DONANMA MECMUASI 43 – 44/Eylûl-Ekim. 1913
DONANMA MECMUASI 43 – 44
EYLÛL – TEŞRİN EVVEL 1329 / EYLÛL – EKİM 1913 NUMARA: 43 – 44
BABANZADE MERHUM İSMAİL HAKKI BEY.
BEREKET ÜL RİCÂL
HAKKI BEY
Az zaman içinde ne kadar çok şey ve şahıs kayıp ettik. Haritamız kadar defteri nüfus umumiyemiz de müsabdır (isabet). Bir kafileyi ilmek geçen hafta Mustafa Reşit Paşa’ya car ül uhrevi olarak götürdükleri Baban ailesinin necip evladı Hakkı Bey, ebediyete zeval-i beka amiziyle tezeyyün eden bu ölü, zayiatımızın büyük bir zamimesidir (ilâve). Bey ziyade namuslu olduğu için mesela bir daneyi kaza ile olması belki de bazen hatıra gelen hakkı beyin acil mevaidiyle bu başta terki hayat etmesi mucibi hayrettir. Afif (namuslu) geçmiş bir hayatın hukuk tabiyesinden olan sıhhatine, mukaddem (sunuş) yaşamış bir vücudun vezaif mübrimesinden olan müfidiyetine rağmen Hakkı Beyde ecel mevaidiyle ve yaşamaya başlamış denecek kadar genç bir yaşta öldü. Müftekir (muhtaç) fatiha olarak birisinin mezar ve bir şebab (gençlik) zarar kaldı… Bu şebab, Osmanlı gençliğidir. Şebab-ı Osmanî pek kıymettar bir büyük birader erkânı vicdanını ayıp etti. Ağlasın.
<<ukalalık>> ile <akıl> lık arasında pek ince bir hat tefriki vardır. Hakkı Bey her gün yazdığı baş makalelerini, akıllı, uslu, matbuatın an’anât ceryanına vakıf, gayri mütecaviz bir üslup ile yazardı. Bu yazılar ukalalıktan arî idi. Hepsi samimi, hepsi ciddi idi. Onun Mektebi Mülkiyedeki şakirtleri kadar Tanin karileri de tilmizi (talebe) idi. <<le commun>> bizden evvel yazanların ve yaşayanların hazım ve temsil
Sayfa: 866
ettikleri malumatı başka şekillere ve kelimelerle geviş getirmekten ibaret olan mübtezellatı (adilik) yazmazdı. Bir gün evvelki vakayı Beyneldüvel hakkında yirmi yıl evvelkilere irtibatını bilen düşünen bir vukuf-u vakur ile yazılan başmakalelerini bundan üç buçuk sene evvel merhum Ahmet Şuayip Bey takdiratı mahsusa ile mevzuu bahis ettikten sonra bunların birer kitap şeklinde basılmasını kendisine teklif ettiği zaman – ben de orada idim – Hakkı Bey bu teklifi hayreti mütevazı ile karşılamış. Bu değersiz yazıların yek-rûzesi (günlük) olan bir gazeteden başka bir yerde bulamayacağını tevazuu ca’l (yapma) olmaktan pek münezzeh (temiz) bir sadelikle ve ihtisar (özet) ile söylemiş, bahsi kapamıştı. Huzuru Allah’ına talebesinin huzurundan gitmek, misali ahrete kürsüyü tedris üzerinden etmek, makbere mektepten çıkıp girmek şüphesiz ki hayat için mağabut (gıpta) hatemedir. Fakat bu hatemeyi mağabuta bu hayat nevdemideye yakışmadı. Bundan otuz sene sonra nasiyesi bir ilahiye nurani ile haleldar olduğu zaman bu akıbeti feci-i bir akıbeti tabiiye olabilirdi. Fakat bu gün… Bu gün o kürsüdeki boşluğu, matbuat sütunlarındaki boşluğu, meclisi mebussan sıralarında ki boşluğu, aramızdaki boşluğu nasıl dolduracağız.
Bu boşlukları düşünerek olmalı ki, cenazeyi teşyii edenlerin yüzleri o günkü yağmura rağmen yağmurla değil pek başka bir şeyle ıslanmıştı, zavallı Hakkı.
Ferhat cemal.
Sayfa: 867
DONANMASIZLIK
VE
Bunun mukadderatımıza tesiri
Evvela Trablus ve sonra Balkan seferleri, vatanımızın fezayı sükûnunda nâ-gehâni (ansızın) yıldırımlar gibi patladı. Evvelkisi üç Rumeli büyüklüğünde iki vasi hatayı, ikincisi yüz Trablus ehemmiyetinde bir zengin mamureyi elimizden aldı.
Ah! Ana yurdumuzdan Trablus’a bir keçi yolu olsaydı! Diyorduk. Bunun ihtimal mevcudiyetinde kazanacağımız – ne kadar ciddi bir iman ile – mutmain (huzurlu) olduğumuza muzafferiyet mevhumenin gururuyla sefalet harbi avutuyorduk.
Hal bu ki, arada bir keçi yolu tahrisine ihtiyaç var mıydı? Eğer, ana yurdumuzdan, ayrı, iki uzuv maktu gibi bi-vâye (nasipsiz) ve perişan bir Trablus’umuz, bir Bingazi’miz olduğunu vakti sulhta düşünerek sevk el ceyş (strateji) sulhu icabına göre deniz yollarımızı temin etmiş olsaydık. Bir kan harbin feveranıyla beraber böyle muhalatın (olmayacak) temennisine mecbur olmaz ve maverası geniş bir İslam cihanına açık öyle bi hat ve intihaber katide boğazlanan din kardeşlerimizin akıbet hûn (ölüm) aludine karşı, eller böğürde, seyirci kalmazdık. Trablus ile aramızda – tek bir askerin geçmesine müsait! – keçi yolu arayan gözler en muhib seyyar kalelerin cevlanına küşade mai ve geniş deniz caddelerini göremiyordu. (Lozan) muahede namesiyle şark milli ve askerimizi kurtardığımıza zâhib (gidici) olmak, neticenin fecaati azimesine karşı, nahoş bir teselli derundur. Kendimizi iğfaldir. Koca bir eyalet düşman çizmeleri altında çiğnenir ve Turgut çenin
Sayfa: 868
türbeyi garibi dindaş kanıyla boyanırken, imdada koşmamak, koşacak ayakları kırık bulunmak bir cürüm ise, bu cürümün mesuliyetini – orduların, donanmaların ve kabinelerin musaddar (çıkmış) daimiyesi olan – milletten başka kime isnat etmeli?
Balkan harbi, tereddütleri izale ve uzun bir muadeleyi hal eylemiştir. Lakin meçhulün kıymeti bize yine meçhul kalmıştır.
İki silsileyi harpden beri bitmeden öbürü başladı. Vaktiyle Tuna’lara, Sava’lara dayanan ve küçüle küçüle bir ince kırmızı şerit içine sıkışan en son Rumeli’yi al kanlar içinde bir şehit naşı gibi idamızın yed zabtına düşürdü. Felaketlerin vukuunu müteakip beşeriyetin intikad (seçim) sinirleri boşanmak ezeli bir kaideyi tabiyedir. Bu bizde de aynen vaki oldu. Bazı ictimaiyemiz bunun adına kemali semahatlarından intibah (uyanış) dediler. İntibahın vücuduna inanmak için ise ifale ihtiyaç vardı. Ve beladan hissiyabı intibah olanlarımız, laftan işe geçeli şimdiye kadar çok zaman olmalıydı.
Mehaza, intibah denilen o hezeyanı ihtisasatda bir şeydir. Tekrarı bir iş tevlit edebilir. Ancak esbabı ve avamil zaaf ve sükûtumuzun tahrisi (hırs) esnasında efkârı umumiyeyi milletin vasati seviyesini hatırlamalıyız. Böyle yaparsak çok isteyip az kavuşmak yeis ve kederinden tahlisi (kurtarma) vicdan edebiliriz. Bu milletten, veremeyeceği avâtıfı (lütuf) istemekte asla haklı değiliz. Her halde bu kerede etraf bizden çevik davrandı. Trablus seferi hengâmında idi ki matbuatımız İtalyanca öğrenmemek için efradı Osmaniye yi ahde ve misaka çekmekten başka bir iş düşünemezken, İngiliz gazeteleri esbabı felaketimizin tetkikine koyulmuşlardı. Balkan harbinde de Almanlar bize pişrev (öncü) oldular. Osmanlı muharrirlerinin bu vadide kalem oynatması epeyce gecikti ve sonra, bir tufanı tahkir ve tezellül (alçalmak) başladı. Her şeyde olduğu gibi nevâkıs (noksan) ictimaiyemizin teşrihinde de ifrata düştük. Bu defa ise oyuncağımız adi bir şey değil milletin namusu mukaddesi idi.
Söyledik, söyledik; Yazdık, yazdık. Yarabbi! Söylemediğimiz ne kaldı? Önümüzde Samet ve mahcup boynunu büküp beyannameyi mahkûmiyetini bekleyen zavallı Osmanlılık için hiç esbabı muhafife (korumaya alınmış) yok muydu? Biz ne insafsız hâkimler idik ki çürümüş, kokmuş olduğuna ekseriyet ara ile karar verdiğimiz o mahkûmun bir cüzü gayri munafıkı olduğumuzu da nazarı itibara almamıştık. Üzerimizdeki perdeyi mutlakıyet kalkar kalkmaz mahiyetimiz nasıl meydana çıktıysa mütevelli hezimetler dillerimizin kilidini açar açmaz bütün ayıp ve kusurumuzu dostun, düşmanın önünde tadada başladık.
Terbiyeyi etfalde, bir çocuğa her şeyden evvel yüksek bir onur, bir haysiyeti zatiye verilir. Mini mini fikriyle o, kendisinin zeki, mühim, vakur ve büyük adamlardan hiçbir tarafı hiçbir
Sayfa: 869
şeysi eksik değil olduğuna o derece inandırılır ki bir hafta görülüp de en ufak bir sitem reva görüldüğü vakit bu küçük efendi fena halde mahcup ve nadim olur. Bu tarz terbiye, çocuğu sopa ile bir işin, bir öküz derkisine (anlayış) indirdikten sonra ona basmakalıp bir malumatı medeniye ve ahlakiye kitabı ezberletmek usul akim ve sekimine elbette merci değil midir? İşte ruh-u millide böyledir; şerefine, ananesine, tarihine
BALKAN HARBİNİN İLK ŞEHİT MAĞFUR (merhum)MÜLÂZIM-I EVVEL MEHMET CEMAL BEY.
bi payan ihtiramlar bekler. Biz, kendi milletimize fenalık isnat ede ede cidden fena olduğumuza o kadar inanmışız ki bir yabancının en mahûf (korkunç) bir tahkirine karşı müthiş bir tevekkül ile hakkın var, biz adam olmayız ki… Deyip geçiyoruz. Kahvehanelerden mahafil resmiyemize kadar her yerin kanaati adam olmayacağımızdan ibaret. Adam olmak istiyorsak zaten adam olduğumuza inanmalı ve bunun hilafı akid-i batılı zihinlerden çıkarmalıyız. İktisap edep
sayfa: 870
ve terbiye etmemeğe hilkaten (yaradılış) müsait hiçbir çocuk tasavvur edilemediği gibi, terakki ve teali etmemeğe tabiaten mahkûm hiçbir millet olamaz.
Trablus’a İtalya hükümetinin muhacemesi (hücum) esnasında, bir zaman oldu, efkârı Osmaniyenin bir noktayı münakaşa üzerinde temerküz ettiği görüldü. 1327 SENESİ HAZİRANINDA MEKTEB-İ ASKERİDEN DOKTORLUKLA NEŞET EDİP HATTI HARBE İLK EVVEL GİDEN
DOKTOR YÜZBAŞI GİRİTLİ HÜSEYİN HÜSNÜ BEY.
<ikdam> refikimizdan alınmıştır. BÜYÜK BARBAROS
Başında bahri muhitin küçüklü dalgalar
Sefinelerde seririn, serir seyyarın
Derin imâmeyi iclâl ve ibtihacın var
Terab zillete bigane taht ve tacın var.
Ferhat Cemal.
Sayfa: 872-873
Umumiyet müesellibeyi bu yanlış noktaya rehberleyen kuvvetin hüviyeti mutasavver kaldı. Herkes onun kendiliğinden tahdis (söylenme) eylediği veya bir nimet-i Allah iye gibi asman (sema) hakikatten indiği, her halde hakka giden tarikin bu olduğu zehabına düştü, düşürüldü. Noktayı müttehideyi (birleşme) tenkit şu idi.
Niçin hükümet, Afrika’yı Osmaniye’de, oralarını müdafaaya kâfi bir ordu tesis etmemiştir?
Öyle zan ediliyordu ki, eğer Trablus da böyle bir ordu bulunsaydı kıtayı mezkûra istiladan kurtulacak ve bilintica tamamı mülkü vatan endişeden azade kalacaktı. Trablus gibi bir kıtayı, o binlerce kilometrelik sahiliyle beraber, İtalya kuvveyi müttehide sine karşı müdafaa edecek böyle bir kuvveyi askeriyenin tesis ve hengâm-ı (zaman) sulhta ittifak ve iaşe edilmesi, farz edelim, mümkün olsun! Acaba harp başladıktan ve deniz yolları bizim kira ile tutulmuş nakliye gemilerimize, düşman filoları tarafından sed edildikten sonra, o kadar azim bir müstemleke ordusunun erzakı ve levazımı harbiyesi tayyareler vasıtasıyla mı gönderilecekti?
Trablus, yalnız donanma ile kabili muhafaza idi. bunu Alman, İngiliz, hatta İtalyan matbuatı bile haykırarak söyledikleri halde Osmanlı kalemleri sükût etti. Hal bu ki, o zamanın kabinesini, mahalli fırkayı askeriyesinin Yemen’e sevkiyle askersiz(?) bıraktığından dolayı divanı âliye çekecek yerde, Trablus ve bütün Anadolu’yu, hatta Balkanların elimizde kalan aksamını, Marmara’nın Akdeniz kapısını, hepsinden mühim olmak üzere, Karadeniz’den esecek barut rüzgârlara karşı bil infaz payi tahtı, İstanbul’u, bu akideyi hayat hilafeti müdafaa için kuvvetli bir donanmanın tesisine bir türlü müsaade etmeyen mevani (mânia) caniye yi arayıp bulmak ve onları fi-mâba’d (sonra) ikayı zarar edemeyecek bir hale sokmak daha çok mantıki ve faydalı olacaktı.
Nedir, kimdir bu mani-i caniye?
* * * * *
İşte, Afrika’yı İslami harp feciyi a’mâ siyahîmiz önünde en çıplak bir hakikati, donanmasızlık felaketlerini açmış dururken, erbabı nur ve tefekkürümüzden biri, bir gün ala-s-seher, bir mevlüd acibe doğurdu.
Mühre-dar’ın tacı!
31.Mart’ı veli eden kanlı günlerin birinde, mizanı zaman sahifelerinde intişar eden cesurane açık mektubu ile asker nazarında ilk vesileyi sitayişini bulan Süleyman Nazif Bey, eğer kalemini Turgut’un, Malta kıyılarına revan olmuş kanına batırsa ve sağ ayağını Barbaros’un ak saçlı ve aksakallı muhterem başına basarak o makaleyi yazsaydı bu günün siyah tali ve tarihi Osmanlı bahriyelilerini ancak bu kadar dil-hûn (kan ağlayan) edebilirdi. Muazzez meslektaşlarımdan birine bil mukabele yazmış olduğu satırlar o tesiri mahvı asla izale edememiştir. Bilahare meşimeyi iktidarından (son hamle)
Sayfa: 874
ilad (doğum) eylediği garip teviller ve daha sonra İmroz müsademeyi bahriyesini müteakip Osmanlı bahriyesine verdiği aleni tarziyeler bile Mühre-dar’ın tacı neşter bi rahiminin (merhamet) açmış olduğu cerihayı vicdaniye ye merhem-sâz (çare bulan) olamamıştır. Mühre-dar’ın tacı!
Millet olmak icap eden büyük duyan ve büyük düşünenlerimizin ihtiyaç şedit zamanlarındaki hizmet mebrukeleri avenene bu da bir tahfiyeyi (hafifletilmiş) zehr-nâk (zehirli) olsun!
Balkan harbine gelince, bunun tesiri daha cansız olmuştu. O derece ki yukarıda söylediğim gibi, avamdan havasa kadar cümlemizi bir hezeyanı intikad içinde boğmuştu. En mukaddes namuslara, en yüksek makamlara kadar dilimizi uzattık ve bu arada neler söyledik. Ne ince tellere dokunduk?
Lakin donanma müstesna!
Hem muharrir hem tabi olan bir sahibi himmet, intibah milli kütüphanesi açdı. Adet ve haletimiz içinde didiklemedik cihet bırakmadı. İbtidai mekteplerimizden yukarıya kadar her şeye ilişti. Nazar nakkadını (tenkit) daha kim bilir nerelerimize kadar infaz edecek.
Yalnız donanma müstesna!
Sonra Celal Nuri, o munis kalemi, o cevval muhakemesiyle ortaya çıktı. Devir Şevketimizi terennüm edenlerin rağmına, tarih tedenni yatımızdan (aşağılanma) tutturdu. Kanunlarımızdan, mukadderatımızdan, kadınlarımızdan dolaştı, ittihat İslam’a girdi. En gizli yerlerden en parlak ihtiyaçlar çıkardı. En parlak yerlerde en gizli elemler keşif etti. Şark karibin, garbı tanır bir müdekkiki (tetkik eden) sıfatıyla esbabı sükûtumuzu birer birer gösterdi. Ve daha kim bilir bu taharri yatında ne kadar ileri gidecek.
Yalnız donanma müstesna!
O daima metruk ve mensi (unutulmuş). Onun âlemini bilen, kadrini tanıyan, ehemmiyetini anlayan ne vakit doğacak ya Rabbi? Osmanlıların devri istilasında en mühim rol oynayan bir amil, mümkün müdür ki sükûtuna aynı mikyasta icrayı tesir etmesin? Acaba bunu takdir, fünûnu bahriyede (denizcilik fenleri) yedi tavla sahibi olmağa mı tevkif eder? Lisanımızı bilenler içinde tarihimize merak edenler yüzde kaç nispetinde ise, onlar meyanında da her devrin vaka nevilerini muntazaman ve mesela mutlaken takip edenlerimiz daha hazın bir nispette azdır. Bu ekalliyet zaifiye hitap ederek sormak isterim ki Kâtip Çelebi’den başka kuvveyi bahriyenin muaderat Osmaniye ye tesir ve irtibatını kim aramış, kim düşünmüştür? Bütün vakayı namecilerimiz vukuatı bahriyeyi şayanı hayret bir acemilikle mevzudan iri bir silsileyi hikayat imiş gibi nakil ve beyan etmemişler midir?
Bahriyenin devri ıtila (yükseltme) ve istilamıza ne mertebede hulul eylediği bu dikkatsizlik yüzünden şimdiki eshab kalmamızca, mestur kalmış olabilir. Mehaza, teşekkür olunur ki baştanbaşa Osmanlı bahriyesinin bir şan ve şeref tarihi ile alakadar yazılmış bir tarihi mühim bahrisi var. Bizim iken bizimkiler tarafından saklanan, hatta mateessüf inkâr ve tenzil edilen şerefler, şanlar o gibi eserlerde
Sayfa: 875
mebzuliyetle görülüyor. Bizans’ın, Rusya’nın, Sardunya’nın, İspanya’nın, Portekiz’in, Fransa ve İngiltere’nin tarihine, Osmanlı bahriyesi hemen aynı ehemmiyeti azim ile karışmıştır.
Türklüğe ait, elsineyi ecnebiyyede (yabancı lisan) yazılan her şey okunuyor. Yalnız bir şey var ki ihmal ediliyor. O da Osmanlı bahriyesidir. En gayur bahri devletlerarasında bile şuûn (işler) maziye ve haliyeyi bahriyesine bizim kadar bigâne ve lakayt bir millet, hakikaten gösterilemez.
Trablusgarp seferi esnasında ne Almanya’nın riyaset ettiği zümreyi düveli yeden, ne de İngiltere’nin etrafına toplanan kuvvetten yüz bulamamıştık. İtalya’yı her iki manzume nazarında bu? Maarifi mi? Sanayi veya ziyareti mi? Eski Roma medeniyet müşâ’şasının güzel hatırası mı? Hepsine birden hayır.
Bu sebep ancak İtalya’nın donanmasıydı ve o donanma sayesinde İtalya’nın Bahri Sefid havzasında kendisine temin etmiş olduğu mevki idi. Daha yakın bir misal zikir edeyim. Yunan hükümetinin şarki Akdeniz de ihraz ettiği ehemmiyeti bahriye, İngiltere’nin hükümet mezkure ile bir itilaf bahri akit edeceği şayiasının intişarına bahis olunmuştu. Bu bir şayia mahiyetinde kalsa bile bizim inzarı intibahımızı açmak için yine kâfidir.
Çünkü Kıbrıs, Girit, Rodos, Sakız ve bütün Cezayir Bahri Sefid bizde iken İngiltere’nin o itilafı bizimle akde teşebbüs etmemesinde veya Reuters ajansının öyle bir şayia çıkarmamasında elbet bir hükümet olmak gerekti. Bu hükümet ise, o mühim nikatı askeriye elimizde olduğu halde bizim onlar üzerinde bir mevki zi ihtişam bahri tesis ve temin edemeyişimizden ibaretti.
İtilafı, ittifakı, daha umumi bir tabir ile beynelmilel hissiyat meveddetkaraneyi (sevgi) celp eden şeyi, kuvvettir. Bükülmez bir koldur. Donanma, mahalli değil her yerde ve her zaman izharı satvet edecek bir cihan şümul kuvvet olduğundan ve bu gün cihanda mihveri şuûn ticaretten ve bilhassa ticareti bahriyeden ibaret olup bu da münhasıran şevketi bahriye ile kabili tevsi ve temin bulunduğundan, bize ahenin (zincir) düvelide yüksekçe bir mevki verecek, donanmadan başka hiçbir şey olamaz.
Kuvvetli bir Osmanlı donanması Basra’yı, Yemen’i, Mısır’ı, Girit’i ve Kıbrıs’ı kurtarabilirdi. Bu gün dahi Anadolu’yu zahmetsiz müdafaa eder, İstanbul tehlikesini izale ve boğazlar meselesini fasıl eyler, kezalik hükümeti Osmaniye yi iki kâtip düveli arasında yek kıymettar ve calibi tazim bir mevkii bülend siyasiye çıkarır.
Balkan harbinin o üstüne doğru, yani garp ve şark ordularımızın rabıtayı biriyesi kesildikten sonra, hükümet ve millet deniz yollarına mütehassirane (hasret) nazarlar atıf etmeğe başlamışlardı. Lakin bu da bir intibah eseri olmaktan uzaktı. Onlar deniz yollarını, nakliye gemilerinin cevelanı
Sayfa: 876
İçin özlüyorlardı. O nazarlarda donanma, gaye değil bir vasıta idi. böyle olduğu için o yollar bize asla mahkûm ve münkad (boyun eğen) olamadı. Zavallı garp ordusu! Düşmanlarla muhât (kuşatılmış) bir düşman ülkesi içinde aç, hasta, topu beygirsiz ve tüfeği kurşunsuz olarak aylarca dolaştı. Ve ya Rabbi, ne tenzil! Yine cebbar düşmanın inayeti, müsaadesiyle vapurlara binip, belki yüzde bir nispetinde, ana yurdumuza çıkarıldı. Bu ordunun son neferi, Avlunya’dan vapura bindiği anda ise Rumeli’nin dörtte üçü elimizden gitmiş oluyordu. EDİRNEDEN İSTANBULA BİRİNCİ DEFA OLARAK TAYYARE İLE GELEN TAYYARECİ MÜLAZIMI OSMAN NURİ VE REFİKİ TELGRAF ZABİTANINDAN MÜLAZIM HAMİ BEYLER.
TAYYARENİN OTURMAGA MAHSUS MAHALLERİNİ GÖSTERİR
Bu fecaiyeden zerre kadar hisse almadığımızı, birinci sulh müzakeresi esnasında bütün dünya anlamıştır. O zaman Edirne ile adalar arasında temeyyüz (kendini gösterme) edilmiş olmasaydık Edirne’yi adalara tercih edeceğimize şüphe var mı idi? bu gün bile kaçımız bu fikirde, bu emelde değiliz?
Adalara gelince; Tarihimiz şahit. Tek bir limanının düşman eline düşmesiyle İstanbul haftalarca kaht (kıtlık) ve galaya (pahalılık) uğramıştır. Almanlar Kiel kanalının methalindeki Holkland adacığına mukabil koca bir müstemleke vermişlerdi. İmroz, Bozca ve Limni adaları ise bizim için, Marmara
Sayfa: 877
ve pây-i taht için dünyalar değerindedir.
Bu mukaddimenin evvelinden beri serdeylediğim mülahazat ile denizlere karşı izhar eylediğimiz lakaydiyi mecmulen (toptan) izah ettiğimi zan ediyorum. Bu lakaydinin aleyhtarlık mertebesine çıktığını da makalat-ı atiye de müdellelen (ispat) tafsil (açıklama) edeceğim burada sözüme Viktor Berar’ın nutkundan bir cümle ile hitam veriyorum. Jön Türk gazetesinin Paris muhabiriyle icra eylediği bir mülakatta bu Fransız mütefekkiri de müştereki: TAYYARENİN UMUMİ RESMİDİR
EDİRNEDEN İSTANBULA BİRİNCİ DEFA OLARAK TAYYARE İLE GELEN TAYYARECİ MÜLAZIMI OSMAN NURİ VE REFİKİ TELGRAF ZABİTANINDAN MÜLAZIM HİLMİ BEYLER.
<<Türkiye için takip edecek yalnız bir siyaset vardır. Bu da adalar siyasetidir. Asya Osmanlılığı muhafaza ve himaye için bu silsileyi cezaiye ihtiyaç mübrem vardır. Adalar Yunan’a veya İtalya’ya ait kalacak olursa Asya’yı Osmaniye ye artık var nazarıyla bakmamak lazım gelir.>>
Mekteb-i bahriyeyi şahane tarihi harbi bahri muallimi
Ali Haydar Emir.
Sayfa: 878
DONANMA İSTEMEZÜK
2
Barbaros Hayreddin paşa öldükten sonra, Osmanlı bahriyesinin mebnâyı şevket ve istiklali, İskender kabrin hükümeti gibi kemali dehşetle yıkılmıştır. Lakin bu inhidam (yıkılış), aleyhtarların matlubu ve cehle bir anda husule gelmemiş, yüzlerce yıl sürmüştür. Barbaros’un arkadaşları meyanında isnat mekr marrinin (hilekârlar)mevkiini alacak birçok ümera bulunduğu halde (makam-ı celil kaptanı) ya na-ehil getirilmiştir. Zaten bu senaiyyet, Barbaros’un huzuru Süleymaniye ye kabulünden evvel başlamıştır. Hızır reis padişahın nazarı hayretini celp ederek kendisine rütbeyi vezaret tevcihi takrir ettiği zaman, hilafgirler;
<< – O bir deniz haydudu olup saray adap ve teşrifatın bilmez!>>
Diye o tevcih-i vecihe mani olmak istemişlerdi. Öldükten sonra, birine geçmesi muhakkak elzem olan Koca Turgut’u kaptan paşa değil, hatta kılıcıyla zapt ettiği Trablusgarp’a vali bile yapmadılar.
Kaptan paşalık, o bi-payan (sonsuz) menafiinden dolayı beyn-el-müteneffizin (nüfuslu) müzayedeye çıkarıldı ve nihayet sadr zemanın yakınına isabet etti! Başlarında, Barbaros yerine (Sinan paşa gibi) bir ecnebi gören bahriyeliler, bu muameleyi katıyen hoş görmediler.
Şimdi senaiyyet tahakkuk etmişti.
Kaptan paşa olmak için, binlerce beyitten mürekkeb kasaid mukaddeseyi ezberlemek âdeti kadimesi gibi! Yalnız bizdekinin neticesi daha fiili binaen aleyh daha feci olmuştur.
Barbaros saray teşrifatını bilmiyordu. Kaptan paşalığı müddetince namus-u Osmanî yi Akdeniz de rakipsiz bıraktı.
Müezzin zade, saray teşrifatına vakıftı. Lepanto (İnebahtı) muharebeyi bahriyesiyle hâkimiyeti bahriyeyi bizden alıp Hıristiyanlara verdi.
Kaptan paşalık makamına karşı icra edilen bu tahaccüm sonraları o dereceye çıkmıştır ki, Kaseriyeli Hali paşa, kara Hüseyin paşa ve saire gibi, kırk gün kaptan paşalık etmek için kırk yük akçe veren vezira zuhur etmiştir. Reiskarın bu kadar calibi hased ve istirkab (çekememek) oluşu bahriyeyi içinden kemirmeğe başlamıştır. Kaptan paşaların sık sık değişmesi, baş kumanda keyfiyetine halel vermiş ve muharebatı bahriyenin artık hiç inhizam (akıllı) ile neticelenmesi millet nazarında donanmayı ve donanmacıları hükümden iskat eylemiştir.
Korsanların tersanemizde bulundukları zaman zarfında, onların mertlikleri sayesinde eski şan ve şerefin biraz aksi ziyası parlamasa da onlar da istiskal (hoşnutsuz) edile edile çekilip gittikten sonra, Osmanlı bahriyesinin son verdikleri de devrilmiştir. Kaptan paşalara bahusus edilmiş olan eyaleti sahiliye, sayyie (kötülük)
Sayfa: 884
İstirkab ile geri alınmış ve bu suretle servet şahisesi ihlal eden – Recep paşa gibi valide sultan makbullerinden, Hırvat Yusuf paşa gibi silahtarlıktan, Mustafa paşa gibi zurnacı başılıktan, hatta Kör Muslu gibi hokkabazlıktan bozma – kaptan paşalar, tersaneyi amire varidatı olan derya kalemlerine desti endaz taarruz olmuşlardır. Bu halde, o vasi sancakların mahsulünü kurutmuş, ahalisini fakrü sefalet içinde bırakmış olduğu halde tersaneyi amire mahzenlerine habbeyi vahide (buğday tanesi) temin edememeğe başlamıştır.
Eskiden bir kış içinde yalnız Kasımpaşa tersanesi üç yüz parça kadırga yapar ve donatırken sonraları on teknenin temini inşası, zengin paşaların kafalarını keserek emvalini müsadere etmekle kabil olabilmiştir. Evleri kereste, halat, demir, bakır ile mala mal olan ambarlar, mahzenler, tam takır kalmıştır. Derya kalemlerinin bahririne giden mütesellimler, on parasız gittikleri yerden milyoner dönerler ve bu milyonerden padişah vükela, vezira herkes müstafid olduğu halde usulü sahibi istihkak olan tersaneyi amire bir akçe alamazdı.
Sû’i isti’mâlât (yolsuzluk) bu dereceye çıkınca asarı tahribi en evvel meteriyal (bir filoda gemi, top, zerre, barut, mermi ve saire gibi gayr-i zirûh (cansız) olan aksam)da gözüktü. Sonra da personel (bir filoda efrat, küçük zabit, zabitan, kumandanlar, başkumandan gibi zirûh olan aksam)a sirayet etti. Sokullu Mehmet paşa gibi bir vezir sahibi tedbir, donanmayı sakala ve Kıbrıs adasını kola benzeterek âlemi kendisine güldürdü. Bugün bile donanmamız, Lepanto (İnebahtı) dan evvelki dereceye çıkamadı. Hâlbuki Kıbrıs, âlemi Hıristiyan iye intifal (nafile) edeli iyice zaman oldu. Hangisi kol ve hangisi sakal imiş?
Bu noktada Kemal Reise karşı söylenen bir maruf sözü hatırladım. Bir senede yapılmakta olan iki cesim koka (dretnot)nın esnayı inşasında iltizam tanı etmek isteyen o müthiş korsana sadrı zaman şöyle demişti;
<< – sen ne korkuyorsun be adam; Bu devlet yelkenleri ipekten, çivileri altından bir donanma yapmağa muktedirdir!>>
Ey sadrı zaman! Bu devlet isteseydi teknesi gümüşten bir kalyon da yapabilirdi ve bunun masrafı da, mesela bir padişahımızın lihyeyi (sakal) hümayununun tellerine dizilen incilerin bahasına bile yetişmezdi. Lakin:
Muharebeyi kazanan gemi değil, içindeki adamdır. Deniz adamı tersanede imal edilemez!
Bir denizci yetiştirmek için aylar, günler değil seneler lazımdır. Lepanto (İnebahtı)da, Müezzin zade cahilinin inat ahmakanesine kurban olan binlerce deniz kurdu, o gümüşten, altından, harirden (ipek) ayaret donanmayı hümayunu işgal için mantar gibi yerden mi bitecekti? El hâsıl bahriye, merkezden başlayarak madde ve ruh cihetiyle mahvolma derkesine (dibine) gelmişti.
Rus orduları Avrupa’yı Osmanlıdan Karadeniz’e akan nehirleri birer birer atlayarak Uzi’ye, İsmail’e, Sofya’ya, İstanbul’a inerken o felaketli günlerde Navarin’e, Çeşme’ye, Sinop’a sürüklenen şey bir donanma değil, Osmanlı bahriyesinin cesedi biruhu idi.
Diğer taraftan yeniçeri ocağına karagözcüler, cambaz, kuruyemişçiler ve saray hümayununa cinciler, yakışıklılar, sihirbazlar, dalkavuklar dolarken tersane ocağına da hırsızlar, haydutlar, ahlaksızlar, haylazlar, serseriler kayıt olunmağa başlıyordu. Makribler (hısım) padişahı, askerler ordugâhı ve bütün memurlar milleti alabildiğine soyduğu zamanlar, Barbaros’un ahfadı asla olmayan sahte kalyoncularda payitaht içinde çapulculuk ediyorlardı.
Böyle gecenin hayır umulur mu seherinde?
İstanbul’un erbabı afeti kaldırım kabadayılarının şerrinden on ikiden sonra sokağa çıkamayıp bu fesat ve melanet ocağının revi dünyadan kalkması için dergâh bariyye tazarruatta (yalvarış) bulunurken o bedduaların daireyi şümulünden kalyoncular müstesna değildi. Kahvehaneler esrar, kumar yatağı olmuştu. Bekâr odaları
Sayfa: 885
Umumhane haline gelmişti. Kış gelip te gemiler diz arma (bir yelken sefinesinin donanımı alınıp kalafat (ziftleme) ve meremmet (onarım) olması), bu göreve rezilane İstanbul’un her tarafına yayılarak şer ve şûrâ müzdad (artış) ediyordu. Zapt ve rabt kalmamıştı. Manevra zamanında bile sefain harbiye güverteleri Pazar mahallerine benziyordu.
Makamatı âliye bu ahlaksızlığı teşci ediyordu. Cezayirli Hasan paşa, kendi serveti sahsiyesiyle Kasımpaşa kışlasını bina etmek için bu makamat ile bayağı muharebeye mecbur olmuştu. Onlar, bu kışlanın yapılmasını, kalyoncuların kemâ-fi-s-sâbık (eskisi gibi) bekâr odalarında edepsizlik etmelerini istiyorlardı. Çünkü bu suretle bahriye ve bahriyeliler nazarı ammeden (umum) bir kat daha sukut edecek, muhakkar (hakaret) olacaktı. Lakin artık sükût edecek hangi harfe (mezar) kalmıştı?
İlk işi, kaptan paşalıktan gazi Hasan paşa gibi bir (en son Osmanlı bahriyesini)ni azil etmek
ISPARTADA ULUBARLU DONANMA ŞUBESİ REİS EVVELİ ARBUSUNİ MEHMET GALİP BEY EFENDİ.
ve yerine lalasını getirmekten ibaret olan Selim Salis zamanında icra edilen ıslahatı askeriyeden bahriye pek az bir hisse almıştı. Sultan Mahmud evvel zamanında açılmış olan mektebi bahriye tensik (düzenleme) edilmişti. Gemilerin islahası tebdil olunmuştu. Mehaza ruha arız olan zebab (karasinek) fesada asla izale edilememişti. Nitekim bu kadar şaşaalı ıslahat ile beraber Marmara’ya giren bir İngiliz filosuna karşı Osmanlı donanması atıl mevkiinde kalmaktan başka iş görememişti.
O parlak devrinde zemzemesi *donanma istemezük!* den ibaretti.
Rusçuk yaranı tarafından teceddüt (yenilenme) lehinde yapılmış olan inkılâp Remzi paşanın kaptanıderya olması gibi bir garibeyi tayinden dolayı tarih bahriyemizle alakadardır. Mücedded efendiler, bu memurini fiilen bahriye nazırlığına tahvil etmek niyetinde idi iseler, donanmaya
Sayfa: 886
bir de başkumandan tayin etmeleri iktiza ederdi. Zaten Alemdar Mustafa paşa, payitahta bir ordu kumandanı olarak girmiş ve makamı icraatta bulunduğu müddetçe bu kudrete istinat etmişti. Bunun içindir ki, zaman sadareti bir idareyi askeriyeden başka hiçbir şey değildi. İşte, – bilahare devri meşrutiyette olduğu gibi – o idareyi askeriye zamanında, bahriye, (yaran meclisi)nden birinin tahakkümü altında bir şubeyi derkesine tenzil etmiştir.
İhtilal kopar kopmaz, kaptan paşa, başının çaresine bakmıştı. O zaman serbest kalan donanma, Sultan Mahmud saniyi yeni çerilerin Topkapı Sarayında
SAMSUN DONANMA ŞUBESİNİN TEŞKİLİNDEN BERİ CEMİ İANE HUSUSUNDA HİZMET FEVKALADESİ SUBUK EDEN VE SİNESİNDE PÜR HAMMİYYET BİR KALP ÇARPAN KARABAĞLI HÜSEYİN AĞA
Sayfa: 887
<<Akdam>> refikimizden alınmıştır GAZİ HASAN PAŞA
Sayfa: 888 – 889
abluka ettikleri dehşetli günde padişaha sadık kalarak denizden İstanbul’u bombardıman etmiş ve isyanın, ahali tarafından teskininde bu sadakatin mühim faydaları sebk etmiştir. Ne çare ki bu hizmet, nezdi hâl Şahanede sui tevile uğradı. Zan olunabilir ki padişah denizden gelecek bir kuvvetin kendisini muhafazaya kadar olduğu gibi hal’e de muktedir olacağını düşünmüş ve donanmayı derin bir atalet ve teenni (yavaş) içinde menkub (talihsiz) ve perişan bırakıvermişti.
(kara cehennem), At meydanı kışlalarını topa tutarak Yeniçeri ocağını hak ile yeksan etmezden mukaddem bahriye şedit darbeler altında ezilmiş, sersemlemişti. Bilahare askeri nizamiye, yeni esaslar dâhilinde teşkil ve tesis edilirken bahriye asla kale alınmamıştır ki bu babda ricali zamanın yüklendiği mesuliyeti tarihiye, Sultan Orhan zamanındaki çeri ve sipahi teşkilatı yapan adamlara nispetle mukayese kabul etmeyecek kadar büyük ve ağırdır. Bu günün bahriyesini bu derece geri bırakan, o günün ihmalidir. İki tesisi askeri arasında bu günkü sanayi meşimeyi (bunun muharririn tasavvuru şahsiye sinden ibaret olması ne kadar şayanı temennidir!) tevlit eden, o günün müsamahasıdır. Onlar asla sezâ-vâr (uygun) af değildirler. Eser-i marifetleri bu güne kadar payidar olmuştur. Bu eser her iki heyeti askeriyenin bir irfanı hakiki ile meçhuz olduğu gün ancak temizlenecektir.
Evvelleri Sadrazam, vakti harpte ordunun baş kumandasını alır, sefere çıkardı. Mevkii sadarete ekseriya yeni çeri ağalığından çıkılmasının hikmeti bu idi. yavaş yavaş umuru mülkiye ve siyasiye kendi kendine, umuru harbiye ve askeriyeden ayrılmağa başlayınca serdar azamlar kumandayı deruhte etmeyerek yerlerine birer vekil göndermek tarikini buldular. Bu vekilin unvanı resmiye sine de serdar Ekrem dediler. (Umur Paşa gibi)
Serdar Ekrem, bu günün idrakine göre başkumandan demektir. Serdar Ekremlik rütbe vezir andır. Vakti harpte ordunun, kaptan paşaya mümasil bir reistir. Yalnız, kaptan paşalar, hengâmı sulhta dahi (bahriye nazırını) vezaifini – hem de gayet yüksek bir salahiyetle – ifa ede gelmekte olduklarından, Serdar Ekremlik, Seraskerlik, namıyla yeni bir rütbeye tahvil edilmiş ve daha sonra bu da az gelerek (cihan seraskerliği!) teşkil olunmuştur. Rıza Paşa gibi, son zamanlarda kaptan paşalık, – garip bir sebeple? – ilga edildiği halde seraskerlik bidayeti meşrutiyete kadar imtidad eylemiştir.
Donanma düştükçe uzak memleketlerimizin, merkez hükümetle arası açılıyor. Nüfuzu saltanat oralarda izharı nebâhat (şan) edemiyordu. Bil netice o muazzez kıtalar, birer birer istilayı ecanibe uğruyordu. Uzak memleketlerimiz elden gittikçe donanmada haysiyeti maneviyesini kayıp ediyor, küçülüyor. Enzarı ammeye (genel bakış) karşı başını yerlere eğerek öyle meyus ve sanki işlenen cürümün mesulü kendi imiş gibi mahcup ve tarumar geziyordu. Biri birinin mütemmimi idi. ikisi de aynı zamanda illet ve netice teşkil ediyordu.
Bu esnada, inşaatı sefain yeni tecelli yata mazhar olmuş, gemilerin bordaları zırh ile kaplanmağa başlamıştı. Buhar kötü rüzgârın yerine kaim olmakta idi. topçulukta büyücek tekemmülat vardı. O zaman, Katarina’yı bu lakayt donanmamıza İngiliz zabitleri celp olunmak âdeti çıktı. İlk gelen Mr. Amiral gemisine çıktığı anda kıç kasarasına yayılmış seccade üstünde nargilesini içmekte olan Babuççu Ahmet Paşaya takdim olundu. Bir sefer yaptı, ikincisine tahammül edemedi. Kaçtı.
Bahriyemizde İngilizler!
Bu başlı başına bir tarihtir. İbretamiz bir tarih. Yarım asırdan beri Osmanlı donanması İngiliz muallimlerin tahtı terbiyesinde bulunduğu halde ne sebepten o talim ve terbiyeden bir feyiz, bir hisseyi intibah almamıştır? Acaba muallimler hep öğretmeğe ve muallimler öğretmeğe gayri muktedir insanlardan mı seçiliyor?
İnsana bir tarihi ibretamiz olan burasıdır. Bu tarih, aynı kalem takdiri ile bu gün dahi leh
Sayfa: 890
hatıratı iname (uyutulma), sahayıf (sayfalar) zamana yazılıyor. İngilizlerin intihabında âdemi isabet, Osmanlı zabitanının yetiştirilmesindeki nevakisi (çan sesleri), bahriye kur’a neferatının memalik-i dâhiliyeden toplanışı, lisansızlık, ameliyatsızlık, kontrata idareyi hükümetin kırıklığı, padişahın hüküm alelıtlak ve nihayet gayeden mahrumiyet. Ve bunlara mümasil ve müteferri (dal budak salan) bir silsileyi hataya, İngiliz ruh terbiyesinin bahriyemize asla nüfuz edememesine sebep olmuştur. Bahriyemize ilk gelen İngilizden itibaren, bu muallimlerin cümlesi, bila istisna hatıra yazmışlardır. Ve bunlardan bir kısmı da neşir edilmiştir. ( 1 )
1280 den sonra Avrupa bankalarından hazineyi maliyeye tufan mesaib gibi cereyana başlayan milyonlardan bahriyeye büyük bir hisse ayrılmıştı. Sultan Abdülaziz hükümeti her manasıyla kuvvetli olmağa azim etmişti. İyi bir inşaatı bahriye programı yapılarak az zamanda mütecanis, kıymettar bir filo tesis edildi. Divanhane teceddüt (yenilik), kuru havuzlar inşa edildi. Tersaneyi amire de yeniden fabrikalar vücuda getirildi. Mektebi bahriye, Heybeli adaya nakil edilerek tedrisatı intizam altına alındı. Çarkçı ve ticareti bahriye mekteplerine ehemmiyet verildi.
Mısır ve Avrupa seyahatleri, padişahın donanma hakkındaki temayülünü kuvvetlendirmişti. Hem Avrupa’yı, hem donanmayı aynı mertebede nazarı itinaya almıştı. Teessüf olunur ki bu donanmanın da büyük bir noksanı vardı; Mürettebat.
Mahir bir mürettebatın elinde olmayan bir harp gemisi keskin, lakin duvarda asılı bir kılıca benzer. Talimsiz yelkenli sandal bile kullanılmaz. Hükümeti Osmaniye ye Avrupa da bir mevkii mahsus temin eden o donanma – Çeşme muharebesinden evvelki Rus veya Küba muharebesinden evvelki İspanyol donanması gibi – 93 seferinde müthiş bir acemilik göstermiştir ki bu da tahsilin, ahzı asker muamelesinin, manevrasızlığın netayicindendir.
Halk, gemiyi suyun yüzünde görür. Onun muazzam mekanizmasına ve ille ve mebhût (şaşkın) ağzını açar, sonra o geminin muharebede bir iş göremediğini görünce bütün gayzı ve nefretini içindekilere yağdırır.
Katarina donanmasının Baltık denizinden nasıl olup da Bahri sefid’e geçtiğini bir türlü anlayamayan kabinelerin, Çeşme’de vukua gelen muharebeyi karadan daha iyi idare edeceğini söyleyerek harbden evvel karaya çıkan kara kaptan paşalarının, deniz cengini hala kara muharebesi telakki ederek gemileri başıbozuklarla, esnaf ve manavlarla dolduran hükümet hükümşan bütün mesuliyeti, Çeşme hezimetine uğradığından dolayı taliasız (ön fikir) bahriye ya atıf ve izafe olunmuştu. Sonra, Navarin’de toplanan filomuz dört büyük devletin müttehit donanmalarına mağlup olunca bu, halk nazarında bahriyemizin namusu kadimini bir kat daha lekeledi.
Sinop felaketi bunları takip etti. 93 te donanma bir iş göremedi. Nihayet 1313 de Akdeniz boğazında demir üzerinde kalıp denizleri ise mağlup Yunan hükümetine bıraktı.
Bütün bunlar, tek bir hatanın – tevali eden – netayici
( 1 ) Pabuççu Ahmet paşa zamanında gelen topçu zabitanın hatıratını muharririn bahriyemizden Ali Rıza Seyfi Bey, “muharebatı bahriyemizin zeyli (kuyruk)” unvanıyla Türkçeye tercüme etti. 63 seferinde bilfiil hizmeti Osmaniye de bulunmuş olan Hubert paşa’nın hatıratı ise bahriye müzesinde mevcut olup kendisini kendisini lisanımıza nakil edecek bir sahibi hamiyet beklemektedir. Abdülhamit zamanında bahriyemizin muallimliğinde bulunan Vodos paşa elyevm İstanbul da oturup tekaüt maaşı alıyor, lakin bu zatın bir risale teşkil edebilecek hatıratı olması gerektir! Devri meşrutiyette bahriyemize celp olunan muhtelif İngiliz zabitleri, burada ciltlerle hatırat doldurmuşlardır ki bunların da yakında intişar edeceğine şüphe yoktur. Bundan sonra yapılacak kontratları ve İngiliz heyeti talimiyesine karşı gösterilecek muamele ve verilecek salahiyeti tanzim ve tertip edecek zevatın bütün bu hatıraları kemali dikkatle okumaları gayet lazım ve faydalıdır.
Sayfa: 891
İdi. Efsus (yazık) ki bu silsileyi netayiç bu gün de nihayet bulmamıştır.
Sulhda çok atan harbde iyi vurur. İşte bu esas temin edilmedikçe İngiltere’nin umum vatan filosunu kiralasak yine bir iş göremeyeceğimize katiyen emin olmalıyız.
Sultan Abdülaziz’in – veçhe malum üzere – hallinden sonra, Abdülhamit sani, donanma hakkında katil bir siyaset ittihaz etmiştir. Bir halde ki bahriyeliler, her yerde bir uzvu zait addolunmağa başlamıştır. 1313 harbi açıldığı zaman, Hasan Rami Paşa Armadasının köprülerden suret harici ağlatıcı bir müzika teşekkül eder. Boğazı ebu-l-hüdanın nüshalarıyla tahakküm eden yıldız, bu filonun mutlaka denize çıkıp harp etmesini ferman buyurmuştu. Hal bu ki ilk ve son top taliminde zırhlıların en mühim topları kundaklarından koparak güvertelere uzanmış bulunuyordu.
İç yüzünü halkın muhakkak bilmesi lazım gelmeyen bir asarı haf ve tereddüt (çünkü zamanın harp gemisi ne olduğunu bilmeyen bu halk, Osmaniye ile Orhaniyenin büyük Britanya adalarını bile Fethi edebileceğine kanidi), ordu hümayunun hemen payitahtına girdiği bir korkak düşmanın karşısına çıkmak, onu ka’r (çukur) bahre indirmek hususunda bahriyenin (çıkardığı müşkülat cebanetkarane (korkaklık)), bizdeki aleyhtarlığı adavet (nefret) derecesine çıkarmıştır.
Milleti Osmaniye, bahriye ye düşman olmakla servete, saadete, bir atiyi revnekdara düşman olmuştur. Bahriyeyi hakir görmekle, düveli muazzamanın (kuvveyi hafifiye)sini görmek iktidarından mahrum olduğunu ispat ve kendisinin ruh baharına ve inkişafı sanata ne derece bigâne bulunduğunu izhar eylemiştir.
Denizler tükenmez bir membaı servet ve kuvvet dar. Milleti Osmaniye ise, tab’en denizci olmayabilir. Lakin öyle bir memlekette oturmaktadır ki o memleket, vasınaten, mevkiyen, siyaseten, aksaten, halen ve atiyen denizlere hâkim bir milletle meskûn olmak ihtiyacındadır. Asya’yı Osmanî, kendisine böyle bir sahip buluncaya kadar şuruş ve keşmekeşten kurtulmayacaktır. İnsanlar şeraiti muhite uymazlarsa yaşayamazlar. Osmanlı Türkleri ya denizci olmağa veya eski vatanlarının kızgın çöllerinde çobanlık etmeğe mahkûmdur.
Tarihin, takdirin, ahval ve şeraiti hayatiyetin vermiş olduğu bu hükmün ezeli satırlarını bila istisna hiçbir kuvvet bozamayacaktır.
Mektebi bahriyeyi şahane
Tarih harbi bahri muallimi
Ali Haydar Emir
Sayfa: 892
Lefkoşa’da münteşir (Kıbrıs) gazetesinden muktebestir:
DONANMA SERGİSİ
TEZAHÜRATI MİLLİYE
Osmanlı donanması menfaatine kurban bayramında Lefkoşa’da küşat edilmiş olan sergiye ahaliyi islamiyenin göstermiş olduğu rağbeti hamiyetparverane hakikaten her sitayişin fevkinde ve göğüslerimizi hissi iftihar ile kabartacak bir derecede idi.
4500 parçayı mütecaviz eşya mütenevvi (çeşit) ile vücuda getirilmiş olan sergi bayramının birinci Pazar ertesi günü kabl-ez-zevâl (öğleden evvel) saat on birde küşat edilmiş idi.
Bu kadar eşyanın kur’a usulüyle elden çıkarılması dört günde ancak kabil olabileceği tahmin ediliyordu.
Fakat sergi küşat edilir edilmez ahalinin göstermiş olduğu rağbet ve hamiyet o derece ümit ve intizarın fevkinde zuhur etti ki numaraların nısfı birinci günden keşide edildi.
Ahali küçük, büyük, çocuk, ihtiyar, bir sel hurûşân (coşan) hamiyet gibi kur’a sandığının bulunduğu yere akıyordu.
Sergide bilhassa çocuklarımızın gösterdikleri hamiyeti fevkalade, cümlemizi hakikaten meserretlere (sevinç), iftiharlara müstağrik (düşüngen) edecek derecede idi.
Kalplerinde Türklüğün en âli duygularını, vücutlarında büyük ecdatlarının kanını taşıyan bu vatan yavruları, denilebilir ki bu bayram, bütün bayramlıklarını donanmaya verdiler. Hem de sevine sevine, güle güle verdiler.
30 defa numara keşide eden ve aldığı eşyanın ekserisini yine donanmaya hediye eden çocuklar görülmüştür.
Bu derece rağbete mazhar olan ve aynı zamanda ahaliyi islamiye ye hoş bir eğlence temin eden
Sayfa: 900
serginin eşyası bayramın üçüncü günü öğleden evvel hitam buldu.
Yine ahaliden cemi edilip de sergide teşhir ve fürüht (satış) edilmiş olan eşya dahi hakikaten güzel bir sergi vücuda getirebilecek kıymette idi.
Bilhassa hanımlarımızın eşya uhdesinde göstermiş oldukları semahat (eli açıklık) millet perverane sezâ-vâr (münasip) takdirdir. Hanımlarımız tarafından mahsusen sergi için yapılan ipekli işlemeler sergiye bir renk bahş ediyordu.
Sergi eşyasının en kıymetlileri hemen umumiyetle Türk hanımlarının hediyeleri idi. Bu tezahüratı milliye karşısında müftehirane (iftihar) düşündüm ve dedim ki;
Millet yolunda erkekleri geride bırakacak derecede hamiyetler ibraz eden validelere, bayramlıklarını donanmaya sevine sevine bağışlayacak kadar fedakârlıklar gösteren yavrulara malik olan bu milletin elbette dünyada bir hakkı hayatı vardır.
Biz, gerek bir sergiyi vücuda getiren gayur ve hamiyetli gençlerimize ve gerek bu derece hissiyatı âliye yi milliye ye malik olduklarını ibraz ve ispat eden ahaliyi muhtereme ye ve bilhassa sevgili vatanımızın necip yavrularıyla âli cenap hanımlarına en samimi takdiratımızı takdim eder ve şahit pür ibtihacı (sevinç) olduğumuz fedakârlıklar karşısında ilanı fahr (iftihar) eyleriz.
-**********-
Devletimizin kuvveyi bahriye ye en ziyade arzı ihtiyaç eylediği şu zamanda Kıbrıs’ımızın ika edebileceği muavenet, maddeten pek az ve fakirane olsa bile manen büyük bir kıymete haiz olacaktır. Vasi ve büyük anavatanımızın her birinde, her şehir ve kasabasında bu suretle gayretler, fedakârlıklar ibraz edilse şüphesiz büyük bir yekûn vücuda gelir. O zaman kadınlarımızın işlemelerinden,
Sayfa: 901
Çocuklarımızın bayramlıklarından, her birimizin ihtiyar eylediğimiz ufacık fedakârlıklardan muhib ve dehşet nema dretnotlar meydana gelir.
Dünyanın bütün hükümetleri, kuvveyi bahriyelerini tezyide, büyük gayretler ve fedakârlıklarla çalışıyorlar.
İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya ve Rusya destgahları denizlere muttasıl seyyar kaleler indiriyorlar. Komşularımız bila tevkif satvet bahriyelerini temine çalışıyor, kuvvetlerine yeni yeni gemiler ilave ediyorlar.
Rusya hükümeti, yalnız bize karşı bulundurmakta olduğu Bahri Siyah donanmasına üç dretnot sekiz tahte-l-bahr (denizaltı) ilave ediyor, Yunanistan bile yeni yeni dretnotlar, tahte-l-bahrler ve torpidolarla kuvveyi bahriyesini tevsi eyliyor.
Bu gün bir dretnot sipariş ediyor, sonra bir tane daha alıyor, daha sonra bir tahte-l-bahr ve onu müteakip altı torpido tedarik eyliyor, çalışıyor, çalışıyor.
Komşularımızın ve alel husus bundan sonra denizlerde en büyük düşmanımızla olacak olan Yunanistan’ın bu faaliyeti karşısında bizim tevkifimiz şüphesiz felaket ve inkıraza razı olmaktan başka bir mana ifade edemez.
Hükümetimizin son zamanlarda lazım gelen teşebbüsatı icra etmekte bulunduğunu çeşm-i memnuniyetle görüyoruz.
Bu hafta gelen gazetelerde, Yunanistan’ın Şili hükümetinden aldığı rivayet edilen yirmi sekiz bin tonluk dretnota mukabil hükümetimizin de Brezilyadan otuz iki bin tonluk bir dretnot almak teşebbüsünde bulunduğunu meserretlerle (sevinç) okuduk. Dünyanın en büyük sefain harbiye sinden olan bu dretnotu Reşadiye ile beraber kuvveyi bahriyemize ilave eylediğimiz takdirde adalar denizinde hâkimiyet bahriyeye ve aynı zamanda adalarımızı istirdad ve anavatanın istikbalini temin eyleyeceğimiz şüphesizdir.
Fakat maksadın temini için milletin de hükümete zahir (görünün) ve muayyen (belli) olması lazımdır.
Balkanlar harbini kayıp etmemize en büyük bir amil olmuş olan Averof’un bir adamın eseri hamiyeti olduğunu hatırdan çıkarmamalı.
Bir zenginimiz zuhur edip de Averof’un hamiyetini ibraz edemiyorsa yüz, beş yüz fakirimiz bir araya gelerek o zenginin yapamadığını yapabilir. İşte biz bu mülahazat iledir ki Lefkoşa’daki hareket hamiyet perveraneyi takdir ediyoruz ve bu gibi harekâtı anavatanın her köşesinde, her bucağında görmekliğimizi temenni eyliyoruz.
Sayfa: 902
KUVVEYİ BAHRİYE – TİCARETİ BAHRİYE
*———————-* PARİSTE ÇİN SEFİRİ VE MAİYYETİ
PARİS ALEM NEFAİSİNDE ZİYAİ BİR HADİSE ZUHURU DİĞER
BİR HADİSE OLAN <<JÖKOND>>.
STOCKHOLM’DE SARAYI MİLLİ MANZARASI
STOCKHOLM’DE SARAY VE OPERA BİNASININ GÖRÜNÜŞÜ.
STOCKHOLM’DE solda KRAL SARAYI ortada MECLİSİ MİLLİ.
1913 SENESİNDE KUVVEYİ BAHRİYE MESELESİ
Avrupa matbuatı sene başı münasebetiyle 1913 zarfında ahval ve vakayı siyasiye ve iktisadiye ye dair verdiği tafsilatta hayat ve kuvveyi bahriyede husule gelen inkişaf ve terakki hakkında dahi arız ve amik (derin) malumat ve tafsilat veriyor. Paris’te LA VİE MARİTİME risalesinde münderiç gayet mühim bir makalenin muhteviyatının nikad esasiye sini (esas noktası) ve matbuat saire de bu babda görülen makalat ve tafsilatı yekdiğerine merç edip bir ve ceh ati karilerimizin nazarı mütalaalarına arz eyleriz.
Malum olduğu veçhile hali hazırda devletlerin yegâne arzu ve hedefi maksatları kuvveyi siyasiye ve iktisadiye ye hâkim olan kuvveyi bahriyenin terakki ve takviyesinden ibarettir. Her hükümet nüfusu siyasiye ve hayatiyeti milliye sinin bekası için bütün nazarı dikkati kuvveyi bahriyesine atıf ederek emniye yi mübremiyye mezkûra uğruna her türlü fedakârlığı ihtiyar etmeği canına minnet addediyor. Son seneler zarfında devletlerarasında hüküm-ferma (hükmeden) olan rekabet sırf kuvveyi bahriye noktayı nazarından son derece kesbi ehemmiyet etmiştir. İngiltere maliye nazırı David Lloyd George’un teçhizat ve teslihat (silahlandırma) hakkında serdettiği mütalaa gerek avam kamarasında ve gerek İngiltere efkârı umumiye sinde hande-i istihfafla (alaycı gülüş) telakki edilmişti. Almanya hükümeti Bahri Sefid muvazenesi meselesinde rühcaniyet temin için bir sene zarfında bütçesine milyonlar ithal etti. Fransa ve İngiltere hükümetleri zaten haiz oldukları tefevvukun (üstünlük) beka ve devamı için harikulade tehellik ve faaliyet izharından hali kalmıyorlar. İnşaatı bahriyede yeni bir usulün keşfi İngiliz erbabı fünununu gece gündüz işgal ediyor.
Geçen sene zarfında sarf edilen bütün mesaiyi sefain-i bahriyenin kuvveyi tecavüziyesini tezyid ve zırhlılarda petrolün tatbiki tamim istimali
Sayfa: 922
gibi iki mühim nokta ve maksada matuf idi. Bundan dört beş sene evvel olduğu gibi şimdi artık zerre ile top mesaili fünun ve sanayi-i bahriye mütehassıslarının fikrini işgal etmiyor. İhtimal birkaç sene sonra bu mesele tekrar mevki-i müzakereye ve rekabete vaz’ (koyma) edilecek. Şimdi mevzu-u bahis olan mesele atılan güllelerin hedefe isali ve tahayyül edilen tahribatın matlubu veçhile icrasından ibarettir. Bu da ancak sefain-i harbiyenin kuvveyi tecavüzüyesini takviye ve tezyit etmeğe kabil olabilir. Torpil ile batarya hakkında cereyan eden mücadele ve bu babda sarf edilen faaliyet eski hararet ve ehemmiyetini aynı şiddetle muhafaza etmemiştir. Vaki son seneler zarfında torpil oldukça terakki etmiş ve ondan intizar edilen netice dahi maziyade mütehassısın fünun bahriyeyi ikna eylemiş ise de muharebat bahriyede torpil müstesna bir silah addedilmiş olup açık denizlerde hiçbir kaide ve muvaffakiyet temin edemez. Bazen sahilde torpil atar tahribiyesini gösterir. Düşman sefaininin takribine mani olurluğun netice itibarı ile batarya derecesinde haizi tesir ve ehemmiyet olamaz. Asıl muntazam muharebe top muharebesi olduğu için batarya her zaman kuvveyi bahriyenin hâkimi olacaktır.
Her ne kadar zırhlıların hücum istiabisini büyütmek ve topların çaplarını milimetreden santimetreye tahvil eylemek için inşaatı bahriye destegahlarında azim ve hararetli bir faaliyet hüküm-ferma (emreden) ise de bu faaliyetin ve sarf edilen mesaiyenin semere bahş olması her şeyden evvel kuvveyi tecavüzüyenin tezyit ve takviyesine mütevakkıf olacaktır. Son seneler zarfında inşa edilen dretnotlar bu vazifeyi ihtiyacat-ı hazireye muvafık bu surette ifa etmekte olup daha emin ve daha teminat bahis bir usulün keşif ve ihtiraına intizaren sefain mezkûra fünun-u bahriyenin terakki ve tekemmülat haziresinin yegâne timsali olacaktır.
Dumansız barutun keşfinden sonra fünun ve sanayi-i bahriye his olunur derecede terakki etti. Bu keşif sayesinde sefain-i harbiye toplarının çapları üç yüz altı milimetreye kadar çıkarmak kabil oldu. Yeni endaht usulleri, düşman sefaininin tayin-i mevkii için keşif edilen alet ve edevat-ı cedide terakkiyatı bahriyenin hakiki ayarlarından addolunabilir. Hali hazırda geminin haiz olduğu kuvveyi tecavüzüyesinin derecesini tayin ve takdir edebilmek için düşman sefinesine atılan güllelerin sürat ve sıkleti nazarı dikkate almak iktiza eder. İhtimal bundan sonra fünun-u bahriyenin terakkisi sayesinde bunun için daha mükemmel alet ve edevatın keşfi kabil olacak. Bu gün bu raddenin kuvvet vaziyet-i hakikiyesinin tayin ve takdiri bütün fünun-u bahriye mütehassıslarının nazarı dikkatini celp etmiş olup her ne kadar bunun için muayyen bir usul keşif edilmiş ise de elan matlup olan mükemmeliyete isal edilmemiş olduğundan tetkikat ve tetebbuat (inceleme) devam etmektedir.
Sayfa: 923
Bundan akdem Amerika’nın üç yüz elli altı çaplı sefain harbiye topları İngiliz ve Fransız bahriyelerinde azim bir heyecan ve endişe uyandırmış iken nihayet Armstrong fabrikası geçen sene zarfında üç yüz seksen bir çaplı toplar imaline muvaffak oldu. İngiltere hükümeti, tabii bahriyeyi hazırenin hâkimi olduğu dolayısıyla diğer bir hükümetin kendisini tefevvuk etmesini asla arzu etmez. İngiltere hükümeti 1913 senesi zarfında üç yüz seksen milimetre çapında toplar ile mücehhez beş büyük zırhlının inşasına başlamış olup Almanya ve İtalya hükümetleri dahi inşaat-ı bahriye tezgâhlarına aynı toplar ile mücehhez zırhlılar sipariş etmişlerdir. Mehaza Fransa’nın inşasına mübaşeret etmiş olduğu zırhlı sefain-i harbiyenin hükmü addolunacaktır.
Yeniden inşa edilecek zırhlılarda çifte toplu dörder kale bulunacaktır. Yani bir kale derununda sekiz seri ateşli top vaz’ edilecek.
Hali hazırda hükümetler sefain-i harbiyenin teçhizatı için usul-ü muhtelife keşfetmeğe gayret ediyorlar. Bazıları topların adedini artırmak, bazıları obüslerin süratini muhafaza edebilmek şartıyla sıkletini çoğaltmak, bir diğeri de topların mukavemetini uzun müddet temin eylemek çarelerini düşünmekten hali kalmıyorlar.
İngiliz zırhlılarında vaz’ edilen üç yüz seksen bir milimetrelik topların sıkleti doksan altı tonilato ve projektelik (fırlatıcı) sıkleti dahi sekiz yüz seksen beş kilogram olup sürat ibtidaiyesi yedi yüz altmış metredir. İtalyan zırhlılarındaki üç yüz seksen bir milimetrelik topların projektelerinin sıkleti sekiz yüz yetmiş kilogram ve sürat ibtidaiyesi yedi yüz metredir. Alman toplarına gelince; Fransız gazeteleri projekilerin sıkleti daha hafif göstermekle beraber, bu babda malumat ve tebligat-ı resmiyenin fekdanı (yitirmek) dolayısıyla hakikat nafiyeden ibaret olduğuna dair kati beyanatın serdi kabil olmadığını itiraf ediyorlar. Şurası muhakkaktır ki topların sürat ibtidaiyelerinin tezyidi için el-yevm en ziyade İngiltere ve İtalya hükümetleri sarf-ı mesai etmektedirler. Hususiyle İtalya inşaat-ı bahriye tezgâhlarında altı yedi aydan beri bu babda azim bir faaliyet hüküm-fermadır.
Daha büyük obüsler endaht edebilmek için topların çaplarını büyütmek hususunda İngiliz fünun ve sanayi-i bahriye mütehassıslarının sarf etmiş oldukları mesai henüz bir neticeyi matlubiye ye iktiran (yaklaşım) etmemiştir. Şimdiye kadar edilen tecrübelerden çapın büyütülmesi ve obüsün sıkleti çoğaltmasıyla topun sürat ibtidaiyesine halel görmekte olduğu anlaşılmıştır. Aynı çaplı toplar ile bordaların sıkleti bir derecede kalmayıp ekseriya tebdile duçar olur. Faraza; İngiliz, İtalya ve Alman zırhlılarında toplar aynı çapta olduğu halde İngiliz zırhlılarının bordası 7,040 İtalya’nın bordası 6,970 Almanya’nın ki
Sayfa: 924
dahi 6.080 kilo sıkleti haizdir. Aynı çaplı topların bordalarının sıkleti tahavvül (değişim) ve tenevvü’ (çeşitlilik) ettiğine nazaran muhtelif çaplı topların aynı sıkleti haiz olmaları hakikati de kabul edilebilir.
On topu havi olan altı bin kilogramlık borda altı yüz kiloluk projektiller endaht ettiği gibi on iki topu havi olan aynı sıklette bir borda beş yüz kiloluk projektiller atabilir.
Şimdi her ikisinin sıkleti bir ve fakat topların adedi ile projektillerin sıkleti tahallüf (gerileme) ediyor. Acaba bu iki gemiden hangisi daha müreccihdir (tercih) ? Bu babda fünun-u bahriye mütehassısları arasında ihtilaf efkâr hüküm-fermadır. İngiliz zırhlılarındaki o üç yüz kırk üçlük topların sıkleti üç yüz elli altı çaplı Amerikan zırhlılarının sıkletine muadildir. Yani altı yüz otuz beş kilodur. Şimdi bunlardan hangisini dana ziyade kabul ve tercih etmeli? Bazıları aynı sıkleti haiz projektilli muhtelif çaplı topların istimali daha ziyade tercih ediyorlar. Fakat endaht süratinin tezyidi zamanda küçük çaplı toplar için daha ağır projektillerin istimalini iddia edenlerin de bazı noktayı nazardan hakları vardır ki el-yevm bu mesele beyn-el-bahriyun (Akdeniz ile Umman denizi) kemali hararetle mevzuu bahistir. Fransızlar şimdiye kadar üç yüz kırklık toplar için altı yüz otuz kilo sıkletini haiz projektillerin istimalini kabul etmiş olmayıp bunun hiçbir mahzuriyetini projektillerin sıkletini ve sürati daha ziyade olan üç yüz kırklık toplar kuvvet, mukavemet ve sair nokta-i nazardan üç yüz seksen birlik topların dununda olmayıp ekseriya muharebat bahriyede onlardan daha ziyade kaide ve muvaffakiyet emin ederler. Çapları ihtiyacat hazıreye muvaffak olmayan toplardan hiçbir netice hâsıl olmaz. Bugün en ziyade tercih ve kabul edilmiş olan toplar sıkleti ziyade olanlardır. Zira atışın yani obüsün hacmi ne kadar büyük olursa galebe ve muvaffakiyet dahi o nispette tahtı temine alınmış olur. İhtimal bu bazı ahvalde neticeyi matlubeyi temin edemez. Fakat hali hazırda umumiyet itibariyle bu fikir tercih edilmiştir. Fransız bahriye zabitanının kısmı azamı üç yüz beşlik topların tahvin ihtiyaca kâfi olduğu katiyeti hâsıl etmişlerdir.
Mehaza ihtiyacatı hazire nakti nazarından serdedilen beyanat ve mütalaat her hangi kuvvete iktiran (yaklaşım) ederse etsin el-yevm bütün hükümetler büyük çaplı topların istimalini terviç (destek) etmektedirler. Hatta Fransa bahriyesinde bir müddetten beri otuz sekizlik ve kırk ikilik topları tetebbu (inceleme) ve tecrübe edilmekte olup bunun temini muvaffakiyetine kanaat hâsıl olunduğu takdirde derhal tatbik ve istimali cihetine gidilecektir. Bundan sonra çapların büyütülmesi hususunda daha ziyade ileri gitmek arzusu çoğalacaktır. İhtimal keşfiyatı cedideyi bahriye bugün imkânsız gibi telakki edilen şeyleri
Sayfa: 925
hız tatbik ve hakikate isal edecektir ve zaten hali hazırda bütün bu mesai bu emniyete matuftur. Amerika hükümeti Panama kanalının müdafaası için üç yüz seksen birlik topların imaline karar vermiştir. Eğer Amerikan bahriyonu buna Muvaffak olurlarsa fünun ve terakkiyat bahriyede yeni bir hatve atılmış olacaktır. Bu müthiş topların atacağı obüsün sıkleti bin yetmiş beş kilo ve sürati dahi yedi yüz iki metre olacakmış. Büyük obüslerin lüzum-u istimali zamanın ihtiyacatıyle şiddetle alakadardır. Amerikalılar Panamanın küşadından sonra mar-üz-zikr sıkleti haiz obüslerin lüzumunu his ederek şimdi bütün sayi ve gayret ve faaliyetlerini o maksada temerküz etmişlerdir. Fransız bahriyuni projektilin lüzumu süratine kail olup burada toplarının adedini artırdılar. Hatta bazı zırhlılarda on iki topu havi bir bordanın istiabına müsait kaleler dahi inşa edildi. Fransızca bahri risalelerde okunduğuna nazaran Fransızlar ileride on altı toplu ve sekiz bin altı yüz kilogramlık bordaların imaline karar vermişlerdir. Bundan evvel on iki pare üç yüz seksen birlik toplu bordaların imalinden dahi bahis edildi ise de elan haiz-i tatbike isal etmek hususunda bir teşebbüs icra edilmedi. Top çaplarının büyütülmesi hakkında beyn-el-bahriyun ihtilaf ara hüküm-ferma olmadığı gibi sefaini harbiyenin sürat harekâtı için maden kömürü yerine petrol istimali hususunda da ittifak ara hâsıl olmuştur. Fakat tatbiki noktayı nazarından cayigir olan tereddüdaten devam ediyor. Sefaini harbiye de kömür yerine petrolün istimali fikri 1913 senesi tarafında daha ziyade ileri sürülmüş ve tatbikine dahi mübaşeret edilmiştir. Mehaza ondan birkaç sene evvel Rusya ve Amerika da petrol istimaline başlamış ise de icra edilen tecrübelerin temin ettiği muvaffakiyet ancak 1913 senesinde sabit olmuş olmakla İngiliz bahriyesi birçok gemilerde istimale başlamıştır.
Sürat ve sevk-el-ceyş (strateji) noktayı nazarından petrolün temin ettiği fayda bu gün sureti kati yede musaddak (tastık) bir mahiyet kesp etmiştir. Şimdiye kadar icra edilen tecrübelerden yüz bin beygir kuvvetini haiz olan büyük makinelerin petrol ile süratle hareket edebileceği anlaşılmıştır. Petrolün temin ettiği fayda kati mesafenin bir siyak (söz gelişi) üzere olması noktayı nazarından daha ziyade haizi ehemmiyettir. Ocaktaki kömür tükenmeğe başladığı takdirde geminin sürati nispeten azalır. Fakat petrol ile müteharrik sefain için bu cihet varidi hatır olamaz. Gemi mütemadiyen aynı siyakla kati mesafe eyler. Hususiyle harp esnasında mahrukatı (yakacak) muayyenin istimali son derece fayda bahis ve teminatı bahşdır. Petrolün temin ettiği bunca gayri kabili inkâr fayda ile beraber tasarruf noktayı nazarından bazı mahzuru dahi vardır. Yani petrolün temin ettiği sürat her ne kadar matluba muvafık ise de badi olduğu masarif kömürün hemen iki misline
Sayfa: 926
muadildir. Bundan maada sefain harbiye de petrolün istimali ne kadar taammüm (umumileşme) ederse fiyatı dahi aynı tespitle terfi edecektir. Daha geçende “Thames gazetesi” bu meseleyi mühimmeden bahis ederken “Pennsylvania” da bundan akdem bir varil ham petrolün fiyatı 1,60 dolar iken sefain harbiye de istimale başlandığı tarihten beri yani on sekiz ay zarfında iki buçuk dolara çıkmıştır. Bunun başka ve mühim bir mahzuru daha vardır. Yani Avrupa’da petrol kuyuları bulunmadığı için Avrupa hükümetleri petrol tedarik etmek hususunda her zaman birçok müşkülata tesadüf edeceklerdir. Hususiyle harp esnasında memleketlerinde petrol kuyuları bulunan hükümetler ihracatı mani edecek olsalar muharip devletler için bu hal pek müthiş bir felaket olacaktır. İngiltere hükümeti bu mahzurun refi zımnında şimdiden birçok müstemlekelerinde petrol kuyuları taharri etmeğe emir vermiştir.
Eğer vakti hazirede petrol varillerini ithal etmek iktiza ederse bu denli mahzuru muhallikten hali değildir. Bunun için edilecek masrafı azimeden sarfı nazar depoların yangın ve sair tehlikeden muhafazası ayrıca büyük fedakârlıkların ihtiyarı lüzumunu his ettirecektir. Bundan başka daha büyük bir mahzur ve tehlike vardır ki devletleri düşündüren asıl bu noktadır. Yani; Düşman tayyarelerinden petrol depoları üzerine dinamit veya bomba atılması ihtimaline karşı ne gibi tedbir ittihaz etmeli?
“Admiral William S. Benson”, <Ordu ve bahriye> risalesinde (Arma, Marin) bu babda mütalaayı atiyeyi serdetmiştir.
İngiltere bir hükümeti bahriye olduğu gibi tükenmez kömür madenleri de vardır. Hal bu ki memlekette petrol kuyuları bulunmadığı için küllü masarif ve fedakârlık ihtiyar ederek uzak mahallerden ithal etmeğe mecbur olacaktır ki bu da milyonlara muhtaçtır. Bundan maada depoların muhafazası için hükümetin çekeceği zahmet dahi ayrıca nazarı dikkate calip pek mühim bir meseledir. Hal bu merkezde iken İngiltere hükümeti sefain harbiye sinde petrolün istimaline karar verebilecek midir? Bu mesele ariz ve umuk mülahazat ve müzakerata muhtaç olup petrol ihraç eden hükümetlerle ayrıca mukaveleler akdetmeğe mütevakkıf olacaktır.
Admiral Benson’un hakkı vardır. İngiltere hükümeti bu hususu ciddi bir surette nazarı dikkate almalı. 1913 senesinde İngiltere inşaatı bahriye tezgâhlarına 27.500 tonilatoluk, saatte yirmi beş mil mesafe kat eden beş zırhlı sipariş etmiştir. Bu zırhlıların kazan ve makineleri petrol ile hareket etmek üzere imal edilecek, İngilizler bu zırhlıların şimdiye kadar inşa edilen sefaini harbiye meyanında pek mümtaz bir mevki ihraz edeceklerini kemali iftiharla beyan ediyorlar. Bundan sarahaten anlaşıldığına göre İngilizler sefain harbiye de petrol istimali sureti katiye de karar vermiş olup artık maden kömürü istimalinden sarfı nazar edeceklerdir.
Sayfa: 927
Geçen Ağustos ayında İngiltere harbiye nazırı avam kamarasında bundan böyle İngiliz bahriyesinde petrolün sureti katiyyede istimali mükerrer olduğu beyan etmişti. İngiltere hükümeti petrol için yukarda zikir edilen mahzurun ref’i zımnında gayet güzel bir tedbir ve çare düşünmüştür. İskoçya’daki şişlerden takdir usulü sayesinde petrol çıkarmanın mümkün olacağı icra edilen tecrübelerden anlaşılmıştır. Dana geçende İngiltere hükümeti Portsmouth inşaatı bahriye tezgâhlarına 26.000 tonilato hacim istiabında ve saatte 12 mil kat eden altı zırhlı sipariş etmiştir. Bu zırhlılar hem petrol ve hem de kömür ile müteharrik olacaklardır. İngiltere bahriye nezareti bu usulün ihtiyacat hazıreye son derece muvaffak olduğuna kanaat hâsıl etmiştir. İndel-hace gemilerin süratini artırmak için petrol istimal edilerek fakat sairede kömürle hareket edecektir. Daima petrol istimali için İngiltere de iktiza eden vesaitin fakdanı (yokluk) nihayet bu tedbiri düşündürmüş ki temin muvaffakiyeti ihtimali dahi git gide teyit etmektedir. Fransızlar henüz bu hususu ciddi bir surette nazarı dikkate almayıp İngiltere bahriyesinde edilen tecrübelerin hitamına intizar etmektedirler. Şimdiye kadar Fransızlar yalnız torpido geçerlerde petrol istimalini tecrübe etmiştir. Avusturya sefain bahriyesinde dahi petrol istimali yavaş yavaş temim ediyor. Hülasayı kelam el-yevm bütün devletler ve fünunu bahriye mütehassısları petrolün sefaini harbiyenin tezyidi sürati noktayı nazarından kömürden daha ziyade haizi ehemmiyet olduğunu kabul ve tasdik etmişler ise de petrol her yerde mebzulen bulunmadığı için şimdilik “kömürün muavini” ünvanını vermekle iktifa etmişlerdir. Her ne olursa olsun mahrukatı mayinin istimalinde görülen fevaid kesire terakkiyatı bahriyenin müstakbel miyarı olacağı varesteyi iştidah olup petrolün tedariki hususunda müşkülata tesadüf eden hükümetler maden yağlarının istimali için çareler düşüneceklerdir.
İşte 1913 senesi zarfında iki mühim mesele bundan ibaret olup fünunu bahriye mütehassısları bu mesainin kati bir hale iktiran etmesi için mesaiyi ciddiyetin sarfından hali kalmıyorlar.
Kuvveyi bahriyenin tezyit ve takviyesi zımnında sarf edilen mesai doğrudan doğruya tecavüze matuftur. Zira hali hazırda devletler müdafaayı milli yenin ancak kuvveyi tecavüz iyenin tezyit ve takviyesine vabeste olmadığına kanaat hâsıl edip bu babda her türlü fedakârlığın ihtiyari canlarına minnet addediyorlar.
Sayfa:928