuna parlak delildir. O zaman koca Barbaros, Murad reise hitaben:
<< – bu herif, burada söylediklerini padişaha söylerse hazır Barbaros’u bile astırır!>>
Demişti. O herif ise İbrahim paşanın bir haremağasından ibaretti!
Bununla beraber, Barbaros Hayrettin bahusus Preveze muharebesinden sonra, vasi bir istiklal ile idareyi umur edebilmişti. Kaptan paşaların istiklal harekâtı da kendisiyle beraber olmuştur.
Yeniçeri teşkilatı yapılıp da Osmanlı ordusuna ilk temel atıldığı vakit, bir de bahriyenin vücut (zaruri) tesisi düşünülmemişti. Donanma istemezük! Feryadının bu ilk lisan-ı halidir. Sultan Orhan evail (evvel) hükümetinde memaliki Osmaniye’nin hududu ve vüs’atı (bolluk) nazarı itibara alınırsa öyle biri, bir memleketin neden dolayı bahriyeye muhtaç olduğu anlaşılmaz bir mesele gibi görülür. Sureta Alâeddin paşayı ekbere hak verilir. Yalnız, bu davada, zamanın ruhuna nüfuz edememek gibi bir kusur vardır. İlk padişahlar zamanı, devri tesis ile devri istilâ yekdiğerine mülâsık (yapışık) idi. Kanun devrinden çıkar çıkmaz ordularımız Rumeli’de cevlana başlamıştı. Çandarlı’lı Halil ve Alâeddin paşaların, teşkilatı askeriyede böyle cesim bir gedik bırakmış olmalarına sebep arandığı vakit çaresiz şu hüküm verilecektir.
Onlar donanma görmemişlerdi, bilmiyorlardı. Bunun için bir bahriye tesis etmediler. Tıpkı kendilerini takip eden ricali devlet gibi!
Devri istilamızı adım adım takip edenlere malumdur ki *Murad evvel* sazlı dere muharebesinin arkasında donanma ihtiyacıyla kıvranmıştı. Yıldırım Gelibolu’da Osmanlı bahriyesine ilk tohumu ekti. Devri fetrette hain müzahrefat (süprüntü) ile örtülen bu tohum, sultan Mehmet evvel zamanında tekrar filizlendi. Osmanlı bahriyesi adeta doğar doğmaz, kendini dünyanın en kuvvetli bir donanması karşısında buldu ve Gelibolu müsademeyi bahriyesi vukua geldi.
Hezimetimizle neticelenen bu ilk kavga, mini mini aleyhtarlığa, zahir perestân nazarında, vasi bir hak kazandırmıştı. Ondan sonra, ta İstanbul fethine kadar donanmanın adı anılmadı. Mamafih Sultan Murad sani’nin Foça Cenevizleri gemilerine rakiben Akdeniz boğazını geçerken giriftar olduğu tehlikeyi taht ve hayat, o padişahı gayurun başına bir çekiç darbesi tesirini göstermiştir. *bu hikâyenin tafsilat faciasını öğrenmek isteyenlere, Ata beyin himmetiyle tercüme edilen Hammer Tarihini tavsiye ederim*.
Murad sani o çekiç darbesini, karaya ayak basar basmaz unuttu. Varna melhameyi (kanlı savaş) kübrasında Anadolu ‘dan Rumeli’ye şitab ederken karşısına çıkan deniz, ona eski tekâsülünü (tembellik) bir defa daha ihtar etti. Varna sahrasında müttefik devletleri ezen o büyük padişah, ufacık bir Marmara’nın sakin suları karşısında, nihayetsiz bir aciz mütehevvir-âne (öfkeli) ile inledi. Yine imdadına Ceneviz donanması yetişti. Lakin ne fedakârlık mukabilinde???
Nihayet İstanbul’un büyük fatihi, ordunun yanına
Sayfa: 771
Bir donanma karikatürü koydu. Bu karikatüre hitaben;
<< – git! İstanbul’un münakaleyi bahriyesini kes!>> dedi. Şehzadeliğinde, İstanbul’un haritalarını çizen, uykularında bile Bizans’ın zabtını sayıklayan. Beş altı lisan tekellüm (konuşma) eden. Macar urbanı mühendisliğine takdir-hân eden ve şedid bir darbı-dest ile tarihi cihanın kervan vasıtasını kapayan o kadar büyük bir hakan. Hususatı harbiyeyi bahriyede bu kadar acemi almalımıydı?
Zavallı Balta oğlu, yakasından tutulup kara işinden ayrıldı ve miktarı yüzlere varan bir balık kayığı filosuna başkumandan yapıldı. Sonra da Ayastafonos muharebeyi garibesinde kale gibi müstahkem kalyonları (o günün kalyonu bu günün dretnotu demektir) batıramadığı için, sahilin kumları
üstünde. Büyük hakanın huzuru ceberrütünda girinceye kadar sopa yedi!
Bu emir almalarımızın ilk mükâfatıdır.
Fatih hazretleri, daha sonraları o lekesinin Kırımlara, Trabzonlara, İtalyalara kadar büyüdüğüne şahit oldu. Mateessüf siyaseti bahriyesinde sebat etti. Denizlerle yavaş yavaş barışmağa başlayan bahriyelilerin başına muktedir <general> ler tayininde muzır bulundu. O ahir saltanatında o kuvveti büsbütün mühmel (ihmal) bıraktı. Yoksa Roma’ya kadar dayanıp papalık hükümet mezrasına dört asır evvel hitam vermek ishal umurdandı.
Vukuatın missi tabiisi, Bayezid sani zamanında ihtiyacat katiyemizi, en zayıf noktamızı artık bir güneş parlaklığıyla inzarı mecburiyet önünde fürûzân (parlak)
Sayfa: 772
etmeğe başlamıştı. Avrupa’nın Hıristiyan hükümetleri mülkümüze denizden hücuma hazırlanıyorlardı. Mora sahillerinde acayip vakalar cereyan ediyordu. Bundan başka, Bahri Sefid kıyılarında yerli ahali ile temas ve ihtilat (karışma) eden Osmanlı Türkleri onların eser-i taayyüşüne (yaşam tarzı) iktifa etmişlerdi. Balıkçılık, kayıkçılık derken korsanlığa, tabiri diğerle ticareti bahriyeye el atmışlardı. Bu faydalı ticaretin himayesi, kuvvetli bir bahriyenin, daha doğrusu vasi bir hâkimiyet bahriyenin vücuduyla mümkün olacağı itikadı kesbi umumiyet ediyordu.
İzmir yalılarından Afrika sahillerine gidip gelen babayiğitler, denizin bir altın gölü olduğunu ve bir an evvel içine atılmak lazım geldiğini söylüyorlardı. Bu kanaati hususiye, Kemal reisi refikasıyla beraber hizmeti Osmaniye ye almakla tetviç edildi. Gelibolu ve İstanbul tersanelerinde görülmedik bir faaliyet başladı. Ciddi bir donanmanın esası kuruldu. Bir ak adası önünde vukua gelen muharebeyi bahriye, Akdeniz’in hâkimiyetini – isteseydik, ebediyen – Osmanlı bayrağının sayesine verirdi. Avrupa’da Türklerin denizde gayri kabil galebe olduğu kanaati husule geldi. (Hamilton’un Bahri Sefid kurtları namlı eseri).
Ancak donanma, bir teşkilat esasiye isterdi.
EDİRNEYE VİLİAHT HAZRETLERİNİN MAİYET NECABETLERİYLE DUHÜLLERİ.
Teşkilatı merkeziyesi olmayan bir donanma başsız bir cesede benzer. O ceset gibi çürür. Kargaların didiklemesine maruz kalır. Beyazıd sani hükümeti o kuvvetli donanmayı, taşınması güç bir kuyruk telakki etmeğe inat etti. Başlanan iş yarım kaldı. Nihayet Kemal reis, muhitinin, meslek bahriye karşı cehil inadından nevmid (ümitsiz) ve mukadder, bir gün üç gemi ile denizden açıldı. Vatanın zengin yalılarına, ticaretgâh limanlarına, askerlikçe ehemmiyet azamisi olan adalarına bir kere daha müteessirane baktıktan sonra, ufuklara koştu. Kim bilir nerede, hangi meçhul düşmanın veya nasıl hain bir fırtınanın zir payı savletinde kaldı. Artık ne bir haberi geldi, ne de böyle bir haber soran oldu.
Kemal reis Osmanlı bahriyesinde bulundukça ricali devletten hiçbir yardım, hiçbir hürmet görmemiştir. Namı, unvanı bile yoktu. Korsanlığında olduğu gibi, Osmanlı donanmasına başkumandan olduğu vakit dahi Kemafi el sadık (Kemal reis) kalmıştı. Ricali sairenin ise kavukları, ihraz ettikleri tuğları taşıyamaz bir hale gelmişti.
Binaenaleyh Kemal reis, mevki itibariyle hiçbir şeref, hiçbir imtiyaz sahibi değildi. Kendi
Sayfa: 773
Nezareti altında çalışan Osmanlı tersanelerinde gayet cesim gemiler yapılır. Ahali bu inşaatı uzaktan lakayıtdane temaşa ediyordu. Akdeniz sahilinde ise Kemal reis namına perestiş (beğeni) ediliyordu. Namı hariçte daha maruf daha muhterem idi.
Kemal reis Osmanlı donanmasına hükümet muvacehesinde bir mevki-i resmi vermemekten maada ona bir alay aleyhtar kazandırmıştır. Gayet ince riya ve tabasbus (yaltaklanma) kolları altında o boyun bu ejder aleyhtarı, Kemal reisin gaybubiyetiyle beraber ale-l-fevr (derhal) uyanmış ve bahriyenin külliyen unutulmasına bais (sebep) olmuştur. Bunu takip eden günlerin siyaset umumiyesi büsbütün başka idi. Osmanlı kuvveyi muhibesi İran’a, Suriye’ye, Mısır’a, Hicaz’a yürümüş ve İslamiyet noktayı nazarından büyük bir noksanı – az zamanda – ikmal eylemişti. Bu adımlar Osmanlı ülkesini (garb ocakları) na yaklaştırıyordu. Orada, Barbaros kardeşlerin hükümet bahriyesi vardı. Kartaca’nın mevkii, tabiyaten üzerinde bir devleti bahriye yaşatmaya müsaitti. Barbaros kardeşler, işte bu ilcayı (zorlama) tabiyeye itbâ (tabi kılmak) etmişlerdi. Birbirleriyle uzun ve kanlı muharebeler vererek dâhile doğru da epeyce genişlemişlerdi. Hilafet İslamiyet ile omuz omuza gelince
BULGARLARIN EDİRNEDEN FİRARINDAN EVVEL <VARDAR> NEHRİNE ATTIKLARI ZAVALLILARIN DALGALAR ARASINDAN ÇIKARILAN NAAŞLARI.
Hızır reis, yeni hükümetin mefta tabiiyetini padişahın haki-pay metbûiyyetine (kendisine tabi olunan) atmış ve bu suretle dahi, İslamiyet ve Türklüğe hizmetten başka bir gayeyi dünviyesi olmadığını izhar etmişti.
Şu icmalin mütalaasından anlaşılır ki (kaptan paşalık), bütün şeref ve imtiyazıyla beraber, Barbaros Hayreddin paşadan eski değildir. Böyle mühim ve resmi bir meselede telakkiye itibar yoktur. Bunun için Emir âli, Süleyman paşa, Çalı bey, Balta oğlu Süleyman bey, Gedik Ahmet paşa ve saire kaptan paşalıkla tebcil (ululaştırma) edilemez.
Süleyman Kanuni, bahusus Damat İbrahim paşanın ribka (kemend) tahkiminden kurtulduktan sonra Hayreddin paşaya na- mütenahi imtiyazlar vermiştir.
Kaptan paşa, mevki zatisi itibariyle, nazarı saltanatta hiç kimsenin çıkamayacağı bir mertebeyi mergubda (beğenilmiş) idi. Umur ve muamelatında istiklal tam olup padişahtan başka hiç kimseye hesap vermeğe mecbur değildi. En feyizli sahiller, kendi hazineyi şahsiyesine (has) idi. arzu ederse büyük bir servet edebilirdi.
Diğer taraftan, tersane umuru, ricali devletin
Sayfa: 774
asla akıl erdiremediği bir fen idi. ne irat ne masraf harcadın kontrol edilemiyordu. Mürtekib (rüşvet alan) bir kaptan paşa için bilâ perva hırsızlık etmek imkânı her daireyi devletten ziyade idi. Elinde donanma gibi kendisinden başka hiçbir kimsenin hüküm ve nüfuzuna boyun eğmez bir kuvvet vardı. Bu kuvvetle herkese karşı tehdidini ika-ı kader idi. Kaptan paşaların zatına mahsus sancaklardan maada, varidatı doğrudan doğruya tersaneyi amireye tahsis edilmiş eyaleti sahiliye vardı ki, bu varidatın tahsil ve sarfına yalnız kaptan paşa memur idi. vakit-i sulhta bu kadar tantana ve ihtişama sahip olan kaptan paşaların,
EDİRNENİN TÜRKLER ELİNDE KALMASI İÇİN EDİRNEDE ANASIRI ADİDEDEN (BENZER) TEŞEKKÜL EDEN BİR MİTİNG.
harp esnasındaki mevkii daha muhteşem olurdu. Bütün kış tersanede, ateşin hema-alevde bir hayatı fi’il kaynaşırdı. İlkbaharda gemiler divanhane önüne çıkar, Haliç’i baştanbaşa kaplar, donanma başlardı. Padişahlar da âle-l-kesr has Bahçe ve Aynalı Kavak Köşklerinde otururlardı. Donanmanın yevmi hareketinde payi-taht yerinden oynardı. Padişah ve erkânı saltanat ale-s-seher (sabah), saray burnunda Yalı Köşkü’ne gelirdi.
İstanbul, Galata, Üsküdar arası, Marmara açıklarına kadar her cins kayık ve sandal ile dolardı. Herkesin gözü şimdiki yeni köprünün bulunduğu
Sayfa: 775
medhale matuf kalırdı. Öğle üzeri atılmağa başlayan toplar, kaptan paşanın rakip olduğu Yeşil kanca baş’ın * 1 * donanmadan ayrılıp zatı hümayuna mülaki (kavuşma) olmak için Yalı Köşküne gelmekte olduğunu ilan ederdi.
Biraz sonra, o binlerce mürakib bahriyenin pür telaş ve heyecan alkışları arasında kuvvetli gemicilerin darbeyi mezakı (zevk) ile suları yaran Yeşil kancabaş yıldırım gibi gelir yalı Köşküne (şimdiki sevkiyat biriye dairesidir) yanaşır. Toplar yine afakı gürletmeğe başlar. Padişah ile kaptan paşanın vedaı ekseriya uzun sürmezdi. Sonra Yeşil kancabaş, tekrar aynı şitab birkengiz (şimşek gibi) ile tekrar halice süzülür. Artık didinme başkumandanlığını bilfiil eline almış olan kaptan paşayı baştardasına (amiral gemisi) isal ederdi.
Şimdi herkes daha sâkît (suskun), daha muhteriz ve daha pür heyecan divanhane önünden birer birer vira demir eden (demir alan) sefaini harbiye’nin kalyon, kalite, kadırga, fırkateyn, üç anbarlı, koka vesaire beyaz yelkenlerine gözlerini diker, beklerdi. Gemiler, bütün efrat çamariva (armaya çıkmak kumandası) olduğu ve tekmil Serenlerde alay sancakları küşada bulunduğu halde birer birer padişahın önünüden geçer ve selam toplarıyla sevgili hakanı selamlayarak Marmara’ya açılırdı. Bu ekseriya üç yüz parça geminin dolgun yelkenleriyle Yalı Köşkü önünden ve binlerce sandalın arasından geçişi hemen geceye kadar sürerdi. Ahali, o azametli donanmayı, o beyaz kanatlı deniz kartallarını Marmara ufuklarında kayıp oluncaya kadar temaşa ederlerdi.
Donanmanın muzafferen İstanbul’a avdeti ise buna nazaran daha fevkalade olurdu. Düşmandan zabt edilen gemiler, direkleri çıplak, serenleri düşkün ve tekneleri harap, ambarları ganaimle dolu, güvertelerinde Osmanlı bahriyeleri, birer birer geçerdi. Paşa baştardasının kasarasında, düşman emerayı bahriyesinden esir olanların zırhları, miğferleri parlardı. Bu defa, Yeşil kancabaş’ın seyranı daha çevik, kaptan paşanın alnı daha yüksek görünüyordu. Piyale paşayı kebirin (Cerbe) muzafferiyetinden İstanbul’a avdeti ve sureti istikbali bu dononma dönüşleri merasiminin en parlaklarına bir misal müşâ’şâdır (tantanalı).
Mektebi bahriyeyi şahane tarihi harbi bahri muallimi.
Ali Haydar Emir.
1 * Yeşil kancabaş, kaptan paşaların rükûbuna (binme) mahsus büyük bir sandaldır. Altı ve sekiz çift olur. Başı kanca gibi olup bordasına yarım arşın eninde bir tiriz (etek eki, ensiz tahta) çekilmiştir. Bu teamül Mahmud Muhtar paşanın bahriye nazırlığına kadar devam etmiş bir âdeti resmiye’yi mergubedir (beğenilen). İngilizler de bizden alarak Portsmauth kumandanlığının rükûb filika istimbotunu böyle yeşil tizle boyamışlardır. Mahmud Muhtar paşa zamanında bu asır dide teamül (adet) bila sebep bozulmuştur. Donanma cemiyetinin nazarı dikkatini bunun ihyasına celp ederim.
Sayfa:776
Mıknatızsız pusula
Lagirokompa / Lagyrocompas
REŞADİYE DENİZE İNDİKTEN SONRA
Sanatın tarifi ve tarihçesi
Tarabyadaki Fransa sefarethaneyi seyfisinin yangından evvelki manzarayı muazzaması.
Tarabyadaki Fransa sefarethanesinin yangından sonra enkazı
SİROZDAKİ MANZARAYI HARABE
AVUSTURYA MACARİSTANIN SELANİKTE BAŞ ŞEH-BENDERİ *konsolos* OLAN MÖSYÖ KARL SAROZDA AVUSTURYA MACARİSTANA AİT OLUP BULGARLAR TARAFINDAN TAHRİP EDİLEN KONSOLOSHANE ENKAZINI ZİYARET EDİYOR.
BÜKREŞ KONFERANSI
KRAL KOSTANTİN MÖSYÖ VENİZELOS
ZAFERDEN SONRA
VENİZELOS BÜKREŞ KONFERANSA GİTMEZDEN EVVEL HÜKÜMDARIYLA SULHUN ŞERAİTİNİ GÖRÜŞÜYOR.
KAVALA – MENÂZIRINDAN
KAVALA – MENÂZIRINDAN
MUVAFFAK OLAN BİR FEMİNİST
<<Finlandiya>> diyetinin son intihabatında rey kağidını sandığıra koyan bir müntehibe!
Tefrika-i içtimâiyye
Asr-ı ahir devlet-i Osmâniyyesi
Mütercimi müellifleri
Mahmud Kâmil Deriyo, Kolla
Geçen nüshalardan mabad
Yanıp kavrulmuştular, teşebbüsat ihtilaliyede bulunmağa karar verdiler.
Sultan Kürtleri Ermenilerin aleyhinde teşvik ve teşci eyledi. Ermeniler müdafaa ettiler. Vahim bir takım ihtilâfât (uyuşmazlık) tahdis (rivayet) eyledi. Sultan bu Ermeni isyanını bastırmak için Hamidiye alaylarını gönderdi. 1894 senesinin on iki Ağustos’undan dört Eylûl’e kadar Sasun (Sanasunk) şehri ateş ve kan tufanı içinde kaldı.
Bu vakayı takip eyleyen kışın imtidadı müddetince Düvel-i Muazzama Ermeni memleketlerine islahat ithali için müzakeratta bulundular. Sultan bazı mevâid’de (vaat) bulundu. 1895 Eylûl’ün otuzuncu günü Ermeniler İstanbul sokaklarında tezahürat-ı ihtilâlkarane yaptılar. Bu ihtilâl de zabitanın ve asâkirin (asker) tesiratıyla bastırıldı.
Düvel-i muazzama Babı Âli’ye pek ciddi surette bir takım müracaatlarda bulundular. Teşrin evvel’in yirmisinde bir irâde-i seniyye (padişah emri) çıkarak Ermenilerin matlupları olan teminatı bahşetti. Müslümanlar, bu irade üzerine daha ziyade tahüre (temizlik) gelerek 1895 de ihtilâl hûn-în (kanlı) hadis oldu. Rivayet olunduğuna göre bu tarihteki Ermeni katliamı Müşir Şakir paşa tarafından idare olunmuş ( * ) ve paşayı müşârün-ileyh (adı geçen)<< hükümdarın Ermenileri musaide (yardım) buyurduğunu>> söylemişti. Diyarbakır’da, Erzurum’da büyük katliamlar olmuştur.
Düvel-i muazzama sefirası bi-tekrar Ermenilerin şeraiti hayatiye sini tadil ve ıslah eylemek için ahvali müzakereye koyulmuşlardır. Bu aralık sultan da başladığı iş-peziri hitam eylemeğe muvaffak olmuştur. Van vilayeti ki katliamdan ihtilalin netayic tahrib karıyesinden vareste kalabilmiştir. O dahi 1896 Haziranının on beşinden yirmi beşine kadar hariklerle (yangın), ihtilallarla tahrib edilmiştir. Nihayet Ağustos’un yirmi altısında bir yirmi kadar Ermeni, muayub lakaydisini ve müstekreh (iğrenç) rehavetini izale etmek, nazarı dikkatlerini celb eylemek emeliyle Osmanlı bankasını zabt ettiler. Bankanın derunundaki eşyaya ve nakide katiyen dokunmadılar. Ancak hayatlarının temin edilmesi şartıyla bankayı teslim ettiler. Vaka el hakikat bu meselede Düvel-i Muazzama sefirası tarafından himaye olundular.
( * ) müverrih, müfteri oluyor.
Sayfa: 799
Bu vaka üzerine sultan Abdülhamit hiddetinden adeta deliye döndü. Bunun üzerine Hasköy Ermenilerinin ve İstanbul mahallatındakilerin bile hakkıda bir katliam başladı. Sokaklar mezbahayı beşeriyete döndü. İşte bu kanlı katliamlardan dolayı idi ki Abdülhamit saniye mösyö <<katil hükümdar>> ve mösyö Vandale <Sultanrouge> yani <hûn-in padişah> namlarını bihak veriyorlardı.
Girit muhteriti 1897
Girit’te şüphesizdir ki eğer Avrupa filoları gelmemiş olsaydılar aynı surette muamele görecekti. 1868 yani Babı Âli’nin Kırım muharebesini müteakip Avrupa’nın rey ve fikrine mutâvaat (itaat) gösterdiği ve ıslahat siyasetinin takip eylediği zamanda bir ferman padişahı Giritlilere bazı müsaade, bazı hürriyetler vermişti. İşte bu fermandan itibaren Giritliler bir meclis umumiye malik oldular ki bir mecliste de ekseriyet Hıristiyanlarda bulundu. Çünkü zaten ahali ve efrat memleket arasında da onlarda idi. Bu ferman padişahı aradan epeyce müddet geçtikten sonra, Avrupa’nın zamanı müşterek dolayısıyla teyit edilmiştir.
<<Halepa>> mukavelesi unvanıyla bir nevi meşrutiyet mahiyetini almıştır.
Fakat meclisi umumi ile Müslüman valisi arasında amizaş ve itilaf husule gelmedi. Bu vesile ile Hamid sani bilfiil Halepa mukavelenamesini ayaklar altına alarak, keennemyekün (değersiz) addederek valinin maiyetinde bir askeri kumandanlık tesis etti. Valinin tahsisatını tezyit eyledi. Valiyi Girit meclisine riyaset ve meclisin umur ve muamelatını idare ve tedvir eylemek salahiyetlerini verdi. Bundan itibaren mecliste hiçbir salahiyet kalmadı.
Giritliler şikâyet ettiler. Düvel-i Muazzama müdahale eylediler ve Hıristiyan valinin tayini talebinde bulundular. Abdülhamit sani sureti zahirede kabul etti. Adanın idaresini Hıristiyan bir valiye, yani <<Fotyadi Karatodori>>ye tevdi etti. 1895? (1897)
Fakat bu hadise nasp ve tayini bu defa da adanın Müslümanları protesto ettiler. Orada bulunan asakiri Osmaniye kumandanı kendilerini teşci etti. Hatta kumandan bizzat kendisi Hıristiyan olan valiyi itaatten imtina eyledi. Birçok kargaşalıklar, müteaddit suikastlar, isyan tehditleri mütehaddis oldu. 1897 senesinin sekizinci Mart günü Hıristiyan valiyi istihlaf (yerine geçme) eyledi. Karatodori paşanın yerine Turhan paşa tayin olundu.
Mabadı var.
Sayfa: 800