DONANMA MECMUASI 68 – 16,Teşrinsani,1914
DONANMA MECMUASI 68 – 16,KASIM,1914
Moskoflar böyle kaçar: Tannenberg’de müttefikimiz Alman cengâverlerine 90000 esir vererek kaçan Moskof vahşileri
16,Teşrinsani,1914 – 27,Zilhicce,1332 – 3,Teşrinsani,1330 – Pazartesi
* * * *
Cihad ya muvahhidin… Siz Allah’a inanır, peygamberi, nebî ahir zaman efendimizi hak olarak tanırsınız. Onun getirdiği kitab-ı mübinde bize nusret (Allah’ın yardımı) vaat olunmuştur. İnanın, davranın, yürüyün! Esteûzübillâh, ayeti kerimede:
Buyurulmuştur. Meâli şerifi:
Eğer dileğiniz, nusret ise işte ayağınıza geldi…
Nusret… Muzafferiyet… Halas…
Çektiklerinizi bir düşünün. Harem-i ismetinize (mukaddes ocak) tecavüz ettiler. Harem-i dininizi harap ettiler. İnsanlığınıza tecavüz eylediler. Varlığınızı mahvettiler. Siz daha duracakmışsınız? İman eden ki bir kavim ancak ahlak zayıfından mahvolur. Zayif-l-ahlak olanlara itimat etmeyin. Meşgulü nifak olanlardan kaçın. Düşman parasıyla, Moskof ekmeği ile İngiliz havasıyla, Fransız şarabıyla meşgul olan alçaklara kulak vermeyin. İçinize sokularak size tatlı tatlı iftirak (ayrılık), şakak (uygunsuzluk), batâet (yavaşlık) telkin edenlere yüz vermeyin.
Ey Müslümanlar cihad
Yürüyün. Bakın cenabı hak nusret vaad etmiştir. Nusret’i ayağımıza göndermiştir. Bu nimetin kadrini bilmeyecek miyiz? İşte fetvaı şerif! Bir mucibi emir Kuran bizi malımızla, canımızla, erkeğimizle, kadınımızla cihada davet ediyor. Cihad… Cihad… İleri atılın. Durmayın. Zelilane hayatı unutun! Şerefli ölüme koşun! Moskofun kuleliğinden, İngiliz’in kırbacından, Fransız’ın kılıcından kurtulun. Hüküm Kuran’a münkad olun. Camilerinize çan, evlerinize çelib (esir) takılmasın. İleri… Daima ileri… Zafer için, Kuran için, namus için, ileri…
Yeryüzünde üç yüz milyondan fazla Müslüman var. Hürriyeti diniye ye sahip kaç mümin vardır… Söyleyin, kaçınız mesutsunuz? Dünya yüzünde sürünerek yaşamaktan usanmadınız mı? İnanın! Feryadı mazlumun arşı azami sarsmak, melekler, Müslümanların çektikleri cefaya ağlamış, revzay-i mutahhara (Hz. Muhammed’in kabri) titremiş, nihayet gayreti Allah zuhur etmiştir. Cuma günü, Fatih meydanında okunan fetva, gönüllere çıkan bana cihanı yerinden titretse sezadır. Çünkü kıyam Müslümandır. İntibah (uyanış) Mazlum iyenindir. İleri daima ileri… Canavar düşmanlarımız zaten bundan korkarlardı. Nihayet korkuları başlarına geldi. Yarın başlarına kıyamet kopacak, yarın zalim cezasını görecektir.
Ey mümin!
Allah emir ediyor. Fetva şeri ül haktır. Cihad farzı ayndır. Hiç birimiz ondan istinkâf edemeyiz. Cihaddan kaçanın cezası dünya ve ahirette muayyendir. Ve ey o bedbahta ki, buna müstahak ola.
Donanma
FETVA-I ŞERİFE
((İslamiyet aleyhine tehacüm iada vaki ve memaliki İslâmiye’nin gasb ve gareti “yağma” nüfusu İslâmiye’nin sebi ve esir edilmeleri mütehakkık “doğruluğu meydana çıkan” olunca padişahı İslam hazretleri nefir âmm “cemiyeti toplama” suretiyle cihadı emir ettikte ayeti celilede hüküm menifence kâffe-i Müslümin üzerine cihad farz olup genç ve ihtiyar piyade ve süvari olarak bilcümle aktârdaki Müslüminin malen ve bedenen cihada meserrat etmeleri farzı ayn olur mu?))
El cevap olur.
* * * ** * * *
Bu surette elyevm makamı hilafet İslamiye ve memalik-i mahrûse-i şahaneye (Osmanlı ülkesi) sefaini harbiye ve askeri berriyesiyle hücum etmek suretiyle hilafeti İslamiye ye adüvv (düşman) ve neûzü-b-illâh (Allaha sığınırız) teâlî (yükselme) nûr-i âlîyi İslamiyetin itfa ve imhasına sai bulundukları muhakkak olan Rusya ve İngiltere ve Fransa ile onlara muayyen ve zahir olan hükümetlerin tahtı idarelerinde bulunan kâffeyi Müslüminin dahi mezkûr hükümetlerin aleyhine ilanı cihad ederek bilfiil gazaya meserret eylemeleri farz olur mu?
El cevap: Olur.
* * * ** * * *
Bu surette maksudun husulü cemi Müslüminin cihada meserret etmelerine mütevekkif iken bazıları neûzü-b-illâh teali tahallüf etseler tahallüfleri masiyet (günah) olup gazabı ilahiye ve bu masiyeti şenianın (ayıp) cezasına müstahak olurlar mı?
El cevap: Olurlar.
Bu surette hükümeti İslamiye ile muharebe eden hükümet mezkûr ahaliyi İslamiyesinin kendilerini katl ve hatta cemi ailelerini mahvetmek eğer Allah ve icbar edilmiş olsalar bile hükümeti İslamiye asakiriyle muharebe etmeleri şer’en haramı kati ile haram olup katil olmalarıyla nar-ı cahim (cehennem ateşi) müstahak olurlar mı?
El cevap: Olurlar.
Bu surette harbi hazırda İngiltere ve Fransa ve Rusya Sırbiye ve Karadağ hükümetleriyle zahirlerinin idarelerinde olan Müslümanların hükümeti Seniye yi İslamiye ye muayyen bulunan Almanya ve Avusturya aleyhine harp etmeleri hilafeti İslâmiye’nin meserretini mucip olacağından ism (günah) azim olmakla azap elime müstahak olurlar mı?
El cevap: Olurlar.
TEZAHÜRATI MİLLİYE
* * * * *
Cuma günü ittihat-ı terakkinin, pişvayı (reisler) her hayır olan zümrenizin ile her biriyle hatırayı millette ayrı ayrı birer yâd hizmeti bulunan müdafaayı milliye ve donanma cemiyetlerinin müşterek teşebbüsleriyle vücuda getirilen miting doğrusu şehrimizin pek ender olarak idrak ettiği bir galeyan bir coşuş hamiyetin seylaben nura nuru şeklinde vücuda geldi.
Cemiyetimiz aza ve mensubiyen sairesi önünde kendi perverdeyi marifet müzikası olduğu halde ve saat on birde merkez umumiyi cemiyetten ayrılarak ittihat ve terakkinin İstanbul merkezi önüne muvasalat edilmiş ve odadan İslam tüccaran cemiyeti de beraber olduğu halde Fatihe doğru hareket edilmiş ve esnayı rahde cemiyetimiz tarafından bilhassa tabi ve temsil edilen beyannameyi hamiyetleri eline alan halk kitleyi hamiyeti iltihak ede ede kafile ber kafile azimeyi muhabbet şeklini alarak fevkalade çoğalmış idi.
Tramvay yolunun Beyazıt’a ayrılan mahalline yaklaştığı zaman Mahmud Şevket Paşa merhumun o şehidi mübarek ve mesudun hain ve gaddar kurşunların hedef daneyi şahadeti olduğu mahalde Kuranı hamiyetle kaynayan bir kalpten taşan – Fatiha – niyazı üzerine hazirünu Müslime o büyük Müslümanın ruhuna Fatiha okuyarak millet hadimlerinin hiçbir vakit hatırayı ümmetten silinmeyeceğini ispat ve iare etmişlerdir.
İnsan bu Fatiha’nın akabinde bayraklar arasında duran Rumeli’nin zıyaını der hatır siyah levhaya bakıyor ve o tarihte akdedilen muahedeyi hatırlayıp da diyor idi ki: ah ey mübarek şehit, o harbin başında sen ola idin. Bu hatırayı siyah şimdi gözümüz önünde durmayacak idi. Her ne ise gayret Allahlın galeyanı için Müslümanların bir miktar daha azap çekmesi mukadder imiş.
Fatih cami şerifine muvasalat edildiğinden ve cami şerif dâhil ve harici ile o büyük meydanın halkı istiab edememesinden sokak aralarına varıncaya kadar izdiham eden ahali arasında cami şerife girebilmek bahtiyarlığında bulunanlar fetvayı şerifeyi istimâ’ (dinleme) ettikten sonra avdette aynı tarik ile Babıali önüne muvasalat edilmiş ve orada vatanın en ağır yüklerini taşımaktan bir dakika bile kaçmayan, kaçmadığını en felaketli günlerimizde isbat eden dâhiliye nazırımız Talat Bey Efendi ile bahriye nazırımız tarafından istikbal edilmişlerdir.
Oradan halifenin nidayı cihadına lebbeyk zen icabet (Allah’ın emrine koşup uyan) olan halk <Allah ü Ekber ve Allah l hamd> tekbir ve tahlilleriyle Topkapı sarayına muvasalat vekili nebi muhtarın (Hz. Muhammed) şeref didarı ile müşerref olmuşlardır. Sarayı hümayun kapısında sadrazam, şeyh-ül-İslâm hazreti ile bahriye nazırı Cemal Paşa hazretleri ahz-ı mevki eylemişler idi. Türkün en saadetli tarihini ihtar eden bu merasimden sonra miting heyeti önde ittihat ve terakki, müdafaayı milliye, donanma heyetleri olduğu halde köprü ve Galata tariki ile Alman sefarethanesi önüne muvasalat eylemişler ve yolda birçok halk tarafından alkışlanmışlardır. Sefarette miting heyeti mertebesine kahveler, çaylar ikram edilmiş ve sefaret baş tercümanı, miting namına da Doktor Nazım Bey mütekabilen iradı nutuk eylemişlerdir.
O esnada yağmurun fevkalade şedid yağmasına rağmen kitleden bir ferd bile ayrılmamış, azmin, gayretin, ufak bir numunesini burada da göstermişlerdir.
Bundan sonra Avusturya sefarethanesine gidilmiş ve orada sefir mösyö Palaviçny cenapları ile Atina sefiri sabıkı muhterem Muhtar Bey tarafından mütekabil ve samimane nutuklar irad edilmiştir.
Tesadüfatı mesudeden olarak şunu da kayıt edelim ki veliaht saltanat efendi hazretleri de Babıali’de tesadüf ettikleri miting heyetini tergayben (istek) bir müddet onları takip buyurarak cümlesini vâye-dâr (kısmetli) meserret (sevinç) buyurmuşlardır. Halk ise veliaht saltanat hazretlerinin şu teşvikleriyle cüş ü hurûş (coşku) gelerek müşârün-ileyh fevkalade alkışlamışlardır. Şu tezahüratı mütekabilenin ehemmiyeti ise der-kardır (belli).
Esnayı rahde ufak tefek bazı hadiseler ve bazı vakalar olmuş ise de zabitanın mümanaat şedidesine rağmen galeyanı millinin o güne bittabi geçilememiş ve müteşekkir bu hadiseler ne yağma gibi gayri meşru vukuatı intaç etmiş ve nede Petrograd’taki Alman sefarethanesinin uğradığı tecavüzü vahşiyanenin binde biri derecesini bulmamıştır.
Osmanlılık ile Rus’luk arasındaki secayı milliye farklarına bu da ayrıca bir delili bahar olsa gerektir.
Allah ü Ekber ve Allah l hamd
Mujiklerin vaz’ sefilaneleri (Moskof bu miskinlerle harp eder)
PRUSYA İLE İTTİFAK
* * * * *
Bu gün itilaf müselles erkânına ve avenesine karşı müttefikimiz şanlı Almanya’nın bedii teşkili olan Prusya hükümeti ile münasebeti siyasiyemiz epeyce kadimdir.
Üçüncü Sultan Mustafa zamanında koca Ragıb Paşanın himmet devri endişanesi semeresi olarak büyük Frederik ile tesis etmiş olduğumuz muhadenet (dostluk), ahdi Selim Salis’de adeta bir ittifakı katiye iktiran (yaklaşım) eylemiştir.
1201’de İngiltere ve Prusya sefirleri bizi Rusya aleyhine sevk ediyorlardı. Sadrazam Yusuf Paşa Kırım’ı kurtarmak emeliyle açıktan açığa harp taraftarlığını iltizam etmiş, diğer taraftan Rusya’nın eyaleti cenubiyesi hıdivliği mertebesinde naili istiklâl olan General Grigoriy Potemkin’de Rusya imparatoriçesi II. Katerina’nın taziyane-i teşvikatıyla nâireyi (ateş) harbi işale (yaşamak) sebeb olacak tahrikata başlamış, hatta Kırımdan memaliki Osmaniye’ye hicrete kalkışan Tatarlardan zeker ve inas (erkek ve kadın) otuz bin kişiyi kılıçtan geçirmiş idi. Velhasıl Babıali, sulhperverliği temayülatına rağmen Rusya sefiri Bulçakof’u Yedi kale’de hapis ederek Selim Salis devrine atlayan altı senelik bir harp meşumun kapısını açtı.
1204 senesi esnasında idi ki Prusya ile ittifak sözleri şayia olarak devletin böyle bir kuvâ-yı el zuhura malikiyeti uğradığımız mağlubiyetlere karşı bir teselli gibi telakki edildi.
Bu ittifaka maraz olanlar da var idi. Ezcümle tarih meşhur sahibi Sanizade ordu kadısı olmak melabesesiyle (elbise) işe karışarak bir hükümet nasraniye ile akti ittifak etmenin mugayir şeri Muhammedî olduğunu balbeyan delil olarak da sebebi nüzulünü bilmediği ayeti kerimesini irad eylemiş ise de Şıh el Selam Hamidi Zade Efendi böyle bir ittifakın halef şer’i şerif olmadığını adle-i malzeme ile isbat ederek uyanan şüpheleri dağıttı.
Bu esnada Prusyalılar büyük Frederik’in planına itba (tabi) ediyorlardı. Müteveffanın perverd-gan (öğretici) siyasetinden Kont Ewald Friedrich von Hertzberg) bu planı şöylece tatbik istiyordu.
1 – Ruslarla Avusturyalılar cenupta zapt edecekleri araziden pek az istifade edecekler.
2 – Rusya, Oçakof ile Basarabya’yı,
3 – Avusturyalılar Buğdan ile Eflak’ı alacaklar ve mukabilen
4 – Ruslar İsveç hükümetine Finlandiya’nın
5 – Avusturyalılar da Lehistan’a Galiçya’nın
6 – İsveç, Prusya’ya Poleranya Eyaletinin birer kısımlarını
7 – Lehistan’da Torin ile Danzingi bırakacaklar. Bu plan o zamanın siyaseti için dahi kabili tatbik değil idi.
1204 de Prusya tahtında Büyük Frederik’in (Friedrich der Grosse) yeğeni Frederick William II bulunuyordu. Babıali Rumeli kazaskeri Raşid ve reis-ül-küttâb (hariciye nazırı) Raşid Efendileri tayin ederek Prusya elçisi ile beş maddeden ibaret olan atideki ittifak nameyi akid eylemiştir.
Bu ittifak, Osmanlı hükümetinin Avrupa devletlerinden biriyle ilk akd ettiği bir ittifak idi. Gerçi 1201 muharebesi availinde devlet İsveç hükümetiyle de uyuşmuş idiyse de bu uyuşma yirmi bin kese akçe vererek hükümet mefkûreyi vakti harpte lehine istihdam etmek şeklinde olduğundan ittifak manasından epeyce uzaktır.
İttifak name her iki tarafın da nukatı nazarını müfesserdir (açıktır).
Şartı evvel: Tuna nehrinin bir tarafına düşmanlar tecavüz eder ise merait’i (çayır) lazım olan muvazeneye halel tertip edeceğinden Prusya devleti vaad ve taahhüd eder ki:
İşbu 1204senesi evvel baharında mecmu kuvvetiyle Nemçe ve Moskova üzerine ilanı harbe mübaşeret eyleye. Şöyle ki: Devleti âliye ye gerek berren ve gerek Karadeniz tarafından İstanbul şehri için bahren emniyet tama gelmedikçe muharebeyi terk eylemiye. Bu mukabelede devlet âliye dahi deruhde vaad eder ki sulh esnasında Nemçe devleti tasarrufunda Galiçya eyaleti ile mukaddema Leh taksiminde Nemçe’linin zapt edildiği memaliki Leh cumhuruna Nemçeli tarafından red ettirilmeğe sai eyilir. Devleti âliyenin Prusya devleti kavi dostu ve müttefiki olmaktan naşi Nemçe ve Moskovalının Prusya ile olan maslahatlarını ve zarureti mülkiyesine dair olan nizailerine Lehlinin mesalih mülkiyelerine halel gelmeyerek Prusya devletine kaideli olarak gereği gibi nizam verile.
Şart sani: ‘Devletin beyninde Asitaneyi Saadette 1170 tarihinde mün’akid (bağlı) olan şerait gereği gibi (1) icra olunmak için işbu cedidi ittifak senedine elhak oluna. Prusya ticari sefineleri bahri sefidde serbestiyet üzere ve sair dost ahabb (çok) olan devletler misalli kendi bayrak ve pateniteleriyle (müsaade belgesi) keşti-i güzar edip Cezayir ve Tunus ve Trablus ocakları tarafından zikir olunan Prusya tüccar sefineleri ve veçhen (bu suretle) men oluverince ettirilmeye. Ve zikir olunan ocaklar muktezayı serbestiyetleri üzere Prusya devletiyle beyinlerinde rizayı canibin ile başkaca akit muahede eylemeleri için işbu senet aktinden sonra salif-üz-zikr (yukarıda bahsolunan) ocaklara ihbar ve tenbiye oluna.
Şartı salis: Devleti âliye inşallah galip ve muzaffer olup düşmanlar etmedikçe düşmanlarıyla musâlaha’ya tecviz (izin) etmemek niyetinde olmakla devleti âliye onlar musâlaha olmadıkça Prusya devleti muharebeyi terk etmeye ve bu mukabelede Nemçe ve Moskova ile birden ve yahut münferiden Prusya ve İsveç ve Leh musâlaha’ya dahil olmadıkça devleti âliye musalâha tecviz eylemeye. Ve eğer ba’de-l-musâlaha (barıştan sonra) murûr vaktiyle Prusya ve İsveç devletleriyle Leh cumhurundan birisi yahut üçü üzerine Moskova ve yahut Nemçe sefer ederse Devleti âliye ol seferi kendi üzerine vaki olmuş addedilip derhal bu üç devlete var kuvvetiyle iane eyleye. Kezalik Devleti âliye ve İsveç devletleriyle Leh cumhurundan birisi yahut üçü üzerine Moskova yahut Nemçe murûr ve katle sefer eder ise Prusya Devleti ol seferi kendi üzerine vaki olmuş addedip derhal bu üç devlete var kuvvetiyle iane eyleye. Madem ki Nemçe ve Moskova devletleri Leh cumhuru ile olan nizalarını Devleti âliye ile Prusya devletinin inzimamı himmetleriyle kat ve tanzim eylemeye ve Moskova devleti Prusya devleti ile Leh cumhuriyenin umuruna dair nizalarına nizam vermeye Devleti âliye ve Prusya devleti Moskova ve Nemçe ile musâlaha olmayalar ve düşmanlarından aldığı memaliki red etmeyeler. Ve ol iki devletler edecekleri musâlaha İngiltere ve Nederland’a tavassutlarıyla olmasını vaad ederler. Ve bu iki devletler dahi sulha tehir etmeyeler. Ve Devleti âliye ile Prusya devleti her ne vakit devletin mezkûriyetinin tavassutu ile akidi sulh ederler ise İsveç devletiyle Leh cumhurunu dahi sulha idhal eyleyeler.
Alelhusus Prusya devleti muharip devletlerin hem civarı olmak hasabiyle taraf Devleti Aliye’den vaad olunur ki Lehlerin ve Prusyalıların emniyetlerine ve zarureti mülkiyelerine dair olan hususlara nizam verile ve Prusya devleti tarafından dahi vaad olunur ki Devleti âliyenin emniyetine ve zarureti mülkiyesine dair olan hususlara nizam verile.
Şartı rabi’: veçhe meşruh (açıklanmış) üzere sulh tamam olduktan sonra Prusya devleti taahhüt eder ki akti sulhta Devleti âliye yeddinde kalan memaliki muhafazaya Prusya kralı zaman ve mütekeffil olup işbu zaman ve kefalete İngiltere ve Nederland’a ve İsveç ve Leh devletlerini dahi idhale Prusya kralı sayi ve ihtimam eyleye ve ol zaman padişah Âli Osman hazretleriyle Prusya kralı beyinlerinde ittifak tedafii akid olunup esnayı sulhda iki devletin yani Devleti Âliye ve Prusya devletinin mutasarrıf oldukları memleketlerin emniyet ve rahatı için ahdı hüma (ikisi arasındaki anlaşma) ahirin memleketleri muhafazasına zemin ve mütekeffil olmak hususu ol senede derç oluna. Binaenaleyh Devleti Âliye ve Prusya devleti vaad ederler ki Moskova ve Nemçe devletleri işbu iki devletin üzerine sefer etmek murad ederler ise akid olunacak ittifak şürûdane (şart) itibaren ya mecmu kuvvetleriyle veyahut şart edecekleri birer miktar askerle Devleti Âliye ve Prusya devleti yekdiğere iane eyliyeler. Ve eğer ittifak tedafii akit edilmezden akdem şimdiki mukaveleye rağmen Devleti Âliye ile Prusya devleti üzerlerine düvelden biri bir sefer eder ise ol vakit müttefik olan devletin bir birlerine mecmu kuvvetleriyle iane eyliyeler. Madem ki Devleti Âliye ile Prusya devletlerinin şanlarına layık ve maslahat mülkiyelerine vücuh ile kaideli ve muvafık sulh olmadıkça muharebeyi terk etmiyeler memalik mahrusada Fransalı ve İngiltere devletleri hakkında cari olan muamelat ve mesaidat Prusyalı hakkında cari ola.
Şart hâmiş: İşbu mesahedenin tastiknameleri beş ayda ve mümkün olur ise daha evvelce Astaneyi Saadette mübadele oluna.
Bu ittifak sahayı icraata gelememiştir. Çünkü Prusya diğer taraftan da İngiltere ile müttefik idi. İngiltere başvekili (Beyt) (Ocakov)un Ruslar tarafından zabt edilmesi üzerine Devleti Âliye’nin tamamiyet mülkiyesinin İngiltere münafii siyasiyesi için pek büyük ehemmiyeti olduğunu anlamış ve mahali mezkuri tekrar zabt için İngiltere limanlarında tedarikat azimede bulunmağa başlamış ise de İngiltere efkârı umumiyesinin kısmı azamı Bug nehri ile Dinyester nehri arasındaki araziyi haliyenin Osmanlı veya Moskova filo elinde kalmasından İngiltere için bir fayda melhuz (düşünülen) değildir diye muhalefet gösterdiklerinden Beyt Lordlar ve Avam kamarasına verdiği takriri geri almağa ve Petersburg’a gönderdiği tehdidamiz notanın Katerina II ye verilmesini tehire mecbur olmuştur. İşte bu sebepten dolayı idi ki Prusya Ruslara ilanı harb edememiş idi. Rivayete nazaran Beytin Katerina’ya yolladığı nota onuncu muharebemiz olan Kırım muharebesinin bir taslağı imiş.
(1) Resmi Ahmet Efendinin Berlin’e azimetinde akiddettiği ittifak namedir. Her ne kadar bizim tarihler 1170 de böyle bir ittifak name akdinden vazıhen bahis etmiyorlarsa da vesikada münderiç bulunuşundan da istidlal (delil) edileceği üzere bu hal vakıadır. Koca Ragıp Paşa merhumun asarı siyasiyesinden biri de budur.
Ahmet Rasim.
Müttefikimizin SMS Scharnhorst kruvazörü (Galip)
Bu da battı: İngilizlerin Good hope zırhlısı
ALMAN TAHTELBAHİRLERİ
* *
İngiliz hâkimiyeti bahriyesi
Yalnız Avrupa kıtasını değil bütün Avrupa’yı hercümerç eden harbi umumi başladığı zaman İngiltere’nin o müthiş kuvâ-yı bahriyesiyle ibhar (deniz yolculuğu) cihana hakim müstakil olacağı, Alman donanmasının düşmanın tefevvuk azimi karşısında harp limanlarına kapanıp kalacağı ve hiçbir iş göremeyeceği zan ediliyor, İngiliz kruvazör filoları açık denizde Alman ticaret bahriyesini mahvederken dretnot ve zırhlılar da Alman sahillerine taarruzatı mütemadiyede bulunacağı ümit olunuyordu.
Hâlbuki ki muharebe başlayalı üç ay geçtiği halde bütün bu tahminat ve hesabatın aksi zuhur etti. Şayanı hayret ve takdir bir maharet ve şecaatle idare edilen Alman gemileri bunun denizlerin hem altında ve hem üstünde daima muvaffakıyetle neticelenen faaliyetler ibraz ettiler.
Zahirde Belçika’nın bitaraflığını muhafaza etmek fakat hakikatte alem-şümul Alman medeniyet ve faaliyetini boğmak ihtirası ile ilanı harb eden İngiltere hükümeti olduğu ve ilk faaliyeti bahriye ondan beklendiği halde SMS Königin Luise isminde bir Alman tenize sefinesi cidden büyük bir istihkarı mevt göstererek Thames nehri mensubuna, İngiltere’nin ta kalbgahına torpiller serpti ve vazifesini ifa ettikten, HMS Amphion namındaki İngiliz kruvazörünü batırdıktan sonra şeciane mahvoldu.
Almanya, İngiltere’nin namusu siyasiden mahrum olduğunu ve binaenaleyh fırsatı ganimet bilerek Fransa ve Rusya ile beraber muharebeye behemehâl iştirak edeceğini evvelden keşif etmiş olsaydı bittabi bu ilk hücum yalnız SMS Königin Luise’in torpil dökmesine inhisar etmeyecekti. Alman erkânı Harbiye’yi bahriyesi İngiltere ile bir harp vukuu halinde daha ilanı muhasemattan evvel mevcut bilcümle torpido geçer ve tahtelbahirlerle İngiliz kuvâ-yı asliyesinin en yeni ve mükemmel kısmına ansızın bir hücum, bilhassa bir gece hücumu, bizim eski bir tabirimizle şebihûn (gece baskını) yapmağa karar vermiş ve muhrip filolarını geceli gündüzlü mümârese (alışıklık) ve talimlerle bu vazifeyi bihakkın ifa edebilecek bir hali mükemmeliyette yetiştirmişti. Mütecaviz torpido muhribi ve tahtelbahre tarafından yapılacak olan bu hücumu müthiş neticesinde tabiidir ki Alman sefineleri bir çok hasar ve ziyaa uğrayacaklar, fakat hiç şüphesiz ki İngiliz donanmasının en mühim ve kıymetli vahid harplerinden yani dretnot ve zırhlılarından beş on tanesini denizin dibine indirebilecekler, bu suretle iki donanma arasında bir tevâzün kuvva tesis edeceklerdi. İngiliz donanması Alman torpido filolarının bu hücumu anisinde o kadar korkuyordu ki, açık deniz harp kuvvetini teşkil eden büyük ve yeni zırhlılarının daha vakit sulh de iken şimal denizinin doğrudan doğruya Alman taarruzatına müsait mevkilerinden almış, daha uzak üss-ül-harekelerde (karargâh) cem-i etmişti.
Bir taraftan yukarıda bahsettiğimiz gibi İngiltere’nin bitaraf kalacağına fazla itimat ve diğer taraftan da Norge sularında henüz avdet eylediğim ve binaenaleyh böyle seri ve ani hücum icrası için tamamen hazır ve mahya bulunmadığı bir sırada harp zuhur ettiği için Alman donanması pek iyi bir netice vermesi kavben mamul bulunan bu hücumu icra edemedi. Yalnız Thames nehri ağzı ve dahiliyle ve Şimal denizine torpil dökmekle iktifaya mecbur oldu. Mamafih ne olursa olsun ilk faaliyet bahriyeyi yine Almanlar gösterdiler. Bir müddet sonra Alman tahtelbahirleri icrayı harekâta başlayınca esasen sabih torpillere çarpmak, torpido hücumlarına maruz kalmak korkusu ile her türlü faaliyeti Harbiye’den içtinap eden İngiliz donanması “İskoçya’nın” şimal ve şark taraflarında, sahayı harbe mümkün mertebe uzak mahallerde tahşid (toplanma) etti. Yalnız bir defa Lapon, HMS Queen Mary, HMS Princess Royal namındaki 27000 tonluk ve sekizer adet 34 santimetrelik toplarla mücehhez; 28-30 mil sürati haiz müthiş dretnot kruvazörler ile birkaç seri kruvazörden ve müteaddit torpido geçerlerden mürekkep bir filo keşif bir sisden Bila istifade Alman sahillerinin ileri karakol makamında bulunan Heligoland Bight adası civarına kadar geldi. Oradan karakol vazifesini ifa eden 4500 tonitonluk Manej, Köln ve 2200 tonluk Ariyadne hafif kruvazörlerine tesadüf etti. Alman kruvazörleri karşılarına çıkan o müthiş harp gemileriyle çarpışmaktan çekinmediler. Kahramanane bir dövüşmeden sonra battılar. Bir çelik ve beton halitasından ibaret olan Heligoland adasının 50 çap tûlunda 40,5 santimetrelik müthiş toplarla mücehhez olan istihkamatı sis hasebiyle harbe iştirak edememişti. İngiliz filosu yaveri Taliale yalnız Alman kruvazörlerinin 10,5 santimetrelik küçük toplarını zararsız atışına maruz kalmak suretiyle dehşetli bir tehlikeden kurtuldular. İngilizler bu küçük müsademeyi bahriyede muzaffer olmakla beraber Alman gemicilerinin küçük kruvazörlerle kendi müthiş dretnotlarına karşı gösterdikleri harikulade şecaat ve istihkar (aşağılama) mevtten endişenak olmuşlardı. İşte bu endişenin sevkiyledir ki Heligoland muharebeyi bahriyesinde batan Alman gemilerinden denize dökülen efradı, zabitlerinin revolverle tehdit ettiklerini yazacak kadar garabet ve manasızlıklarda bulundular. Kendi bahriyesinin tezlerle başlayan kuvveyi maneviyesi üzerinde bir hissin tesir hasıl etmek için ortaya atılan bu neşriyatta manevien mantık aramak bittabi abestir. Çünkü gemileri batan ve dalgalar arasında canını kurtarmağa çalışan efradı tahvif (korkutmak) etmekte hiçbir maksat olamaz.
İngiliz dretnot kruvazörlerinin yaptığı bu hareketten sonra Alman tahtelbahirleri daha ziyade ibrazı faaliyete başlayınca artık İngiliz donanmasından hiç ses çıkamaz oldu. O kadar ki Alman tahtelbahirlerinin ara sıra batırdıkları gemiler olmasa; Bizden gasb ettikleriyle beraber 34 dretnot, 9 dretnot kruvazörü, 66 seri kruvazör, 232 torpido geçer ve 77 tahtelbahirden teşekkül eden bu koca donanmanın emin bir melce’ (sığınak) bulmak üzere kutup şimaliye gittiğine insanın hüküm edeceği geliyor.
Beş yüz kıta harp gemisinden teşekkül eden ve cidden pek müthiş bir kuvayı taarruziyeye malik bulunan bu heybetli donanmayı böyle müstahkem limanlarda kapanıp kalmağa mahkûm eyleyen kuvvet kemali cesaret ve maharetle idare edilen Alman tahtelbahirleri olmuştur.
Bir hafta evvel Pa de kale (Pas de Calais) boğazında, Manş denizinin en dar bir mevkiinde, Fransız ve İngiliz sahillerinin yekdiğerine en ziyade yaklaştığı bir sahada HMS Hermes ismindeki İngiliz kruvazörünün bir Alman tahtelbahri tarafından garkı pek ziyade haizi ehemmiyet bir hadise teşkil etti. Anvers’in zabtı neticesinde Alman orduları Manş denizinin Belçika sahillerine ve Ostende (Oostende) ile Dover arasına bir murabi teşkil edecek surette binlerce torpil dökmüşler, Pa de Kale boğazının o havalisini gayri kabili seyir ü sefer bir hale vaz’etmişlerdi. İngilizler, oralara gelecek olan Alman tahtelbahirlerinin bu torpil yuvasına düşerek mahvolacağı ümidinde iken HMS Hermes kruvazörünün Kale’den gelirken batırıldığını duyunca şaşırıp kaldılar.
Thames gazetesinin de itiraf ettiği veçhile “pek büyük bir maharet” ve şecaat ile idare edilmekte olan Alman tahtelbahirleri nihayet Pa de Kale’ye de hakim olmuşlardı. Alman tahtelbahirlerinin bu muvaffakiyetleri İngilizleri pek ziyade endişenak etti. Yalnız büyük gemilerden mürekkep olan açık deniz harp filosu değil hatta Alman donanmasını tarassuda ve ana filoya ihbarı memur olan sefaini hafife bile denizlerde dolaşmanın tehlikesini takdir ederek, muhtelif limanlara ilticayı daha muvaffak görmüş olacaklar ki efrenci teşrinisaninin üçüncü günü küçük ve büyük kruvazörlerden mürekkep bir Alman filosu İngiliz gemileri tarafından görülmeden Great Yarmouth limanı civarına gelerek senelerden beri hiçbir düşman taarruzuna uğramamış olan büyük Britanya sahilini topa tutmuş ve bir İngiliz tahtelbahrini batırdıktan sonra sağ ve salim avdet etmeğe muvaffak olmuştur. Yukarıda söylediğimiz gibi tahtelbahirlerin hücumuna uğramak korkusuyla kendi kendisini harp limanlarında hapis eden ve faal bir hâkimiyete veda ederek, yalnız bir hâkimiyeti lafsiye ile iktifa eyleyen o beş yüz sefinelik azametli donanma beş on Alman gemisinin İngiltere sahillerine hücumunu men’e muvaffak olamamıştır.
Yarın, Manş denizinde Alman tahtelbahirlerinin miktarı ve faaliyeti tezayüd edince İngiliz donanması ya büsbütün müstahkem limanlarda mahsur kalıp İngiltere sahilini taarruzatı cedideye karşı açık bırakmaya kabul edecek yahut ta denizde açılıp Alman sefinelerini imha etmeğe çalışacaktır. Bu takdirde İngiliz sefaini harbiyesinden bazıları daha birer ikişer k’arı (dip) deryaya inmek felaketine maruz kalacağı gibi Alman ve İngiliz tahtelbahirleri arasında da şimdiye kadar dünyada hiç nazırı görülmemiş bir muharebe, denizlerin bazen mütehevvir (hiddetli) bazen sakin suları altında velulesiz, gürültüsüz fakat müthiş ve bi aman bir boğuşma başlayacaktır.
Bu tahtelbahirler muharebesinin neticesinde ise tevafuk adetden ziyade maharet ve şeceat, metanet ve fedakârlığı daha fazla olan tarafın ihrazı galebe eyleyeceği şekk (şüphe) ve şüpheden varestedir.
Abidin Daver
Birer birer batanlardan: İngiliz’in batık Monmouth kruvazörü
TEVALİYİ ELTAFI ALİYE
* * * *
(Yüksek letafetin devamı)
Veliaht saltanat devletli efendimiz hazretlerinin cemiyeti acizanemiz hakkındaki ehâsin enzar fehimaneleri âsârı müstelzim âlâ bethacını her gün birer suretle irâe ederek hepimizi garik ben ve mesarr eyliyor. Geçenlerde, memleketimizin tarih, sanat ve edebiyatında iki manasıyla da birinci bir hadisei mesude olmak üzere lütfen ve tenzilen cemiyetin tahtı idaresinde bulunan millet tiyatrosuna teşrif buyurarak büyük bir eseri atıfet ibraz buyurmuşlardı.
Bu lütuf âl-ül-âlâ iki güldesteyi teşvik daha takip etti. Bir çok güçlüklerle meydana gelen muzika heyetimizi daireyi celileyi necabetpenahilerine davet gibi bir büyüklük gösterdiler. Memlekette muzika henüz layık olduğu mevkiye çıkamamaktan pek uzak olduğu içindir ki müşaraleyhe hazretlerinin şu eseri taltif kadar şinasileri bütün tarafdaran sanatı da ihya eyledi.
Şark musikisinin yoksullukları arasında vücuda gelen darültalim musiki gibi memleketin yegâne bir heyet güzidesi de müstafeyz envarı inayet ve taltifat fahim-âneleri oldu. Meserretimiz minnetimiz haddi ilgayesine vardı. Bunu müteakiben bir vesileyi diğer taltif zuhur etti.
Müşaraleyhe hazretlerinin donanma ianesi namına mütevelli elzuhur inayet cezbeleyi vatan perveranelerine binaen fevkalade altın madalya iatası hususuna iradeyi seniye hazret hilafet penahı şeref-riz sahifeyi sadur olduğundan mezkûr madalya heyeti idare reis sanisi Rıza ve azadan Reşid ve müdürü umumi Ziya Bey efendilerden mürekkep bir heyeti mahsusa vedaatıyla ve kemali taazzum ve tekrim ile teslim olundu. İnayeti aliye bununla kalmamış, veliaht saltanat hazretlerinin cemiyeti acizanemiz hakkında yeniden taltifat ve iyanatı şerefyabı zuhur olmuştur. Şöyle ki: Evvelki gün tercümanları Mahmud Ali Bey Efendi vedaatıyla Edirne pullarının üç renginden mürekkep olmak üzere gayet sanatkârane yapılmış tasvir dil-pezir necabet penahilerini namı cemiyete inayet ve irsal buyurmak suretiyle müstesna bir eseri atıfet tecelli ârâyî enzar şükran oldu.
Fuad Bey namında genç bir Müslüman sanatkârının çire-destisi bulunan bu tasvir dilpezir sanatı milliye namına ne derece şayanı tebrik ise veliaht saltanat hazretlerinin şu sureti tahtel necibaneleri yukarıda isimleri mezkûr heyet tarafından ihtiramat mahsusa ile kabul edilmiş ve hissiyatı şukraniyemiz haki pay müşaraleyhe arz olunduğu gibi ceraidi yevmiye ile de ilan olunmuştur.
Donanma cemiyeti büyük bir emeli milliyenin makus zuhuru olduğundan handanı celil elşan saltanat ve bu meyanda veliaht meali menkubet tarafından bu türlü mükerrem teşvik ve sahabete nail olması o derece büyük bir beşarettir ki, tafsili cildleri ihtiva eder. Mecmua, lisanı hal cemiyet olduğundan umumun hissiyatı imtinan ve şükranını haki pay necabet penahilerine arz etmekle müftehirdir.
Tahtelbahir’in mukatta-ı (kesit)
İngilizleri korkutan alman tahtelbahirleri.
NASIL GİTMİŞLER
* * * *
Trablus – 23,Nisan,1911
Akvilina’nın sürüsü – Türk hükümetinin içerilere gitmekliğimi arzu etmediği bir zamanda, benim muhterem otelcim Felice Akvilina muayenim (belli) olarak o yer, Akvilina’nın mandırası idi.
Bir gece: Otelin siyah ve beyaz mermerlerle döşenmiş, küçük avlusunda, kıble rüzgârlarından büyük yaprakları kavrulmuş muz ağaçlarının altında, Akvilina, sert Maltacasıyla bana dedi ki: – Yarın, sürümü görmek ve yün kırkmak için Dahle gideceğim.
_ Beni de götürür müsün?
_ Eğer hiç kimseye bir şey söylemezsen gel.
_ Saat kaçta gidiyorsun?
_ Altıda.
_ Benim için bir at bul.
Saat altıda hareket ettik. Şehrin duvarlarının haricinde bize, bir ihtiyar Arap iltihak etti. Bir gözü kör, kısa beyaz sakallı ve güzel bir kısrağa binmiş. Akvilina bana dedi ki; Bu arabın adı Hacı Mahmud Netayim’dir. Gideceğimiz yerin sahibi ve mandırada kendisinin şerikidir. O dahi koyunları görmeğe ve yün almağa gidiyor.
Uzun boylu Arap süvarisi, Arap kaltağının (eyerin tahta kısmı) arkalığı ve kırmızı maroken kaplı haşesi arasında, mükemmelen yerleşmiş; beyaz, temiz ve geniş ehramına sarılmış ihtiyar. Bana iyi fakat mütereddit nazarlarla baktı. Sonra, atını bir kürek gibi geniş ve bir ayak gibi uzun bedevi üzengisinin demiriyle mahmuzlayarak… İhramının içinde kâh havalanıp açılarak ve kâh olduğundan ziyade uzayarak, dörtnala koşmağa başladı. Benim çadırımla yiyecek yüklü olarak arkamızdan gelen deve, çok geriye kalmak için, kendi tırısına atılmağa mecbur oldu.
Münşiyenin (yapıcı) son bahçelerini, son kuyuyu, son zeytin ağaçları sırasını geçtik. Sarı duvarın nihayeti, daima ki gibi, bi intizam ve harap, önümüzdeki sahraya doğru sahraya doğru ileriye ağzını açmış, ta. . . Orada. Sahrada sarı ve nihayetsiz toprağın dalgalanan denizi. Onun daha ötesinde kadife bir yeşillik, bir hurmalık adası gibi, Trablus mamuresi yükseliyor. Bu, nihayetsiz sarı toprağın mevvac (çok dalgalı) denizi, yarın bir yeşillik, bir mamure olabilir. Sağ tarafta, uzak, bir küçük Türk istihkâmı: ve daha ötede Zanzor yolu ve nihayet Akdeniz, ona pek güzel ve yeşil bir damın kıymettar seriyor.
“Yifrin” (Cebeli garbi sancağının merkezi)nin vasi yolu üzerinde, o tatlı toprakta, bu küçük kervanın hali, bana tesir etti. Atın dört nalasından, tekrar bir tetkik için, hayali rahatsız oldum.
Bu toprağın bir kadim merba yerini görmek bile, bende gayri kabili tarif bir merak uyandırıyor. O kadarcık bir toprakta dahi asliyetini, rengini ve danelerini, zamanların değiştiremediği, öyle harikulade bir kuvveyi imbatiye meşhud ki, bu hiç şüphesiz, iyi ve kuvvetli toprak. Buna rağmen sahranın adı, hayırsızdır… Onun rengi kuvvetlidir. Sıcaktır, onun cevheri, susuzluktan, kuruluktan akimdir. Onun ince her tarafını kaplamış ve uzaktan üzerine itilmiş yeşilimsi, gürizan (kaçıcı) bir perde zannı veren ve yakından müzehher (çiçekli) bir yeşillik olduğunu gösteren, kısa, yabani ve nadiren çobanların develere ziyafet çektiği otları vardır. Ne vakit yağmurlar kesilirse, bütün bütün tekrar fışkırır, uzar, sıklaşır adeta bir yeşillik, bir çayır olur. Büyük bir parça toprak tek bir arabın gayretiyle, bir baştan bir başa hecinlerin (iki hörgüçlü deve) otlak yeri olmuştur. Bir bedevi gurubu, başları kırmızı ve ince bir şeyle örtülü, yeşilliğin üzerine dağılmışlar, yavaş yavaş, vakit vakit irkilerek, doğrularak şu tarafa bu tarafa gidiyorlar. Yerden bazı şeyler topluyorlar. Atımı mahmuzladım, onları görmeğe gittim. Kadınlar, benden korkmadılar. Yalnız başörtülerini ağızlarında sıkarak başlarını öbür tarafa çevirdiler. Çünkü ecnebi, gayri mümin olanlar kendilerini, yüzlerini görmesini istemiyorlar. Kocaman bir nevi kulaklı sepetler kollarının altında, küçücük papatyalarla dolu. Bunu gördükten sonra, bana anlattılar ki, bedeviler bu papatyalarla bir nevi ilaç yaparlarmış. Fakat şayanı dikkat olan cihet, sahranın papatya çiçeği vermesidir.
Arkadaşlarıma, o geniş yolun üzerinde yetiştim ki, yol bir sükûnet name içinde, cenup şarkiye doğru devam ediyor. Deniz toprağın sakin, hafif dalgaları arkasında kayıp oluyor. Serin bir rüzgâr omuzlarımızdan doğru eserek, ufuklara kadar güneşin yakıcılığını tadil ediyor. Bir kervana rast geldik. Mütenevvi eşya ile dolu, içerilerden geliyor. Kim bilir ne kadar içerilerin nerelerinden gelerek, Trablus âlemi ticaretine gidiyorlardı. Deveciler tüfekleri kollarında, develeri takip ediyorlar. Dönerek bize bakıyorlardı. Vakit vakit, bazı araplar geçiyorlar, kimisi küçük eşekçiklerin üzerinde, koşturarak gidiyorlar. Kimisi çıplak ayaklarla yakıcı kumların üzerinde, süratli adımlarla yürüyorlar. Yol namütenahiye beyabân (çöl) içinde, ot yeşillikleri ve çiçek yıldızlarıyla dalgalanarak devam ediyordu. Kervanların asırlık kemiricilikleri, beyabânın ortasında bu yolu kazımışlar, çıkarmışlardı. Bazı parçalarda, nazar nevaz (göze hoş gelen), volkanik ve sanki oralarda tenebbüt (bitkilenme) etmiş gibi taşlar var ki, at tırnaklarının altında derin sedalar çıkarıyorlar, bu taşlık taraflar, galiba kış yağmurlarının birikinti sularıyla bir kanal gibi olmuş.
İslam düşmanlarının sahaif-i akıbet hun-inden biri: Fransızlar hali ricatta.
BEYANNAMEYİ HÜMAYUN SURETİDİR
Orduma, donanmama
Düveli muazzama arasında harp ilan edilmesi üzerine her daim nagehan’ı ve haksız tecavüzlere uğrayan devlet ve memleketimizin hukuk ve mevcudiyetini fırsatçı düşmanlara karşı icabında müdafaa edebilmek üzere sizleri silahaltına çağırmıştım. Bu suretle müsellah bir bitaraflık içinde yaşamakta iken Karadeniz boğazına torpil koymak üzere yola çıkan Rus donanması, talim ile meşgul olan donanmamızın bir kısmı üzerine ansızın ateş açtı. Hukuk beynelmilele mugayir olan bu haksız tecavüzün Rusya canibinden tashihine intizar olunurken gerek mezkûr devlet gerek müttefikleri İngiltere ve Fransa devletleri sefirlerini geri çağırmak suretiyle devletimizle münasebatı siyasiyelerini kat ettiler. Müteakiben Rusya askeri şark hududumuza tecavüz etti. Fransa, İngiltere donanmaları müştereken Çanakkale boğazına, İngiliz gemileri Akabe’ye top attılar. Böyle yekdiğerini veli eden hainane düşmanlık asarı üzerine öteden beri arzu ettiğimiz sulhu terk ederek Almanya, Avusturya – Macaristan devletleri ile müttefiken menafi (menfaat) meşruiyetimizi müdafaa için silaha sarılmağa mecbur olduk. Rusya devleti üç asırdan beri Devleti Âliyemizi mülken pek çok zararlara uğratmış, şevket ve kudreti milliyemizi artıracak intibah ve teceddüd (uyanış ve yenilenme) asarını harp ile ve bin türlü hayal ve desais ile her defasında mahva çalışmıştır. Rusya, İngiltere ve Fransa devletleri zalimane bir idare altında inlettikleri milyonlarla ehli İslam’ı diyaneten ve kalben merbut (bağlı) oldukları hilafeti muazzamamıza karşı hiçbir vakit sui fikir beslemekten fariğ (boş) olmamışlar ve bize müteveccih olan her musibet ve felakete müsebbib ve mahrek bulunmuşlardır. İşte bu defa tevessül ettiğimiz cihadı ekber ile bir taraftan şanı hilafetimize bir taraftan hukuku Saltanatımıza karşı ifa edile gelmekte olan taarruzlara inşallah teali (yükselme) ilelebed nihayet vereceğiz… Avn ve inâyet (yardım ve ihsan) bari ve mededi ruhaniyet peygamberi ile donanmamızın Karadeniz’de ve cesur askerlerimizin Çanakkale ve Akabe ile Kafkas hududunda düşmanlara vurdukları ilk darbeler hak yolundaki gazamızın zaferle tetvic (taçlandırma) edeceği hakkındaki kanaatimizi tezyid etmiştir.
Bu gün düşmanlarımızın memleket ve ordularının müttefiklerimizin payı celadeti altında ezilmekte bulunması bu kanaatimizi teyid eden ahvaldendir.
Kahraman askerlerim, dini mübinimize, vatan azizimize kast eden düşmanlara açtığımız bu mübarek gaza ve cihad yolunda bir an azim ve sebattan fedakârlıktan ayrılmayınız. Düşmana Arslanlar gibi savlet ediniz. Zira hem devletimizin hem fetvayı şerife ile cihadı ekbere davet ettiğim üç yüz milyon ehli İslam’ın hayat ve bekası sizlerin muzafferiyetinize bağlıdır. Mescidlerde, camilerde, kâ’bet-ül-hüda huzur rab-ül-âlemin kemali vecd ve istiğrak (boğulma) ile müteveccih üç yüz milyon masum ve mazlum mümin kalbinin dua ve temenniyatı sizinle beraberdir.
Asker evlatlarım; Bugün ahdinize terettüb eden vazife şimdiye kadar dünyada hiçbir orduya nasip olmamıştır. Bu vazifeyi ifa ederken bir vakitler dünyayı titretmiş olan Osmanlı ordularının hayr-ül-halefleri (hayırlı evlat) olduğunuzu gösteriniz ki düşman din ve devlet bir daha mukaddes topraklarımıza ayak atmağa, kâ’bet-ül-hüda ve münevvere nebevi’yi ihtiva eden araziyi mübareki hicaziyenin istirahatını ihlale cüret edemesin. Dinini, vatanını, namusu askeriyesini silahıyla müdafaa etmeği, padişah uğrunda ölümü istihkar eylemeği bilir bir Osmanlı ordu ve donanması mevcud olduğunu düşmanlara müessir bir surette gösteriniz. Hak ve adil bizde, zulüm ve udvan düşmanlarımızda olduğundan, düşmanlarımızı kahretmek için cenabı adili mutlakın inayeti samedâniyyesi ve peygamberi zişanımızın imdadı maneviyesi bize yarüyaver olacağında şüphe yoktur. Bu cihattan mazisinin zararlarını telafi imiş şanlı ve kavi bir devlet olarak çıkacağımıza eminim. Bu günkü harpte birlikte hareket ettiğimiz dünyanın en cesur ve muhteşem iki ordusuyla silah arkadaşlığı ettiğinizi unutmayınız. Şehitleriniz şühedayı salifeye (geçmiş) müjdeyi zafer götürsün. Sağ kalanlarınızın gazası mübarek, kılıcı keskin olsun.
Fi 22,zilhicce,1232
Fi 29,teşrinevvel.1330
Mehmet Reşad
Başkumandanlık vekâletinin beyannamesi suretidir:
Arkadaşlar,
Sevgili başkumandanımız, halifeyi zişan efendimiz hazretlerinin iradeyi seniyelerini tebliğ ediyorum. Allah’ın inayeti, peygamberimizin imdadı ruhaniyesi ve mübarek padişahımızın hayır duasıyla ordumuz düşmanlarımızı kahır edecektir. Bu güne kadar karada ve denizde zabit ve asker kardeşlerimin gösterdikleri kahramanlıklar düşmanlarımızın perişan olacaklarına en büyük delildir.
Ancak her zabit, her asker unutmamalıdır ki harp meydanı fedakârlık meydanıdır. Orada hangi asker daha ileri atılır, hangi asker düşmanın şarapnel ve kurşunlarından yılmayarak ayak direr, sonuna kadar sebat ederse o asker mutlaka kazanır. Tarih şahittir ki Osmanlı askerinden şanlı, Osmanlı askerinden fedakâr hiçbir asker yoktur. Hepimiz düşünmeliyiz ki, başımızın ucunda peygamberimizin ve sahabeyi güzin efendimizin ruhları uçuyor. Şanlı babalarımız başlarımızın ucunda bizim ne yapacağımıza bakıyor. Eğer onların hakiki evladı olduğumuzu göstermek bizden sonra geleceklerin lanetlerinden kurtulmak istersek çalışalım.
Zincirler altında inleyen üç yüz milyon İslam ve eski vatandaşlarımız hep bizim muzafferiyetimize dua ediyor. Ölümden kimse kurtulmayacaktır. Ne mutlu ileri gidenlere, ne mutlu din ve vatan yolunda şehit olanlara…
İleri! Daima ileri ki zafer, şan, şahadet, cennet hep ileride, ölüm ve zillet geridedir. Mübarek ve mukaddes şehitlerimizin ruhuna “Fatiha”
“padişahım çok yaşa”
Başkumandan vekili
Enver
MISIR
İngiliz boyunduruğundan nasıl kurtulabilir?
İngilizlerin boyunduruğundan Mısırlılar kendilerini tahlise(kurtarmak) cesaret edebilecekler midir? ilan-ı harbi müteakiben İngilizlerin tevkifi üzerine altı hafta kadar mısırda ikamete mecbur olduğu zamanda icra ettiği tetkikata istinaden Alman profesörlerinden doktor (Carl Schmitt) bu suale atikede ki cevabı veriyor:
Ahval-i hazıra nazarı dikkate alınacak olursa Mısır İngilizlerin işgal ordusunun elinden ancak harbden vaki bulacak bir mukavemet sayesinde kurtarılabilir.Cenuptan Sudan gayet tehlikeli bir komşudur.Oralarda efkar bir taraftan mahsulatın fena olmasından ve diğer taraftan İngilizlilerin ahaliye tahmil (yüklemek-bir işi birinin üzerine bırakmak) ettiği ağır vergilerden dolayı bir müddetten beri hal-i galeyanda bulunmaktadır. Sudanda mehdinin günleri henüz unutulmamıştır. Sudanlılar Mısırlılara kıyasen daha iyi muhariplerdir. İngilizlerin kuvveti hususuyla sudan askerleri isyan edecek olursa umumi bir ihtilali bastırmaya kafi değildir. Şayet sudan askerleri isyan edecek olursa oradan isyan sürat bir kayd ile bütün Mısıra sirayet eder. Fakat asıl muavenet mısırlılara Türkler tarafından gelebilir. Türkler İngilizler tarafından mısırda izbilen hukuku hükümranlarını her halde müdafaaya ve tekrar te’sise mecburdurlar. Türkiye’den mısıra iki suretle hücum edebilir. Bunlardan biri Napolyon’un dahi Kudü’se giderken ihtiyar ettiği(seçmek) tarik(yol) olup Kudüs’ün cenubundan ve çöl tarafıyla icra olunabilir. ikinci ise ehl-i saliblerin( haçlılar/Hıristiyan) ihtiyar ettiği tarik olup Sina şibh-i ceziresi üzerinden mealen yani akabe tarafıdır.Maalesef bu havaliye dört seneden beri yağmur yağmadığından bütün çeşmeler kurumuştur. Memleket büsbütün bir çöl haline geldiğinden bedeviler oralardan firar etmişlerdir. Eylül ve teşrin-i evvel (ekim ayı) aylarından başlayan yağmur mevsiminin bu sene rahmet getirip getirmediğini bilmiyorum. Her halde büyücek bir ordu o havalide kolaylıkla ilerleyemez. Diğer taraftan İngilizler bu taraftan bir hücum icrasından korktuklarından EL-ARİŞ ‘i tahkim (sağlamlaştırma/oraya birini tayin etme) ve ayrıca bir sahra şimendiferi de vücuda getirmişlerdir. İngilizler Sina’da dahi aynı suretle hareket ederek Sina kanalında siperler vücuda getirmişlerdir. Buralarda Hindistan’dan celp edilen tüccarlar yerleştirmişlerdir. Bundan ma-ada(bundan başka) hind askeride getirilmiştir. Bunlar dahi Osmanlı ordusuna karşı muharebe edeceklerdir.
Diğer taraftan devlet-i Osmaniye dahi muattal (boş) kalmamıştır. Suriye ve Filistin’de kuva-yi askeriye toplanmıştır. Eski zamanlar olsa idi İngilizler sevgili müttefikleri ile beraber devlet-i osmaniyyenin oralardaki hareket-i askeriyesini şiddetle protesto ederlerdi. Bu gün buna dair hiç bir şey işitilmiyor. Fransa’daki vaziyet-i askeriye devlet-i osmaniyeye karşı bir hareket icrasına müsaid olmadığından İngilizler ne kadar zaif (zayıf) olduklarını takdir ediyorlar. Onun için Mısıra bir İngiliz müstemleke( sömürge) nazarıyla bakmakla beraber devlet-i osmaniye bundan fazla tahrik edilemiyor. henüz her şey bir karanlığa bürünmüş olmakla beraber muharebe gürültülerinin yakında Mısırda dahi tanin-endaz (çınlayan) olacağına hiç şüphe yoktur. Şayet muharebe zuhur edecek olursa İngiltere evvela intikamını ordudaki Avusturyalılarla Almanlardan almaya kalkacağından onların hali vahim demektir. (bu makalenin tarihi tahriri eskidir.)
MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN
HARB HATIRATI
Mitralyöz bölüğü ihtiyat zabiti olarak Belçika ve Fransa da vuku bulan muharebatda ifayi vazife ederken mecruhen (yaralanmış olarak} Berlin’e avdet eden Berlin genç muharrirlerinden birisinin hatıratını Alman gazetelerinden bir veçhe ati nakil ediyor:
Şarapnel misketi bacakta; Emrazı kabiye (marazlar) bir tarafta olduğu halde memleketime avdet ettiğime hala pek güç inanıyorum. Bakalım, bir gün iadeyi afiyet edersem tekrar meydanı harbe döneceğim. Mamafih bir kere derinden nefes almalıyım; yegane ihtiyacım istirahat. Ağustos evasıtından (ortasında) beri ancak yarım gün istirahat edebildim. Gece gündüz yürüyüş, harb, tarassud (gözetmek), avcı hendekleri kazmak!. Geceden geceye azami olarak düşmanın izac (taciz) ve baskınları arasında üç dört saat uyku uyuyabiliyorduk. Burada herkes benden havadis soruyor. Memlekette kalıp harbe gitmeyenler hala “elbette sende bazı hatırat “ olabilir diyorlar!
Halbuki benden henüz rabıtalı hatırat beklenmemelidir. Bununla beraber, hevl-nak (korkunç) haşyet engiz vukuatdan birkaç münazar ve hatıratı nakil edebileceğim; mitralyöz mütehassısı olmak münasebetiyle bu muharebede en güç ve zayıfın ifasıyla muzaffer; en muhallik mevakide, nekatda harb etmeye mecburuz; her bir harbde; nerede tehlike varsa oraya sürülüyoruz, cesur piyadelerimizin hücumunu ihzar etmek ve onlara yol açmak için avcı hattına veya avcı hattının ilerisine gönderiliriz; bir makinalı tüfek dakikada 250 kurşun endaht eder ve lâ-yenkati’ (devamlı) bir fişek kuşağı diğerini takib eder; ekseriya bütün bölük tüfenkleri birlikte çalışır. Bu namluların önüne düşenin vay haline! Bi had ve hesap alaylar olsa bile derhal mahvolur. Biçare düşman askerinin bir şeyden haberi olmadan üzerimize doğru ilerlerken ansızın bir tanesi bile sağ kalmadan yere serildiğine pek çok defa tesadüf ettik.
Biz bulunduğumuz mevkii askeriyede yeni teşkil edilen bir ihtiyat alayıyla meydanı harbe sevk olunurken ¨Liyej¨ mevkii müstahkemi henüz sükut etmişti. ¨Tuspsalluh¨ da vagonlardan indik. Yavaş yavaş yürüyerek ilerliyor ve her bir istirahatten bilistifade büyük bir faaliyetle talim ediyorduk.
İlk defa olarak emir ahz ve telakkisine memuren yola çıktığım zaman başıma gelen gülünçlü bir vakıayı arz edeceğim. Alay merkezinden birkaç köy uzakta bulunuyorduk. Her akşam oradan ertesi günü için muktezi (gerekli) emirlerin telakkisine nöbetle birer zabit memur ediliyordu. Bu kere sıra bana geldi. Harita vasıtasıyla oraya giden yol hakkında lazım gelen malumatı hazırlamıştım. Baktım ki oraya giden en kısa yoldan istifade etmek için bizim kendi ileri karakol hattının ilerisine düşmeğe mecburum. O halde kendi karakollarımızın ateşine uğramamak için pek ziyade dikkatle hareket lazımdı. Bulunduğum köyün mandırasında bir ahır lambası ianesiyle hayvanıma binip yola koyuldum. Her şey iyi gitti avdette biraz geç kalmıştım. Her taraf karanlık olmuştu. Birden bire önümde ayak patırtısı duydum. Hayvanımı mahmuzlayıp oraya doğru dörtnala kalktım. Önümde üç siyah vücudun koşmakta olduğunu görünce rovelverımı kılıcımı hazırladım ve onlarla döğüşmeye karar verdim. Hazırlanır hazırlanmaz kahkaha ile gülmeye başladım. Meğerse önümden koşanlar üç inek imiş onlara yaklaşınca inekler bacaklarını açıp dura kaldılar ve bana karşı hasımane bir vaziyet alıp hiddetle bakmağa başladılar. Onlardan birisi kuyruğunu yukarı kaldırıp üzerime hücum edecekti fakat muvaffak olamadı. Onlardan süratle geçip ordugahımıza salimen avdet edebildim. Vazifemiz gittikçe güçleşiyor. Civarda Fransızlar tarafından tahrib edilen¨Sambir` köprüsünün tekrar tamir ve inşaasıyle meşgul olan kıtaatı fenniyemizi himaye etmeye memur olmuştuk. Topçumuz ile beraber ahalisi bir süvari keşif kolumuzu`namussuzcasına arkadan ateş ederek katl ve ıtlaf eden bir köyü hak ile yeksan ediyorduk. `Sharolreva`civarında ekseriya açıkta geceyi geçiriyorduk. Çünkü bütün şehir ve köylerin ahalisi tarafından askerimiz üzerine ateş ediliyordu. Etrafımızda ateşler içinde yanan köyler şehirler mandıralar yıldızlı semayı dumana gark ediyordu. Rahat yüzü ne mümkün şafak söker sökmez yine hazır bulunuyorduk. Zira hiçbir yerde çapulcuların tehlikesinden masun bulunamıyorduk. Bazı yerlerde bu gibi ahali yüzünden askerce harb eden kıtaattan daha fazla telefat verdik. Fakat ordumuzun takib etdiği asıl ceza sayesinde bunların önü oldukça alınabildi.
Dehşetengiz manzaralar teşkil eden yanan köyler arasından ve hak ile yeksan olmuş mevkilerden haftalarca yürüyorduk. Gördüğüm ezaları birbirine geçmiş siyah tefhim etmiş icsadı asla unutamayacağım. Bunları temaşa etmek namus karane muharebelerde telef olan efradı görmekten pek çok dehşetnaktır. Fakat böyle hile ile itlaf edilenlerin ecsadı efradımızda pek büyük bir hissi intikam uyandırdı.
Bunun tesiri ilk defa olarak ¨Namur¨civarında ki muharebelerde kendini gösterdi. Düşmanın ¨Marbez¨ in cenub istikametinde ve ¨Namur¨ un şark cihetinde tahkim etdiği bir mevzi derununda bulunduğu anlaşılmıştı. Düşman daha üç günden beri en iyi müdafaa mevziinin bütün mesafatını ölçmüş bizim vürudumuza muntazır idi. Biz ¨Marbez¨ ormanına dâhil olur olmaz bizi son derece müthiş bir topçu ateşi istikbal etti. Fırkamız yürüyüş kolundan yayılmaya başladı. Benim alayım ise yürüyüş kolunun ta gerisinden henüz başlayan ateşe girdi. Önümüzdeki ormanda biraz evvel düşmanın bütün topçu ve piyade ateşine uğrayan üç taburumuz mahvolmuştu. Benim makineli tüfek bölüğüm bu ormanın hemen işgali için emir aldı. Düşmanı 900 metre de avcı hendeklerinde bulduk ve makineli tüfeklerimizin tesiri altına aldık. Bize verilen hedef bir avcı hendeği idi. Az zamanda buradaki müdafaalar birer birer mahv ve telef olmuştu. Bu esnada bizim mevzimizi keşf eden düşman topçusu bütün atışını üzerimize tevcih etti. Buradan nasıl bir hayat olarak kurtulduğumu ben de bilemiyorum. O sırada düşünmek gayri kabil idi. Yalnız çalışılıyordu. Bir makineli tüfeği kendim yalnız ateş ve idare ediyordum. Buhar hortumunu idare eden neferlerden biri vurulunca buhar yukarı suuda başlıyordu. Hemen oraya fırladım ve emniyet musluklarını açtım. Ancak ertesi günü iki Alman tamamen yanmış olduğunun farkına vardım. Atış esnasında hiç bir şey duymuyordum. Süngü hücümuna kalkan düşman üzerine deli gibi ateş ediyordum. O suretle ki hiçbirisi kurtulamıyordu. Bilahare bizim ateşimize uğrayan düşman mevziini gezdiğimiz zaman düşman ölülerinin yedişer yedişer birbiri üzerine yığılmış olduğunu gördük. Bir düşman danesi benden beş adım ötede düşerek neferlerimin dört tanesini mahvetti. Cephane havayı nesiminin tazyiki ile şaşırmış olan bir neferi yanıma çektim. Onunla beraber buhar şeyrid kazanını patlatmak tehlikesine getirinceye kadar makineli tüfeği idare etmeğe başladım.
Yakınımızdaki diğer bir makineli tüfek namlusuna tesadüf eden bir düşman danesiyle tahrib edilmişti. Bütün sol tarafı parçalanmak suretiyle ağır yaralanmış ve haleti nazade bulunan bir neferim yanıma serilmişti. Arslan koca asker…. Ara sıra bana doğru dönerek ¨mülazım (küçük rütbe] ilerliyor mu? İlerliyor muyuz? Başka Hiçbir şey istemiyorum. Diye hitap ediyordu. Akşamüstü onu istirahat gâh ibadisine tevdi ettik. Son kelime tesellisi ¨ilerleniyor ilerleniyor¨ oldu. Cephanemiz ve seyrid suyumuz tükeninceye kadar deliler gibi endaht ediyorduk. Ondan sonra cephane ve su getirmek için geriye doğru sürüklenmeye başlarken ¨ makineli tüfek mevzii değiştir. ¨ emri geldi. Fakat bir aralık kuvvetimizin son derecesine gelmiştik ve tüfeği idare etmek için bir neferimiz kalmamış idi. Bir aralık ¨ düşman geriye püskürtüldü.¨ Sedayı nuhnevazı imdadımıza yetişti. Topçu ve kante makineli tüfeklerimiz le düşman pek ziyade sarsılmıştı. Piyademiz gittikçe ilerleyebiliyorduk. Hatta süngü süngüye gelindi isede yumruklarımız düşmana galebe etti.
Bir de bir muharebeden sonra alayımızı bir daha bulamamak üzere yollarımızı şaşırmış ve ¨ Saint Kantin¨ nin cenubunda yapyalnız bir köyde geçirmeye mecbur olmuştuk. Orada bazı keşif kollarına tesadüf etmiştik. Tabyai köyde en iyi hane olan bir şeker fabrikası sahibinin gayet latif tefriş ve tezyin edilmiş köşkünü işgal ettik. Bu köşk sahibinin gaybubetinde (meydanda olmayış] köşke nezaret eden bir Fransız hizmetçisi bize hizmet ediyordu. Köşkün hizmetçisi köşkün her bir nevalesiyle bize ikram etti. Fakat düşman arazisinde kendi kıtamızla irtibatı kaybederek düşman içinde bulunmak hissi heyecan engizi cidaen bizi pek ziyade rahatsız ediyordu. Köy ahalisinden bir kimse hıyanet etse idi veyahut düşmanın bir süvari keşif bölüğü bizi yakalasa idi şüphesiz ki hayatımıza hatme çekilmiş olacaktı.
Ertesi günü 1871 muharebesinde vücuda getirilmiş olup uzaktan görülen abideleri havi ¨ Saint Kantin ¨ civarında meydan muharebesi başladı. Yürüyüş kolundan doğrudan doğruya sol cenahta ¨Bimyont¨ civarında muharebeye giriştik. Süngü hücumu olmadan yalnız makineli tüfek ve topçu ateşimizle düşmanı geriye püskürttük.
Makineli tüfeklerimizle beraber açık arazide kendimizi henüz setr etmiş iken arkamızdan topçumuzun gayri mestur olarak top indirip ateşe başladığını ilk defa olarak görmüştüm. Üzerimizde öyle bir hava cereyanı tevlid etti ki artık biz nefes alamayıp daha ziyade ilerlemeğe mecbur kaldık. İşte bu suretle her bir mevzi tebdilinde gittikçe ilerliyorduk. Karşımızda düşmanın Zihaf ve Afrika avcı askerleri bulunuyordu. Herifler dışarı çıkıp göründüklerinde efradım kahkaha ile gülüyor ve böyle tuhaf gülünç üniformaları gördükleri zaman alay ediyorlardı. Kadınlara benziyorlar sözü her taraftan işitiliyordu. Yaralılardan birinin tüfeğini alarak Zihaf askerine ateş ettim ise de isabet ettiremedim. İhtiyat neferlerinden biri bu esnada ¨ biraz aşağı mülazım efendi¨ diye bağırdı. Efradım şiddetle sıcak günlerde bile talimhanede imişler gibi kemali dikkat ve teenni ile ateş ediyorlardı.
Fransızlar Zihaflar Afrikalılar İngilizler önümüzden cenuba doğru kaçışıyorlardı. Biz ise bila tevkif arkalarından yetişiyorduk. Daima ileri arzusu ruhumuza neşe ve inşirah bahş ediyordu. Daima ilerliyor ve düşmanı son derece izac ediyorduk. Kilometrelerce mesafe dâhilinde caddeler boyunca düşman topçu mermileri duruyordu. Süratle kaçabilmek için Fransızlar her şeyi terk etmişlerdi. Arazi üzerinde her tarafta atılmış terk edilmiş konservelerle pek ala geçiniyorduk. Her yüz metrede ölüm derecesine gelmiş kemik ve deriden ibaret bir hayvan yatıyor can çekişiyordu. Birçoklarını bir kurşunla azaptan tahlis ediyorduk. Fransızlar hayvanlarına hiç bakmıyorlardı. Onlara karşı bizim hayvanlarımız semiz ve tok güzel bakılmış görünüyordu. Hayvanatımıza tekallifi harbiye ile elde edebildiğimiz en ala arpayı yemi külliyetli miktarda veriyorduk. Efradımız ise hayvanlarını pek büyük bir merhamet ve şefkatle seviyorlardı. Bir hayvan ölünce sahibinin ne derece gözyaşları döktüğünü görmelidir. Benim iki Rus hayvanım vardı. Birisi pek okadar kuvvetli ve dayanıklı değildi. Onu makara hizmetinde kullanıyordum. Öbürü koyu kır olup yorulmak bilmez ve gayet sadık bir hayvandı. Hayvana binmeyip yayan yürümek arzu ettiğim zamanlarda av köpeği gibi yularsız arkamdan geliyordu. Uzun yürüyüşlerde olduğu gibi on dört gece açık arazide çadırsız yatmıştık. Çünkü çadırlarımız geride kalmıştı. Son derece yorgun olduğumuzdan derhal uykuya dalıyorduk. İki üç saat sonra haydi bakalım tekrar ileri. Bu defa Maron nehrine doğru… Maron ile Rens civarında çektiklerimizi tasvir etmek için muktesi zaman henüz hulul etmemiştir. Monet Miray’a kadar ilerlemiş iken Rens in cenubunda bir avcı hendeğinde yaralanmıştım. Altı gün sonra Berlin e vasıl oldum. Meydan muharebesinin bütün teesiratı kabili tahammül idi. Hiç kimse kendi nefsini düşünemiyordu. Herkes yalnız kendi vazifesini birdenbire telef olan birçok arkadaşlarını düşünüyordu. Harb esnasında en müthiş ateş içinde hiçbir şey hissetmiyorduk. Kendi hak ve hukukumuzun teallisi şeref ve namusumuzun muhafazası emeli bizi pek ziyade galeyana getirmişti. Geçen gün Duesseldorf fabrikası sahibinin otomobiliyle Belçika arazisinden kaçarken içime birçok hatırat ve ihtisasatı müthişe tekrar tehaccüm etmeğe başladı. Ötede arkadaşımın telef olduğu ormanı birde birlikte hücum edip zapt etdiğimiz tabyeyi görüyordum. Leyser de ise adeta vakiti selah gibi hayat mesudane başlamıştı. Akşamüstü Duesseldorf’a muvasalatımda yarı tenvir edilmiş caddelerde şık giyinmiş insanlar kahvelerde latif çalgılar ve her tarafı keyif ve zevk içinde gördüm. Hak ile yeksan edilmiş ahalisi firar etmiş hali Fransa’ya karşı ne müthiş bir tezat… Sen ey şanlı memleket… Ey Almanya evlatlarının hariçteki satveti ve icraatını hakkıyla takdir ediyor musun?… Ey mukaddes vatan… Onların hizmeti kahramananelerini unutma…. asla unutma….
Mütercim: Ayşe Önem Aydoğar
SON HAFTA
Şimdiye kadar yazılan ekseri musahabelerimizde(konuşma/görüşme) Balkanların; bu her yerden, her diyardan fazla sükuna muhtaç memleketlerin Yunanistan tarafından ateşe verileceğini anlatmış ve esbabı da bi-muhaba (korkusuz/çekinmeden) izah etmiş idik. Tahminlerimizde ne derece isabet etmiş olduğumuz Bulgar telgraf ajansının nurakubda başlayarak bütün hudud boynuna sirayet eden Bulgaristan müsademesine (çarpışma) dair vermiş olduğu telgraflar ile pek güzel anlaşıldı. Netice-i müsademata dair henüz mafsal haberler vürud ( geliş/gelme/varma)etmedi ise de her iki tarafın kıymet-i askeriyeleri bizce malum, hareketi siyasiyyelerinin hangi zümrelere peyk(haber/mektup götüren) olarak idare edildikleri vukuatın delili ile meczum(kati karar verilmiş) olduğundan megalo idea (yunan ülküsü) acıların Balkan muharebesinde hiç müşkülata uğramayacak bizim su-i idaremiz(kötü idare), bugün ki beğenmedikleri Bulgarların o zaman kendileri için pek kıymettar olan muavenet-i askeriyyesi sayesinde kazanmış oldukları menafi(menfaat) hazmedemeyerek geri vereceklerini pek kavi olarak tahmin ediyoruz. Yunanlıların yalnız Türkleri Rum ilinden kovmak için akd-i ittifak ettiği dostlar miyanında henüz aralarına nifak ve muhalefet girmeyen sadık dost ve müttefiki Sırbistan ve Karadağ son günlerde Avusturya-Macaristan ordusu tarafından duçar oldukları hezimetler kendilerini Yunanistan’a muavenete koşmaya değil izmihlalden (yok olma) kurtulmaya bile sarf-ı mesai edemeyecektir cehde perişan bırakılmıştır. Yunan siyasiyyunu bi’t tabi (doğal olarak) bu hakayık(hakikatler) bizim kadar belki bizden daha iyi görüp anlamışlardır. Çünkü galip ve mağlupların dövüştükleri ve merhametsizce yekdiğerini boğazladıkları meydan mevki’en bizden ziyade onlara yakındır. Avusturyalıların perişan u zafer görülen, Sırpların mezbuh-ane(boğazlanmışcasına) inleyen top sedaları hiç şüphesiz buradan değil oradan daha iyi işitiliyor. Hal böyle iken Yunanlıların Bulgar hududuna tecavüz ile tezahür eden cesaret-i küstahaneleri neye atıf olunabilir? Bunlar acaba Romanya’nın yine Bulgaristan’ı tehdit edeceğini mi ümit ediyorlar? Yoksa vahşetin, iftirasın(parçalama/zorla yere yıkma) istinadgah (dayanacak/güvenecek) kadimi olan Rusların galebesini mi bekliyorlar?
Eğer Romanya’nın muavenetinden olan kat’i ümit etmemiş iseler Yunan rical-i siyasiyyesinin zerre kadar tahmin-i ati kabiliyetinden bile mahrum olduklarına hiç şüphe yoktur. Karadeniz’deki hakimiyeti bahriye Romanya’yı hiç me’mul etmediğimiz böyle bir hareket ika’ınden müctenib (çekinme/uzak durmak) bırakabilecek bir derece-i kuvvet ve emniyettedir. Rusların bil-intica galip olmasından henüz kat’ etmemiş ise buna da hayret etmemek elimizden gelmez. Çünkü pek baid (uzak) olan bu ihtimalin tahkiki ancak ve ancak harbin pek ziyade uzamasına menut (bağlı) olabilir ve buna İngiltere, Fransa, Rusya gibi devletler tahammül etse bile Yunanlılar gibi harbten henüz yeni kurtulmuş ve zamime-i (ilave etme/ekleme) memalik ettikleri yerlerde henüz teşkilatını ikmal edebilecek kadar fırsat zaman bulmamış olan ufak, menabi(kaynaklar) hayatı mahdud (sınırlı) memleketler nasıl tahammül edebilir? burasını bir türlü anlayamıyoruz. Yalnız anladığımız bir şey var ise bu arsız milletin Rum ilinden İslamlara ettiği cevr ve ezanın, oralarda yapmış olduğu garat (yağmalar) insaniyet-şikenenin ahz-i sar (öç alma) dem’i(zamanı) yaklaşmış, oralardaki tazarruat-ı(yalvarmalar/niyazlar) müslimin vasıl icabet-gah-Rabbil alemin olmuştur.
Hülasa, bugün harbi umumi artık balkanlara da sirayet etmiş, oraların kana bulanması zamanı gelip çatmıştır. Neticenin bizim ve müttefiklerimizin lehine olarak husulünü eltaf-ı ilahiden(Allahın lütfundan) istida(isteyerek) ile vukuatı azim ve metanetle karşılar ve beyanname-i hümayun ile baş kumandanlık vekaleti celilesinin tebligat celilelerindeki mühim ve kudsi (kutsal) işaretleri alem-i müslümine ihtarı bir vecibe-i diyanet (din vazifesi/borcu) telakki (kabul etme) eyleriz.
Mısır da mücahidin islamiyyeden Akabe Bin Nafik eser-i celadetini (kahramanlık) ta’kip eden mücahidler ile şarkta; Kafkasya da, turan yoluna giden Müslümanların daha iptidai (ilk/birinci) cihadda gösterdikleri celadet-i kahramanlıkların Mevla-i müteal (Yüce Allah) tarafından zaferler, nusretler (yardımlar) ile mükafatlanması ati(gelecek) için bize büyük bir neşve-i ümit vermektedir. Secde-i şükrana kapanarak bize muzafferiyetler bahşeden Hudayi lem-yezeli (Baki olan Allah) takdis ve emrettiği cihad yolu üzerinde yürüyen halifemiz ile zafer sabit ve metanette, ölüm cebanetde (korkaklık) sözleri ile pek büyük ve kudsi işaretlerlerde bulunan başbuğumuzu tes’id (tebrik etme) edelim…
MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN
Köylü ile Konuşma
Selam-ün-aleyküm ağalar!
Epey zaman oluyor ki sizinle konuşamıyoruz. Sakın sizi unuttuğuma kail (inanmış) olmayın! Ben sevgisi geçici adamlardan değilim. Sizi ise pek çok severim inanın ki, muhabbet hatıralarını çabuk unutan adamlardan hayır gelmez. Açık anlatayım da siz de sevinin:
Askerlik işleriyle uğraştım. Bu sevgili ahbabınız tamam askerlik çağındadır. Cenab-ı Hakk askerlik şerefinden kimseyi mahrum etmesin.
Peygamberimiz efendimiz “Allah yolunda ayakları toprak içinde kalan askere cehennem ateşi tutunmaz” buyurmuşlar. Hakk-ı Sübhana teâli hazretleri sizi ve bizi bu sevgili kullarından etsin. Ben sizi görmeyeli Dünya yerinden oynadı: Halife-i İslâm fetva-ı şerif mucibince bütün Müslümanlara cihat, gazâ emretti.
Cihat bize Kur’an-ı Kerimde emir buyrulduğu üzere farz-ı ayn’dır. Yani birimiz yapmakla diğerimiz kurtulamayız. Cenab-ı hakk, malımızla, canımızla atlı, yaya, kadın cihat emrediyor. Çünkü din, hilafet tehlikede. Hani senin babanın yüreğinde hala ateşi duran Moskof, kara Moskof üzerimize saldırmak istiyor. Mekke’yi, Medine’yi alarak peygamber postunda oturan halifemizin yerine başkalarını geçirmek isteyen İngiliz bizimle muharebe ediyor. Bu kadar milyon Müslümanı esir gibi kırbaçla kovalanan Fransız üzerimize saldırıyor.
Buna mukabil millet selamlanıyor. Padişahımız yeryüzünde ne kadar Müslüman varsa onların sevgili halifesi olduğundan Kuran’ın emri, şeraitin hükmü ne ise onu yapıyor.
Dünya’da ki bütün Müslümanları düşmana karşı cihata davet ediyor.
Haydi! Silahlan; koş! Anladım:
Canım, neye durdun? Düşmanlığı yüreğinden çıkmayan Moskof’u soruyorsun:
– O kara Moskof’dan ne haber?
– Ne olacak? Satırı yiyup duruyor (Bıçak kınında duruyor).
Her giden Müslüman askeri! Kars’a doğru bir saldırış ediyor ki geçen gün baş kumandanımız efendimizin vekili millete dedi ki:
– Koca bir Rus ordusu darmadağın oldu. Gördün mü keyfin geldi. Bu eski düşman…
– Moskof’u sevmemek senin en büyük işin olsun. Kılıcın kınından çıksın. Ötesine Allah kerim.
Donanma
Çeviren: Birsen SEZGİN