DONANMA MECMUASI # 72 – 14,Kanunuevvel,1914
DONANMA MECMUASI # 72 – 14,Kanunuevvel,1914
Muhterem kahraman Mareşal Hindenburg – maiyeti erkanı Harbiye’siyle birlikte.
<<<<<<<*******>>>>>>>
Ölümden de metin – cenubi Amerika sularındaki Alman gemilerinin şanlı akıbeti
İbtidai harbten, şu son rütbeyi şecaatini iktisaba kadar müttefikimiz şanlı Almanya’nın dört beş parça hafif fakat aslan yürekli efradı taşıyan kruvazörleri, İngilizlerin, Fransızların, Japonların hülasa denilebilir ki bütün cihanı ticari, harbi sefinelerinden kaçmak değil, onları batırmak, kovalamak, esir etmek suretiyle oraları dehşet vermiş bahri muhitte sâhib kırân (başarılı hükümdar) olmuştu. Vazifelerini pekiyi takdir eden bu kahraman gemilerin son zamanlara kadar batırdıkları sefaini harbiye ve ticariyenin kıymetleri 4 – 5 milyon lirayı tecavüz ettiği gibi ton itibariyle de pek yüksektir. Bir filonun, alelhusus böyle hafif bir filonun kendi kıymetinden, yüzlerce defa fazla bir düşman kuvvetini imha etmesi onun vazifesini baligyen meblağ ikmal ettiğine şahit değil midir? Emden’in arkadaşları olan bu ateşin kahramanların her gün bir destan zaferini okudukça hubürumuzdan göğsümüz kabarıyordu. İşte şeklen ufak, kıymetten büyük filo bu gün ikmali vazife ettikten sonra daha büyük bir azamet, daha âlâ bir kıymet sahibi olduğunu gösterdi.
Dediğimiz gibi, aylarca bahri muhiti kebiri, bahri muhit hindiyi cevelan gâh ittihaz eden bu cesur gemilerin tahribatı o kadar ehemmiyetli ve muvaffakiyetinin düşman efkarı umumiyesindeki tesiratı o derece büyük idi ki; Nihayet Japon, Fransız, İngiliz filoları tevhidi harekat ederek fakat Yüzleri kızarmadan on misli bu kuvvet teşkil eyleyerek bu şeci filoyu takibe başladılar; Şu günlerde gelen telgraflar SMS Scharnhorst, SMS Gneisenau, SMS Leipzig, SMS Nürnberg, SMS Dresden kruvazörlerinden mürekkep olan Alman hafif filosunun, Amerika cenubide Folkland adaları civarında düşmanların zırhlı, zırhlı kruvazör olmak üzere 48 gemiden mürekkep takip filosuyla harbe girişerek SMS Scharnhorst, SMS Gneisenau, SMS Leipzig, SMS Nürnberg kruvazörlerinin gark olduğunu SMS Dresden’in de firara muvaffak olduğunu bildirmektedir. Dört aydır her türlü üss-ül-harekeden, cephaneden, kömürden, yiyecekten mahrum, fakat Alman milletine has bir merdan ki, mümtaz bir hissi vazife ile mücehhez olan bu kıymetli gemiler bu müddet zarfında düşmana ikayı dehşet etmiş ve nihayet kuvveyi faika karşısında batmıştır.
Şayanı dikkat olan bir nokta var ki; Alman filosu daha geçende Şili sularında İngilizlerin kuvvetli bir donanmasını tarumar ettikten, bir ikisini batırdıktan sonra önlerinden kaçabilen, SMS Canopus, SMS Glascow gemilerinin de karini tamam etmek için, kavi bir donanma tarafından takip edildiklerini bildikleri halde Folkland gibi İngiliz müstemlekesi civarlarında ifayı vazife için dolaşıyorlardı…
Bu gemiler: bu ana kadar olan sürüncemelerde şahittir; Düşman sefaininden daha süratli gemilerdi. Müttehit düşman filosu karşısından kaçan onlar için işten bile değildi. Dört aydır, malzemesini uss-ül-harekesini tedarikini bu kahramanlar, yine bu hayatı idame edebilirdiler; Fakat düşman önünden, ölümün önünden kaçmak onlara ağır ve aciz geldi. Kendine pek faik olduğunu bildiği düşmanıyla mertçe, aslanca çarpıştı, düşmandan kaçmadı harp eyledi. Ölümden de kaçmadı, teslim olmadı. Öldü, yandı. Battı. Şimdi onların ecsadı (ceset), bekayası umak bipayan ibharda müsterih iken izkarı (hatırlanma) hepimizin hatta düşmanlarının bile hatırat hürmetinde ser defter olmağa liyakat kesb eyledi. Biz bu akıbete ağladık. Fakat teessürümüzden ziyade, fahrimizden böyle müttefiklere malik olduğumuz için ibtihacımızdan ağladık. Onun için muhteşem müttefikimizi şu zayiattan dolayı taziyet değil, böyle ölümden de metin efrada malik olduğundan dolayı tebrik etmeyi daha layık gördük…
Büyük Alev
“Bir karie’niz” imzasıyla bir mektup aldık. Büyük Alev ismiyle bir büyük hikâye neşir ediyordunuz. Gürültülü vakıalardan hayalin fevkinde, hikâyeden pek yüksek, yalnız, iki ruh-ı mütekabilin aşk namına hissiyatını tasvir eden bu güzel eser ne oldu? Suali tekrar ediliyor. Düşündük ve hatamızı itiraf ettik. Fakat Gabriel Danunciv gibi İtalya’ya ait olmaktan ziyade bütün cihanın bulunan bir edib-i meşhurun teşrihat-ı ruhiye itibariyle cidden müstesna bir mevkii ihraz eden eserinin tercümesindeki tesamuhu hücum-ı gaile, ahval-i hadiseye atfetmek kavli bir mazeret olmakla beraber, her halde bu hatayı tamir etmek lazım geldiğini anladık. Esere devam ediyoruz. Karie’lerimiz belki unutmuşlardır; Garaysa istasyonda aşkına gidip gitmemek arasında mütehayyir (şaşırmış) idi ve telgraf name çekmek üzere düşünüyordu.
<<<<<<<<<<>>>>>>>>>>
Nihayet ancak bir saat sonra biraz ayılabildi. Ve kalbine bir heva-yı teselli girdi. Acı olmakla beraber biraz sükûnet buldu. Metanetle kalktı, duvardaki hareket saatleri levhasını okumağa gitti. Yalnız gide-bilecekti. Saat onu kırk beş geçe, tahminen altı saat beklemek… Bütünüyle beraber, tekrar şehre, Napoli’ye girmeye cesareti yoktu. Aksi bir şey olabilirdi. İstasyonda bekleyecekti. Bu intizar salonunu Hiç bırakmayacak mıydı? Yalnız seyahat etmemiş olduğu için hiçbir şey bilmiyordu. Gardiyan geldi, ona merak ile bakmağa başladı. Grasya hemen ona üç Frank verdi. Şimdi az korku hissediyor ve vaziyetini tamir etmek çaresini arıyordu. Herkesim yanında Ferranteye telgraf çekmek lüzumunu bir tedbir-i müessir gördü. Fakat bu fikir yüzünü kızarttı. Düşündü ki; bu telgraf ile Ferrante onu, treni kaçırmak derecesinde sersem, aciz bulacaktı. Ne diyecek? Ne diyecek? Böyle söylenerek telgrafhaneyi bulmak için dolaşmağa başladı.
Şimdi telgrafhaneye ne adres verecekti? Gitti kendine kızdı ve hiçbir şeye muvaffak olamadığından kendini hakir gördü. Nihayet “Roma istasyonu” adresi koyarak telgrafı çekti. Öyle mühim ki; Yalnız saat on kırk beşten evvel hareket mümkün olmadığını yazarak, fakat bu imkânsızlığa bir sebeb-i ma’kul gösteremeyerek sonunda mütevaziyane, “Affet…” diyordu. Ve fikren devam ederek bu hareketin ıstırabına mukavemet edemedi. Ferrante Roma istasyonunda ona bedel bir telgraf buldu. Oh… Bu altı saat beklemek!. Rengi sararmış bir kadın… Bir kadın ki, büyük ve koyu renkli bir mantoya bürünmüş, büyük ve koyu bir tül peçe örtünmüş, acul, kâmetî, biraz eğrilmiş, hatveleri biraz ağırlaşmış, biraz yorgun, istasyonda öğleden akşama kadar herkes onu tekrar tekrar görmüş, kitapçının uzun camekânı önünde ve soğuk salonda gezinerek, dolanarak, bir kitabın yapraklarını çevirerek, bir resimli mecmuayı açarak, tekrar telgrafhaneye giderek, Sorrentoda iki-üç kişiye hiç faidesiz telgraf çekerek, saat altıya doğru büfe salonunda maalesef acıkmamış olduğu için yalnız bir et suyu ve bir kahve içerek perişan gözlerle Singer makinesinin, Koka botunun ve üç havuzlara giden şimendiferin rengârenk ilanlarını seyir ederek, bütün bu seyirlerden sonra nihayet, istasyonun haricinde de aşağı yukarı gezinerek, rast gelenler ona, o da onlara, fakat boş nazarlarla bakarak, baktığı halde hakikaten görmeyerek piyasanın hüsnâver bahçeciğinin önünde kira arabalarının dairevi bir kalabalıkla ve kırmızı yeşil fenerleriyle otellerden müşteri aramalarını seyrederek sonra, bir yerde sakin duramadığı için tekrar baştan telgrafa, postaya, yük trenlerinin mevkiflerine, kitapçıya, gazeteciye, aşağıya, yukarıya ve tekmil galerinin her tarafına tekrar tekrar dolaşarak hayat geçiren bir hanım
Bu kadın hayal perverliğinin ârâmsızlığı içinde, intizar salonlarının Salerno’ya, , Fucya’ya, Akvala, Castella Mare’ya giden yolcularla dolup boşaldığını, erkeklerle, kadınlarla, şehirlilerle, köylülerle dolu trenlerin durduklarını ve gittiklerini gördü. Bütün bu kalabalık kendiişlerine, kendi çalışmalarına, kendi maksatlarına gidiyorlardı. Beklemenin son saatinde ona, amik bir bozgunluk geldi. İntizar salonunun bir köşesine sâkit, bî-hareket, çanta dizinde büzüldü. Hava gazının akşam rüzgârıyla mevcelenen alevini seyre daldı. Bu aralık trenin hareket edeceğini yolculara haber veren gardiyan geldi. Fakat şimdi onun ruhunda galebe etmiş bir his vardı. Artık Roma’ya gitmek beyhudedir. Çünkü Ferrante artık onu sevmiyor. Artık her şey bitmiştir.
Yolda bütün gece, uzun, aheste, trenin o müteakip ve yeknesak tevakkuflarında Garasiya, dalgınlıklarından ıstırabengiz sarsıntılarla uyandı. Kompartımanında yapayalnız, örtülere ve kürklere büründüğü halde soğuktan titredi. Sabah Romalılar sahra-yı bî-kaydiyenin üzerinden yükselmeye başladığı vakit Garasiya uyuyordu. Şimdi sararmış sararmış yalnız kadını trenin Roma’ya duhulünü ilan eden uzun, tiz, üç düdüğü sarstı; uyandırdı. Kederli bir rüyadan çıkıyor gibi idi.
(Mâb’âdı var.)
Mütercim: Gültekin Özlük
Müslüman düşmanlarının elinde – Senegal askeri
FEDAKÂRLIK DEVRİ
Muhterem Ubeydullah Efendi hazretleri üstadımız ve kemali ittikam (inanç) ve tecrübe ile tezeyyün etmiş, ibrarı (yemin) islaf (önceki) gibi seyahati itiyat eyleyerek cihanın kerem ve ser dini her suretle görmüş bir âşık Vecdi’den aksamı muhtelifesine refahı baldan (kanat), zik halkadır her safhayı hayati tecrübe ederek gezmiştir. Bu fazıl cihangerd (seyyah); Kapitülasyon belasının müjdeyi ilgasını cemiyetimizin tahtı idaresinde bulunan millet tiyatrosunda azim bir kitleyi Hamiyetkâra iata ettikten sonra halik, bu hayr-ül-hâkimin (Allah) vatanın ağzından bir müjde beklemeği itiyat eylemiş idi. Bir gece yine mevkii hitabet geldi. Vicdani bir hasbıhalden sonra dediler ki;
– sıra bu akşam verilecek müjdem!
– cihad ya müslümin…
O zaman halka dikkat ettik. Sevindi. Fakat bu müjdeyi kebiranın dereceyi tesirini o vakit layıkıyla idrak edemedi. Çünkü fetvayı münifeyi (ulu) cihad; henüz şeref sadır olmamış idi. Fakat müjdeyi saduri o kadar büyük bir vakıanın tebşiri (müjde) ani bir surette ihata etseydi, tiyatronun sakfı (çatı) coşuş meserretle mutlaka yıkılırdı. Çünkü yevm halas o gün idi. Zaten ve ezelen var olan “ittihadı İslam” o gün şa’şaa-paş (pırıltılı) zuhur olacak idi ve oldu. Bu gün vesaiti muhabere ve münakalenin bir kısmı düşman elinde bulunmakla beraber, yarın halifeyi Müslim’inin emri cihadı, cihanın her tarafına mutlaka intişar edecektir. Bugün Afrika’nın kızgın çöllerinde berki bir süratle intişar eden cihadı ekber harikalar göstermeğe başladı. Adeta vaktiyle Fransız muharririn askeriyesinden birinin istilayı cihana Afrika Müslümanlarının iptida şu şeklinde tasvir ettiği vukuatı hayaliye hakikate tahvil ettiğini ima edecek levhalar görülüyor. Şıh el Sunusi hazretlerinin (Şeyh Ahmed Eş-Şerif Es-Sünûsî / 1873 – 1933) Mısıra doğru savlet ve iktihamı, reisi el mezhep el cifriyin KAZIM YEZDİ hazretlerinin cihada iştirak ve ihtimamı, ahfadı necibeyi Abdülkadir’in Cezayir’e, Fas’a hücumları Peyami Yemen cihetindeki mensubeyni ziddiyenin başta imam Yahya hazretleri (Yahya Muhammed Hamideddin el-Mütevekkil) olduğu halde ateşin arzuvi intikamı elbette, elbette Müslüman düşmanlarının binayı itisaflarını zir ü zeber (altüst) edecektir.
Cihad el kebir ilanı üzerinde beş on geçti. Zayıf el kalb olanlar belki inkisarı âmâl mukaddematını his edebilirler. Zaten bir milleti böyleleri yıkar. Bizim içimizde de bu türlü mezellet perveran (alçaklık), yahut mağlup hayal kesan (kimse) bulunabilir. Onlar, netayiçi faaliyenin zuhurunu, hayalleriyle ölçerler de dereceyi izanlarına göre hüküm verirler. Hâlbuki âlemi İslam müttehit bir kıyam ile yerinde oynamış, çöller aşıyor. Otuz, otuz beş gün çölde gezmek boğaza seyiri mehtaba gitmek olsaydı, neticenin şerait ve bataitini bu suretle muhakeme etmek doğru olurdu.
Hatayı kelam oldu. Biz bu gibiler ile meşgul olmak fikrinde değildik. Mazuruz. Çünkü macerayı kelam saik oldu. Maksadımız şunu anlatmak idi ki:
Bu harp, öyle bir harptir ki, İslam’ın şevket veya – maazallah – zilleti buna bağlıdır. Kâbetullâhı mükerreme şerif, ravzayı peygamberinin imamın adai olduğunu istemeyen her Müslim şunu bilmelidir ki, asırlara varan Müslüman düşmanlığı, Moskof, İngiliz, Fransız askeri şeklinde tecessüm eylemiştir. Çar aktar (dört taraf) cihandan akıp gelen bu istila karşısında Müslümanlık varlığını muhafaza için cihadı ekber ilan olunmuştur. Bu öyle bir harptir ki, en maruf tabiriyle yediden yetmişe kadar her Müslim, bir elinde kuran, bir elinde seyf biran ileriye atılacaktır. Çünkü hayat memat harbidir. Harp sözle olmaz. Harp refah değildir. Hem bu şerait dâhilindeki cihadı ekber her fedakârlığı emir eder.
İslam’a zafer, İslam’a saadet, İslam’a hayat vardır. İcap ederse, halifemiz; bütün Muhammed ümmetini lavallahelhamd altına çağıracaktır. Bunu düşmanlarımız için bilmelidirler. Dostlarımız, İslam’ın bu azminden sevinmelidirler.
Evet… Mısır’ın Fatih oğlu Yavuzun dediği gibi:
– Rahatını düşünen namertler karılarının yanına.
Geride kalanlar; din için vatan için, şeref için, halife için can vermek isteyenler o kadar çoktur ki, onda zelilane istirahati tercih edenler yanlarında zerre bile olamaz. Onların gözü daima ileridedir. Çünkü;
– Âlemi İslam kurtulacaktır. Çünkü Allah’ımızın vaadi, peygamberimizin müjdesidir.
Not: SEYYİD MUHAMMED KAZIM YEZDİ (R.A)
[Ö. H/1337, M/1916]
Allah dostları ihlâslı mücadeleleri ile tarih sayfalarında nur gibi parlamaktadırlar. Bazen siyaset meydanında mazlumların yanında yer alarak onları savunmuş, bazen de dinsizlerle savaşarak şehadet şerbetini içmişlerdir. Seyyid Muhammed Kazım Yezdi de (r.a) bazen cehaletle ve bazen de kendi asrının kâfirleriyle savaşmıştır.
Seyyid’in (r.a) büyük bir fakih olduğuna Urvetu’l Vuska kitabı, İrfanına Bostan Münacatnamesi, dirayet ve siyasetine Şehit Fazlulluh Nuri’yi desteklemesi ve oğlunun bu yolda şehit olması yeterlidir.
TAHSİL VE TEDRİSİ
Seyyid Muhammed Kazım (r.a) hicri 1248 yılında Yezd şehrinin Kisneviye köyünde dünyaya geldi.[1] Dünyaya gelişiyle anne ve babasının ümidi oldu. Babası Resul-i Ekrem (s.a.a) ve İmam Kazım’a (a.s) saygısından adını Muhammed Kazım koydu.
Seyyid Muhammed Kazım (r.a) ilahi inayet ve baba teşvikiyle Yezd’teki en büyük havza olan Dumnar Medresesinde derse başladı. Bir müddet Molla Muhammed İbrahim Erdakani ve Zeynelabidin Ekdai’nin edebiyat derslerine katıldı. Derslerdeki ciddiyet ve başarısı medrese üstatlarının dikkatini üzerine toplamıştı. Arap edebiyatını bitirdikten sonra dönemin meşhur fakihi Ahunt Molla Hadi’nin fıkıh ve usul derslerine başladı. Kısa bir zamanda usul ve fıkıh deslerini başarıyla bitirerek, üstadının tavsiyesi üzerine edebiyat dersleri vermeye başkadı. Seyyid kısa bir zamanda havzanın büyük üstatlarından oldu.
Seyyid, üstatları Molla Muhammed İbrahim Erdakani ve Zeynelabidin Ekdai’nin tavsiyeleri üzerine Meşhed’e hicret ederek heyet ve matematik ilimlerini öğrendi ve bu ilimlerde söz sahibi bir üstat oldu. Daha sonra İsfahan İlimler Havzasına giderek Allame Şeyh Muhammed Bakır Necefi, Seyyıd Muhammed Bakır Musevi Hansari, Hacı Mirza Haşim Hansari ve Muhammed Cafer Abadi gibi fakihlerin derslerinden istifade etti.
Seyyid Muhammed Kazım (r.a) hicri 1281 yılında üstadı Şeyh Muhammed Bakır Necefi’nin izniyle bir grup âlimle Necef’e hicret ederek Seyyid Muhammed Hasan Şirazi, Şeyh Razi, Şeyh Mehdi Cafer ve Şeyh Mehdi Al-i Kaşifu’l Gita gibi büyük üstatlardan yararlandı.[2] Seyyid Muhammed Yezdi tahsille meşgulken tedristen de geri kalmadı. Büyük taklit mercii Mirzai Şirazi Samerra’ya hicret ettiğinde Necef İlimler Havzasının resmi sorumlusu oldu.
SEYYİD MUHAMMED KAZIM’IN (R.A) ÜSTATLARI
1-Molla Muhammed İbrahim Erdakani (r.a)
2-Zeynelabidin Ekdai (r.a)
3- Ahunt Molla Hadi (r.a)
4- Şeyh Muhammed Bakır Necefi (r.a)
5-Seyyid Muhammed Bakır Musevi Hansari (r.a)
6-Hacı Mirza Haşim Hansari (r.a)
7-Muhammed Cafer Abadi (r.a)
8-Seyyid Muhammed Hasan Şirazi (r.a)
9-Şeyh Razi (r.a)
10-Şeyh Mehdi Cafer (r.a)
11-Şeyh Mehdi Al-i Kaşifu’l Gita (r.a)
Donanma
DENİZDE İLK TÜRKLER
(ÇAKA BEY) kimdir
(karilerimize bu gün pek kıymettar bir makale takdim ediyoruz. Mecmuanın maksadı neşrine pek muvafık gelen bu makalenin tevali (devam) edeceğini muharririnin himmet kalemiyesinden herkes bekliyor)
Osmanlı bahriyesinin tarihine dair ahiren yazılan kitaplarda ve makalelerde Türklerin Karadeniz üzerinde ilk defa zuhurları yedinci asır hicrinin nısfı ahirinde, Bahrisefid’de birinci olarak görünmeleri de sekizinci asrın ibtidalarında olduğu taharrir ve beyan olunmuştur. Tetkikatı tarihiye bunların Marmara denizi ile Akdeniz’e azmine-i (zaman) mezkureden pek çok evvel çıktıkları, o da Selçukilerin Anadolu’nun garbında ilk yerleştikleri hicretin beşinci asrı nısfı ahirinde olduğu müsteban oluyor.
Horasan kıtasında rekiz (gizli) hayme-i hükümet (çadır hükümeti) eden Selçukiler az zaman zarfında Asya’daki memaliki İslamiyeyi tamamen kabzı zabt ve istilaya geçirmişler, üçüncü hükümdarları Sultan Celalettin Melikşah devrinde mertebeyi kusva (hudutsuz) iktidara vasıl olup hududu hükümet Kaşgar kıtasından Aksayı Yemen’e ve o zaman halifeyi Fazimiye elinde bulunan Mısır hududuna ve Akdeniz sahillerine dayanmış idi. Müşârün-ileyhâ (adı geçen) kısmı azamı Bizans İmparatorluğu elinde olan Anadolu’nun itmamı istilası ve o cihette dahi Türklüğün ve İslamiyet’in esaslı surette yerleşmesi zımnında yakın akrabasından Kutalmış’ın oğlu Süleyman Şah’ı memur eylemiş idi.
Süleyman Şah bazen istimal zarb ve şimşir ve bazen amali fikir ve tedbir ile Kızıl ırmak nehrinden itibaren Anadolu’nun garp taraflarını kâmilen zir idaresine aldı. Âlemi Hiristiyanice pek meşhur ve maruf olan İznik şehrini dahi Bizans ümerasından Nikeforos Botaneiates’in taklibi hükümet (hükümet darbesi) fikrinden bilistifade eline geçirerek kendine merkez ittihaz etti.
Süleyman Şah İznik’te yerleştikten sonra Edincik mevkiini ele geçirerek Bizans’a karşı bir cay-ı tehdit (tehdit yeri) hazırladı ve müteakiben İzmit’i dahi zabt ve teshir etmeğe Selçukiler Kadıköy ve Üsküdar yakalarına kadar ilerleyerek oradan Kostantiniyenin ziynet ve ihtişamını harisane nazarlarla temaşa eylemeğe başlamışlardı. Süleyman Şah bu şehrin fethi âmâline düşmemiş değildi. Lakın kuvve-i bahriyenin fakdanı (yokluk) ve Bizans donanmasının Marmara denizi ile Akdeniz’in şarkında hâkimiyeti (1) teşebbüsatı faaliyete ibtidarına mani olup durmuştur.
Selçuki müfrezelerinin İstanbul karşısında bulunmaları uzun müddet sürmüştür. Türklerin hafiyen tedarik edecekleri sefain ile Kostantiniyeyi bir gece ansızın basacakları zannıyla duçarı havf ve hiras (korku) olmakta bulunan Bizans İmparatoru II. Aleksios Komnenos (1180 – 1183) anları merkez hükümetinin karşısından çekilmeğe mecbur etti. Ufak kayıklardan mürekkep olarak tertip ettiği ince donanma İmparatordan aldıkları emir üzerine gündüz mütemadiyen sahili devir ve teftiş ederler, geceleri Üsküdar ve Kadıköy yakalarına yanaşarak Türk karakollarını basarlar ve ele geçirdikleri adamları katl ve idam veyahut esir eylerler idi. Türkler bu muhacematı (hücum) mütetabbi (devamlı) sebebiyle sahili bırakarak içerilere çekilmeğe mecbur oldular. Lakin oralarda dahi barınamadılar. Bizanslıların donanmaları sayesinde bağteten (ani) sevk ettikleri kuvayı külliyenin muhacematına tabaver mukavemet olamayıp azimet Nikomedia’ya (İzmit) kadar şebeh cezireyi tahliye eylediler.
Süleyman Şah kuvveyi bahriyesi olmadıkça bu cihetlerde tevsii mülk ve memleket kabil olmadığını anladığından II. Aleksios Komnenos’un teklif ettiği sulha muvafakata mecbur oldu. Her ikisi arasında İzmit’ten maada şebeh cezirenin Rumlara kalması, beyniye katisinde hükümetin tastiki suretiyle musâlaha (sulh) aktedildi.
Süleyman Şah kuvveyi bahriyesinin fakdanı (yokluk) cihetiyle Konstantiniye hakkındaki maneviyatına nail olamamış ise de badii (sebep) felaketi olan Suriye sahilinde vaki Antakya şehrinin istilasına bahren azimet etmiştir. Tedarik ettiği gemilere ucuz piyade ve pek çok süvari ile râkib (binici) olmuş idi. Müşarun-ileyh (adı geçen) bu şehri bağteten almak için harekâtını setr maksadıyla Antakya’dan pek ileride belkide İçel sahillerinde karaya çıkarak oraya gitmiştir. İşte garp Türklerinden ilk evvel Akdeniz’e çıkan bu zattır. “477” (2) Süleyman Şah azimetinde merkez hükümeti olan İznik’e ümerasının en cesur ve muktedirlerinden Ebu’l-Kasım namında birini bırakmış idi. Vefatı haberi Anadolu’da şayi oldukta ümerası bulundukları mahallerde istiklal davasına kalkıştılar. Bu ümeranın en kuvvetlisi bulunup merkez hükümeti elinde olan Ebu’l-Kasım dahi istiklalini ilan etti. Bu zat Süleyman Şah gibi İstanbul’u almak yahut hiç olmaz ise sahile gelip orada inşa ve tedarik edeceği donanma ile Akdeniz’deki adaları elde etmek fikrinde olduğundan Bizans imparatorluğu elinde kalan memalike akına başlayıp Marmara denizi (Propontis) sahillerine kadar geldi. Lakin bu hususu Bizanslılarla arasında naireyi harbin (sıcak savaş) iştialine sebep oldu ve neticesinde Bizans kuvveyi beriyyesi tarafından İznik’te muhasara edildi. Bu muhasaradan kurtulduktan sonra da evvelki fikrinden feragat etmeyerek bu emel ile tekrar Bizanslılar elinde olan mahallere saldırdı ve Marmara denizi sahilinde bulunan Gemlik şehrini zabt etti ve orada gemiler inşasına başlandı.
İmparator II. Aleksios Komnenos Türklerin terakkisine set çekmek ve böyle bir azme, mukaddemesi hazırlanmış bir harekete karşı Bizans imparatorluğunu Hıristiyanlığı kurtarmak için bire bir kuvveyi azime ve bahren kuvvetli bir donanma sevk etti. Ebu’l-Kasım Bizans kuvveyi beriyyesine karşı Gemlik’ten ricata mecbur olduğundan bu husus yaptırdığı gemilerin mahvına sebep oldu. Bunların muhafazasına memur ettiği kuvveyi cüziye onların Manusil Potomit kumandasında olan Bizans donanması tarafından yakılmasına mümânaat eyleyemedi. Ebu’l-Kasım muahharen (sonradan) Bizanslılar ile harbi kabule mecbur olmuş ve vuku bulan muharebede mağlup olduğundan İznik’te muhasara olunmuş idi. Lakın imparator bazı esbabı siyasiyeden dolayı Ebu’l-Kasım’a karşı pek ileri gitmek işine elvermediğinden onunla tekrar teceddüdü (yenilenme) rabıta etmiş, vefatına kadar bu husus muhafaza eylemiş, hatta Melekşahın sevk ettiği ordulara karşı kendisine zayıf imdadlar bile irsal eylemiştir. Mamafih bu hüsnü münasebet ile muavenetin semeratını baliğen meblağ iktitâf (toplama) etmişti. Ebu’l-Kasım’ı İstanbul’a davetle ziyafetler ve eğlenceler ile işgal eylediği esnada sevk ettiği filo muhafızlarını bila gafil İzmit’i zabt eylemişti. İşte Bizanslılar Marmara denizi havzasında vurulacak darbeyi mani ile hâkimiyetlerini muhafaza etmişler ise de Çanakkale boğazının haricinde, Akdeniz’de işler tarzı diğerde cereyan eylemeğe başlamış idi.
Süleyman Şahın oğlu Kılıç Aslan pederinin vefatından beş altı sene sonra naili hükümet oldukta memleket mevrusesini pek ziyade karışık bulmuş idi. Pederinin ümerasından ekserisi bulundukları mahallerde mustakilen idareyi hükümet ediyorlardı. Bunlardan biri de eniştesi Çaka Bey (Tzachas) idi. Bu zat henüz Anadolu’nun bir köşesinde, İzmir şehrinde ufacık bir hükümet teşkil etmeğe muvaffak olmuş idi (3)
Çaka bey esnayı esarette Bizans imparatorluğu ahvalini ve bilhassa kuvveyi bahriyesinin imparatorluğun müdafaasınca olan ehemmiyeti azimesini iyiden iyiye tetkik ederek Bizans’a karşı muvaffakiyetin ancak donanma sayesinde olacağına kanaat getirmiş idi. Bu kanaat sebebiyle İzmir’i ele geçirdikten sonra umuru bahriyeye ehemmiyet verdi. Türklerden ilk evvel bir kuvveyi bahriye ile denize çıkan bu zattır. Tedarik ettiği gemilerle Klazomenai’i (günümüzde Urla), Phokaia’ya (günümüzde Foça)yı zabt eyledi. Bu suretle İyon’ya sahilinde temini mevki ettikten sonra Midilli adasına muhacemeye (hücum) başladı. Oradaki Bizans valisi tazyikine dayanamıyarak bir gece İstanbul’a kaçtı. Ada Türklerin eline geçti. Yalnız burun üzerinde bulunan Midilli şehri teslim olmadı.
______________________________________
1 – Bizans imparatorları Arap donanmasının tekâmülü üzerine bazen dahi tahdid altında kalan hükümeti muhafaza için umuru bahriyeye fevkalade ehemmiyet vermişler, hükümetin serveti iktisadiyesi ve hüsnü idaresi sayesinde bir de donanmaya malik olmuşlar idi. Hatta İstanbul’u İslam istilasından korumak için Bahrisefid boğazının medhalinde bulunan Bozca ada (Tenedos) tahkim olunmuş idi. O zamandan beri bu devlet Akdeniz’de rakipsiz bulunuyordu ve hâkim idi. İşte bu suretle Bizans imparatorluğunda kuvveyi bahriye her memleketten ziyade inbisat (yayılma) kesp etmiş idi. İmparatorluğunun kuvveyi bahriyesi bize İstanbul’da bulunan devlet donanması, diğeri deniz sahillerinde olan eyaletlere ait ihtiyat donanması olmak üzere iki kısım idi ki bu taksim Osmanlıların bahriyece edvarı ikbalinde aynıyla kabul olunmuştur. İmparatorluğun bütün büyük şehirleri sahilde olduğu için imparator buraları ile sıkı muvasalada bulunuyordu. Bizanslılar düşmanlarının karada muvaffakiyetine rağmen daima denizde hâkim bulunduklarından hükümetin muhtelif aksamı arasındaki rabıta mahfuz kalırdı.
2 – Bizans tarihinde Süleyman Şah’ın Antakya’ya azimeti biran olduğunu beyan eder ise de vesikayı tarihiye göstermez. Bu zamandan pek az sonra yazılan Arap tarihleri ise bir veçhe bila bahren gittiğini yazarlar. Lakin gemiye bindiği ve karaya çıktığı mahalli göstermezler. Belkide zir idaresinde bulunan Edincik mevkiinden gemiye binmiştir.
3 – Bizans murahhası Anna Komnena (2 Aralık 1083, Konstantinopolis-1153), bu ismi Çakas “Tzachas” diye zabt etmiştir. Rum Selçuklularının o ahir vukuatı gibi o hadisatı dahi pek ziyade mazlum olduğundan onlara dair yazılan tarihlerinde bulunamayan bu ismin doğrusunu bulmak üzere pek uğraşılmıştı. Bazıları bunun Çekiş olacağını ileri sürüyorlardı. Bazıları dahi emsali esameye nazaran Can Gazi olması muhtemel idi diye beyan ediyorlardı. Daireyi el mesarifin İzmir bahsinde bu isim Tekiş diye beyan edildiğinden bunun doğru olması zan kavisiyle bizde Bizanslıların lisanında Çahas şeklini alan bu ismi o suretle kabule mecbur olduk. Lakin daireyi el mesarifin teksi Melikşah Selçukinin bir idari zan etmesi sahvedir. Zira Tegiş bin alp aslan bundan epeyce evvel İran’da gözlerine mil çekilmek suretiyle sahayı siyasetten çekilmiş idi.
Tarihi Osmani encamı azasından
Mahmud Arif.
Zavallı Mısır dindaşlarımız: korkak İngilizlerin elinde alet olan Mısırdaki Müslüman askerler.
Biçare Cezayir Müslümanları: Almanlar tarafından esir edilen ve Cezayir’den cebren sahneyi harbe nakil olunan askerler.
NASIL GİTMİŞLER
Derne – 8,Mayıs,1911
Akarsu ve çiçekli toprak. Derne, ilk nazarda bir başka asliyet ile kendini gösterir. Macera… Trablusgarp ve Sirenayka, daimi bir maceradan mahrumdurlar. Oralarda su, dağdan denize kadar, bazı Tahte-l-arz (yer altı) bataklarda toplanarak, az derinlikte, bazen bir ve iki metrede bulunur. Yalnız Derne, akarsuyu ile ilanı iftihar edebilir.
Bu suyun ef’ali şayanı hayrettir. Geniş bir derenin çakıl taşları ve yakıcı sıcak ile dolu iki sahili altında küçük şehir doğmuş; Kuvvetli, kavi ve galeyan şiar bir yeşillikle giyinerek, bütün muhiti pür inbisat bir taravetle doldurmuştur. Hurma, zeytin, incir, mandarin, kayısı, portakal, ağaç kavunu, muz ağaçları, bahçe ve bostanları o kadar doldurmuşlardır ki: Tıpkı bardaktan köpürerek taşan en nefis şaraplar gibi, bütün o bahçe ve bostanların alçak duvarlarından dışarılara sarkmışlar… Tekmil bu yeşilliğin lu’b (oyun) tufanisi içinde, şarkın hatevat ve elvanı (renkler) incelmiş ve zail olmuş. Bazı harçları dökülmüş duvarlarının üzerlerinden, bi-intiha (sonsuz), sayeban kameriyeler gibi sarkarak, hiçbir mâniaya tesadüf etmeden, sanki süratle koşan ve yapraklarının aralarından güneşin şuasını taşıyarak, renk ihzariyetine de bir başka güzellik vermekle nazarları memnun eden, o dar ve a’vecaclı (eğri büğrü) yolda yürüyorken; Artık Afrika’da bulunduğu değil, Sicilya’nın daha güzel ve daha mensi (unutulmuş) bir tarafında gezinildiği zan olunur. Arapların evleri, bahçelerin ortasındadır. O taşkın yeşilliklerin arasında, hemen hemen kilitlenmiş gibi görünmez bir halde, sonra tenha ahali… yollar, sükûnet içinde boş. Tek tük ihramlılar, fesliler parça parça harap elbiseli fakirler… hayal, böylece bila teellüm (kedersiz) tamam oluyor. Bu azim iklim, medeniyetin havzayı hâkimiyetine düştüğü vakit, Derne, huzurlu ve rahat. Safahat ve zevk, şehirlerinin kataloğuna dâhil olacaktır. Derne, Sirenayka’nın Oostende’si (1) Trablus San Remo’su (2) ve birazda bu iki vilayetin San Moritz’i (3) olacaktır. Çünkü Onu ilerlemek için omuzlarından tazyik eden suyun mütemadi, galeyan ve savlatı, mütemadi bir uğultu ile sallayan doğları, ince yükseklerden ve temiz bir temevviçle yelpazeliyen havası var.
Eğer ilahlar, bu toprakların ve onların içindeki asarı atikanın bahçelerinde toplanmalarını isterlerse bunların hepsi olacaktır. Fakat heyhat; o vakit Lehte’nin menabi asliyetleri tekrar müstemleke yapan bir Avrupalı ahaliye sedir olacak. Fakat şimdi, Sirenayka Oostende’sinin istikbali için, dağdan henüz bir tek taş gelmemiştir.
Derne, Trablus üç büyük şehirlerinden biri olan bu şehir, hepsinin en ziyade geri kalmışıdır. Pek az beyn ahalisi, İtalyan, Maltız olarak birkaç düzüne yabancı ve birkaç Kandiye’li, yalnız bizim bir konsolosumuz… bir tane bile otel yok. Derne’de kaldım. Bu kalış, beni getiren vapurun hareketinden sonra müşkül bir iş oldu. İyi Françeskonları, buranın Katolik misyonerliği kendilerine tevdi edilmiş bu adamları, rahatsız etmek mecburiyeti göründü. San Francisco fakirlerinin manastırı. İşte Derne’nin oteli bu idi.
Derne’nin şayanı hayret bir surette akan sularını görmekliğime rahipler delalet ettiler. Zuval güneşinin kamçıladığı bir zamanda hareket ettik. Yürüyerek derenin beyaz vasi çakıllıkları arasından gittik ki; taravettar bir rüzgâr ile berrak su. Yükseklerden gelerek buralardan Derne’ye kadar iniyor. Sirenayka tepeleri, bağ ve bahçelerini denize kadar imtidad ettiriyor. Derne’nin en son evi tepenin şahikasına yapışmış idi. Birkaç dakikada Derne’nin ağzına gelmiş, yüksek kaya parçalarının aralarına girmiştik. Birden bire, pür muhabbet ve haşmet kayaların ortasında bulunduk. Ruhun Afrika manzaralarına dair olan telkinat evliyasını onun hüsnü şedidinden ayırıyor. Afrika manzaralarında bi ihtihalığa vasat yeknesakıye alışmış idim. Göz bi-intiha bir semanın altında, bi-intiha bir toprak ve denizin ölçülemez bir vasatı içinde dolaşmağı itiyad etmişti. Şimdi her taraftan nazar, daha fevkine çıkılamaz menazırla ihata olunarak, semayı göremiyor. Bu gözün hapis edilişi harikulade tatlı. Sahra panoramaları, öyle ufki, öyle pür sükûn, öyle gayri mütebeddil (değişen) olarak, hemen hemen daima aynı intihayı ve muayyen çerçeveler, kısa cevvaliyetler, sahavi, seri tebdiller gösterirler. Bunun tebdili bir hattı azim oluyor.
Derenin kapıları olarak, yokuşa doğru beyaz duvarlar yapılmıştır. İstinadı, mukabili cihetten gelerek zarif kaburgalarını gösteren doğadır. Rüzgârın tesiratıyla, suların oraya buraya gidiş gelişleri nazarı daima yeni halet ile okşuyor. Sükût eden suların taşkınlıkları üzerlerinde, pek calibi huzuz (mutlu) nebati saçlar doğarak beyaz bir sima üzerine dökülmüş kaşlar gibi cazip ruh ediyor. Mağaralar gibi vasi, yamaç derinlikler, derenin paretleri içinde pek yüksek saykalayorlar. Daha aşağılara Araplar bazı tahtalar dikerek o setlerine kaba ve yerli arı kovanları oturtmuşlar. Mahal seyra güzedeki Diyonicinin kulağı’nı ve cetin la tomiyesi’ni şiddetle hatırlatıyor.
_____________________________
1 – Belçika’nın garbi Flandra, Şimal denizi sahihinde bir şehir ve iskeledir. On yedi bin ahalisi, tersanesi, bahriye mektebi, resim akademisi, demir yolu, bir cedveli, ticaret bahriyesi, seydi mahisi, deniz hamamları, dantela, zeytinyağı ve saire fabrikaları vardır.
2 – İtalya şimalide Cenova körfezinde bir kasaba olup 12000 ahalisi ve limon, portakal, zeytin ve saire mahsulatıyla küçük boyda hurma ağaçları vardır.
3 – Fransa’nın Sen eyaletinde ve Paris’in 8 kilometre şarkında, Marne nehrinin sağ kenarında bir kariye olup 8200 ahalisi taş köprüsü, kısmen yer altında bir cedveli büyük buhar değirmenleri horozları ve demir haneleri vardır.
“Kamus el âlem”
Vahşi Fransız süvarileri: Alsas’a giren Fransız süvarileri tarafından ahaliyi masumenin çiğnenmesi.
İki müttefik birbirine uygun: Yavuzla Midilliyi hattı harpten ihraç ettiklerini iddia eden Moskof bahriyesindeki sarhoş ve miskin zabitler, şayanı dikkattir ki, bu resim Japon muharebesi esnasında Havel hadisesi üzerine Moskofun şimdiki dostu İngilizler tarafından neşir edilmişti.
ALMANYA FRANSA
MAKALE 6
Tarihçe münasebat
Evvelce vermiş olduğu muvaade (sözleşme) rağmen Fransa Hükümeti Fas’da mukim (ikamet eden) Alman tab’asının hukuku iktisadiye nafi’elerini (menfaatlerini) katiyyen nazarı dikkate almayarak yine keyfe ma yeşa (istediği gibi) bir meslek (usul) takib etmeye başladı. Almanya Hükümeti ta’vizatı mülkiye taleb etmediği gibi harekatı askeriyeye dahi hitam verdirmek için Fransa Hükümeti nezdinde hiçbir teşebbüs icra etmemiş iken Paris Kabinesi bir taraftan Rusya, diğer taraftan İngiltere’nin teşvik ve tahriki üzerine Almanya’nın hukuku iktisadiyesini pay-mal (ayakaltında kalmış) edici hod-serane (serkeşcesine) bir hattıhareket takib etmek suretiyle nihayet Berlin kabinesini tedabiri ihtiyatiye ittihazına icbar eyledi (zorunda kaldı). Bu cümleden olmak üzere evvel emirde Fas’ın sahili garbiyesinde Agadir Limanına Panter Kruvazörünü gönderip Paris sefareti vasıtasıyla Fas’da mukim Alman tab’asının hukuku iktisadiyelerinin muhafazası için böyle bir tedbir ittihazına mecburiyet hissetmiş olduğunu ve bundan maksadı tavizatı iradiye taleb etmek temalüyatı siyasiyede bulunmak olmayıp Alman tabasının hukukuna riayet hususunda Fransa’dan teminatı kuvviye almaya matuf olduğunu beyan eyledi. Bunun üzerine İngiltere Hükümeti müdahale ederek meselenin dostane bir surette halledilmediği takdirde kendisi dahi tedabiri bahriye ithaz edeceğini mükellimeyi siyasiye başlamadan Almanya’nın Panter kruvazörünü Agadir Limanından çekmesi lazım geldiğini Berlin Kabinesi’ne bildirdi. O zaman Berlin’de münteşir (yayınlanan) bir risaleyi askeriye Almanya – İngiltere serlevhası altında neşrettiği bir makalede, ezcümle, şu mütealayı der-miyan etmişti (ortaya koydu). ” İngiltere Hükümeti’nin ahd şeknane hareketi tabii bütün Almanların hissiyatını rencide etme mahiyetini haizdir. Bu makhur (kahrolmuş) siyaset artık uzun müddet devam etmemelidir, acaba daimi silah ve müsellemat (umumiyetle kabul edilmiş meseleler) kaziyyesine (hususuna) riayetkar olmak isteyen imparator Willhelm Hazretleri tebdili fakru meslek ederek sel seyf (kılıç) emrini vermiyecek mi? İngiltere Hükümeti hakayıkı matlubeyi(talep edilen) siyasiyeyi asla idrak ve ihata etmediği gibi hukuk-i düvelin (devletler umumi hukuku) en basit kuvvetini bile kendi dal-ahu-ahına (kanbur -kardeş- yazık) muvaffak bir surette tefsir etmek istiyor. Onun bütün maksat ve temayülatı Almanya’nın ticaret i bahriyesine mani olmak, bizi iktisaden mahv etmek, hukuki sariheyi milliyemizi pay-mal etmekten ibarettir. Eğer sonuna kadar Londra kabinesinin ihtisaratı siyasiye ve iktisadiyesine serfüruya (baş eğme) mecbur olacaksak, o halde teşkilatı askeriye için sarf ettiğimiz bunca mesaii faaliyet neye yarar? İngiltere hükümeti cihanı kendisine bend etmek istiyor. Kuvayı bahriyesi sayesinde bütün hükümetleri meşum ve makhur (yenilmiş) tehdidi altında bulundurmak için ne kadar melanetkarane desais (hileler) varsa cümlesine müracaatdan hali kalmamıştır. İhtirasatı iktisadiye İngilizlerin gözünü kin ve adavet dumanları ile bürümüş! Bütün amali münhasıran (özellikle) bizi mahv etmeye, Avrupa’nın havaleyi vasıtiyesinde bir avuç toprakta bu imge matuftur, fakat in intibah yavaş yavaş hulul ediyor. Biz herhalde İngiltere’nin alem-şumul (cihanı saran) istibdat iktisadiyesine nihayet vermeliyiz. Makul ve meşru bir zemin üzerinde rekabetden ictinab ederek (sakınarak) daima zorbalık ile başkalarının hukukunu mahv etmek isteyenlere karşı ittihaz (sayma) edilecek tedabir; silahtan, top ve tüfenkten başka hiçbir şey olamaz. İmparator hazretleri artık sulh ve müsellematdan sarfı nazar ederek merhametimiz ve bi insaf düşmanların inzar ihtirasına karşı her halde seyfu sarmanı parlatmalıdır.”
Berlin hükümeti bu defa dahi muvazeneyi umumeyi ihlal etmemek ve hunin bir harbin mesuliyetini deruhte etmemek için intilafkarane bir mesleki siyaset taakib edip Fransa hükûmetine tebliğ etdiği ikinci bir nota ile Panter kruvazörünü Agadir Limanına göndermekten maksadı hiçbir vakit Susni havalisini zabt etmekten ibaret olmadığını, mutalibatı mukallimeyi duveliye tarifi ile kabul olunduğu takdirde kruvazörü geri çekeceğini ve Fas kıtası için Fransa ile mukallimei düveliye ye girişmek arzusunda bulunduğunu tebliğ etti.
Almanya’nın şu sulhperverane teklifi Fransızların buğz ve adavetini (düşmanlık) daha ziyade tahrik ederek Harciye Nazırı Duosel Berlin Sefiri vasıtası ile herşeyden evvel Gadirden Alman Kruvazörünün geri çekilmesi iktiza ettiğini Almanya’ya bildirdi. Aksi takdirde Fransa mukabeleyi bilmisal olmak üzere Fas sahiline bir filo gönderip Alman sefinesine karşı husumetkarane bir nümayiş icra etmek istedi. Fakat nazardan birçoğu böyle dürüştane (kaba) hareketin neticesi pek vahim olacağını ve Almanya’nın derhal Fas’a asker çıkarıp katiyeyi işgal etmesine karşı Fransa’nın dahi tedabiri askeriyeye müraacata mecbur kalacağını beyanla mukabele bilmisal fikrinden sarf nazar etmek lüzumunu ispat ettiler. Hususiyle Fas’da iştigal eden naireyi harb (harp ateşi) Alsas hududuna sirayet ederse Fransa büsbütün girdabı felaket ve izmihlale (çökme) düşmüş olacaktı. Bunun üzerine Fransa hükümeti İngiltere’ye müracaatla Mısır meselesinde göstermiş olduğunu teshilata (kolaylıklar) mukabele olmak üzere Panter sefinesini Agadir’den müfarekata (ayrılma) icbar (zorlama) için birkaç harp sefinesi göndermesini teklif etti. İngiltere hariciye nazırı Sir Edward Grey bu teklifi cana minnet advettiği için bila tereddüt kabul etmiş ise de hud bihud hareket etmek kabil olmadığından meseleyi avam kamarasına arz etti. Sir Edward Grey’in adüvveyi siyaseti (siyasi düşmanı) olan radikal fırkası derhal feryadı kopararak o yolda nümayişler ile Almanya’ya meydan okumanın neticesi gerek İngiltere ve gerek Fransa için pek mühlik (helak eden) ve vahim olacağını söylediler. Müteakiben baş vekil Mister Askovit kürsüye hitabete çıkarak Almanya’nın Agadir’e bir sefineyi harbiye göndermesini havaleyi mezkureyi işgali askeriye altına almak fikrine matuf olduğunu ve fakat bilfiil harekata başlamayınca İngiltere’nin sukutu ihtiyar (tercih) edeceğini söyledi. Bu suretle Saint James Kabinesi Fransa’nın mutlibini is’af (isteği kabul etme) etmemiş oldu.
Fransa Başvekili Mösyö Caiyu “Ferdinand Sarrien” İngiltere’nin bu suretle Fransa’ya muavenet (yardım) etmeyeceğini anlayarak hafiyyen ta’vizatı orduya verdiği gibi İtalya Hükümetine dahi Fas meselesi dolayısıyla sûkutu ihtiyar etdiği takdirde Trablus Kıtasının işgaline müsaade edeceğini beyan etti. Diğer taraftan İspanya Hükümetini bir miktar arazi vaadi ile susturdu. Böylece İngiltere, Fransa, İspanya ve İtalya Hükümetleri Fas meselesi için aralarında bir itilaf hasıl etmiş oldular. Almanya Hükümeti bu itilaftan haberdar olunca artık bilfiil hareket zamanı geldiğini anladı ve Paris Kabinesine şedidelmel bir nota tebliğ ederek ”Fransa Hükümeti’nin İngiltere ve İspanya’ya hak sükut verip Almanya’yı hiçe saymış olması Almanya umumi efkariyesinde pek azim bir heyecan tevellüd etmiş olduğunu, Fransa’nın hatta taahhüdatı iktisadiye ve nafiyeyi bile ifadan istinkaf etmesi (sakınması) pek sarih bir ahid-şikenlik (anlaşmayı bozan) olacağını ” beyan etti. Fransa Hükümeti bu notanın mündemiç olduğu tehdidin mahiyetini idrak ederek cidden düşünmeye başladı ve tebliğ ettiği cevabi notada Almanya’nın Fas’da ki bütün hukuk nafe ve iktisadiyesine riayet edeceğini söyledi. Fakat Almanya Hariciye nazırı Mösyö Kiderlen-Waechter kolay kolay igfalata (kandırma) kapılır bir siyasi olmadığından kavli mecrada ve kuru vaadlere karşı sükuttan sarfı nazarla, Fransa’ya ait Kongo kıtasının bir kısmı yani gatonun sahilinden itibaren Sanaga nehrine kadar kamilen Almanya’ya terk etmesini ve aynı zamanda Fas’da Almanların menafi ve hukuk iktisadiyellerine dahi riayet etmek şartıyla Fransa’nın kıtayı mezkurede icra edeceği islahat ve teşkilata ondan sonra Almanya’nın katiyen müdahale etmeyeceğini ve Kongo’ya mukabil Almanya’ya tabi Doğuland müstemlekesiyle Kamerun müstemlekesinin ciheti şemaliyesinde bir miktar araziyi Fransa’ya terk edeceğini bildirdi. Fransa Hükümeti tarafından müzakereye memur olan sefir Mösyö Kaimbun Almanya’nın bu teklifini Fransa’nın hukukuna mugayyir (değiştiren) addederek Paris’den istizan (müsaade) etmeksizin rey haddi ile reddedip Kamerun müstemlekesinin hududu şarkiyesinde kain Fransa Müstemlekesinden bir miktar araziyi Almanya’ya terk etmek kabil olacağını söyledi. Fakat Almanya Hariciye Nazırı Mösyö Kiderlen-Waehter bu teklifi kabulden sarfınazar, evvelce kendi tarafından dermiyan (ortada) edilen teklifi dahi geri alarak Fransa’nın El Cezire mukavelesi ahkamına her halde riayete mecbur olduğunu ve aksi takdirde Almanya’nın tedabiri askeriyeye müracaat edeceğini beyan etti.
Müzakere bir müddet daha devam etti ise de hiçbir neticeye iktiran etmediği (erişmediği) için Trufen Alsas hududuna asker sevk etmeye başladılar. Fransa Hükümeti Belçika hududunda bulunan bütün köyleri tahliye ederek oralarda tahşidat (yığınaklar) icra etti. Almanlar meselenin böyle bir şekil almasından dolayı son derece memnun ve mesrur oldular. Fransızlar ise Almanların her halde kendilerini ezebileceklerinden emin oldukları için hükümetin itthaz etmiş (aldığı) olduğu tedabiri askeriyeyi hoş görmüyorlardı. Rusya hükümeti her ne kadar Fransa’ya muavenet edebileceğini beyan etti ise de henüz teşkilatı askeriyesini ikmal etmemiş olduğu için o da kendi muvaffakiyetinden emin değildi. İstihzaratı askeriye (askeri hazırlıklar) İngiltere’nin cebin nazarına karşı bir kabus bilakis değildi, maliye nazırı Loydd George başvekil mister Herbert Henry Asquith ve hariciye nazırı Sir Edward Grey avam kamarasında irad ettikleri natıklarında meselenin pek vahim bir şekil almak mahiyetinde bulunduğunu binaen aleyh vakit geçirmeksizin derhal mekalimei düveliye trufu ile bir suret tasviye keşif etmek iktiza ettiğini söylediler. Agadir Limanı İngiltere için pek mühim tarik bahri olduğu cihetle tabii onun Almanya’ya terki kabil olamazdı. Fakat Fransa’nın Kongo müstemlekesi İngiltere’nin münasebatı umumiyeyi ticariyesi nüktei nazarından büyük bir ehemmiyeti haiz olmadığından Almanya’nın bu hususda evvelce dermiyan etmiş olduğu teklif zeminleri üzerinde müzakerenin ceryanı mümkün olacağı tabii idi. İngiltere Hükümeti Kamerun’un hudud şarkiyesiyle Obanga niharı sahilinde kain arazinin bir kısım mühimini ve Marquesas islands, Gergerlin vs kömür adaları ile Doğuland ve Kamerun müstemlekeleri arasında kain ördek gagası namıyle maaruf olan arazinin havaleyi şemaliyesini terke razı oluyordu. Almanya nazırı bunları gayrı kafi addederek buna az çok meşabe olarak dermiyan edeceği yeni teklifin esasatı üzerine ceryan ve devam müzakere nin kabil olabileceğini söyledi. Almanya’nın yeni teklifi şundan ibaretti.
Librovil “Libreville” şehrinin ciheti şimaliyesinde kain Karişka Buruni ile İspanya’nın Gine müstemlekesinin ciheti cenubiyesinde bulunan araziden itibaren dokuza kadar bir mahrec ve Gine’nin müntehayi (son) hududu şarkiyesinden itibaren Kongo ve Obanga şehirlerine kadar imtidat eden arazi ile Orku Kongo kıtasını kemalen Almanya terk etmek. Bu defa Almanya hükümeti Doğuland kıtasını Fransa’ya terkten istinkaf ederek Gabon kıtasıyla Markiz “Marquesas Islands” ve Gergerlin adalarını dahi kabul etmeyeceğini söyledi. Buna mukabil Almanya hükümeti Kamerun Kıtasına tabi ördekgagasını terkle beraber Fransa’nın Fas kıtasında bütün icraat siyasiye, iktisadiye ve nafıasına karşı katiyen müdahale etmeyeceğini ve yalnız Fransa hükümetinin müsavatı hukuk ve menafi iktisadiye kaziyesine dair Almanya’ya teminatı kuvveye vermesini şart koydu.
Mütercim: Ayşe Önem Aydoğar
Elbette Almanların Fransada Cale ve Dover kasibelerinin münazereyi muhtelifesi
Selim Evvel (I. Selim) – Taht-ı Yusuf
“Rub-i meskûnu tamam almak diler”
“Kendi tenhâ şah olup kalmak diler”
(Tac-üt-Tevârih 1)
[Tac-üt-Tevârih; Şeyhülislâm Hoca Saadettin Efendi’ni iki ciltlik meşhur Osmanlı târihi, (I. Selim’in nedîmi Hasan Cân’ın oğludur]
Tarihlerimizin müttefikan (oy birliğiyle) beyan ettiklerine nazaran Selim Evveli feth-i Mısır’a sevk eden sebep, İran hükümdarı Şah (İsmail Safevî)’nin hıtta-i mezkûre hâkimi gulâman çerâkesenin (Çerkezlerin) yirmi ikincisi (Kansuva Gavri – Kansu Gavri – El-Eşref Kansu el-Gavri – Memluk Sultanı) ile muharebesi neticesi olarak mûmâ-ileyhün (adı geçenler) taraf-ı devlet-i aliyeye ezhâr-ı husumet eylemiştir.
(Çaldıran) Vakıa-i meşhuresinin akabinde devletin vaziyeti Asya’da daha ziyade şarka temayül etmiş ve (Diyarbekir – Diyarbakır) tarafları havze-i tasarrufa girmekle beraber hudut-u şarkiye henüz asayiş ve emniyetten halli bulunmuş idi. Selim Evvelin (Tebriz)’den avdetinde (Gürcistan)prensinin itaat ve mütabaatını kabul ettiği gibi (Erzurum), (Bayburt), (Bayezıd) gibi kala-i müstahkeminin anahtarlarını almış, (Turna) dağı muharebesi neticesinde dahi (Dulkadiriye – Dulkadiroğulları) emiri, (Turna -12 Haziran 1515 ) (Alaeddin- Alaüddevle)’nin maktûl (katledilmesi) düşmesi üzerine bu hükümeti dahi reh-güzâr (geçit, geçecek yol) fûtûhâtından (zaferler) kaldırmış idi. Velhasıl vaziyet-i umumiye şöyle idi:
Kürdistan mutî (itiat eden), (Nusaybin) ile (Urfa), (Musul) dâhil olduğu halde şimali (Irak-ı Arap) müsahhir (ele geçiren), Cünup hududu (Suriye) kıt’asının (parçasının) nevâhî-i şimaliyesine dâhil (Kuzey nahiyesi de dâhil), (Bağdat) ile Suriye’nin (Tarsus), (Adana), Antakya) ve (Halep) aksamı (bölümü) maruz-ı istila bir halde bulunuyordu. Avrupa’da ise zat-ı şahane (Tuna)’yı tabii bir sınır olmak üzere kabul etmiş idi. Maa-hazâ (bununla beraber) Anadolu’daki hududunu sona kalmış olan bu iki hükümetten kurtarmak ve bir azmi vahdet perestane ile islâmı bir sancak altında bulundurmak emelinde bulunuyordu. Hatta (Dulkadiriye) emirinin sere mektuunu (kesilmiş başını) Mısır’a yolladığı zaman arzu-i cihangiranesine mümanaat edenlerin serancamını gözüne sokarcasına bildirmiş ve (Dulkadiriye)’yi kaldıran (Şehsuvar Bey Zade – Şehsüvaroğlu Ali Bey)’ye mükâfaten (Kayseri) ve (Bozok -Yozgat) hükümetlerini ihsan buyurmuş olmasını çok gören (Kansu Gavri)’ye gelen sefiriyle:
- Er ise Mısır’da hutbe okutmak, sana darb etmek hakkını iyice muhafaza etmeği düşünsün haberini göndermiş idi.
922 tarihlerine doğru Asya’da iki hükümet-i İslamiye arasında sebeb-i nifak ve ihtilaf olan (Şia)’lık idi. (Selim Evvel – I. Selim) nazarında şiayyat bir fitne-i azimi olmak üzere tecessüm etmiş idi. Şah İsmail Safevî ise Anadolu’ya yaydığı bu ihtilaf mezhebi ile hükümet-i Osmaniyeyi uğraştırmak yolunu bulmuş idi. Fakat (Çaldıran) mağlubiyeti Şah müşarün-ileyhi pek vâhim bir vaziyete atmış, bu cihetle devlet-i Osmaniyeyi kendi hududundan uzaklarda işgal etmek için (Kansu Gavri)’nin:
- Selim, İran’ı zapt ederse nöbet-senin mülküne gelmiş, demektir. Tehditiyle nazar-ı intibahını celp eylemişti. Fakat Selim Evvelin (I. Selimîn) maksadı lâ-yetegayyeri (Değişmez maksadı) büyük bir hükümeti İslâmiye teşkil etmek olduğuna göre (Suriye), (Mısır), (Irak), bilhassa (Hicaz) kıt’aları gibi zaman zaman mehdi İslam ve medeniyet olmuş ve halen milyonlarca muhiddin ile meskûn bulunmuş olan yerlere kadar hiç olmazsa o esnada devletin hududu Asyaiyesini tevsi (genişletmek) etmemek adeta beceriksizlik demek olduğunda zaman büyük bir şahid hükmünde kalır. Anadolu hududuna yapışıp kalmış olan (Suriye) ile (Mısır)’ın münasebet-i coğrafyası pek aşikârdır. Zamanımızda bile (Süveyş Kanalı) büyük mevânî-i siyasiye hüluleti ile beraber bu münasebeti ihlal edememiştir.
Tarihi Osmaniye nispetle bu münasebeti ilk defa ispat eyleyen ise Selim Evveldi. Müşarün-ileyh (Diyarbekir – Diyarbakır) ıslahatına memur ettiği (Sinan) Paşa’dan (Kansu Gavri)’nin elli bin Bedevi süvar (süvari) nize-güzâr (mızrak geçmiş) (mızraklı süvari) ile (Halep)’e geldiğini istihbar eder etmez derhal bir meclis-i meşveret (Danışma Meclisi) akd ile evvelce sadır olmuş olan ferman-ı hümayunu mevcubunca İran üzerine mi, yoksa (Halep) üzerine mi gidilmesi icap ettiğini mebhas-ı ittihâz (araştırma, düşünme) eyledi. (Kansu Gavri)’yi küçük, İran’ı mühim görenler ekseriyet kazanmışlardı. Fikr-i alisine yakından nüfuz etmiş ve (Hizmet-i Haremeyn-i muhteremeyn ile teşrif dâiyesinde bulunduğunu iktibas) eylemiş olan (Nişancılıktan vezir-i hoca oğlu Mehmet) Paşa esnayı müzakerede söz alarak:
(Bize lazım olan bed-hâh (her işin fenalığını isteyen) devlet olana tâziyâne-i tîg ile örmektir. Ve adüvv-ü peyda olduğu mahalde karşısında durmaktır.
“Kim ki bir kavmi sevse andandır”
“Düşmana yar olanda düşmandır”
Mazmûnunu ileriye sürmüş ve bunun üzerine şehr-yâr (Padişah) zaman:
- Bizim dahi makbul-u muhtarımız bu idi. Berhudar ol diyerek Mısır seferini ihtiyar eylemiştir. Maahaza (Kansu Gavri)’nin maksadını anlamak için Rumeli Kazaskeri (Zeyrekzade Mevlana Rükneddin) ile ümerâdan (Karaca Paşa) lakabıyla maruf (Ahmet) beyi sefaretle ve bir name-i mahsus ile sultan Mısır’a göndermişti. (Hoca) ve (Solakzade) tarihlerinde münderic olduğu üzere bu mektupta: İran seferine azim ettiğini, İran’ı revâfızdan (Şia mezhebinin ifrâta kaçan koluna mensup kişiler) temizlemek istediğini bi-l-beyan (Hizmet-i Haremeyn-i şerifeyn ile teşrifi takribi ile himmet ve duaları mukâranetini (yaklaşma) istid’â’ edip) bir cemile-i siyasiye olmak üzere dahi emtia-i rum (Rum Malları) ve Acem nifasından firavun armağanlar gönderilmiştir.
Devletin vaziyet-i siyasiye-i dâhiliyesi icabatından olarak ol emirde Rumeli’nin hirasetini (bekleme, koruma) şehzade Sultan (Süleyman)’a tevciye ve müşarünileyhin Edirne’de ikametini ferman buyurup vüzaretten Muzul (Hersekoğlu Ahmet) Paşa’yı (Bursa)’ya, (Pir Ahmet) Paşa’yı (İstanbul) muhafazasına ikâd eylemiş ve kendisi ordusuyla beraber 922 senesi Cemazî-yel-evvelinin dördüncü Çarşamba günü (Üsküdar)’a geçmiştir ki şu halde Mısır seferinin menzil evveli burasıdır.
Yavuz, himmet merdanesiyle ele geçirdiği serîr-i İsmail’e bedel (Taht-ı Yusuf)’a câlis (tahta çıkmak) olmak için Asya’nın bu noktasından hareket etmiş; azim-i cihangiranesi (Haremeynin yolu Mısır’dan) ilhamını bahş eylemiş idi.
Sene-i merkume (bahsedilen senenin) Recebinin dokuzunda orduyu hümayun (Bucakdere – Isparta)’de bulunuyordu. Onuncu günü (Zeyrek zade) ile (Karaca) Paşa (Halep)’ten avdet ettiler. Erkan-ı sefaret (Kansu Gavri) nezdinde ölüm tehlikeleri geçirdiklerini, hapsedildiklerini bildirdiler. Padişah fevkalade tehevvür (öfkelenerek) ederek (Halep)’e doğru yürümüş, 19 Recep’te (Merziban)’a varmıştır ki (Halep)’e on günlük bir menzildir. Orduda (Bursa) beyi (Koçi) bey ile (Teke Sancağı)beyi (Ferhat) bey karakol vazifesini görüyorlardı.
(Solakzade) burada bir vaka nakleder:
Gavri bed-girdâr (işi, hareketi fena) âkıbet-karı ne mertebe de karar edeceğine iz’ân edip ümerası ile nice türlü müşavere (danışma) kıldıktan sonra iki tarafın mabeynini ıslah (iyileştirme) için devât-dârı (Yazıcısı) olan “Meğlubay” nam-ı emir ki gayet sahib-i tedbir idi, elçilik resmi (nişanıyla) ile yanında on nefer belli başlu cündî (asker) tayin edip hakan-ı Rum canibene revana eyledi. Orduyu hümayuna vasıl olduklarında name okunup kavl ü fi’lleri (söz ve eylemleri) birbirine mutabık bulunmadığından kasdleri (niyetleri) iğfal ettiği bilinip ve serapa cünbe cüşüne gark olduklarından padişah kişvergir, renk pezir (rengi değişmek) olup gazap ile “meğlubay”a (mağlup olanlara) nazar edip:
- Ne aceb Gavri’nin yanında ulemadan bir sahib-i marifet yok mudur ki bize irsal ede. Sizi bu şekilde donatıp göndermiş. Bu heyet ile bize heybet mi arz etmek ister.
- Dedikten sonra katlerine ferman edince ol mahalde vezir-i azam “Yunus” Paşa rikâb-ı hümayunlarına yüz sürüp:
- Bunlar elçilik ile gelmiş bî-günâhlardır. Padişahım afv buyurun.
- Dedikte, gerçi (her ne kadar) katlden halas oldular, lakin saç ve sakalların traş edub ve birer aksak eşşeğe bindirub:
- Varın imdi, Gavri dedikleri sahib-i cevre haber verin. Vaktine hazır olsun işte bu dahi binâ-yı devletini fenaya vermeğe mukarrer kıldım. Habir ve âgâh olsun. Padişahın sağ tarafında: Anadolu beylerbeyisi (Zeynel Paşa), anın (onun) yanında Karaman beylerbeyi (Hüsrev) Paşa, Şehsuvar oğlu (Alî) bey ile (Ramazan oğlu Mahmud Paşa) askerleriyle beraber padişahın sol tarafında: [Rumeli Mir-ül-ümerası (Sinan) Paşa, zîr fermanında (emri altında) olan sancak beyleriyle beraber yanında Diyarbekir (Diyarbakır) beyler beyisi (Bıyıklı Mehmed) Paşa Rumiye-i suğra (küçük Rumeli) beyler beyisi ile beraber.Gavri merkezde: Mısır, İskenderiye, said askerleri (Yukarı Mısır) ve ümerası, Hicaz Bedevî süvarileriyle Kudüs, Nablus, Baalbek, Trablus kavvâslarıyla beraber (oklu asker).Solda: Şam mir-ül-ümerası (Sibay) Şam zırhlarıyla mücehhez askerleriyle(Mercidabık) Muharebesi pek dehşetli olarak vukua gelmiş ve atılan toplardan biri (senk-i saika kerdar – yıldırım ateşi gibi taş) Kansu Gavri’nin kulağı tozundan (kulağının dibinden) mürur ederek muma-ileyh merkezde durduramamıştır. Muma-ileyh bu sersemlik üzerine abdest almak bahanesiyle bir su kenarında seccadesini sererek yatmış ise de vefat eylemiştir. Mısır ordusunun inhizamı üzerine sadrazam Yunus Paşa (Hayrabay)’ı takibe başlamış ve mal, ganimet olarak:İki yüz kantar gümüşAlınmıştır ki bu emsal (Kansu Gavri’nin hazinesi idi. İşte Mısır yolunda ilk müsademe (çarpışma) budur ve böylece bir netice vermiştir.
- Elli kantar teber altın
- Yüz kantar halis-ül-ayar Altın
- Sağda: Halep mir-ül-ümerası (Hayırbay- Hayr-Bay) Türk ve Arap askerleri
- Ordunun ardı ve önü toplar ve ağırlık arabalarıyla mesdûd (kapanmış) Mısır ordusunun da vaziyeti şöyle idi:
- Ordu-yu hümayunun vaziyeti şöyle idi.
- “Maglabay”ın kıyafeti (Gavri)’yi pek ziyade bi-huzur etmiştir. Mûmâ-ileyhâ derhal (Kertibay Vali) namındaki birini otuz bin asker ile mukabele-yi Selim’e yolladı. Bu asker (Mercidabık) nam-ı mahalde tahaşşüd (toplanma) etti. 22 Receb’de Osmanlı ordusu karşılarında saf bağladı.
- Deyu bu kiyafetle irsal eyledi)
[Solakzade Mehmet Hemdemi Efendi (Çelebi) (d.1590 – ö.1657) 17. yüzyıl Osmanlı şairi, bestekârı ve tarihçisi]
[Hersekli Ahmed Paşa (1459, Hersek-Novi – 1517, Kızılçöl, Maraş) II. Beyazıt saltanatında 1497-1498, 1503-1506, 1511’de dört defa ve Yavuz Sultan Selim saltanatında 1515-1516 yılları arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır. 1506-1511 döneminde Kaptan-ı Derya görevi de yapmıştır.]
Ahmet Rasim
Çeviren: Birsen Sezgin