DONANMA MECMUASI 77
DONANMA MECMUASI 77 – 18,OCAK,1915 Pazartesi
Cihadı ekber yolunda: Sudanda kabâil-i garbın İngilizleri mağlup ve perişan eden dilir-âne muhâcimelerinden bir safha.
<*> <*> <*> <*> <*>
Fransız tahtelbahrinin Çanakkale önünde kaynaması
Kânunusaninin ikinci Cuma günü Çanakkale boğazından girmek teşebbüsünde bulunan “Saphir” ismindeki Fransız tahtelbahri torpile düşerek gark olmuş ve efradından sağ kalanları tarassut botlarımız mesaileriyle kurtarılmıştır. Düşmanlarımız bize dum dum kurşunları gibi hukuk-i düvel’e (devletler umumi hukuku) daha doğrusu hissi insaniyete mugayir vesait-i tahribiye istimalinden sıkılmazlarken nâ-bûd olmak üzere emvâc-ı bi-amân arasında pûyân olan magrûk tahtelbahr efradının büyük gayretler sarfıyla tahlisi ancak Müslümanlara ve Osmanlılara has bir ulûvv-i cenâbın semeresidir. Onları gark olmağa bırakmak da elimizden gelirdi.
Magrûk tahtelbahr (Emeraude) sisteminde mevcut alı tahtelbahr’den biridir. 390 ton hacminde 2000 mil sahayı seyre malik ve 6 adet 45 santimetrelik torpido kovanını muhtevidir. 44,6 metre tûlunde mühim bir gemidir. Cenâbıhak emsel-i magrûkasını teksir etsin.
TALİ’ TARİHİMİZ, İSTİBDADI DA YIKMIŞTIR.
Tarihte ne garip ittıratlar, tesadüfler vardır. Hükümeti Osmaniye’nin anı teşekkülünde bu güne kadar bütün macerayı zaferi olsun mağlubiyeti olsun tarihi âlemde hiç değilse Avrupa tarihinde ne mühim tesirler yapmıştır. Rumeli’ye mürurdan tutun da son Balkan faciasına kadar her sergüzeştimiz bir hercümerci, rakiplerimizin udüllerimizen keşmekeşe düşmesine mucip olmuştur. Tarihte değil tarihin tasnifinde bile bu hal kendini göstermez mi? İstanbul’un bizim tarafımızdan zaptı değil mi? Bu bir tesadüf de olsa milletlerin mukadderatı üzerinde müessir bir tesadüftür. Balkan harbi zaili neticesinde kahpecesine elimizden alınan Makedonya’nın daha akib harpte müttefikler binine düşürdüğü ateşi nifakın üstüne muvakkat bir diplomasi kolu çekilmiş iken yine daiye-i teferrüde sevkiyle Balkanın kanlı sakinlerinden Sırbistan hükümeti ne büyük ne iğrenç bir cinayet irtikâp etti. Balkan muharebesinin hengâmı halinde bir birine girmeğe ramak kalan Avrupa orduları Bosna Hersek cinayeti üzerine artık tevkif olunamaz bir halde çarpışmağa başladılar. Zaten Balkanlar kadar Avrupa’nın menafi mütezade pazarı olan yer yoktur. Harbi umuminin de oradan patlak vereceği tahmin edilmekte idi. Sırpların büyük Sırbistan teşkili, Avusturya – Macaristan hükümetinin inkısamı için teşebbüs ettiği bu cinayet her katilin, her caninin mazhar olacağı bir şenâat değildir. Sırbistan bugün ölen, yaralanan, batan boğulan muhariplerin ve bunlardan dolayı intihar eden, ağlayan ailelerin sönmüş hânmânlarında katlidir. Onların günahı Sırp tarihinin bu sahaifi insanlar için, ahfad ve ihlaf için ibretamiz bir macerayı şaamet teşkil eder.
Avusturya – Macaristan hükümetinin Sırbiya’yı teeddüb için olan arzusu Rusya hükümet zalimesinin Slavlık hissiyle caniyi muhafazaya sayi olmasını intaç etti. Mevcudiyeti milliyesi kirli ellerle rahnedar edilmeğe çalışılan Avusturya için bundan başka çare yoktu. Rusya hükümeti Avusturya’nın hazırlıksızlığını Sırbistan’ın inzimamını Balkanların kendine taraftar olacağını düşünerek harbe girdi. Fakat bugün Varşova önünde depreşirken bu hususta ne kadar hata ettiğini anlamış olsa gerektir.
Rusya hükümetinin düşmanlarımıza nazaran bile başka bir hususiyeti başka bir şahsiyeti vardır. Onun dünyada mücessem zulm, membaı zulm olması varlığına, haşmetinin yok edilmesine en büyük sebep teşkil eder. Çar naçarın etrafını alan, Grandük, Prens, Kont güruhu bu tacidar bi-ari ellerinde bebek gibi oynatmakta ve milyonlarca beyinsiz Rus’u ve bu meyanda da yine o kadar biçare Müslümanı ve anasırı saireyi ezmektedirler. Bundan birkaç sene evvel Petrograd’da elli bin kadar halk çarı görerek bazı mesaidat idareye istemek için gürültüsüz, patırtısız, silahsız, cephanesiz sarayın önüne gelmişlerdi. Bunların içerisinde ekseriyeti, her yerde olduğu gibi mektep çocukları ve kadınlar teşkil ediyordu.
Çar bu arzuyu müctemi önünde eğilmeğe mecbur olacak gibi iken Grandük güruhu hemen kolundan tutup sarsarak “senin topun tüfeğin Kazakların yok mu? Ne duruyorsun vurdursana” deyince zaten iştihayı zulmü kapanmamış olan Nikola’nın emriyle Kazak alayları bu halkı çiğnedi. Dokuz bin can bu uğurda öldü. Biraz müddet sonra Petrograd’daki bu cinayeti yaptıranlardan Grandük Serj bomba ile itlaf edildi. Tamam, 380 milyon ruble servet bıraktı. Bu Grandük Serj Rus salib ahmer ‘inde reis iken birçok irtikâp ve hırsızlığı görülmüş fakat istibdadın şiddet tahakkümüyle kimse ağzını açamamıştı. Öldükten sonra ihdas edilen bir efsaneye göre parça parça olan vücudunu gömmek için topladıkları zaman sağ kolu bulunamamış ertesi gün salib ahmer cemiyetinin kasasında avucunda sıkılı halde bulunmuş.
Rus hükümetinin zulmüne dair, emsal ararsak bir makale bir risale hatta bir kitap kâfi gelmez. Kastımız Rus hükümetiyle milletinin arasındaki yani Rusya ile Rusların beynindeki rabıtayı temsildir. Bugün Osmanlı, Alman, Avusturya askerinin her attığı merminin hedefi isabeti malumdur. Nereye gittiğimiz kiminle ne için harp ettiğimiz de ayandır. Yalnız bir cihet var ki bunu nazarı dikkate arz etmek isteriz. Bu büyük muharebede kısmen müdafien din ve vatan, kısmen de muhafazayı insaniyet için çalışıyoruz. Rus hükümetinin bu harpte mağlup olması Rus zulmünün imhası demektir. İnsanlar ne kadar bir birine hasım olsa onun da bir derecesi hissiyatın da bir gayesi vardır. İki şanlı müttefikimizle beraber bir işte insani bir vazife ile mükellef imhayı istibdat şanıyla da müşerrefiz. Bunda muvaffak olacağımıza kanaatimiz şimdiden kefildir. Çünkü karşımızda Ruslar gibi hükümetinden, hükümdarından bizar ve müşteki, hayatı yalnız esaretten ibaret bir güruh var.
Harp, istihkarı mevt ile hissi milliyenin yüksekliğiyle kazanılır. Bütün temadisi, Grandüklerin kasasını doldurmak kendi “Gık” dese Sibirya çöllerinde sürünmekten ibaret olan bir tarzı hayatı mujik değil köpek olsa arzulamaz. Sevmez. Sevmeyince de rabıtası olmaz. Dövüşemez. Rusların milyonla esir vermelerinin esbabından bizce en mühimi işte bu rabıtayı milliye noksanıdır. Hasmımızın bu büyük noksanına karşı bizim ve müttefiklerimizin ihtisasatı fedakaranemiz en büyük bir zaman galibiyettir.
Dediğimiz gibi işte yine âlemde Osmanlılar mühim bir tebdile, zulmün istibdadın kökünden yıkılmasına bais olacaktır.
Donanma
Hayatı askeriyemizden bir safha: bir karargâh heyeti.
Hindistan’da
EFKÂR VE HİSSİYATI İSLAMİYE
Mabad ve hitam
İntihar etmeği düşünmek derecesine kadar geldiler; ancak böyle bir fiilin faydasızlığını, tıfılane bir hareket olacağını teemmül (düşünerek) ederek tasavvurlarından feragat ettiler. Alel husus, böyle yeis ve fütura (gevşeklik) müstagrik (batmış) olmamış olsak bile, Balkanlarda her gün bir takım facia ve mezalim ika edilirken, şimdiye kadar hiçbir zaman insaniyeti müteessir etmemiş olan ve ahkâmı inciliye ye pek ziyade menafi bulunan bu herc ü merc ihtirasat içinde Avrupa’nın, Hristiyanlık âleminin muhabbet ve şevkati iltizamı sükût ederken yahut hemen bir mırıldanma tarzında tekellüm (konuşma) eylerken Müslümanlara her şeyin ebda’ (en göze çarpan) avalimde (âlem) en ekmel (tam) şerait dâhilinde cereyan ettiğini tastik ettirmek için hangi adla ve berâhini (delil) istimal edebilirdik? İngilizlerin Hint umur ve mesailine ve ahaliyi Hindiyenin hissiyatına bi vukuf oldukları derecede İslamların düveli muazzamanın siyaseti hariciyesine ve Balkan hadisatına gayri vakıf bulunduklarını tahayyül etmeyiniz. İhtirasat İslamiyesin teyakkuz ve galeyanını bir takım genç mahreklerin tahrikâtına atıf ve isnat eylemek abestir. Zira genç, ihtiyar, zengin, fakir, âlem, cahil İslamların kâffesi aynı efkâr, aynı ihtisasat ile meşbu (dolu) idi. Hepsinin çehresine aynı ihzân (kederlendirme) ve ekdarları (keder) zalime çökmüştü. İşte bu son üç dört sene zarfında, bilhassa Balkan muharebatı esnasında Hint Müslümanlarında peyda olan hissiyatı hutut (yazılar) umumiyesi itibariyle size tarif ve tasvir etmeye çalıştım. Fakat siz Avrupalıların milliyet hakkındaki efkâr ve tasviratınıza vakıf olduğum cihetle bana şu suali irad eyleyeceğinizi bilirim. Hint Müslümanları vatan, ırk, lisan cihetleriyle kendilerinden farklı olan bir milletin “yani Türklerin” âlâm (kederler) ve izdırabatıyla ne için bu kadar şiddetle mütehassis oluyorlar? Garpta bütün hükümet ve idare âlemi, insaniyetin taksimatı esasiyesini iktiza ettiren ırk ve coğrafya itibaratıdır, mütearifesi üzerine bina edilmiştir. Fakat biz şarklılar için bu fikir ve tasavvur bir mütearife kıymetini haiz olmaktan baîddir (uzak). Bizim için vahit kıyası milli, devlet yahut milliyet değil, dindir. Bazı garplılar bu meselenin izah ve taksirini Avrupa’nın tarihi mazisinde cüstcü (arayan) ederek yirminci asır miladide Müslümanların revabit (ilgi) diniye ile ittihat etmelerini kendilerinin kuran vasıtayı diniyeyi geçmiş oldukları tekâmülü içtimai ve siyasiyenin bir mevkifi gibi telakki ediyorlar. Bunlar dinin bir Müslüman nazarında neyi temsil ettiğini ne kadar fena anlıyorlar! Ferâmûş (unutma) ediyorlar ki İslamiyet yalnız bir değildir, bir teşkili ictimaiyedir. Bir şekli terbiyedir. Bir milliyettir. Eğer habb vatan derin bir esasa müstenitse muhakkaktır ki vahdeti milliyeden, vahdeti mutaddan, hatıratı tarihiyenin ayniyetinden mütevellid bir terbiye ve teşekkülü ictimaiyede müşabehetten (benzeyiş) başka bir şey üzerine müesses olamaz; Bu müşabehet de bir takım kanun ve ahlak mümasile ile tabir ve tercüme olunur. O halde uhuvveti (kardeşlik) İslamiye yahut “bu tabiri tercih ederseniz” ittihadı İslam esası habb vatan esasına müşabihtir. Yalnız aralarında şu fark vardır ki uhuvveti İslamiye, kanun ve müessesat müşterekeyi ırkda, vatanda, tarihte ittihad ile vasıl olmamıştır. O kanun ve müessesat müşterekeyi – bunu bize dinimiz talim ediyor – cenabı hakk bir mevhibeyi (bağış) âl-ül-âl olmak üzere kabul etmiştir. Hükümeti İslamiyenin emir mukasemesini (paylaşım) mazur göstermek için meydana atılan ittihadı İslam korkuluğunun icadından çok zaman evvel Allah ahad peygamber ahir zamana şu emiri celili tenzil eylemişti;
Buraya kadar teşkilatı İslamiyenin ne olduğunu göstermek istedim. Şimdi de Hint Müslümanlarının İngiltere hükümetinden yapılmasını ve yapılmamasını arzu ettikleri şeyleri bast (açma ve beyan edeceğim. Burada size İngiliz nazarı mesulesinden bazılarının beyanatını derhatır ettirmek isterim;
Hariciye nazırı Sir Edward Grey, Ağustos ayı evâsıtına (orta zaman) doğru meclisi avamda iradı nutuk ederken bir İngiliz nazırı hükümdarın yetmiş milyon tabayı islamiyeye malik olduğunu tahattür (hatırlatma) etmeksizin düveli islamiye ile İngiltere arasında cari olan münasebattan bahis etmesini arzu etmem: Dedikten sonra, biz ancak İngiliz imparatorluğunun hududu dahilindeki tebayı islamiyemizin hissiyatı ırkıyesine hürmet ve riayet edilmesi hususuna dikkat ve itina vasi ve gayretimiz hasebiyle tamamen mesul olabiliriz. Biz bu vazifeyi şimdiye kadar hissen ifa ettik. Bundan böyle de hissen ifa etmekte devam edeceğiz. Öyle zan ve tahmin ederim ki bizim siyasetimiz hiç bir zaman hilafı makül bir cebir ve tazyik siyaseti olmamak ve hükümeti İslamiyeye karşı – onlar tarafından tahrik edilmedikçe – vazı mütecavizanede bulunmamak lazım gelir. Fakat biz İngilizler müstemlekatımız haricinde hükümeti İslamiyeyi kendi fiil ve hareketlerinin netayicine karşı muhafaza ve müdafaa etmeye muktedir olamayız. Sözlerini ilaveyi makal (söz) eylemişti.
Daha geçenlerde başvekil Mr. Herbert Henry Asquith, Court Hall’da Türkiye meselinden ikinci defa bahis ederken dedi ki; Türkiyenin Asya kıtasındaki vilayetlerinin tamamısına dokunulmasına müsaade etmemek haşmetli kral hazretlerinin hükümetinin arzusudur.
Çünkü dini İslamın makamâtı mukaddesesi Asyadadır. Bu makamat mukaddese ise, birkaç milyonu İngiliz kraliyetinin sadık ve fedakar tebası olan, bütün heyeti İslamiye indinde mübarek ve muhteremdir. Biz bu makamatı mübarekenin tehdid edildiğine yahut hükümeti İslamiye yi onlardan mahrum etmekten bahis olunduğuna bile endişe ve izdırap şahidi olamayız.
Anlıyorsunuz ki bu ifadat Hint Müslümanları için dereceyi nihayede calibi hoşnuttur. Hatta çok zamandan beri İngilterenin hissen niyetine itikad etmiş olan memaliki İslamiyenin bu ittikadını tezyide medar olmaktan hali kalmayacağını da tastik etmeye cesaret ederim. Mr. Herbert Henry Asquith, bu sözleri şimdiye kadar söylenen sözlerden pek çok uzak noktalara gidiyor. Vakıa bunların daha çabuk mevkii icraya vasi olunmasını arzu ederseniz de bu sübutun icra edilmemektense geç icra edilmesine de razıyız. Fakat bu sözlerin yine epeyce uzak noktalara kadar getirdiğini size söylersek ve bu hissen niyetlerin son seneler zarfında kendileriyle münasip eserler husule getirmediğini size gösterirsek bizi doymak bilmez bir hırs ve tamah ile itham etmezsiniz.
Tasavvur etmeyiniz ki biz İngilterenin siyaseti hariciyesini tamamıyla işgal etmek istiyoruz. İnanmayınız ki biz İngilterenin hükümeti İslamiyeyi kendi ef’ali harekatının netayicine karşı himaye ettiğini görmek iddiasında bulunuyoruz.
O halde arzu ettiğimiz şey nedir?
Evvel-be-evvel şunu talep ediyoruz? İngilterenin siyaseti hariciyesini daha ziyade hakiki bir surette emperyalizm usulüne tevafuk etsin; Sir Edward Grey, kendisini yalnız kırk beş milyon İngilizin değil, imparatorluğun bir kısmı mühimmini teşkil eden yetmiş milyon İslamın da hariciye nazırı add eylesin. Mukaddema İngilterenin siyaseti hariciyesinin ahz edeceği istikamet hakkında müstemlekelerin raiyyeleri istifsar (sorma, sorulma) edilmezdi. Fakat yakın zamanlarda emperyalizm tasvirinin tekmili sayesinde bir imparatorluk siyaseti fikri tevsi etti. Biz memleketimizin siyaseti dahiliyesine müdahale etmiyoruz ve siyaseti hariciyesini de idare etmek iddiasında bulunmuyoruz. Fakat biz de artık kabili ihmal bir kemiyet addolunmak istemiyoruz ve her ne kadar kendi kendilerini idare eden müstemlekeleri adedinde değilsek de bir idareyi müstakileye nail olmak hususundaki arzumuzu Balkan şube ceziresi barbarları tarafından katliam edilen masum islamların mezar taşları üzerinde bilemek arzusunu takip etmiyoruz. Eğer bizimle doğrudan doğruya istişare edemiyorsanız heyeti umumiyesi itibariyle hala İngiliz ve Hıristiyan olan Hindistan hükümeti vasıtasıyla reyimize müracaat ediniz. Bu bir nişaneyi şükrandır ki bizim Hindistan hükümetine karşı ibraz etmenizi görmek isteriz. Çünkü Hindistan hükümeti bir meclisi milli şeklinde teessüs edip imparatorluğun meclisi sairesi arasında bir mevki-i has ahz ettiği gün bizde o hükümetin vesatet (araya girme) muntazimesiyle şükür ve şikayetimizi imparator – krala kadar isâl edebiliriz. Şimdi böyle bir matlubun efrad perverane olduğuna ve şuriş (karışık) ve fesat ika edenlerin, ateş nifak işal eyleyenlerin sun’ ve eseri bulunduğuna inanıyormusunuz?
Devam edelim; Sizin düveli islamiyeye karşı her türlü tazyik ve tecavüz politikasından tecrit etmeniz kifayet etmez. Diğer Avrupa devletlerine de böyle bir siyaset takibini mani etmek için gayri kabili itiraz olan nüfusunuzu, imparatorluğun satvet hakimanesini istimal etmelisiniz ve hiç olmazsa dostlarınıza, sizin sevdikleriniz aleyhinde olduğu gibi, bizim sorduklarımız aleyhinde de iyice düşünmeden ilanı husumet edemiyeceklerini anlatmalısınız.
Makamatı mukaddese meselesine ait ifadata gelince ümit ederim ki Mr. Herbert Henry Asquith, o makamatı aliyeyi mübarekenin masuniyetini temine hadim olacak tetbiri Hintlilerin kendileri ittihaz ettiklerini ve o mübarek mahallere bir tecavüz vukuundan havf ve ihtiraz etmek için pek çok esbab mevcut olduğu cihetle tecavüzü muhtemele karşı şimdiden bir sed çektiklerini bila iğbirar müşahede eder. (1) temin edelim ki,
Her hatveyi hak ehli islam
Her müslüm için de bir vatandır
Mali İslamın şiarı olduğunu nazarı itibara alarak istikbalde İngiliz hükümetini Hind İslamlarının vatanları haricindeki dindaşları hakkında perverde (yetişmiş) eyledikleri hissiyata hürmet ve mukteziyyatı (lüzum) insaniyete riayet eyler. Hadd marufun haricinde Avrupa sulh ve asayişine müraat etmek ne şimeyi (huy) muadelete muvaffak, nede o sulh ve asayişi temine hadim olur. Çünkü muhib ordulara nusret ve zafer ihsan eden hazreti Allah ahkam el hakimin olan hazreti Allahtır.
hitam
Yevmi istiklal şenliklerinden: Devleti Osmaniye’nin yevm-i istiklaline müsadüf günde icra edilen merasim mahsusadan: Mektep talebesinden ve ahaliden mürekkep alayın köprüden müruru (bu babdaki mütalaamızı evvelce yazmış olduğumuz cihetle resmini yalnız bir hadde olmak itibariyle derç ediyoruz).
DARÜLFÜNÛN MEKTEBİ ALİYE TALEBESİNE
Varid olmuştur;
Bir sene mukaddem yine istiklali Osmaniyi tes’idden (yükseltme) sonra bir kısım mekatibi aliye talebesi tarafından Haydarpaşa’da bir çay ziyafeti verilmişti. Orada bir zat; Zamanın nazik olduğunu ve böyle zamanda yalnız say-i gayret ve fedakarlıkla temini mevcudiyet olabileceğini efhâm (anlayış) etti. Buna cevaben bir talebe o zamanın nezaketini anlıyoruz ve resmiyete haiz bir zatın ağzından işittiğimiz için bildiğimizden daha nazik olduğu tebeyyün ediyor. Bunun için namus üzerine söz vererek temin ediyoruz ki bütün gençler olanca kuvvetimizle çalışacağız ve vatanın menafi-i için her suretle fedakarlık edeceğiz dedi. Filhakika o efendi bütün mekatibi aliye talebesinin vekili değildi fakat o efendi de ve bende emin idim ki bilcümle talebeler aynı fikirde idiler ve öyle olduklarına da şüphe yoktur. Ey o mekatibi aliye talebesi! Bu gün Kafkasya’da Ruslar tarafından bütün İslamlar tazyik altına alınarak maf ediliyorken keza Mısır’da bir çok vatanperveranı İngilizler kurşuna dizerek hilafeti İslamiye yi ve istiklali Osmaniye’yi mahva uğratıyorken biz burada yevmi istiklalimizi yine yalnız şenlik yapmakla tes’id ettik. Halbuki şu zamanda yevmi istiklalin tes’idi ancak söz verdiğiniz gibi bedenen de fedakarlık ederek hiç olmaz ise bir mektebi aliye taburu yahut bölüğü teşkil edip o istiklali Osmânî’nin bekası için serhadde fedayı can etmekte olan kardeşlerimize yardım etmekle olabiliyor. Yalnız şenlik zamanları efradı millete piri olmakla iktifa etmeyelim. Muhafazayı mevcudiyet için ilanı cihad olunduğu zamanlarda fedakarlık hususunda da piri olalım. Zaten refikamdan Ata beyin dediği gibi fedakarlık sari bir haslettir. Cüzi himmetle ufak bir gönüllü bölüğü teşkil eder isek onu müteaddit taburlar takip eder. Nihayet müteaddit alaylar husule gelir. Bu hususta elemanlardan ibreti alem; Gönüllüler milyonlara baliğ olduğu halde i’dadi mekteplerindeki çocuklar avcı talimi (*) yaparak meydanı harbe gitmeye hazırlanırlar. SMS EMDEN’in mürettebatından baki kalan birkaç kişi hiçbir istinatgahları olmadığı halde adi bir gemiyi kruvazör haline koyarak yine düşmanla mübarezeye başladılar. Hatta Fransızlardan da ibreti alem memleketlerinde eli tutar bir genç görünce utanmıyor musun neden muharebeye gitmedin diyerek arkasından bağırırlar. Ey milletin ümidi istikbali olan gençler! Hiç olmaz ise bir bölük olsun gönüllü teşkil edelimde mektebi aliye namına meydanı harbe gidelim ki efradı millet arasında fedakar, şayanı itimat ve hakikaten ulvi tahsil görmüş evladı vatan olduğumuz tebeyyün etsin.
İşte muharebeye gidecek mektebi aliye gönüllü taburuna birinci olarak kendimi kayıt ediyorum. Mütebakisi genç, dinç ve bilgili olan, ulûm, hukuk, tıp, fen ve sair bilcümle mektebi aliye talebesinin hamiyetine bakıyor.
Haydarpaşa 24,Kanunuevvel,1330 tıp fakültesi teşrihi merzi muallimi
(*) donanma gazetesinin 75 numarasındaki resimler ve baş makalesi hususiyle nihayet kısmı calibi dikkattir.
Hamdi Suad
mecmua
mecmuanın gaye-i intişarı tenbiyeyi ümit farizasının ifasını teşvik maneviyatla din ve vatana olan borcumuzun edasıdır. Bazı neşriyatımızın acı olduğunu söyleyenler bile vardır. Zarar yok. Her acı deva değil midir? İstiklali Osmani merasiminin ferdayı icrasında yazdığımız makalede bu neviden idi. İzhar edilecek hakikatler, saklanacak yaralar değildir. Çünkü saklandıkça kangren olur.
Evet! Artık açık söyleyelim. Sözden ziyade iş zamanıdır. Yeniçeriler ile istiklali Osmani arasında münasebatı tasavvur etmekle de büyük bir zühûl (unutma) gösteren hamiyet karan erbabı şebabi serhatler bekliyor…
Gayur ve fedakar evladı vatandan: Medine’yi münevvere jandarma kumandanı binbaşı Ahmet Vefik bey bu genç ve hamiyetli asker müstesna ve semeredar bir gayret ve faaliyetle Medine’yi münevvere havalisinde meydanı cihad ve gazaya azimet eyleyen urbanın teşkilatını tanzime bezl himmet eylemektedir.
Sancak’ı şerif altında: medeniyeyi münevvere de otuz bin Müslümanın içtimaıyla hücreyi muataradan çıkarılan Sancak’ı şerif altında cihadı ekberi takdis ve son nefese kadar cihad edileceğine dair ahd ve misak merasiminden.
Hayatı askeriyemizden bir safha: bir makinalı tüfek bölüğü
HARBİ UMUMİDE RUSYAYA BİR NAZAR
Muharriri: ebu-l Fuad Refik
Mabad
Hududu şarkiyesi dahi mezkur denizden bahrinin denizine kadar devam eyler hudut şimaliyesini ise bahr-i müncemid (donmuş) şimali teşkil eyler. Avrupa’da (Rusya) devletinin İsveç devletiyle hududu 937 kilometre, Prusya ile olan hududu 1320 kilometre, Avusturya ile hududu 1200 kilometre ve Romanya ile olan hududu da 510 kilometreden ibarettir.
Rusya devletinin Avrupa’daki hududuyla imtidadını müşir cetveldir (gösterge cetveli):
Kilometre: Mil: Düveli mütecavire ile olan hudutlar
937 125 Rusya – İsveç
1320 170 Rusya – Prusya
1200 160 Rusya – Avusturya
510 68 Rusya – Romanya
Rusya’nın hududu garbiyesinin Avrupa’daki mühim şehirlerden
Olan uzaklığını müşir cetveldir:
Mil mühim şehirler mil mühim şehirler
174 Paris 171 Londra
75 Kopenhag 64 Viyana
80 Budapeşte 95 Leipzig
43 Berlin 20 Königsburg
18 Stockholm 11 Breslau
Avrupa’daki Rusya arazisi hakkında malumat;
Garptan şarka doğru iki silsile ile kat olunan Sarmatya ovası (Finlandiya – Orta Asya – Kırım üçgeni içinde kalan mıntıka ve burada yaşayan ahali Sarmatyalılar) Avrupa’daki Rusya memalikinin kısmı azamını teşkil eder.102000 mil merbağı (58140 mirya metre merba) vasatında bulunan Avrupa’nın şimal şarki araziyi münhattasını (aşağı inen) ikiye taksim ederek nehrin şarkında kalan kısmı azami (Sarmatya) ve garbında kalan kısmı asgari dahi (Germania) ovası namını alır.
Sarmatya ovası biri şimali ve diğeri cenubi olmak üzere iki silsile ile kat olunmuştur.
Şimali silsilesi Petchora nehrinin menbağları civarında hafif meyillerle Ural silsilesiyle kesbi ittisal (birleşmek) ederek Volga nehrinin menbağları karibinde irtifayı azamiye vasıl olur. Başkurt namıyla tesmiye olunan cenup silsilesi 600 metre irtifaı malik olduğu halde Bahri Hazar ile Ural nehrinin kısmı aliyesi arasında beda ederek garp istikametinde imtidat ve Kafkas silsilesinin şimal eteklerine temas ederek Sandomir dağlarında epeyce büyük bir irtifaya vasıl olduktan sonra Alp havzasına doğru imtidad eder. Bu iki silsile beyninde mahsur ve bataklıkla mestur bir büyük kıtayı arazi şarkında garba doğru imtidad ettiği halde bunun şarkında vaki ve alelhusus Dinyeper ile Ural nehri beyninde mahsur bulunan kıtayı arazi gayet münbit ve mamur ve müteaddit ormanlarla mesturdur.
Lehistan kıtasının Vistol (Veiçzal) nehri bahrinin garbında kain kısmı satih-ı bahriden 200 – 300 metre irtifaında bulunan arızalı bir araziden müşkil olup araziyi mezkûr Vistol nehrine doğru tedricen kesbi inhitat (düşüş) eder. Gayet kesik ve dalgalı bulunan işbu arazi, Vistol ve Oder nehirlerinin kısmı ulyaları (çok) arasında irtifayı azamiye vasıl olup Vistol nehrinin sol sahiliyle Pilica nehrinin kısmı ulyası beyninde mahsur olmak ve Zavihot’dan beda ile Opatof ve Kielce’den mürur ederek Varşova istikametinde garba doğru imtidad etmek Sandomierzyahut Lizagora tabir olunan silsileyi cibali teşkil eyler.
İşbu silsileyi cibalin en mürtefi noktaları Kielce’nin civarında vaki olup 650 metre irtifaında Soviyeti – Kırgız ile saint Karczówka Manastırının, (yapımı 1624-1631) 20 kilometre şarkında vaki olup 620 metre irtifa kadar terfi eden bir dağdan ibarettir. Silsileyi meskurenin şimal ve cenubunda imtidad eden dağlık arazi 112:90 kilometreden ibaret bir araziye maliktir. Araziyi mezkureyi teşkil eden tepeler 300 metreden ziyade bir irtifaya malik değil iseler de fakat burada mevcut bulunan yollar ekseriya müteaddid ve uzun geçitlerden mürur ettiklerinden bu cihetle araziyi mezkûr hareketi askeriyeye karşı müşkülatı azime izhar eyler (Kielce) civarında vaki dağlar kadimden beri Lehistan erbabı iğtişasının mehil tecemmi ve melcailerini teşkil eylemiştir.
Şarapneller altında bir savlet mukavemetsiz: önlerine çıkan her orduyu, her maniayı çiğneyip geçen Alman kıtaatının avcı hatlarıyla düşmana hücumu.
NASIL GİTMİŞLER
Seydi bin Nur 29,Mayıs,1911 on üçüncü makale
kervanlara oralardan ika haşarat için yayılırlarmış.
Serabı arkada bıraktık. Ve deniz manzarasını kayıp ettik. Mezru’ (arşınla ölçülmüş.”68 cm.”) toprak başlıyor. Tacura’dan Hams dağlarının müntehasına Serablardan cebele kadar giden Cefare yolu üzerindeyiz. Gayri meskun, gayri mezru’ bir toprak. Fakat hakiki bir kuvveyi inbatiye. Siyah bir toprak ki; Baştan başa, dizlere kadar örtülü. Bir tek ağaç yok. Arap, serbestiyi hareketlerine mani olacağı ve düşmanların saklanmalarına yarayacağı için, ağaçtan nefret ediyor. Yalnız saat ona doğru, yolun ortasında bir hamup (keçiboynuzu) ağacı gördük. Atlarımızdan inmeden, bu hamup’un bol ve iyi gölgesinde dinlendik. Üzeri keçi boynuzu dolu olan bu ağaç, hüdayı nabit idi. Daha binlercesi hep böyle, kendi kendine çıkarak meyve dahi verebilir.
Toprak, ilâ nihâye aynı halde siyah ve otluk. Bu bana Arjantindeki pampa’nın (1) toprağını hatırlattı. Vakit vakit, bazı çadırlara, kuyulara, sürülere, zeytin ağaçlarına rast geliyoruz. Toprak, insanların tevakkuf ve temkin etmiş oldukları yerlerde, pek iyi değil, en iyi yerleri göçebe bedeviler işgal ediyorlar.
Saat on birde Elcesuk Funduk’unda tevakkuf ettik. Zeytin ağaçlarının altında geceledik. Sarışın bir sabahtır. Kendimize bulduğumuz gölgelik gibi tatlı, bir küçük Arap çocuğu, bize çay hazırladı. Görünüyor ki; Bu Araplarca meşhur ve şamil adetlerden biridir. Bir bölük asker geçti ki; Küçük adımlarla, Al-Khums’dan Trablus’a gidiyorlar. Bunlar, Anadolunun daha bıyıksız genç, hülya-dar, vücutlarına iyi gelmeyen yün elbiselere sarınmış, kuvvetli askerleri idiler ki; Bütün mezahime mukavemet ederler. Aylarca kuru ekmek yiyebilirler. Fena suyu içerler. Tıpkı masum çocuklerın bol uykuları gibi, tamam bir uykuyu çıplak toprakların üzerinde uyurlar. Sakin fakat muharebe ateşlerinde müthiştirler. Eğer İtalya buraya hiç gelmeyecek ise, ümit ederim ki; Hiç kan dökülmez. O surette serian teslim olurlar. Aksi halde, bizim mitralyözler, bunların hepsini budamağa mecbur olmayacaktır. Çünkü bunlar ne için olduğunu bilmeden ve bize fenalık etmeği istemeden, gülerek öleceklerdir. Yola çıkmadan bize söylediler ki; San Filippo – Seforsa, yarın Khmus’a gelecek.
Mabadı var
(1)– Amerika cenubinin kısmı cenubisinde, Patagonya’nın şimalinde vaki bir takım ovalara verilen isimdir. Bu ovalar uzun otlarla mestur olup, gerek munis ve gerek yabani halinde birçok at ve sığır sürüleriyle memludurlar. Bu ovaların mecmuu ve daha doğrusu bu vasi ova “la Plata” ırmağıyla “Rio Negro” arasında olup, Bahr-i Muhit Atlası (Okyanus) sahili karibinden And silsileyi cebeline dik mümtedd (uzanan) olur
(kamus el-a’lam)
BÜYÜK ALEV
Pikniklerin asil, çâlâk ve güzel bir davetlisi halini alıyordu. Artık şurasına burasına ibzal kâr bir sefahatle çiçek demetleri sapılarak haz ekülaneyi tesri eden ziyadar bir salonun verdiği rahat ve rehavet ile, asabı sükûnet buluyor. Bu güzel sükuneti ile, aşkın biraz evvelki macera perest, şedit, tehlikeli ve zevki hürriyetle karışık, kahramanane hazzı, tekabül ediyordu. Sevdiği Ferrante’nin refakatinde olmak, onun gözlerinin içine bakarak gülmek; O kadar kalabalığın içinde, hiç o kalabalıktan sıkılıp sakınmayarak, onunla beraber yemek yemek. Tıpkı iki müteehhil aşık gibi. Dudağın ucuyla, gayet yavaş konuşmak, ona yeni, vahşi, zinde, beşeri bir sevinç veriyordu. O kadar ki; Bununla sanki tek afili üzücü, adi, sevilmeyen kalabalık yabancılar içinde geçmiş bir çok onunla yemeklerinin, uzun ve gayur hücumlarla intikamlarını alıyordu. Onda bi şuur, yeni bir tebdil hasıl oluyordu. İçinde topraktan hasıl olmuş bir ademiyet, bir nusviyet, ne kadar göz yaşına kazanılmış bu hürriyet ile, bir mesudiyet his ediyordu ki; Bundan kendi hesabına, ince, nefis bir teenni ile hazzı dünyevisini alıyordu. Ferrante, aşkın derin nazarlarıyla onun ruhunu okuyor. Dudaklarında vahşi ve uzak bir tebessüm hükümran oluyor. Bu tebessüm hükümranı gören Grasia, ona darılmıyor, hiç darılmıyor. Bilakis bundan bir gurur his ediyordu. Kalbinden hafi ve dolu bir his her is kabarıyor, damağında isyan ediyor. Bunun ihtiram ettiklerine karşı bir korku ki, şimdiye kadar hep böyle, daima ihtiram etmiş ve korkmuştu. O anda, o kadar bedahetle his ediyordu ki, o saatte, bütün vaziyeti nüfus faydasız, olanca fedakarlık beyhudedir. Her hangi bir mahrumiyeti ahlakiye ile, onun hakkında dünyanın bütün gufranı ve hıyaneti görünüyor. Bu ali ve muharriş düşünceler, onun ruhunda nasıl vücut bulduğunu, ahlakının münevver levhası üzerinden nasıl geçtiğini, Ferrante takip ediyor. Ve bu tebdil, onun gurur ve cilisini zaferlendiriyordu. Grasia, bir çiçeklikten büyük bir demet aldı. Korkusuz olmayarak, ona takdim etti. Son baharın bir takım olgun çiçekleriyle de mantosunun iliklerini donattı. Bütün bunlarla uzun uzun meşgul olduktan sonra, kokusu anlaşılmak kabil olmayan güzel bir gülü sakıt bir hareket, pür aşk bir nazarla, öyle mahrek ve öyle elektrikli bir nazarla Ferrante’ye uzattı ki; Ferrante bu nazarların tesiratı altında sarardı.
Şimdi intizar salonunda, aşağı yukarı geziniyorlar. Camekanlarla kapalı bazı ufak tefek, hassas ve muktesit yolculara Florance yadigârı şu bu satan dükkanların camları önlerinde, Grasia vakit vakit durarak, o hiçleri seyir etmekten haz duyuyordu. Grasia cevizden işlenmiş Sante Maria del Fiora kubbesi tasvirini Loka’den gelme zeytin ağacından mamul, kapağının üzerinde iki firari bülbül. Fransızca ile, ben tekrar geleceğim, sözü mahkuk, astarı mavi yahut kırmızı samandan örme bir muhafaza içindeki kutuyu satın almak istedi. Şimdi o, daha ilk seyahatinde titiz, saf hararetli bir çocuk olmuştu. Gülerek vagona çıkıyor, aşağı yukarı gidip gelerek, siyah eldivenler içinde biraz sıcak, güzel eller kalpleri gibi seri pür telaş uçuşarak, bulduğu çiçekleri şunu bunu kanepelerin üzerine atıyordu. Ferrante gezinti mahallinde bir cigara içmek için müsaade istedi. O başını sallayarak ve fıkır fıkır gülerek:
- Elbette içiniz. Dedi.
- Ferrante, cıgarayı yaktı. Taş direklerden birine dayanarak, sessiz bi hareket cıgarasını içmeğe başladı. Öyle içerken, vagonun içine öyle bir nazar temlik ve siyanetle bakıyordu ki; sanki orada gözden kaçırılması mümkün olmayan bütün kendi hayatı vardı. Grasia, birden tevakkuf ederek arkasına yaslandı. Başını uzattı, cıgara içen …
- Mabadı var.
MOSKOVA
BİR MEMLEKET… BİR MEMLEKET Kİ BÜTÜN
HIYANETLERLE KARARMIŞ ÜLKESİ
SURU, BURCU VE BÂRÛSÜ – TÜRKLÜĞÜN
HASMI OLAN – BİR EJDERHA GÖLGESİ
“,” “,” “,”
O BELDENİN SOKAKLARI YILANDIR
KIVRANARAK, AÇILARAK SÜRÜNÜR…
RÜZGARLAR KARANLIK BİR DUMANDIR;
PASLI, BOĞUK ÇAN SESİNE BÜRÜNÜR…
“” “” “”
BİR GÖZ YAŞI VE KAN NEHRİ BÜYÜK ÇAR –
SARAYININ ZİNDANINA AKIYOR
KÖLELERİ KIYAM ETMİŞ TİMSAHLAR;
ASIRLARIN UMMANINA BAKIYOR…
<*> <*> <*>
BU ŞEHİRDEN NEFRET DUYAR HAYALİM.
MAZİLERDE O BELDENİN MÜFTERİS
BULUTUNDAN KARARMIŞTI HİLALİM
RUHUMDA VAR “MOSKOVA”YA KANLI HİS!
“” “” “”
ASIRLARDAN BİR SES DUYDUM; DİYOR Kİ:
– DİNLE BENİ, EY “MOSKOVA” PRENSİ!
BEN <<TURAN>>IN SAYHASIYIM; EY ESKİ
<<ALTIN ORDU>> HAKANININ KÖLESİ!
“,” “,” “,”
UNUTMUŞTUN BENİ; FAKAT BEN VARDIM.
TUFANIMIN İSMİ BUDUR: <TÜRK – MOĞOL>!
İNTİKAMIN TANRISINA YALVARDIM:
EY KUDUZLAR MEMLEKETİ, HARAB OL!
21,Kanunuevvel,1330
Enis Behiç (Koryürek)
Mondros Muharebe-i Bahriyesi
İkinci devri senevisi
5 Kanun-ı sani
Erbab-ı tetebbu (etraflıca inceleme) hafi (gizli saklı) değildir ki: (tarih)’in kendine mahsus bir mantığı vardır ve bu mantık, bizim aramızda cari (cereyan eden) olana benzemez; aynı hataların, aynı felaketlere müncer olması, bu mantık-ı ahkamın (hükümler) değişmez bir neticesidir.
Tarihin, her şeyin fevkınde bir ehemmiyet-i mahsuseye malik olmasına en büyük sebep de bundan başka bir şey değildir; Tarihini unutanlara bi’z-zat tarih, ihsas-ı mevcudiyyet (varlığını hissettirmek) edecektir!
Vakia tarihiyyenin ihyasından müstefid (faydalanan) olmayan hiç bir meslek yoktur. Çünkü her mesleğin bir tarihi, ve bu tarih de esbab-ı (vasıtalar) sabiteden mütevellid (meydana gelmiş) muvaffakiyat veya adem-i muvaffakiyatı vardır. Ba-husus(hususiyle/en çok) askerlik aleminde tarih, en doğru bir rehber-i harekat vardır : Tarih-i vakayiden (olaylardan); tarih-i harp tarihinden; ve fenn-i harp (savaş tekniği) ise tarih-i harbden müştakkadır (türemiş/türeme) Bil-cümle orduların, donanmaların, eslihanın (silahların), ta’lim ve tehziblerin (düzeltmelerin) terakkiyatı bir gün muzaffer olmak gayesine ma’tuf(eğilmiş) değil midir? Öyle bir gün ki muzafferiyet, vesait-i harbiyenin en iyi şerait altında sevk ve idare olmadığı taraf da arz-ı didar eder. Bu sevk-i idare dahi vakayi maziyenin tetkik ve tetebbu’ndan iktisap-ı kuvvet eylemiş bir (idare) ye muhtactır.
Kendine mahsus mantık ile münakaşa edildiği surette, ders-i ibret vermeyecek hiç bir (hadise) yokdur; Bu hadise ister büyük, ister küçük olsun… hezimet, daima hezimettir; yani bir hezimetin takdirinde, fenn-i harp, zayiatın mikdarını mizan olarak kullanamaz: öyle bir sahne-i muharebe olur ki burada iki sefine-i harbiye karşı karşıya geçer; bir müddet çarpışır, sonra az veya çok hasarat (zararlar/ziyanlar) ile yekdiğerinden ayrılır… Yine öyle bir sahne-i muharebe olur ki iki muazzam donanma karşı karşıya geçer; bir müddet çarpışır; tarafeynden bir kamilen (noksansız) gark ve esir olur… Fenn-i harb nazarında bu iki mübarezenin (savaş/kavga) hutut-u esasiyyesi birdir; zayiatın derecesinden ancak harb müteessir olur. Zira, fenn-i harbin, her güna harekat-ı harbiyede icrayı te’sir eden bir takım kavaid-i sabitesi (belirli kurallar) vardır; ve en küçük bir (vuku’) nun dahi be-heme-hal (mutlaka) (muvaffakiyet) veya (hezimet) gibi iki müntehaden (nihayet bulmuş/son derece) birine merbut (bağlı) olacağı tabi’dir. O halde vukuanın bu kavaid-i sabiteye göre münakaşası kabul olabilir. Bu cihetle, tetebbu ve münakaşa esnasında mutlaka muazzam vuku’lar aramaya mecbur bulunduğumuzu zannetmekle ve hiç bir hadise-i harbiye istisgar (küçümseme) ve binaen aleyh istihfaf (önem vermeme/hafifseme) edilmemelidir.
Mesleğin, düne kadar imtidad (uzun sürme) eden ve yarın, bu günü de havza-i ( bir hükümetin idaresi altında bulunan ülkelerin bütünü) hükümranisine alacak olan mazisini daima hatırlamanın bir çok faideleri daha vardır : (muhakeme) , hatıratın tahüşşüdüyle (biriklemeler) kuvvetlenir; o zaman bu heyet-i mütehaşşide (biriken/toplanan) (tecrübe) derler. Mamafih, bir şahıs, ömr-ü mahdudi (sınırlı ömür) içinde yalnız kendi (tecrübe)’lerine istinad edemez; ederse muhakeme o kadar zaif (zayıf) na-tüvan (zayıf/kuvvetsiz) kalır ki bir müfid-i semere (faydalı netice) vermesi mümkün değildir. Her şahsın muhafaza-i hatıratında bir çok eşhasın (kişiler/kimseler) tecaribi (tecrübeler) gayri ihtiyari olarak- toplanmışdır. Bu mütearife-i (gerçekliği apaçık) vicdaniye, denizcilikle tatbik edilince daha şamil (kaplayan /çevreleyen/içine alan) bir kıymet alır; derler ki: ”Bir gemici yüz yıl yaşasa yüz birinci yıl içinde o ana kadar görmediği bir hadise karşısında bulunabilir.” Bu fikirden de şu netice çıkar : Muhakememiz sırf kendi tecrübelerimize kasre (kısaltma/ kısa kesme) çalışmak, melekat-ı akliyyemize (akıl melekeleri) an-kasdin (bile/bile-isteye/isteye) reva gördüğümüz bir zulmdür. Madem ki ihya-yi hatırat (hatıraları canlandırma) tarikiyle (yoluyla) her geçen tecrübeye bil-sehvle (yanlışsız) tasarruf edebiliriz, o halde , işte tarih!
Bundan başka, tabi’ beşerde iyiliklere, büyüklüklere karşı meknuz (hazinede saklı anlamında) olan muhabbet ve takdir, cereyan-ı tabiiyyesiyle arzu-yi taklide müntehi (sona erme) olur.Ke-zalik (bu da öyle) insan, irtikab edilmiş hatıralardan , ancak o hatıraların mahiyet ve netayicini (neticeler) bilmek tarikiyle ictinab (sakınma) edebilir. Karanlık bir yolun ortasında, üstü has ü haşak (çerçöp) ile örtülmüş bir hafire (yer çukuru/mezar) var; bundan evvel bu yoldan geçenler, bu çukura düşmüşler, mahvolmuşlar ve kendileriyle beraber mensub oldukları milletin şan ve şerefini de sürüklemişler; şimdi, bende o yoldan geçmeye mecburum; bana bu zulmet-i amike (derin) içinde, hafire-i felaketin mevki’ni gösterecek bir nur, bir rehber yok mudur?
Mülahazat-ı anife (gençlik çağının başındaki düşünceler) , (Mondros) muharebe-i bahriyesinde, tarafeyn kuvveti ile husule getirilen neticenin küçüklüğüne istinaden bir kıymet-i esasiyye tasavvur edemeyen muarrızlara (karşı gelen), dikkatle mutalaye layık bir cevap olmak üzere irad edildi; bundan fazlasının söylemek makalenin değil, belki bir kitabın vazifesidir. 328 harbinde (hakimiyet-i bahriye) ‘nin bize derece-i lüzumu, harb-i umumide Almanya’ya olan lüzumundan az değildir; Balkan harbini gaib (kayıp) ettiren en büyük amelin bulunduğunu takdir etmeyen kalmadı. İhtiyacımız bu kadar kati’ olan (hakimiyet-i bahriye)’yi, işte o küçük filo kazanacakdı. Bu cehle filonun ehemmiyeti de o zaman için fevkalade büyümüşdü. Sonra bu filo, 3 kanun-i evvelde (Bozcaada); ve 5 kanun-i sanide (Mondros) muharebelerini icra etti; her ikisinde de Bahr-i Sefid (Akdeniz) kontrolünü elde edemedi; demek oluyor ki ehemmiyet-i azime bu iki muharebeden bil-hassa sonuncusuna yüklendi. İngilizler, (Trafalgar) muharebesinin İngiltere’yi kurtardığını nasıl müftehir-ane (övünerek) iddia ediyorlarsa Yunanlılarda (Mondros) muharebesinin Yunanistan’ı kurtardığını aynı iftihar ile ilan ederlersa asla gülünç olmazlar.
O halde , Mondros muharebesi ciddi bir tetkike şayestedir ; ve bu tetkik şimdiye kadar hakkıyla icra edilmemişdir; hatta bu makale dahi tetkik ve münakaşanın derece-i matlubesine (istenilen,aranılan şey) mütehammil (tahammül eden) değildir. Ma-haza (bununla beraber) biz, hezimet-i bahriyemizin sene-i devriyesi münasebetiyle ihya-yi hatırat kabilinden olmak üzere kaleme aldığımız bu satırlarda, atiyen (gelecekte/ileride) yürütülecek vasi’ (geniş) bir muhakemeye esas teşkil edebilecek bazı hutut-u esasiyye çizebiliriz.
Makaleme mevzu’nun tarz-ı cereyanı itibariyle-evvel emirde şu ünvanı vermiştim : (Fenn-i harb-i bahri nazarında Mondros Muharebesi)! Sonra bu namı pek ziyade Bala-pervazane (yüksekten uçan/atıp tutan) bularak derhal sildim ; Zira, 328 felaketinin yad-ı hatıratıyla hala dil-figar (gönlü yaralı olan) olan kar’ilerim o zaman bana demeye hak kazanırlar idi ki : Madem ki muharrir (yazar/yazı yazan) amiral bu derece fenn-i harbi bahriye vakıfdı, o halde niçin Mondros da mağlup oldu?… ”ve yazmakla yapmak arasında geçilmez bir uçurum bulunduğunu ben şu aciz kalemimle nasıl anlatabilirdim?…
Fenn-i Harb-i Bahri diyor ki:
Muharebe (istihzarat-ı harbiye) devresinde kazanılır.
Şimdi bu nazariyeyi Balkan harbine tatbik edelim : Görüyoruz ki İtalya harbi hitam bulmadan Balkan harbi başladı; Yani Balkan harbini sulh ve sükun içinde geçen bir istihzarat-ı (hazırlıklar) harbiye devresi hazırlamadı. Binaen aleyh nazariyenin aksi tahakkuk (gerçekliği anlaşılmak) etti :
Hazırlıksız muharebe kaybedilir!
Hükümet-i Osmaniyenin ananevi bir mahiyet almış siyaset-i bahriyesine taalluk eden bu mebhasda(arama/araştırma yeri) daha ziyade tevaffuf (tesadüfler sonucu) mevzu’un haricinde olduğu cihetle, doğrudan doğruya Yunan harbine nakl-i kelam ediyorum. Fenn-i harb, herhangi bir seferi piş-i münakaşaya çekerken evvela iki mühim noktayı nazar alır ki bunlardan birincisi (maksad-ı esasi), ikincisi (umumi plan) dır. Balkan seferi, mahiyeti itibariyle netice-i katiyyenin karada taayyün (meydana çıkma) edeceği bir harb olduğundan bunun safahat-ı (safhalar) bahriyesi ancak bir ehemmiyet-i taliyeyi (sonradan gelen/ikinci derecede olan) haiz idi ve bu sebebden harbin heyet-i umumiyyesine nisbetle deniz sahnesinde vaki olan harekat ve teşebbüsat asla(aslına) teferru’ (kökünden ayrılma) ediyordu. Ma-haza biz deniz sahnesini başlı başına tetkike alıyoruz ; ve işte buna binaen der ki ta’birat (tabirler) ve ıslahatımızda kara ve deniz harekat-ı harbiyesi arasında ki izafeti (bağı) hazf (yok etme/silme) ve ihmal ediyoruz.
Yunan hükümetine karşı icra ettiğimiz harekat-ı bahriyede esas maksadımız ne olabilirdi?
Akdeniz de kati’ bir hakimiyetin te’mini…….(1)
Bu hakimiyetin te’minine mümanaat (engel olma/önleme) eden kuvvet Yunan filosu idi; Şu halde, maksadın ta’yininden sonra (ana hedef) kendi kendine aşikar oluyordu:
Yunan filosunun amelden iskatı (düşürmek/düşürülme)……(2)
Bu emelin kuvveden fiile gelmesi ise bir şey’in vücuduna mütevafıkdı (uygundu):
Umumi plan…………………………………………….(3)
Birinci ve ikinci hükümler, her memlekette (Erkan-ı harbiye-i umumiye) ‘nin ita’ (ödeyeceği) şeylerdir; Lakin umumi plan, maksad ve hedefe nazaran, onu icra edecek kısmı askeri tarafından yapılmak lazım gelir. Bugün sevkü’l-ceyş (karargah), kavaid ve nazariyat kelimesiyle ta’biyeden (askeri yerli yerine koyup hazırlama/ tertip etme) büyük bir heyet ve ehemmiyet iktisap eylemişdir. Üssü’l-harekeden kalkıp düşman üssü’l-harekesine gitmek bir (plan) değil , bir (filo seyri) meselesinden ibarettir. Umumi plan odur ki : düşman filosu, icra edilen harekat ve teşebbüsat muhtelife sevkiyle kendisi için en ziyade gayri müsaid ahval ve şerait tahtında muharebeyi kabule mecbur olur. Bu, ale’l husus ma-dun (alt-aşağı derece) kuvvetler için, gayet narin ve müşekkel (şekle konulmuş/gösterişli) bir işdir. Umumi plan, ekseriyetle tali üssü’l-harekelere ihtiyac hissettirir, bu üssül harekeler ise ufak ve hususi muharebeleri intac (neticelendirme) eder ki bu husus muharebelerde (tali hedef)’leri tevlid eyler. Fenn-i harb-i bahrinin bu en basit nazariyatı hakkında şu fikr-i mücmeli (kısa ve az sözle anlatılmış verdikten sonra, münakaşamıza başlamak imkanı hasıl olmak için 328 harbini suret-i umumiyede hatırlamak lazımdır:
Harbin ilk safhasında ordu-yi Osmanlı, Bulgar tecavüzatı önünde Çatalca hattına çekilmişdi; cenahları denize müntehi olan bu hatt-ı müdafaa, sefain-i harbiyenin muavenetine arz-ı ihtiyac ediyordu. Bu sebebden, Osmanlı filosu Akdeniz’i Yunan filosuna açık bırakarak (Marmara) ve (Karadeniz) de icra-yi harekata mecbur olmuşdu. Bu esnada ise Yunan filosu (Bozca) ve (Limni) adalarını işgal eyledi
Payi tahtın müdafaası esnasında iki ufak adanın sukutu( düşmesi), nazar-ı dikkati celb edememişdi; Halbuki bu keyfiyet, atiyen icra edilecek hareket-i bahriyenin Yunan filosu lehine olarak neticeleneceğine delil idi. Bunu biraz daha izah edelim:
Yunan filosunun ana üssül harekesi (falre) ve şimali Arşipel (adalar denizi) de ileri üssül harekesi de (sira/siros) limanları idi; Osmanlı filosunun ana üssül harekesi (Marmara) ve adalar denizine doğru ve ileri üsslü harekesi de (Mondros) olabilirdi. Yunan filosu, saha-i seyrini hasmının kara sularına yaklaşdırmak isterse onun ileri onun üssül harekesini yani (Mondros) limanını ele geçirmeliydi; Osmanlı filosu içinde ilk zapt olacak nokta (sira/siros) olmalıydı.
Yunan filosu daha evvel davranarak Limni’yi ve binaen aleyh (Mondros) limanını elde etti; ve Osmanlı filosu Kum kale -Seddülbahr hattının birisinde kapandı. Bu vaziyet, Yunan bahriyesinin muharebe planının tanzimini ne derece teshil (kolaylaştırma) ettiyse Osmanlı filosunun harekat-ı harbiye planını o derece müşkülata giriftar (düçar) eylemişdi. Mondros da aram (durma/dinlenme/yerleşme) eden kısmı külliye istinaden seriü’s seyr(hızlı giden) bahriler ve botlar, her zaman boğaz müdhalini tarassud(gözlemek) ederek Osmanlı filosunun boğaz haricinde hiç bir hareket icra edememesini te’min edebilirdi. Mondros, Yunan denizlerini ta boğazın 45 mil mesafesine kadar her türlü tehlikeden azade bırakdırdı ki eğer Sira/Siros, Osmanlı filosunun eline düşmüş olsaydı bu vaziyet-i müsaadeye hükümet-i Osmaniyye mazhar olacakdı; o zaman Yunan filosu Falre (yunanistan limanı) kapanacak ve Osmanlı muharibleri Yunan adalarını ve boğazları hattı Falre limanını daima karakol altına alarak diğer tarafdan şimali Arşipel (ege denizine verilen ad) Osmanlı nakliyyat-ı askeriyesine açık kalacakdı.
Denilebilir ki: Sira/Siros açıklarında vukua gelecek bir muharebe-i harbiye, Osmanlı ana üssül harekesinden uzak düşeceğinden, Osmanlı filosunun hafif bir mağlubiyeti, kati’ hezimete müncer olabilir, fakat bu, Mondros’u işgal ederek ana üssül harekesinden aynı mesafede uzaklaşan Yunan filosu içinde varid (vasıl olan) değil midir?
Eğer,Osmanlı muharip ve torpido bot filosunun zaifi (kuvvetsiz) ve (sekavet) denilen sınıfına mensub sefainin yokluğu Osmanlı filosunu (Sira)yı işgal ve ona istinadden (dayanmak/güvenmek) men’ ediyorsa, hiç olmazsa (İmroz-Limni-Bozcaada) hattı muhafaza olunmalıydı.
Aid olan makamat-ı aliyyece (yüce makamlar) nazar-ı ıtla’ya(bildirme) alınmış olduğunu farz ettiğimiz bu mülahazatın bi’l-fiil tatbikine , Bulgar ordularının süratle Çatalcaya doğru akmasıyla donanmanın sahne-i harp de inan-ı (yürütme/idare etme) istiklalini ele alamaması mani’ olmuşdur. Bundan sonra baş kumandan vekaletinin ilk hatası olmak üzere donanma kumandanının tebdili nazar-ı ibrete çarpıyor ; buna ise hiç bir sebeb harbi yok idi; yerine getirilen ikinci kumandan dahi selefinin izini takip etmiş ve Yunan filosuyla karşılaşmazdan mukaddem (önce) (bir harbin donanma-yı hümayunun zararına bir neticeye iktiran (yaklaşma) edeceği) mütalaasında (düşünce) bulunduğunu 11/12 kanun-i sani sine 328 tarihli raporda itiraf eylemişdi. Kumandanın bila-sebeb tebdili için pek mühim bir sebep harbi olmak lazım gelir; teferruat üzerinde ki ihtilaf-ı efkar (fikir ayrılıkları), hiç bir vakit, buğz ve adavet (düşmanlık) mertebesine çıkmamalıdır; (Nazım paşa), kendi kumandasında bulunan kuvve-i askeriyyenin iki büyük hezimetini gördükden sonra dahi baş kumandan mevkı’nde bulunduğu halde, donanma kumandanı, daha düşmana bir top atmadan nasıl gazel edebilirdi ki?
Filonun iki kumandanı, selefinin itirazatını bir kere daha dermiyan eyledikten sonra 3 kanun-u evvelde boğazdan çıkmış ve (Bozcaada) muharebesini vererek avdet eylemişdi; bu çarpışmadan eğer Yunan filosu mağlup olduysa Tuğamiral Pavlos Kountounotis (donanma reisi) ; ve şayed Türk filosu münhezimen (bozguna uğrayarak) ric’at (geri çekilme) ettiyse Türk filosu kumandanının azli veya mesuliyeti lazım gelirdi; Bunların ikiside vaki olmadığına göre-ilk kumandanı bila-sebeb azl eden makamın nazariyesince- Bozcaada muharebesinde muzafferiyet ve mağlubiyetin tahakkuk edememiş olduğuna inanmak gayet tabidir! Ve bil tesadüf, hakikat-i hal dahi bundan başka bir şey değildir.
3 kanun-u evvelden, Mondros muharebesinin yevmi icrası olan 5 kanun-u saniye kadar takriben bir ay geçmişdi; bu müddet zarfında baş kumandanlıkla filo arasında cereyan eden muharebat, fenni olmakdan çok uzakdır. (Battle of Lissa) hezimetinden evvel İtalya hükümetinin amiral Carlo Pellion Di Persano’ya; (Trafalgar) mağlubiyetinen evvel Fransanın amiral Pierre de Villeneuve; (Santiago de Cuba) bozgunluğundan evvel ispanya’nın amiral Pascual Cervera, biri birini müteakib vermiş oldukları emirler, hükümet-i Osmaniyye baş kumandanlığı tarafından-fakat daha şedid (şiddetli) cümlelerle- mütamadiyen tekrar edilmişdir; ve şayan-ı dikkattir ki, bütün o emri alanların neticede giriftar olmakdan kurtulamadıkları inhizama (bozguna uğrama/yenilme), Osmanlı filosu da (Mondros) da uğramışdır.
(Türkiye-Yunan tarihi harb-i bahriyesi) suret-i resmiyyede intişar ettiği zaman, Türk filosunun bir faideli harp planı yapıp yapmamış olduğu taayyün (ortaya çıkma) edecektir. Ma-haza vukuat, bu planın değil, belki ( merkezden verilen o emrin icrasına filonun mecbur edilmiş olduğunu izhar ediyor. Fi’l- hakika (gerçekten/doğrusu muvazzıf (vazifelendirilen) ve mütekaid (emekli) emre ve zabıtan-ı bahriyenin cem’iyle İstanbul’da in’ikad (toplanma) eden meclis-i mahsus, 27 kanun-u evvel sene 328 tarihli mazbatasında ! (…….sabahleyin gayet erken hareketle Yunan donanmasının üssül harekatı olan Mondros limanına teveccüh ve mezkur limandaki düşman te’sisat -ı bahriyesinin tahribi olunması ve bu esnada düşman donanması mazhar ederse mahv -u -tenkiline (uzaklaştırma) çalışılmasını tezekkür (hatıra getirmek/bir meseleyi konuşma) etmiş ve bu karar, kema-fi’s-sabık (eskisi gibi) o emr ve ihafat (korkutma/korkutulma) ile karışık donanmaya tebliğ olunmuşdu.
Bu meclisin yevmi inkadından dört gün sonra, (Hamidiye) kruvazörü na-gehan(ansızın) donanmadan ayrılarak meşhur ve ebedi sergüzeştini taharriye (araştırma) başladı; bu (Sira/Siros)’nun bombardımanıyla (Makedonya)’nın tahribini müteakib, baş kumandan donanmaya ita'(vermek) ettiği son emirnamede : (Osmanlı filosunun be-heme-hal (mutlaka) muharebe ederek ya batmasını veya muzaffer olmasını) suret-i kati’de beyan etti.
Buarada (Mondros) muharebesini (ta’biye=askeri tertip etme) nokta-i nazarından münakaşayı bi-lüzum ad ederim; zira ne zaman ne de makalenin hacmi buna müsaid değildir. Donanma kumandanı bad’del-harb (savaştan sonra) diyor ki;
”……….Memleketin nef’ine (yararına) hadim (hizmet eden) bir surette tertib ve tasvir edilen planlara mugayir (aykırı) ve zıdd olarak donanmanın hal-i hazırına vukufsuz (olduğu gibi durma) gayri mes’ul zevatın mazbatalarına müstenid (dayanan) harekat-ı harbiye icrasına sevk ve icbar (zorlama) olunmayaydım, yine düşmanla harb etmekle beraber donanmayı hümayunun kıymet-i harbiyesi hali hazırı derekesine (en aşağı kat) düşmez idi.”
Demek oluyor ki: donanma, memleketin nef’ine (yararına) hadim bazı planlar tertip ve tasvir eylemişdi; bu gayri mes’ul zevatın ber-vechi-bala (üzerine) mazbatalarında muvaffık (uygun/yerinde) gördükleri hareket, bu planlara mugayir ve zıd idi. O halde baş kumandanlığın fikr ve mülahazasından donanma kumandanlığının haberi yokdu. Bir amiral, icrasına me’mur olduğu hareket-i harbiyenin gaye ve maksadına vakıf olmadıkça o harekette muvaffık olmak ne dereceye kadar mümkündür?
İşte bu (5 kanun-u sani) de ikinci senesini ikmal eden (Mondros) muharebe-i bahriyesi, Hülasaten bu esbab sevkil ceyşiyyenin (karargahın) mevlüdüdür. Mondros muharebesinde şehid olan bahriyeliler, muharebe-i mezkureye iştirak edenlerin en bahtiyarı imişler ki bu hezimetin vatan için ne kadar feci’ neticeler tevlid eylediğini göremediler; ruh-u mağfurları şad olsun.
Bize yaşayanlara gelince : Balkan hezimetinin kuva-yi askeriyyemize nasıl bir suret-i teceddüd (yenilenme) üflediğini bugün karada ve denizde ihrac edildiğimiz muvaffakiyetlerle anlıyoruz. Tarih-i umumiyyenin kurun (zaman/asır) icrasını kapayarak yeni, pek yeni bir karn (yüz yıllık zaman) açmak isti’dadında (kabiliyet/akıllılık) olan harb-i hazırdan sonra (Türkiye) karanın ve denizin muazzam bir hükümeti olmak sıfatıyla tekrar makam-ı bülend kadimini ihraz (elde etme/kazanma) ettiği zaman, mazinin siyah sahifelerini birer birer çevirecek ve o vakit milletin kitab-ı mevcudiyyetini şaibedar den matemli satırların birer birer silindiği ferahlı günlerde mütevaliyen (ard arda) hulul (meydana gelme) edecektir; Yaşasın Osmanlı donanması!
MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN
Muharebenin Zayiat-ı Bahriyesi
Bütün dünyayı alt üst eden harb-i umumi başlayalı beş aydan fazla oldu. Bu müddet zarfında muhariblerin kuva-yi harbiyeleri pek büyük zaya’ (elden çıkma/yok olma)düçar olduğu gibi donanmaları da epey zararlara uğradı. Muharebenin ibtidasından beri, orduların sufuf (sıralar/diziler)-u harbiyesinde, azim-i boşluklar husule getiren, telefatın yekünleri ceraid-i yevmiye tarafından neşr edildi. Bizde donanmaların gerek sefain, gerek insanca uğradıkları zayiatı hulasa etmek istiyoruz. Kıymet-i harbiyyeyi haiz sefainden zayilerini resmen ve katiyyen tahakkuk edenler, tanzim ettiğimiz cedvele idhal (dahil etme) ettik ise de batan gemilerden bazılarının mürettebatından ne kadarının telef olduğuna dair kati’ malumat neşr edilmediği için bi’t-tabi takribi erkam (yazılar/sayılar) iktifaya (yetinme/kanaat etme)mecburiyet hasıl oldu. Bilhassa muhtelif mevkide gark olan Alman gemilerinden insanca ne kadar zayiat vuku bulduğu hakkında Almanya hükümeti tarafından henüz resmi cedveller neşr edilmemiştir. Bu babda yalnız İngiliz menabinden gelen haberlere istinaden hesap yürütülmüştür. İngiltere donanmasının efrenci (Avrupalılara mahsus/onlarla ilgili) 11 teşrin sani tarihine kadar zabıtan ve efrad cihetle uğradığı zayiatın, resmi bir cedveli intişar ettiği için, miktarı tamamen ma’lumdur. Bu tarihinden sonra vuku bulan telefatın müfredatı henüz neşr edilmemiş ise de ehemmiyetli olanları İngiliz tebliğ-namelerinden alınmıştır.
İNGİLTERE :
İSİM TON SÜRAT TOP TELEFAT
ZIRHLILAR :
HMS Audacious 23400 21,5 10 ad.34,3 778
Bulwark 15250 18,5 16 ad. 10,2 500
Formidable 15250 18,5 4 ad. 30,5
12 ad. 15
18 ad. 7,6
ZIRHLI KRUVAZÖRLER :
Good Hope 12300 23,8 2 adet 23,3 52 zabit 867 nefer
16 ” 15
12 ” 7,6
Aboukir/Cressy/Hogue 12200 21,8 2 adet 23,4 25 zabit 502 nefer
22,5 12 adet 15 25 zabit 535 nefer
22,1 12 adet 7,6 12 zabit360 nefer
Monmouth 9950 23,9 13 adet 15 42 zabit 693 nefer
8 adet 7,6
KRUVAZÖRLER:
Hawke 7820 19,5 2 adet 23,4 28 zabit 499 nefer
10 adet 15,2 12 adet 5,7
Hermes 5700 19,5 11ad.15,2 1 zabit 21 nefer
8 ” 7,6
Amphion 3500 25,4 10 ad. 10,2 1 zabit 143 nefer
Pathfinder 3000 25,3 9 ad. 10,2 9 zabit 250 nefer
Pegasus 2200 20 8 ad. 10 2 zabit 32 nefer
TORPİDO VE GANBOTLARI :
Speedy 810 16 4 ad.7,5 0 zabit 1 nefer
Nijer 820 22 2 ad. 12 0 zabit 15 nefer
4 ” 4,7
TAHTÜL BAHRİLER :
A.E-1 710/725 16/10 2 adet 76, 3 zabit 25 nefer
3 ad. 53 santimetrelik torpido kovanı
E-3 A.E.1 ‘ir aynıdır 3 zabit 20 nefer
D-5 550/610 15/20 1 adet 7,6 3 adet 45 cm.tor.kov.1 zabit 20 nefer
İngiltere’nin kaç torpido muharibi kaybettiği henüz suret-i kat’iyye de malum değildir. Fırtına ve karaya oturma suretiyle iki muharibin battığı ve ahiren Alman donanmasının İngiltere’nin sevahil-i şarkıyyesine karşı icra eylediği taarruzda iki veya üç muharib daha gark eylediği telgrafnamelerle tebliğ olunmuşdu. Ayrıca bazı muavin kruvazörlerle eski bir mekteb sefineside bu hesaba dahil değildir.
Bu sefainden ma-ada İngilterenin sabih (yüzen/yüzücü) torpiller toplamak üzere techiz eylediği bir çok küçük balıkçı vapurları da gark olmuştur. Bu gemilerin mürettebatı da asakir-i bahriyeden idi. Yukarıki cedveldeki telefattan ma-ada (HELİGOLAND) muharebe-i bahriyesinde (Belçika) sahil muharebatında ,(Anvers)’in müdafaasında, Afrika ve Amerika denizlerinde vukua gelen muhtelif müsademat-ı (çarpışmalar) bahriyede bir çok İngiliz bahriye askeri daha telef ve mecruh olmuşdur. (Odysseus, Bullwark /Formidable) zırhlılarının mürettebatından telef olanlar dahil bulunmamak üzere harbin ibtida-i ilanından 11 teşrini sani (kasım)’ye kadar zabıtandan : 37 yaralı 5 gaib(kayıp) , 220 telef ve ifraddan : 436 yaralı 968 gaib 4107 telef vuku bulmuşdur. O zamandan beri geçen iki ay zarfında ise bu zayiatın yarı misli daha arttığı hiç şüphesizdir. Çünkü yalnız (Bullwark) ile (Formidable) zırhlılarından 1300 kişiye yakın telefat vuku bulmuşdur.
ALMANYA :
İSİM ton sürat top mürettebat
ZIRHLI KRUVAZÖRLER : 8 adet 21
Scharnhorst 11600 23,8 6 ad. 15 764
Gneisenau 11600 22,5 18 ad. 8,8 764
Yorck 9500 21,4 4 ad. 21 633 kişiden 282
Cöln 9500 21,4 10 ad. 15kurtarılmış
Mainz 4350 27,2 12 ad. 10,5 389
Magdeburg 4550 27,6 379kısmi azamı tahlis edilmiştir.
Emden 3650 24,1 ” 361
Leipzig 3250 23 10 adet 10,5 303
Muzenberg 3470 24 10 ad. 10,5 322
Ariadne 2650 22 10 ad. 10,5 275
Hela 2040 19 3 ad. 8,8 191
6 adet 5
(mov) ganbotu 650 9,5 3 adet 3,7 102
MUHARİBLER:
187 numaralı 656 32,5 2 adet 8,8 83
3 ad. 50 santimetrelik torpido kovanı
S 110 S116 420 27 3 adet 556
S117 S118 3 ” 45 santimetrelik
S 119 numara torpido kovanı
TAHTÜL BAHRİLER :
U- 15 / U- 18 Alman tahtül bahrilerinin eb’adı (uzunluk), sürait hakkında kati hiç bir malumat mevcud değildir.
Bundan ma-ada Almanya ( ÇİNG TAO )da bulunan (S- 90 ) numaralı torpido muhribiyle kıymet-i harbiyeden mahrum ganbotlar daha gaib (kayıp) etmiştir.Alman gemilerinin (Yorch) ile (Magdenburg) dan ma-adası hep açık denizde düşmanla çarpışarak gark oldukları cihetle mürettebattan ne kadarının kurtulduğu tamamen ma’lum olamamışdır. (Falkland) muharebesinde batan dört kruvazörün 2153 kişiye baliğ olan mürettebattan 21 zabıt 186 neferin tahlis edildiğini İngiliz tebliğnameleri yazmışlardı.
Heligola muharebesinde gark olan (Köln, menz, arpiyadne) kruvazörleriyle 187 numaralı muhribin mürettebatından pek az kişi kurtulmuştur. Kahraman (Emden) in ise 361 kişilik efradından iki yüz telef olmuştur. Bir ingiliz tahtül bahrinin batırdığı ( S 116) numaralı torpido muhribinin mürettebatından dokuz kişi gark olmuştur. 17 teşrin evvel efrencide flemenk sularının kısm-i şimaliyesinde İngilterenin (undont) kruvazörüyle dört büyük İngiliz muhribi tarafından gark edilen S 115 , 117, 118, 119 numaralı dört muhribin223 kişiye baliğ olan mürettebatından 39 kişi kurtulmuştur. Her halde batan Alman sefain-i bahriyesi mürettebatının kısm-i azamı maktul ve magruk (batmış/batık) olduğuna göre Alman bahriyesi şimdiye kadar takriben dört bin kişi gaib (kayıp) eylemiştir.
Muhariblerden diğerlerinin zayiat-ı bahriyesine gelince :
RUSYA:
isim ton sürat top telefat
KRUVAZÖRLER ; 2 adet 20,3 593
Pallada 8000 21 8 ad. 15 2 ad. 20,3 22 ad. 7,5 593
Zhenchug 3180 24 8 ad. 12 6 ad. 4,7 261
GANBOTLAR :
Kobaneç 1250 12 2 ad. 20,3 1 adet 15 6 ad. 4,8
Doneç 1250 12 2 ad. 20,3 1 ad. 15 6 ad. 4,8
Rus donanması bir iki torrpido ile biri büyük ikisi küçük üç tane torpil gemisi gaib (kayıp) eylemiştir. İnsanca telefatın miktar-ı takribisi 1000 mütecavizdir.(aşan)
AVUSTURYA:
Zenta 2350 20 8 adet 12 ?
Kaiserin Elisabeth 4000 19 8 adet 15 ?
Bunlardan ma-ada bir torpido daha gark olmuştur. Her iki sefinenin 300 ve 424 kişiden ibaret olan mürettebatından ne kadar telefat olduğu malum değildir. (Kaiserin Elisabeth) kruvazörü (TSİNGTAO) da bulunmakta idi.
JAPONYA :
Diğer muharib devletlerden Japonyanın (TSİNGTAO) önündebir iki torpido muhribi ile (TAKACHİHO) ismindebir kruvazörü gark olduğunu telgraflar haber vermişti. Bu kruvazör 3700 ton cesametinde 18 mil sürati haiz, sekiz adet 15 ‘lik altı adet 4,7’lik toplarla mücehhez idi. 1895 senesinde inşa edilmiş olup muvazzzaf (görevlendirilmiş) filodan çıkarılmış, mektup sefinesi hizmetini görüyor idi.
FRANSA:
Fransa’ya gelince : fransız donanmasından bazı torpidoların karaya oturmak ve müsademe etmek suretiyle gark oldukları şayi'(duyulumuş) olmuşdu. Kahraman (Emden) Rusya ‘nın (JEMCUG ) kruvazörüyle beraber bir de Fransız torpido muhribi batırmış, (köri) ismindeki tahtül bahri de geçenlerde Avusturya’nın (Pula) limanı önünde gark olmuştu. Battığı musirren (inatla) rivayet edilen 23500 tonluk (gorba) dretnotunun keyfiyet garkı sahih ise şimdiye kadar bahren en az zayiat ve telefata düçar olan Fransa da bu suretle epey bir zarara uğradığı aşikardır. Diğer donanmaları bir tarafa bırakarak bahren en mühim zarara uğrayan İngiltere ile Almanya’nın zayiatını mukayese edersek atideki (gelecekteki) neticeye dest-res (elde etmek) oluruz:
ALMANYA İNGİLTERE
ZIRHLI 0 3
ZIRHLI KRUVAZÖR 3 5
KRUVAZÖR 7 5
GANBOT 1 2
TAHTLBAHR 2 3
TORPİDO SEFAİNİ 6 6 ?
tona cihetile yekun 62,586 14,570
Bu yirmi Alman gemisinden ikisini (Hela ile 187 numaralı torpido) E-9 numaralı İngiliz tahtül bahri batırmış, biri (york) sabih torpiline çarpmak , biri (magdeburg) karaya oturması üzerine ber-hava edilmek suretiyle gark olmuş, diğerler ise düşmanla çarpışarak batmışlardır.
Yirmi dört kati İngiliz gemisinden sekiz (formidabil), (abokir), (nijer) Alman tahtül bahrilerinin muhacemesiyle (saldırma/hücum etme) batmış, biri (bulvark) kendi kendine ber hava olmuş, üç (Odysseus,amfiyon, SEPİDİ) sabih torpile çarpmış, bakiyesi ise (good hope, Monmoth, Pegazus, tahtül bahriler ve muhriblerin bir kısmı) Alman gemileriyle harb ederk gark olmuşlardır.
İşte beş buçuk aydan beri kemal-i şiddetle devam eden harb-i umumide muhtelif devletler kuvayi bahriyesinin zayiatı bundan ibarettir. Muzafferiyet-i katiyyenin denizden ziyade karada cereyan eden muharebat neticesinde taayyün edeceği fikriyle muhasım (düşman) donanmalar kati muharebelere girişmemiş olmakla beraber gerek sefain ve gerek mürettebatça epey mühim zaya’ ve telefat vukua gelmiştir. O müthiş kuva-yi bahriye yekdiğeriyle çarpıştıktan sonra bakalım bu mikdar neye baliğ olacak?…
Abidin Daver
MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN