DONANMA MECMUASI 124/75 13 Ocak 1916

DONANMA MECMUASI 124/75 13 Ocak 1916

Perşembe: 7 Rebî-İ evvel 1334 – 31 Kânûn-i evvel 1331 – 13 Ocak 1916

Numara; 124 / 75

Irak’ta düşman tayyaresi ser-nigûn olurken

Donanma, Gelibolu şibh-i ceziresinin düşmanlardan tathiri muzafferiyetinden dolayı kahraman ordumuza arz-ı teşekkür ve millet-i Osmaniye ye beyan-ı tebrikat eyler.

Son haftaya ait posta:

Seddülbahir muvaffakiyeti

– Başbuğa ithaf –

     27 Kanun-i evvel 1331 bütün çehreler beşuş ve handan, her kime tesadüf etseniz şûh ve şen bir vaz’ dil-âşûb nazar-ı meserretinize çarpıyor.

     Ne olmuş? Bütün memleket bayraklarla donanmış. Ya-Rabbî ne var? Şeyh ü şabb kim olursa olsun hepsi pek sevimli bazı yaramaz çocuklar gibi çâlâk ve bir ibtisâm rebî’ ile mütebessim.

     <<Hazâ Min Fadlı Rabbî>> diyen dindarlar mütebessim. Anafartalar ve Arıburnu’ndan çekildikten sonra burada durabilmenin imkânı bu kadar diyenler mütebessim. Herkes her şey mütebessim.

     Şehrin her tarafında şenlikler; Yer yer, takım takım tezahürat. Bütün bunlar düşmanın, sıkışıp kaldığı Seddülbahir mıntıkasından da pek şanlı bir surette ihracı için mi idi? Hayır ve bilâ tereddüt hayır. Bize bu taşkınlıkları yaptıran ne Çanakkale’nin ne de dolayısıyla İstanbullun taarruz a’dâdan tahlisi idi. Bütün bu harekâtın saiki; İslamiyet’i haşa İslamiyet’i de değil İslam’ları tehdit eden iki heyulayı muazzamın bir anda vuku bulan ufûl ebedileri idi. Bundan zan edilmesin ki Çanakkale’de bizim ile harp eden İngiliz ve Fransızları kast ediyoruz. Biz Fransızlara irfan ve medeniyet namına cidden acıyanlardanız. Ve onların şimdiye kadar Cezayir ve Tunus’da takip ettikleri usul-i idare ile Müslümanları rencide ettiklerini bilmiyor değilsek de onların bu muamelatı hiçbir vakit İngiliz ve Rus fenalıkları derecesine varmadığından bu satırlarda kemal-i zilletle yıkıldığını müftehiren yazdığımız iki heyuladan biri İngiltere ve diğeri de Rusya’dır.

     Bütün İngiltere’de, resmi ve gayri resmi mahafilde – namus meselesi – denilen Gelibolu teşebbüsünün bu suretle makûs bir netice vereceğini hiç hesaba koyan kimse olmadı. Gerçi avam kamarasında bir iki zat bazı doğru sözler sarf etmişler ise de o zaman iş işten geçmiş ve defter-i harbin Çanakkale sahifesinde İngiltere hesabına her gün bir hezimet kayıt edilmekte bulunmuş idi.

     Şimdi ne oldu? Kemal-i azimetle; Çapkıncasına bir tabir ile; Pek lordcasına bahis olunan İngiltere namusu âlûde-i infisah bir sukut elîm ile uçtu ve beraberinde kendisi kadar müteazzim ve belki yapmış olduğu feci itibariyle kendisinden bin kat şenî’ olan Rus heyulasını da beraber sürükledi. Öyle ya! Rusya’nın az çok sanatgâh nereleri varsa, mühimmat yetiştiren ne kadar fabrikaları var ise bir ikisi müstesna olmak üzere kâffesi Alman ve Avusturyalıların elinde. Na-mağlup İngiliz donanması, inat ve sebatıyla müştehir İngiliz namusu. Çanakkale’den geçemez ise Rusya’nın mühimmatsız kalan bi-nihaye sürülerinden ne beklenir?

     Top, tüfek, tekemmülat-ı harbiye namına ne var ise hepsinin en mükemmeline karşı bi-muhâbâ Çanakkale’de açılan Müslüman göğsüne düşmanlarımız pekiyi bilmelidirler ki ana toprağını müdafaadan daha başka ve belki onun kadar har ve samimi bir aşk daha vardır; Din kardeşlerini de kurtarmak.

     Ve siz; Ey Çanakkale’nin galip kahramanları! Oralarda hudâ-pesend gayretlerinizle emin olunuz ki sade Türklüğü değil İslamiyet’i de kurtardınız. Sade bunlar da değil. Sizin havarik şehametiniz müttefiklerin zafer intihasını ihrazına en büyük zamân.

     İtaat, tahammül, şecaat hülasa namus-i askeri namına ne kadar fazilet varsa kâffesini hami olan Türk neferi parlak nasiye ki başbuğuna kaldır ve Balkan muharebesinde bir İngiliz ateşe militerinin <Türkiye mağlup. Fakat Türk neferi mağlup edilemez.> Sözünü sana has bir terbiyeyi askeriye ile hatırlat! Ve deki; İşte başbuğ! Türk neferi iyi ellerle idare olundukça daima böyle muzaffer ve galiptir. Ve sonra esarette kalan din kardeşleri ki; Mısırlıları, İranlıları, Afganları, Hinduları kurtarmağa koş. Donanmanın biriktirdiği yekûn hamiyetin son nakdinesi senin herhangi bir ihtiyacın için müştâk sarftır. Buna emin ol.

     < donanma >

İngilizlerle ilk muâhede-i sulhiyye

     1808 senesi Teşrin-i evvelinde Rusya Çarı birinci Aleksandr ile Napolyon arasında Prusya dâhilinde Erfurt kasabasında vukua gelen mühim mülakat neticesinde murad atiye kararlaştırılmış idi.

     1 – Tarafeynden İngiltere’ye resmen sulh teklif edilecek.

     2 – Akdedilecek muâhedede İspanyada sülale-i kralının tebdili tasdik olunacak.

     3 – Finlandiya ile Buğdan ve Eflak Rusya’ya ilhak edilecek.

     Şu maddenin üçüncüsü o zamanlar doğrudan doğruya bize taalluk ediyordu. Devlet, Fransa’nın hatırı için Rusya ve İngiltere’ye ilan-ı harp etmiş, Ruslar Tuna boyunu bil-tehdit İstanbul yolu üzerine inmek teşebbüsünde bulundukları gibi İngilizler dahi Çanakkale’den girerek İstanbul önlerinde boy göstermişlerdi. Pek cüzi bir teemmül ile harb-i hazırda dahi aynı vaziyeti andırır halde bulunduğumuz anlaşılıyor. Fakat Napolyon İspanya meselesinde generallerinin mağlubiyet ve esaretini kapamak ve Prusya ile Avusturya ya fırsat-ı hücum vermemek maksadıyla Rusların piş-gâh hırsına attığı şimdiki Romanya lokmasının birden bire Osmanlı hükümetine bildirilmemesini arzu ediyordu. Zira bu cihet malum olunca bize arız olacak infial ile İngiltere politikasına temayül edeceğimizi zan ediyordu. Hâlbuki İstanbul efkâr-ı umumiyesi denilen yelkovan çoktan dönmüş idi. Nizam-ı cedid aleyhtarlığı Alemdar Paşa’yı katl ettiği gibi bunun mürevviç haricisi olan Fransa nüfusunu da esasından kal’ eylemiş idi. Avam, hükümet, padişah İngiltere’ye mütemayil bulunuyordu.

     Sultan Mahmud sani, Vahid efendiyi hafiyyen Çanakkale’ye a’zam etmiş idi. Bundan maksat, mumaileyhin İngiliz murahhası Sir Robert Adair ile mülakat ederek akd sulh eylemek idi.

     Tarih Cevdet bu vakayı nadireyi pek latif bir surette yazar; Vahid Efendi Çanakkale’ye vardıkta hariç-i boğazda muntazır bulunan İngiliz murahhası Robert Edward Sukur ile bil-muhabere râkîb olduğu firkateyn ile dâhil-i boğazda vaki Kapuz limanına duhul ile sair sefineleri hariç-i boğazda kalmak ve liman mezkûra yarım saat mesafede vaki Hadim zade Çiftliği mahall-i mükâleme olmak üzere karar verilerek Ramazan-ı şerifin yirmi ikinci Cuma günü İngiliz murahhası firkateyni ile liman mezkûreye getirilmiş ve gerek Vahid Efendi ve gerek henüz boğaz seraskeri olan Ragıp Paşa tarafından istifsâr-ı hatır zımnında me’kûlât meşrubata dair bazı hedaya gönderilmiş ve mezkûr çiftlik pek harap olduğundan mahall-i mükâleme ittihaz edilen ve hem de bu vesile ile biraz daha vakit geçirilmek üzere bir odasının tamirine teşebbüs edilmiş idi.

     İngiliz donanmasının mukaddemâ Der-saâdete vürudunda li-ecl alâkama <<Kütahya’ya sevk edilmiş olan İngiliz tercümanı>> Beyzani bu kere boğaza vürud ile İngiliz firkateynine gidip gelmeğe başlayacak Çanakkale’sindeki Fransa konsolosu şüphelenerek kil ü kal ağız ettikte, çünkü Vahid Efendi mukaddema ruhsat mahsusa ile Napolyon nezdine varıp da müddet-i medide Lehistan’da sürünerek Fransızları pek çok aldatmış ve bu veçhile adam aldatmak yollarını iyice öğrenmiş olduğundan Fransızlardan aldığını yine onlara satarak Fransız konsolosu ol veçhile İngiltereli maslahatının istiknahına lede-l-butdar:

     – Konsolos dostumuz bitâne-i hali bilir ya burada biraz vakit geçirelim. Ve bu arada boğaz kaleleri tabiyelerinin noksanlarını dahi itmâm ediverelim. Yollu güya suret-i mahrumiyette sözlerle aldatıp avutmakta iken kadir gecesi hadisesinin [ 1 ] dehşetli haberini alınca işi uzatmak zamanı olmayıp boğazdaki askerin içine dahi şerareyi fesat sirayet etmeden mükâlemeye mübaşeret olunmak üzere hemen İngiliz murahhası davet olunarak arife günü çiftlik mezkûrede birinci defa olarak murahhaslar mülakat ettikten sonra ıyd-ı-fıtrın üçüncü Pazar ertesi günü tekrar içtima olundukta mükâlemeye kimse mahrum olmamak üzere İngiliz murahhası maiyetinde mevcut olan çend nefer, zabit ile ser kâtibini sefinelerine iade olunup yalnız devlet-i aliye tarcümanı Stefinaki ile İngiliz tercümanı Pizani kalarak ruhsat nameler ba’de-l mübadele mükâlemeye şürû’ olunmuştur.

     Bazı mevadda zuhur eden müşkülattan dolayı mübahase mümtedd olup bu esnada ise Alemdar Paşa hadisesi üzerine İstanbul alt üst olarak erkân-ı devlet duçar-ı hayret olmakla Bab-ı Aliye’den Vahid Efendiye varit olan cevap namede tereddüt ve Nizip sureti gösterilmekte idi.

     Elhasıl Bab-ı Aliye’ce tereddüt ve tezebzüb sureti gösterilmekte iken Vahid Efendi cesurane ve ser-bâzane hareket ve maharetkâr-âne mübahaseye müdavemet ile on üçüncü meclis mükâlemede işi bitirip evvel vakte göre doğrusu Devlet-i Aliye’ye müsait bir müsaliha tanzimine muvaffak olarak bin iki yüz yirmi üç seneyi hicriyesi Zilkadesinin on dokuzuncu ve hesab-ı frengi üzere 1809 senesi kanun-i saninin beşinci Cuma günü saat ikiyi on beş dakika mürur ederek müsaliha senetleri mübadele olunmuştur.

     Mezkûr müsaliha-nâme sureti şudur:

   [ Birinci madde: İşbu akid-nâmenin imzası tarihinden sonra Devlet-i Aliye ile İngiltere beyninde asar-ı mübayenet ve muadat kalmayıp tarafeynin alınan esira ile işbu müsaliha mübarekeye hürmeten tarih sulh nameden otuz güne kadar kabil olur ise dahi evvelce bilâ-tereddüt mübadele oluna.

     İkinci madde: İşbu senedin imzası tarihinden otuz bir gün müruruna değin İngiltere Devleti tarafından zapt olunmuş mahal var ise zapt olundukları vakitte bulundukları heyet top ve mühimmat ve sair mevcudatıyla taraf Devlet-i Aliye’ye redd ve teslim oluna.

     Üçüncü madde: Devlet-i Aliye’nin dar-ül-hükümetinde İngiliz ticarinin tevkif olunmuş emval ve eşyaları var ise tamamen redd ve teslim oluna.

     Dördüncü madde: Tarih-i hicrinin 1086 senesi evâsıt cemadi-l-ahiresinin münakit olan mün’akid olan ahid-name şurûtu ve Karadeniz ticareti senedi misli muahharen senete rapt olunmuş bazı imtiyazat fâsih olunmamış gibi ke-mâ-fi-s-sâbık mer-i ve muteber ola.

     Beşinci madde: İngiliz ticariyenin emval ve eşya ve levazım-ı sefain ve ahz ü i’tâlarıyla ve sair emir ticaretlerini teshil eden hususlarda Devlet-i Aliye’nin müsaadesine ve muameleyi dîrînesine binaen ve mukabilen bundan böyle li-ecl ilticara İngiltere memalikine âmed ü şüd edecek Devlet-i Aliye ticari ve teba bayrakları hakkında İngiltere devletinin dahi müsaade-i kâmile ve muameleyi dostanesi der-kâr ola.

     Altıncı madde: Resm-i kadim olan yüzde üç esası üzere Devlet-i Aliye’de muahharen tanzim kılınan gümrük tarifesi ve hususa ticaret dâhiliye maddesine veçhile nizam bulmuş ise bundan böyle dahi ila mâ-şâ Allahü Teâlâ destur-l amir tutulmasına İngiltere devleti razı ve müteahhid ola.

     Yedinci madde: Haşmetlû İngiltere padişahı cenaplarının elçileri milel saire elçilerinin mazhar oldukları iltifat ve itibaratdan kâmilen behre-yâb olalar ve mukabilen İngiltere devleti elçilerine raci iltifat ve itibarata Devlet-i Aliye elçileri dahi kâmilen mazhar olalar.

   Sekizinci madde: Devlet-i Aliye ticarinin umur ve musâlahanı rüyet ve nazaret için Malta’da ve İngiltere memalikinde iktiza eden mahallerde şehbenderler nisbi caiz ola ve memalik mahrûsada mukim İngiltere konsolosları haklarında cari olan muafiyet bitakibe şehbenderler haklarında dahi icra oluna.

     Dokuzuncu madde: İngiltere elçileri ve konsolosları adet üzere muktezi olan tercümanlarını istihdam edip ancak hizmetlerini tayin olundukları mahallerde eda eylemeyecek eşhasa konsolos tercümanlığı namıyla taraf Devlet-i Aliye’den berat-ı şerif ita olunmamak hususu bundan akdem ittifak ârâ’ ile karar bulmuş mevâddan olmakla ba’de-zîn dahi bu usule riayeten esnaf ve sarraf taifelerinden ve çarşı ve pazarda dükkân tezgâh sahibi olanlardan ve sair bu misalli işlere vaziyet edenlerden hiçbir şahsa berat-ı şerif mezkûr ita olunmaya kezalik Devlet-i Aliye reayasından olarak bir mahalde İngiltere konsolosu nasb ve ik’âd eylemeyeler.

     Onuncu madde: Devlet-i Aliye reayasından ve tüccar ve tabasından bir şahsa İngiltere patentesi ve bilâ-izin elçi ve konsolos pasaportası verilmeye.

     On birinci madde: Haliç Kostantiniye ye yani Bahr-i Sefid ve Bahr-i Siyah boğazları dâhiline cenk sefinesi vürudu fi-l-asl memnu olmak hasebiyle ba’de-l-zîn vakit hazirede hangi düvel olur ise olsun işbu usul kadime-i Saltanat-ı Seniyeye riayet olunacak olduğundan İngiltere devleti dahi bu usule riayeti iltizam eyleye.

     On ikinci madde: İşbu ahid-namenin devletin mesâlihin tarafından iktiza eden tasdiknameleri tarih temessükden doksan bir gün zarfında ve mümkün olur ise ondan ekall müddette Astane-i Saâdette mübadele oluna. ]

     On iki maddeden ibaret olan işbu sulh-name tasdiknameleri beş altı ay sonra İstanbul’da mübadele kılınmıştır.

     İngilizler 1221 senesi zilhiccesinin onunda 1806 sene miladiye Şubat 19 Çanakkale boğazından iki kıta üç Ambarlı, altı sagir harp sefinesi, üç firkateyn ve iki birik ile gezerek İstanbul’u tehdit eylemişler ve on iki gün sonra manevralar icrası suretiyle çekilip def olmuşlardı. İngiliz hükümeti bu hadiseyi firardan bir sene sonra Mısır’a el atarak orada azim bir iğtişaş tevlid eylemiş ve bu birinci seferde muvaffak olamamış idi. Bir tekrar makûs olmak istidadını haiz olan şu zamanda İngilizlerin Anafartalar’dan firarını fal hayr ad etmek ve Mısır’a pay-ı endaz duhul olacağımızı memul eylemek bizim gibi kalbi kin iddiadan pek ziyade ceriha-dar olan erbab-ı vatana ne kadar teselli bahş bir keyfiyettir. İnşâ Allah.

[ 1 ] – Alemdar Paşanın katli gecesi.

Ahmed Rasim

Tahsisat-ı meskureden

İstanbul’da ahiren küşat edilen şimendifer mektebinin ilk devreyi tahsiliyesine devam eden efendilerle heyet-i idare ve muallimin

Hilâl-i ahmer teşkilatımızdan

Orduda salib ahmer teşkilatından.

İhtifâller ve terbiyevi tesirleri

Muharriri: Hazım Nami

     İhtifâller dini ve milli bayramlardır. Beşeriyet bunları her zaman yapmış veya yapmaktadır.   İhtifâl, mazideki büyük günlerin, büyük adamların hatırasını teyid içindir. Ya o günler için tanrıya, yaptıkları büyük işler için o büyük adamlara halifelerinin bir şükranıdır.

     Geçmiş günlere, toprak altında mütevârî olmuş zatlara karşı bu şükranın ya ne ehemmiyeti var? Onlar yaptıkları işleri, haleflerinin minnetini kazanmak için mi yaptılar? Geçmiş hadiselerde atinin şükranlarından mütehassis olmak hassası mı var? O halde ne için böyle günler tesid, böyle adamlar tebcil olunuyor?

     İnsanların hayatı nasıl hafızalarından ibaret ise, milletlerin hayatı da tarihlerinden ibarettir. İnsanın garizi hayatı itibariyle hayvandan hiçbir farkı yoktur, fakat insan ruhu ve içtimaı hayatı, yani hafızası ve tarihi itibariyle daima yaşayan, mebde’ ve muaddan masun olan bir mevcuttur.

     İnsan geçmiş günlerinde pek çoğunu, mesut bir an olarak yâd eder, ferahlanır. Kalbine neşe, hissiyatına kuvvet gelir. Milletlerde de böyledir. Müşterek yaşamanın beraberce duyulmuş öyle zevkli veya acıklı günleri vardır ki milletler, o günleri yâd etmekle ya neşe veya intibâh duyarlar. Bu neşe ve intibâh terakkinin, şüphesiz, büyük amillerindendir.

     Milletleri yükselten, onlara sa’y ve içtihat kuvveti, yaşamak ümidi veren böyle günler ve hadiselerin, içtimaı bir intizam altında, yâd edilmesidir.

     Şu hale göre ihtifaller, pek müessir terbiye vasıtalarından biri olmak lazım gelir.

     Bizim meşrutiyete kadar dini ve milli ihtifâllerimiz peygamberimiz efendimiz hazretlerinin doğduğu, semaya urûç ettiği. Kuranın nüzul olduğu, hazreti Hüseyin efendimizin şehit edildiği günler ve geceler her yıl, İslam ülkesinin her tarafında muntazaman tesit edilir. Minareler kandillerle donanır. Camiler, mescitler, tekkeler, abideler ve dervişlerle dolar. Evlerde eller öpülür, hediyeler verilir. Tebriklere gidilir. Bütün bu yapılan şeyler, dini bir ihtifaldir. Ve bunlar pek güzel, yalnız aynıyla ibkası değil, belki daha ziyade şa’şaa ve şetaretle yapılması lazım gelen pekiyi bayramlardır.  

     Eski devirde hulûs ve velâdet günleri milli ihtifallerimizin yerini tutuyordu. Bunların bazı aşkla ve şefkatle yapıldıkları da olurdu. Bunlara bütün milletin ruhuyla iştirak ettiği görülürdü. Fakat çok defa bunlar, zorla ve isteksiz yapılan şenlikler idi. Evet şenlik, ihtifâl değil.

     Meşrutiyet bize birkaç milli ihtifâl adat etti. On temmuz, on dört Nisan, Osmanlı istiklali günü, Ergenekon bayramı. İki evvelkisi resmi günlerden ad olundu. Ötekiler ve Türklerin Avrupa’ya girmesi, İstanbul’un fethi, Hâdim-ül-Haremeyn-üs-şerîfeyn ve halife unvanının istihsali… gibi bütün milletçe tesit olunması istenilen milli bayramlar resmileşemedi.

     Milli bayramların bir kısmı her sene aynı debdebe ve parlaklıkla yapılmaz. Bazıları hususi cemiyetlerin teşebbüsleriyle, daha hususi bir mahiyete haiz olur. Bunlara bütün şehirler ve köyler iştirak etmez, dükkânlar kapanmaz. İşler durmaz. Fakat bunların yüzüncü senelerinde yapılacak ihtifâller daha umumi bir mahiyet alır. O vakit mülkün her tarafında bu ihtifâle iştirak olunur.

     Her sene mütezayit bir şevk ve tahâllükla yapılan milli bayramlar ise bütün milletin ruhunda yaşayan büyük hadiselere ve büyük zatlara tahsis olunanlardır.

     Bunlardan mesela istiklal günü bayramını nazara alalım. Diğer ihtifâller gibi Mehmet Ziya Bey’in teşebbüsüyle yapılmağa başlanan bu ihtifâl, Osmanlı vatanının her tarafında büyük tehâlükla kabul olundu. Henüz resmi bir mahiyet almadığı halde bile, on Temmuz bayramı kadar şevkle, hararetle yapılıyor. Demek millet, istiklalinin kıymet ve ehemmiyetini idrak etmiştir.

     Fakat itiraf etmelidir ki halk bunu lazım gelen şuur mükemmeliyetiyle duyamadı. Geçen Perşembe günü ihtifâl alayının geçtiği yollara yığılan halkın büyük bir kısmı şuursuz bir surette alaya iştirak ediyordu. Gönül isterdi ki büyük meydanlarda alaya giden halkı başına toplayacak, onlara istiklal gününün ne demek olduğunu, ihtifâlin ne için yapıldığını anlatacak hitaplarda bulunsun. Halkın şuuru uyandırılsın, vicdanı heyecana getirilsin.

     Hakikat, ihtifâl milletin ruhunda uyandırdığı ulvi heyecan nispetinde kıymetlenir, şa’şaalanır. Mekteplilerin muzikaları, şarkılarıyla, bir intizam dâhilinde, halkın önünden geçmeleri, nisbi bir kıymeti haizdir. Böyle günler için halk, şeker ve kurban bayramları gibi, evvelden hazırlanmalı. Simasıyla, lisanıyla bayram ettiğine kanmalı. Şekline vereceği zarafetle bayrama verdiği ruhu kıymeti ihsas etmeli. Halk vicdanı itibariyle münkasım olmamalı. Aynı mefkûrenin tesiriyle aynı harareti hep birlikte ruhunda duymalı.

     İhtifâller, milletlerin mazilerine merbutiyetlerinin derecesini gösterir. Mazisine kıymet veren milletler, istikballerini temin etmeği düşünenlerdir. Mazisini unutanların istikbal ile alakası kalamaz.

     İhtifâller bu günkü neslin, yarınki nesle verdiği bir derstir. Bu günkü ihtifâllerin heyecanları, yarınki nesle ümit ve sa’y gıdası hazırlayan kuvvetlerdir.

     İhtifâller bu günkü neslin terbiyesini itmâm eder, gelecek neslin terbiyesini hazırlar. Artık anlaşılmış bir hakikattir ki terbiye biliniz zihni melekelerin inkişafı yalnız dimağın malumat ile doldurulması, yalnız bedenin kuvvetlendirilmesi, yalnız ahlakın düzeltilmesi değildir.

     Terbiyenin en mühimi kalbe, hissiyata ait olandır. Müşterek hissiyatın muvaffakiyetli terbiyesidir ki milletleri büyük atilere hazırlar.

     İşte ihtifâller bu müşterek hissiyatın terbiyesinde en müessir vazifeyi görür. Milletin terbiyesini tavzif edenler, böyle günlerden istifade etmeğe çalışmalıdır. İntizam ve inzibat fikirleri, ulvi heyecanlar böyle günlerde daha iyi duydurulur. İhtifâllerde büyük duygular çabuk cereyan eder. Mekteplerde senelerce verilecek dersler, heyecanlı saatlerin vereceği terbiyeye yetişemez.

     Cemaat ruhu, heyecan zamanlarında, tesir kabiliyetinin son derecesine irtika’ eder. Öyle zamanlarda cemaatin ruhuna mesut cereyanlar verilir ve bu cereyanların eseri kavi olur. Her tekrarında kuvveti artar. Millet feyzlenir. Neşe ve ümitle yaşar. Her fert o cemaate mensubiyetinin şerefini anlar, fahrini duyar.

     İşte maksûd olan terbiye bu suretle istihsân edilebilmiş olur.

İçtimai musahabeler

Amerika’da:

Şerâit-i ictimâiyye ve istikbal içtimâi

Nüfus meselesi

     Amerika’nın şerâit-i ictimâiyesile istikbal ictimâiyesi; Dünyanın diğer aksamındaki mesâil-i içtimâiyeden tamamıyla ayrı müstakil bir manzume-i mesâil teşkil eder. Çünkü dünyanın Amerika’dan başka diğer her bir aksamında bugün yaşamakta olan halk, ekseriyet itibariyle Ezmine-i Kable’t-Tarihiyye’den beri o havalide yaşamış olan insanların evlad ve ahfadı olup şerâit hazire ictimâiyeleri asırlardan beri gayet ağır surette devam edegelen bir tekâmül içtimaı neticesidir. Hâlbuki Amerika halkı, yukarıda söylediğimiz veçhile türemi olan Avrupa cemiyetlerinin ötesinden, berisinden kopmuş ve aralarındaki kuvveyi iltisakiye henüz noksan ve elan bu halde bulunan bir takım büyük parçalardan mürekkebdir.

     Avrupa eşkâl ictimaiyesi, kendisini doğurmuş olan ve ondan beri her bir haline alışık bulunduğu topraktaki kökler üzerinde büyür ve çiçek açar. Amerika’nınki ise yeni bir toprağa daldırılmış ve yeni bir hava teneffüs etmekte olan muhtelif el cins daldırmalardan mürekkeptir ki bunların ne derecelere kadar kök saldıkları ve bu yeni topraktaki hayatlarının muvakkat veyahut daimi olacağı meseleleri her dem münakaşaya açık bir zemin teşkil eder.

     Biz bu musahabemizde, Amerika ahalisini teşkil eder 80.000.000 halkın secâyâ ve mezâyâ mahsusa sahibi büyük ve müstakil bir millet halini alacağı hakkındaki kanaatin leh ve aleyhinde söylenilen sözleri münakaşa ve muhakeme etmek istiyoruz.

     Alelade bir düşünce ile Amerika ve hatta Kanada ile Amerika cenubinin mesut, kesret nüfusa malik ve müterakki nevâhisi yeni gelmiş ve henüz kökleşmemiş vasi bir insan deryasına benzetilebilir.

     1900 senesinde tahrir edilmiş olan 76.000.000 halkın 10.500.000 i Avrupa’nın muhtelif merâkiz içtimaiyesinde doğmuş ve büyümüş insanlardan ve 26.000.000 Amerikalının ebeveyni de ecnebilerden mürekkeb olup diğer 9.000.000 u da Afrika zencilerinin evlat ve ahfadı idi.

     Nüfus Amerika’da doğmuş büyümüş olan 65.000.000 kişinin 14.000.000 u doğdukları hükümet dâhilinde yaşamayarak diğer hükümetlere hicret etmişlerdi.

     Ebeveyni yerli Amerikalı olan 30.500.000 kişiden kısm-ı azamının ya baba cihetinden veyahut ana cihetinden dedesi mutlaka ecnebi idi.

     1870 de Amerika’da mevcut olan 33.500.000 beyaz insandan 5.500.000 i ecnebi olup diğer 5.250.000 ninde ebeveyni ecnebi idi. Bu san 5.250.000 kişinin evladı da 1900 tahrir nüfusunda şüphesiz yerli Amerikalı ebeveynden doğmuş yerli Amerikalılar olmak üzere kabul edilmiştir. Amerika’ya olan muhaceretin derecesi tabiidir ki en ziyade Amerika’da işin çokluğu ve faaliyeti ile tahavvül eder. Fakat 1906 senesinde bu muhaceret ilk defa olarak bir milyon kişiyi tecavüz etmiştir.

     Bu rakamları ihata ihtimal ki müşküldür. Fakat bu hakayık, New York’a hicret eden muhacirlerin ilk kabul edildikleri istasyon olan Ellis adasını ziyaret edenler nazarında daha tam bir şekilde kendini arz eder.

     Bu istasyonu ziyaret etmek isteyenler Battery Park’taki memur mahsusundan bir tavsiye almak mecburiyetindedirler. Adaya varıldığı zaman içleri Avrupa’nın her köşesinden gelmiş insanlarla dolu birçok kışlalardan geçilerek doğruca merkezi bir salona gidilir. Bu salon muhacirlerin şiddetli bir muayeneye tabi oldukları mahaldir. Salonun zemini parmaklıklarla bir takım yollara ayrılmıştır ki bu yollardan her gün ardı arası gelmeyen bir muhacir seli akar durur.

     Çingeneler, Ermeniler, Yunanlılar, İtalyanlar, Rutenler yani küçük Ruslar, Kazaklar, Yahudiler, Alman köylüleri, İskandinavyalılar, İrlandalılar, İngilizler, Felemenkliler hülasa Avrupa’nın her bir komünden kopmuş parçalardan mürekkep bir muhacir seli. Bunlar evrak müsbitelerini göstermek için masanın önünde dururlar, diğer bir masanın önünde fakir ve sefil olmadıklarını ispat için mevcut paralarını gösterirler. Ötedeki masada doktor gözlerini muayene eder, berideki masada heyet-i umumiyeleri nazar-ı tetkikten geçer. Parmaklarının izi alınır, boyları, sıkletleri ilh. ölçülür ve kayıt edilir. Ve böylece ağır ağır Amerika’ya doğru ilerleyerek nihayet ufak bir parmaklıklı kapıya vasıl olunur ki işte yeni hayatın kapısı budur.

İstiklal-i Osmani merasimi intibaatından

      İşte bu madeni kapıdan bütün gün sel-i muhaceret akar; Her iki veya üç saniyede bir, bir muhacir omuzunda çantası veya bohçası olduğu halde kapıdan çıkar, bir masanın önünde parasını değiştirir ve her biri ayrı ayrı istasyonlara giden yollara saparak muhafız rehberlerin himayesi altında yenidünyaya dâhil olur.

     Bunların kısm-ı azamı 17 ile 30 yaş arasında genç erkek ve kadınlardır. Güzel, sağlam ve pür-ümid köylüler!

     1906 senesinde bu madeni kapıdan Amerika’ya dâhil olan muhacirlerin adedi, o sene zarfında Fransa’da doğan çocukların adedinden hayli fazladır.

     İşte yeni ve yabancı hemşerilerin teşkil ettiği bu daimi sel Avrupa ve Asya’da mütemekkin cemiyetlerin şerait-i ictimaiyesiyle Amerikalıların ki arasındaki başlıca farkı teşkil eder.

     Amerika ahalisinin kısm-i azamı, hakikat halde, son yüz sene zarfında Avrupa’dan hicret etmiş olan halktan mürekkebdir. İşte Amerika’nın istikbal ictimaiyesini tetkik etmek isteyenlerin dikkat edecekleri hakikat budur. Çünkü Amerika halkından pek azının kanları, George Washington ile beraber Amerika istiklali uğruna kan dökenlerin kanındandır.

     Amerikan milleti, gittikçe tevsi etmiş ve muhtariyet idare kazanmış bir cemiyet müsta’mire değildir. O seleflerinin serbestisini istihsal ettikleri saha üzerine biriken ve daima derinleşmekte olan büyük bir insan gölüdür. Ve bu göl Avrupa’dan her cins milletinden akıp gelmekte olan muhacir selleri ile beslenmekte ve dolmaktadır. Taze eczalar alan büyük miktarda olarak bu kitleye ilave olunmaktadır. O kadar çok miktarda ki birkaç sene zarfında hevas-i ırkiyeyi maddeten tebdil edebilir. Şayan-ı dikkattir ki yeni ilave edilen her kan evvelki kanları ta’kim etmektedir.

     Eğer Amerika’ya hicret vaki olmasa ve 1810 – 1820 arasındaki tezayüd-i nüfus 1910 ‘a kadar aynı tespiti muhafaza etmiş olsa idi bu gün Amerika’da halis Amerikalı olmak üzere 100.000.000 nüfus mevcut bulunacaktı ki bu günkü nüfusa nispetle 23.000.00 fazla nüfus demektir. Yeni dalgalar bir müddet için şayan-ı hayret derecede velûd olur ve ba’de nispet tevlid süratle düşer. Binaenaleyh halktaki ilk cumhuriyetçilerin kanlarının nispeti ihtimal ki yukarıda söylenen miktardan pek azdır.

     Bu fazla halk adeta bir takım dalgalar halinde gelmiştir. O halde ki güya eski dünyada mevcut fazla halk sarnıçlarının muslukları sırasıyla açılmış ve boşaltılmıştır. İlk evvel İrlandalılar ve Almanlar sonra da muhtelif vasat Avrupa milletleri gelmiştir. Bundan sonra da Lehistan ve garbi Rusya kaynaşmakta olan ahalisini bilhassa Yahudilerini dökmeye başladı. Bunları Bohemyalılar, İtalyan ve Macarlar takip etti. Son hicret edenler ise ekseriyet itibariyle Fantinler, Ermeniler ve balkan şibh ceziresiyle Anadolu’da sakin olan diğer muhtelif milletlerdir.

     Macar muhacirleri dünyada en yüksek nispet tevlid olan 1000 de 46 yı elan muhafaza etmektedir.

     Bahr-i Sefid sahilinden gelen muhacirlerin büyük bir kısmı, bilhassa İtalyanlar Amerika’da yerleşmek üzere gelmiyorlar. Bunlar bir mevsim veya birkaç sene çalışıp para kazandıktan sonra avdet ediyorlar. Bunların gayrisi ise Amerika’ya tamamıyla yerleşmek için hicret ederler.

     Ma’ba-dı var.

Sırbistan tahtının ananesi

——————–

Petro Karayorgiyevic nasıl Sırbistan kralı ilan edildi.

 

     Memleketinin kâmilen maruz-i istila ve munkarız olduğunu hatve hatve ve belki de takip ve derk eyledikten sonra hasta ve bitap bir halde sedye ile Arnavutluk’a nakil olunarak oradan İtalya’ya hicret eden sabık Sırbistan kralı Petro Karayorgiyeviç bundan on iki sene evvel en feci şerait dâhilinde Sırp taht-ı hükümdarisine suûd etmişti. O zamanda yine İtalya’da ikamet ediyordu.

     Filvaki 1858 de babası Aleksander’in prenslikten sukutu üzerine Petro Cenova’ya götürülmüş ve oradan Fransa’ya giderek asker mektebine kayıt edilmişti. Petro 1870 Almanya – Fransa muharebesinde zabit olarak Fransa ordusunda hizmet etmiş ve ba’de-l sulh istifa ederek Karadağ’a gitmişti. Orada Prens Nikola’nın kızı Zorka ile izdivaç etti. Ve karısı vefat ettikten sonra yine İtalya’da ihtiyar ikamet eyledi.

     İşte Petro’nun İtalya’da bu ikameti esnasında dedi ki kendisinin de müşviklerinden bulunduğu 1903 sui-kastının müsbet bir netice vermesi üzerine kanla âlûde edilen Sırbistan taht-ı kraliyetine davet edilmişti.

     Mamafih Petro’nun tahta suûdunu intaç eden bu faciayı tetkik etmezden evvel Sırbistan’ın on dokuzuncu asır hayat siyasiyesine atıf-ı nazar edersek, bütün bu hayat siyasiyenin bir silsile-i cinayetten başka bir şey olmadığını görmüş olur.

     Filhakika Sırplar, on dokuzuncu asrın bidayetinde yeniçerilerin Belgrat’ta kıyam etmelerinden istifade ederek bidâyeten bunları def maksadıyla silaha sarılmışlar ve bunda muvaffak olunca devlet-i Osmaniye’nin hâkimiyetini izale zımnında bu suretle sulh ve müctemi bir halde isyana başlamışlardı. Bunların başında Kara Yorgi namında bir ser-gerde idare-i harekât ediyordu. Fakat bu harekât-ı isyaniye bir netice vermeyince ve Sırplar bundan dolayı pek ziyade yorgun düşünce Kara Yorgi Sırbistan’ı terk ile Semlin’e iltica eyledi. Lakin bir müddet sonra Sırbistan’da yine harekât-ı isyaniye devam etti. Bu defa asilerin başında Miloş Obrenoviç namında diğer bir ser-gerde az çok devletten idare-i dâhiliye nokta-i nazardan bazı musaidat istihsaline muvaffak olunca kendisini Prens ilan etti. Ve bu sırada Semlin’den Sırbistan’a avdet eden Kara Yorgi’nin rekabetinden kurtulmak için birinci harekât-i isyaniyenin başında bulunan bu eski arkadaşını katl ettirdi.

     1830 da Bab-ı Âlî Sırbistan idare-i muhtariyet dâhiliyesini tasdik ve idare-i müstebidanesinden Sırpların bile şikâyet ettikleri Prens Miloş memlekete bir kanun-i esasi vermeğe icbar edildi. Tabii bu şerait dâhilinde idare-i memleketten aciz kalan Miloş oğlu Milan Obrenoviç’i Prens ilan ederek kendisi memleketten çıktı. Eflak’a iltica eyledi. Ancak Milan dahi hasta idi ve ancak birkaç hafta hükümet ettikten sonra kardeşi Mişel’e terk-i mevki eyledi.

     Fakat Sırplar bu prens ile de uyuşamayarak bunu da 1842 de terk-i hükümete icbar eyledikten sonra Skupçina meclisinin kararı üzerine Kara Yorgi’nin ikinci oğlu Aleksandar Karadordeviç’i prens ilan ettiler.

     Bununla beraber Sırbistan’ın tahtı etrafında daha pek çok meşum vakıaların çıkması bu memleketin meşime-i talihinde mevcut idi. Çünkü 1858 de Sırplar bu prensin de sukutunu ilan ve tekrar Miloş’u davet eylediler. Ancak ihtiyar Miloş bu ikinci prenslik devresinin ikinci senesinde vefat etmekle oğlu Mişel ikinci defa olarak 1860 da prens ilan edildi. Ve dest-i meşum bu prens de 1868 de kanlı bir suikasta maruz bıraktı. Belgrad’da Topçu Dere bahçesinde gezinirken feci bir surette itlaf edildi. Ve birader zadesi Milan Sırbistan prensi ilan olundu.

     Bu tarihten itibaren Sırbistan’ın şahsiyet cinayetkaranesi başka bir ehemmiyet almağa başlamıştı. Bir taraftan Sırbistan, dâhilen takip ve tatbik eylediği bu ihtilal ve cinayet siyasetini bu tarihte tesis eden münasebat-ı hariciyesinde de takip ve tatbike eğilmekten çekinmemişti.

     Prens Milan 1872 de San Raşde dâhil olduğunu ilan ile bizzat idare-i hükümete başladıktan sonra tamamen Rus siyasetini takip ediyordu. Bu sırada bir de Rus askeri miralaylarından birinin kızı ile izdivaç eyledi. Artık bu memleketin murakabe-i hayatıye ye nazaran Sırbistan’ın bütün manasıyla bir alt ihtirasatı olduğu Rusya’nın bir aleti oldu.

     Şu kadar var ki Berlin kongresi Sırbistan’ın kraliyetini tasdik ve memlekette az çok hakiki bir kanun-ı esasiyenin ilandan sonra yeni doğan fırkaların cümlesi bu siyaseti tasvip etmiyorlardı. Bunlardan bi-l-tahsîs terakki perveran

Afâkı tarassut ederken.

Nakliyat-ı bahriyeye bir nazar

Avusturya ile dostane bir siyaset takibine taraftar idi. Buna mukabil radikal fırkasına da efkâr münferidelerine rağmen Rusya hükümeti her türlü sahabet ve muaveneti bi-diriğ ediyor ve bunları istediği gibi istimal eyliyordu.

     Şayan-ı dikkattir ki bunlar ekseriyeti teşkil ettikleri ve idare-i memleketi ellerinde bulundurdukları halde Avusturya hükümeti – belki ahval-i hazirenin şiddetini men için – Sırbistan’ı müdafaa ediyordu. Avusturya, Osmanlı – Sırp seferinde Osmanlı askerini Sırbistan’ı kâmilen istila etmemeğe sarf-ı gayret eylediği gibi, Berlin kongresinde Sırbistan’ın tevsi-i hududuna bile sâî olmuş ve bi-l-tahsis 1885 de Bulgarların Rumeli-i şarkî-i ilhak etmeleri üzerine vuku bulan Sırp – Bulgar muharebesinde Niş üzerine yürüyen Bulgar ordularını tevkif eden yine Avusturya’nın müdahale-i müesseresi olmuştu. Mamafih Rus entrikaları memleket dâhilinde galebe etti ve tahrikâta kurban olan Milan, selefleri gibi terk-i hükümete mecbur edilerek oğlu Aleksandar kral ilan edildi.

     Kral Aleksandar bidayeten Avusturya ile bozuşmaya cesaret etmiyordu. Rusya kralın bu tereddüdü üzerine Sırbistan’ı pek müşkül bir mevkie sokmağa gayret etti. Hatta bi-l-mukabele moskof hükümeti Sırbistan’la kat’ münasebat etmekte tereddüt göstermedi. Ancak kralın – dediğimiz gibi bir Rus miralayının kızı olan validesi Natali’nin dame d’honneur’lerinden Madam Derag ile münasebatta bulunmağa başlaması ve onunla izdivaç etmek arzusunu izhar etmesi işlere başka bir renk veriyordu. Gerçi babası oğlu Aleksandar’ın bu tasavvuratına mani olmak istedi. Fakat sabık kral bu muhalefetinin cezasını çekmekte gecikmedi – bir gün Kanazoviç namında birinin sui-kastına uğradı ve ancak çariçe-dar olarak memattan kurtuldu.

     Artık kral Aleksandar bu sui-kasti istediği gibi tefsir ederek idare-i örfüye ilan, kanun-i esasiyi tatil eyledi. Ve idam cezasına mahkûm ettirdiği pek çok kimseleri, şayan-ı dikkat ahvalden olarak Avusturya ateşemiliterinin müdahalesiyle kurtuldu.

     Kral 1900 de Madam Derag ile izdivaç etmişti. Rusya çarı merasim-i izdivaciyeye resmi bir heyet-i mahsusa i’zâm eyledi ve hatta Avusturya aleyhtarı görünmeyen babası Milan’ı memleketten tard ediyordu. Milan bir müddet İstanbul’da kaldıktan sonra menfiyyen Viyana’da 1901 de terki hayat eyledi.

     Bu sırada idi ki askeri miralaylarından Maşa, Misiç, Nuvakoviç ve saire bizzat krala karşı bir suikast tertip ediyorlardı. Suikast 1903 senesi Haziranının onunda icra edildi. Suikast faillerinden biri o zaman Fransız matbuatına bu faciayı ber-vech-i âtî izah eylemişti.

     Daha sokak elbisemi çıkarmadan yatağa gitmiştim. Gece yarısından bir buçuk saat sonra dostlarımdan miralay K. Odama girdi ve <<çabuk gidelim. Konakta kırk zabit bizi bekliyor>> dedi.

     Yürümeğe başladık. Saraydan birkaç adım uzakta iken sarayda tüfek sedasına benzer bir şey işitildi. Bu miralay Nomoviç tarafından saray kapısının kırılması için atılan bombanın sedası idi. Ve maalesef miralay orada maktul düşmüştü. Saray tamamen asker tarafından ihata edilmişti. Sarayın alt katındaki büyük koridor nim zulmet içinde idi. Bomba elektrik tellerini kırmıştı. Odalarda ancak mutearızlar tarafından tedarik edilen birkaç mumun ışığı vardı.

Top başında

İhraç iskelelerimizden biri.

Bir dakika ayaklarım bir ceset üzerine basmışlardı. Mumla baktık. Önümüzde kralın yaveri yatıyordu. Merdivenleri çıkmaya başladık, birden bire yukarıdaki kattan canhıraş bir ses ve birkaç tüfek sedası geldi. Koştuk, salona girer girmez kapıda kralın ser-yaveri Petroviç’in kanlar içinde bi-ruh yattığını gördük.

     Biraz daha ilerledik ve hücre-i kraliyete girdik. Burada bizden evvel giren zabitler ile kral bulunuyordu. Kral, rengi sap sarı, yatak elbisesiyle, odanın ortasında duruyor, elinde bir revolver tutuyordu. Mütehevvir ve muhtezz bir ses ile;

     – Ne istiyorsunuz, efendiler dedi. Zabitlerden biri:

     – Şu vesikayı imza eylemenizi talep ediyoruz, cevabını verdi.

     Kral bu kelimeler üzerine bu zabite doğru rovelver’ini boşalttı. Zabit telef oldu. Bizde kralın üzerine hücum ettik. Bununla beraber kral kaçarak yanındaki odaya iltica eyledi. Biz arkası sıra koşarak kralı bu odada kraliçe Draga ile beraber bulduk. İçimizden binbaşı L. hemen krala bir kurşun attı. Kral sendeleyerek yere düşer gibi oldu. Fakat bu defa kraliçe ile beraber bahçeye nazır bulunan bir pencereyi açmağa uğraşarak:

     A – İmdat! İmdat! Diye haykırıyordu.

     Lakin o saniyede zabitlerden biri bir kurşun ile kraliçeyi yere devirmişti.

     Kral, hemen yere düşen kraliçe Draga’nın kanlı vücudu üzerine atılarak onu son defa himaye ve muhafaza etmek istiyordu. Fakat artık her taraftan yağan kurşun mermileri kral ile kraliçenin vücutlarını deliyor, kılıçlar ve kamalar muttasıl etlerini parça parça eyliyordu.

     Şimdi Draga’nın biraz evvel imdat talep etmek için açmaya uğraştığı pencereden bu parçalanmış cesetler bahçeye atıldı. Ve ifayı vazife eden zabitlerden biri:

     – Efendiler sonuncu Obronoviç katl edildi! Yaşasın Karayorgiyeviç. Diyerek kapıdan dışarı çıktı.

     Bir dakika sonra bahçeden geçip de sokağa çıktığımız zaman ağarmaya başlayan gündüzün hafif aydınlığı artık tanılamaz bir hale gelen bu iki cesedi geçenlere muntakim bir gölge gibi gösteriyordu.

     İşte o tarihte Cenova’da bulunan Piyer Karayorgiyeviç bu suretle vakadan üç gün sonra Sırbistan kralı ilan ediliyor ve Belgrad’a gelerek Aleksandar’ın kanlı sarayına dâhil oluyordu.

A. K.

BİR ZIYA’-İ ELÎM

İzzeddin Molla Beyin irtihali

     Donanma cemiyeti, kıymettar bir uzvunu, İzzeddin Molla Beyi kayıp etmekle bugün müteessir ve müteellimdir. Merhum, muhabbet-i vataniyenin en gıpta ve reşkâna malik olmakla bahtiyar, millette böyle bir saî-i kıymettar mazhariyetinden dolayı mesut iken, onun gaybubet-i nâ-gehânisi bütün yâr hatta ağyârına bir teessür-i hazin ve amik icra eylemiştir.

     Hayat pür-meşâgil arasında en asude zamanlarını, efradından olduğu kıymetli milletinin teali ve irtikasına hasr eylemiş, varlığını da ancak milletinin, vatanının refah ve istirahatine tâ’lik etmiş olan bu vücud-i kıymettarın üç gün zarfında bize vedaı, acıklı veda, bu birkaç satırın efham edeceği dar sahayı maniye sığabilmekten çok uzak bir tesir bırakmıştır.

     Cemiyet, merhumun ufûl-i hazini ve mesaiyi ciddiyeti önünde kemâl-i ihtiramla yâd ulviyetini tekrar eder ve aile-i muhteremesinin merhumun büyüklüğü mütenasip ile olarak his eyledikleri eleme iştirakle beyan-ı ta’ziyet eyler.

HATT-I HARB GEMİLERİ

Mâ-ba’d

     Her iki makina dairesinde birer dümen makinası vardır. Yukarıda mezkûr şafta bu makinalardan biriyle irtibat peyda edilirler. Donanıma icra-i fiil ettiren iktidar bu veçhile muzâaftır. Ve dümen makinalarından istenileni avaralarla dümen donanımı şaftına koşulur. Böyle olması dümen makinalarından birinin bozulması veya kırılması veyahut makine dairelerinden birini su basması vukuunda pek kıymettardır. Dümen donanımı şaftının dümen donanımıyla olan irtibatı ref olunabilir ve el dolaplarıyla irtibat peyda ettirilebilir. Dümen dolabı dümen donanımına ne gemi son süratte iken icra-i fiil ettirebilir ne de dümen tam alabandaya basabilir. Ve bittabi istim donanımından pek batîdir. Fakat her iki dümen makinası da bozulduğu zaman ale-l-âde dümen tutmak için dümen dolabı kıymettar bir alet olur. Eğer donanım ve dümen icra-i fiil etmezse o halde geminin dümen idaresi pervaneleri vasıtasıyla icra olunur. Dümenlerinin ziyaı üzerine çift uskur gemilerin, makinalarının adedi devirleri tebdil suretiyle rotalarını muhafaza ederek seyir ettikleri vakıadır. Dört uskurlu gemilerde dahi aynı hal kabildir.

     Dümen makinaları küçük dolaplar vasıtasıyla kaptan köprüsünden ve kaptan kulesinden idare olunur. Dümen makinasını tahrike dolap ile makina arasındaki vasıta umumiyetle <tele motor> cihazıdır. Tele motor cihazı bir piston ile borulardan ibarettir. Dümen dolabı vasıtasıyla bu küçük pistona hareket verilir. Pistondan makinaya mayi ile memlu küçük borular vardır. Bu vasıta ile makinada, dolaptaki hareketin aynı bulunur. Bu tele motor boruları aşağıya bir zırhlı muhabere borusu dâhilinden ittirilir ve ba’de geriye yani makine dairelerindeki dümen makinalarına muhafaza tahtında olarak isal edilir. Dümen idaresi mahallerine pusulalar konur.

     Her bir harp gemisi için bir usul-i mahsusa tahtında bir takım devir tecrübeleri yapılır. Ve netayici – süvariye ve seyir memurlarına olan lüzumuna binaen – kayıt olunur. Bu

tecrübeler şunlardan ibarettir;  

    (a) son süratte iken, (b) 12 knot süratte iken, (c) 12 knot ile makinanın biri ileri diğeri geri çalıştırılmakta iken dümen sancağa ve iskeleye basılarak tecrübede alınan rasattan geminin çizdiği mahrek resim olunur.

     Dümeni tam alabandaya alınca evvela gemi içeriye doğru yatmak ister, fakat bu ancak pek az sürer. Çünkü demi dairevi mahrekine girince tesir an-il merkezi icra-i fiile başlar ve dışa meyline sebebiyet verir. Bu meyil muhtelif şeylerden ileri gelir. Diğerleri müsavi olduğu halde geminin süratinin murabbaıyla tahlif eder. Yani eğer sürat tazyik edilirse meyil dört misli olur. Meyle teanidi az olan gemi teannidi çok olandan daha ziyade meyil eder. Keza, devir dairesi küçük oldukça meyil zaviyesi artar. Mesela <<Lord Nelson>> sınıfındaki gemilerin devirleri esnasındaki meyilleri devir dairesinin ibtidarlarında 8 derecedir. Ve gemi devir dairesi üzerinde ilerledikçe bu meyil 5 dereceye kadar tenakus eder. Gemi devir dairesi üzerinde iken geminin kıçı – dümenin üzerine olan kuvvet vasıtasıyla – dışarı dürtülür. Bu veçhile pervanelerin tesiri geminin hatt-ı hareketi üzerinde değildir.  İşte bundan dolayı, salarken geminin sürati düşer. Kezalik dümenlerin sürüklenmesi tesiri de vardır. Kayıt ile sabittir ki dümeni alabanda ile alındığı zaman sürati 17 ½ knot olan geminin yolu gemi daireyi resim ederken 8 knot’a düşmüştür. Hâlbuki makinalar elan 17 ½ knot’ mütenazır olan adet devir ile çalışıyorlardı.

     Geminin resmi istim tecrübelerinde dümen makinasının iktidarını tecrübe için dahi tecrübeler yapınır. Bu tecrübeler, gemi son süratle seyir ederken ve tornistana işlerken dümeni alabandaya almak için yapılır. Kezalik dolayısıyla tecrübeler icra edilir. Kezalik dümen donanımının dümen makinasıyla olan irtibatını bozup diğer dümen makinasıyla irtibat peyda ettirmek için yahut istim donanımını bozup dolap donanımını koşmak için sarf olunan zamanı kayıt için dahi tecrübeler yapılır.

İktidar ve yol

     Mukavemet:

     Bir geminin ilerlemesine su tarafından gösterilen mukavemet – delgi ve dalga muhaddesi olarak – iki nevidir. Geminin sathını suyun yalaması tesirinden ileri gelen delgi mukavemet evvel be evvel geminin sathının ahvaline tabidir. Ve yalnız bu sebepten dolayı gemilerin diplerini – temizlemek ve boyamak için sık sık havuza sokarak – hayvanat-ı kaşriye-i bahriyeden ve yosundan azade bulundurmak elzemdir. Mukavemet-i delgiye kovanını netayiç tecarib olarak tayin etmiştir. Mukavemet delgiye 1- sathın tabiatına, 2- sathın mesahasına yani vus’ata, 3- süratin 1,83 ncü kuvvetine, 4 –sathın cihet-i hareketteki tuluuna tabidir. Diğer hususat müsavi olduğu halde yolu tazyik, deliğe ait mukavemeti evvelki miktarının 3 ½ misline tezyid demektir. Mukavemet delgiye, sathın pürüzlülüğüyle pek süratle tezayüd eder. Mukavemet delgiye kezalik tul arttıkça azalır. Bu keyfiyet şundan ileri gelir; Satıh ilerlerken – satıh ile su beynindeki yalama fiilinden dolayı – sathın ciheti harekette bir su cereyanı husule gelir. Binaenaleyh sathın geri kısmı ileri doğru biraz hareketi olan su dâhilinden hareket etmektedir. Bu sebepten mukavemet delgiyesi azdır.  

     Dalga ihdasına ait mukavemetin anlaşılması pek kolay değildir. Gördük ki mukavemet delgiye yol ile pek süratle artıyor. Ve işte dolgun şekilli gemilerde âli sürat bulmanın pek güç olmasına sebep de budur. Bir gemi yedekte çekildiği zaman – bir silsile başta bir silsile de kıçta olmak üzere – iki ayrı ve ayan dalga silsilesi vücut bulur. Satıh bahri rakid iken bunlar pek ayan gözükür. Bu silsilelerden her biri 1 – dalgaların re’sleri geriye doğru meyil husule getiren bir silsileyi mütebaide ve 2 – dalgaların re’sleri geminin merkez hattına amud olan bir silsileyi arzaniyeden ibarettir. Mütebaat dalgalar gemiden hemen uzaklaşırlar, fakat bunların teşkili için lazım gelen kudret dalga muhaddesi mukavemetin bir kısmıdır. Baş arzani dalgası geminin yanından geçer ve gemi adi süratlerde iken der-akab yayılıp kayıp olur ve hakikaten güçlükle fark olunabilirler. Fakat geminin yolu arttıkça bu dalga da uzar ve yükselir. Dalganın tulu geminin süratinin murabbaı nispetinde artar. Böyle bir dalgayı mütemadiyen vücuda getirmek için lazım gelen kudret geminin yolunun dördüncü kuvvetiyle tehallüf eder. Yani eğer geminin yolu tazyif edilirse dalga manzumesinin kudreti ilk miktarının 16 misline çıkar. Şu da var ki eğer baş arzani dalgasının re’si kıç arzani dalgasının re’siyle intibaka gelirse mukavemetin pek azim tezayüdüne netice verir. Bir dalganın – re’sinden re’sine olan – tuluuyla sürati beyninde bir münasebet muayine vardır; Ki şudur:

   Kuvvet olarak sürat = 1,33 V kadem olarak tulu yahut: saatte kilometre olarak sürat = V 0,4 olarak tul.

     Dalganın tulu geminin tuluna yaklaştıkça dalga muhaddesi mukavemet daha seri olarak artar. Çünkü bu halde baş dalgaları silsileleri re’si kıç dalgası re’siyle birleşmek üzeredir. İşte sürat ile tulun beynindeki münasebetin geminin süratine bir mikyas teşkil etmesi bundan ileri gelir. Geminin knot olarak süratinin geminin kadem olarak tulunun cezr murabbaına nispeti 0,5 ile 0,7 olduğu zaman mutedil iktisadî bir sürat buluruz. Bu nispet 0,7 ile 1,0 olursa postaların ve muharebe gemilerinin süratlerini buluruz. 1,0 ile 1,3 olursa kruvazörlerin âli süratlerini buluruz. Mesela; 15 knot (saatte 27,8 kilometre), 150 kadem (45,7 metre) tuluunda bir gemi için ale-l ade bir sürattir. Fakat 500 kadem (152 metre) tuluunda bir gemi için mutedil iktisadi bir sürattir. Çünkü bu süratler için yukarı ki nispetin mütenazır kıymetleri 1,22 ve 0,67 dir. Zahirde tuhaf bir hakikat de bu nispetin yollu Bahr-i muhit yolcu vapurlarında ve kruvazörlerde sabit kalmasıdır. Ve bu da sürat arttıkça tulun da arttırılması sayesindedir.

İcmal

Bir haftalık vakayı berriyye ve bahriyye

* * *

Garp cephesinde: Geçen hafta hemen kâmilen sükûn içinde geçmiş denilebilir. Havaların fenalığı musademat şedide vukuuna mani olmaktadır. Almanlar Hartmannswillerkopf’un cenubunda 21 Kanun-i evvelde kayıp ettikleri ve bazı aksamını muahharen istirdad eyledikleri siperlerin kısmını da 8 Kanun-i sânî 1916 tarihinde düşmandan tathire muvaffak olmuşlar ve 1143 Alp Avcı askeri esir ve 15 mitralyöz iğtinam eylemişlerdir.

     Şark dar-ül-harbinde:   Şark dar-ül-harbinde şimal ve merkez kısımlarında cephenin kısm-i cenubiyesinde yani Besarabya ve Şarkî Galiçya’da geçen haftadan beri cereyan etmekte olan meydan muharebesi bir iki günlük bir vakfeden sonra tekrar kemal-i şiddetle devam eylemiştir.

     Ruslar, geçen haftaki icmalimizde beyan eylediğimiz mevkilerde kâin Avusturya – Alman mevziini zapt etmek için Türkistan avcı kıtaatına şedid ve kanlı hücumlar icra ettirmişlerdir.

     Türkistan avcı alayları bir cesaret nevmidane ile harp ederek bazı mahallerde Avusturya siperlerine girmişlerse de ihtiyat kuvvetlerinin mukabil hücumları üzerine vuku bulan göğüs göğüse muharebatta mağlup olarak mevzii asliyelerine ricat etmişlerdir. Rusların insanca zayiatı cidden pek vahimdir. 1000 mevcutla harbe giren taburlarda 130 kişi kalmıştır. Esasen her türlü vesait müdafaa ile tahkim edilmiş olan Alman – Avusturya mevzilerini böyle piyade hücumları ile cepheden zabt etmeğe kalkışmak öyle bir cinnettir ki neticesi General İvanof’un kumandasındaki Rus cenup ordusunun bitap bir hale gelmesine sebebiyet verecektir. Zaten Alman – Avusturya başkumandanlığının maksadı da budur. Moskofların Alman – Avusturya taarruz umumiyesi hitama erdikten sonra Eylül’den beri yeni kıtaat teşkili, eski cüzi-tamlardaki noksanların ikmali, mühimmat tedariki suretiyle ordularının tanzim ve takviyesi hususunda icra ettikleri bütün istihzarat, bu semeresiz fakat kanlı hücumlarla maf ve heba olunca tabiidir ki Alman – Avusturya kuvvetleri tekrar taarruza geçecekler ve geçen sene Karpatlarda olduğu gibi, uğradığı zayiat azime neticesinde taarruz ve hatta müdafaa kabiliyetinden çok şeyler kayıp etmiş bulunan Rus ordusunu mağlubiyetten mağlubiyete uğratacaklardır.

     Moskoflar yılbaşında vukua gelen kanlı muharebelerde 50,000 kişilik zayiata uğradıkları gibi 2,500 kadar da esir vermişlerdir. Bu cephedeki Rus muhacematı henüz hitama ermemiştir. Çünkü elindeki son nefere varıncaya kadar hücumda ısrar ederek bade mağlup olmak moskof erkân-ı harbiye’sinin itiyat edindiği marifetlerden olmak hasebiyle şimdi her taraftan kuvayı imdadiye celp eylemektedirler.

     Almanya imparatorunun Stripa cephesini ziyaret etmesi dar-ül harbin bu kısmında Alman – Avusturya kuvvetlerinin muzaffer olacaklarına bir zaman kavi teşkil eder.

     İtilaf devletleri yıpratma harbi yaparak ittifak murabba devletlerini mağlup etmek istiyorlarsa da daima semeresiz hücumlarda bulunmak suretiyle, yıpratma harbini kendileri aleyhinde neticelenecek bir tarzda istimal ediyorlar.

     Denizlerde: Harb-i umuminin ilk kısmında yani İtalya’nın harbe müdahalesine kadar az faaliyet göstermiş olan Avusturya donanması sabık müttefikinin ihanetinden Adriyatik denizinde sık sık akınlar icra etmeğe başlamış ve seri-üs seyir kruvazörler ile muhripler tarden yapılan bu harekât ale-l-ekser müntec muvaffakıyet olmuştur. İtalya, Fransa, İngiltere kuvayı bahriyesinin tefevvuk adedisine rağmen, denize açılacak seri akınlar icrasından çekinmeyen Avusturya filosunun büyük bir fikr-i teşebbüs ve cürete malik olduğuna delalet eden bu şayeste-i takdir harekâttan biri de ahiren 25 Kanun-i evvel sabahı icra edilmiştir. Avusturya’nın 3500 ton cesametinde 27 mil sürate haiz 50 çap tuluunda 9 adet 10 santimetrelik topla mücehhez seri kruvazörlerinden biri olan SMS Helgoland kruvazörü refakatında beş torpido muhribi bulunduğu halde Pola limanından çıkmış ve cenuba doru seyir ederken Fransa’nın Monge tahtelbahirine tesadüf ederek sefine mefkûreyi tahrip eylemiştir. Bu tahtelbahir 400 – 550 ton cesametinde 12 – 13 mil sürate haiz 7 torpido kovanıyla mücehhez ve 9 mil süratle 1400 mil mesafe katına muktedir bir sefine idi.

     Filo, tahtelbahrin ikinci kaptanı ile mürettebatından on beş neferi esir ettikten sonra Dırac limanı önüne gelmiş ve Arnavutluk’a çıkan İtalyan kıtaatının ihraç iskelesi olan bu limanda bir vapur ile bir yelken gemisini batırmış ve sahil bataryalarını müessir bir ateş altına almıştır. Fakat İtalyanlar, Avusturya – Macar filosunun daima böyle akınlar icra etmekte olduğunu düşünerek liman haricine sabih torpiller dökmüş olduklarından Lika ve Triglav muhripleri bu torpillere çarpmışlardır. Lika der-akab batmış ve vahim hasara uğrayan Triglav diğer bir muhribin yedeğine alınarak filo Pola’ya doğru yol vermiştir. Birkaç saat sonra İngiltere’nin HMS Dartmouth ve HMS Weymouth sisteminde iki kruvazörü ve Fransa’nın Boxlie sisteminde beş torpido muhribinden maada aralarında İtalyan gemileri de bulunan sair sefainden mürekkeb bir düşman kuveyi bahriyesi müşahede olunduğundan Avusturya filosu, hatt-ı ricatını kata çalışan bu faik düşmandan kurtulmak için, fazla süratle seyir edebilmek üzere, batırmış ve hasım filosunun takibinden kurtularak Pola’ya avdet eylemiştir. Fransız – İngiliz – İtalyan bahriyeleri bu hadiseyi bir muzafferiyet şeklinde alma ilan eylemişlerse de hakikat hal bundan ibarettir.

     Batan Lika ve Triglav muhripleri 850 ton cesametinde 33 mil sürate haiz 2 adet 10 santimetrelik 6 adet 7 santimetrelik top ve 2 adet 53 santimetrelik torpido kovanıyla mücehhez idiler.

     İngilizlerin vaktiyle Çanakkale’de batan E – 15 in eşi olan E – 17 tahtelbahri 6 Kanun-i sanide Şimal Denizinde kazazede olarak batmıştır.

     Avusturya – İtalya hududunda:  Bütün cephede topçu muharebatı kemal-i şiddetle devam etmekte olup İtalyanlar ara sıra ötede beride hücum teşebbüsatında bulunmuşlarsa da ber mutad tard edilmişlerdir. Devliye’nin şimalinde Avusturyalılar İtalyanlardan bir siper zabt etmişler ve düşmanın müteaddid hücumlarına rağmen mezkûr siperi muhafaza eylemişlerdir. İsonzo cephesinde bomba ve lağım muharebeleri icra edilmektedir.

     Balkan dar-ül harbinde: Fransız – İngilizlerle, Alman – Avusturya – Bulgar kuvvetleri mevkilerini tahkim ve ikmal istihzarat ile meşgul bulunmaktadırlar. Karadağ dâhilinde, Tara nehrini tutmuş olan Von Kövess ordusu Birani’ye de iyiden iyiye yaklaşmış ve Lim nehrinin şark sahili düşmandan tathir edilmiştir. Havaların ve arazinin fenalığı harekâtın pek ağır ilerlemesini intaç etmektedir. Diğer taraftan Avusturyalılar meşhud Lefcen dağını zapt etmek üzere Kataro karibinde de harekât-ı taarruziye ye başlamışlardır.

     Osmanlı dar-ül-harbinde: Kıtaatımızın müthiş bir taarruza hazırlanmakta olduğunu gören İngiliz – Fransız kuvvetleri nihayet 27 Kanun-i evvelde Seddülbahir’den de ricat ve firar eylemişlerdir. Bu suretle Çanakkale muharebatı da resîde-i hadd-i hitam olmuştur. Düşmanlarımız, Çanakkale harekâtına 6 Şubat 1330 tarihinde Seddülbahir ve Kumkale’yi topa tutmak suretiyle başlamışlardı. Binaenaleyh düşmanlarımıza pek pahalıya mal olan dokuz aylık muharebat İngiliz ve Fransızların hezimet temasıyla neticelenmiştir. Osmanlı ordusunun Çanakkale’de gösterdiği delirane mukavemet tarih-i harp cihana Çanakkale müdafaasını altın harflerle kayıt ettirecektir. Askerimiz Çanakkale’de dünyanın en mütehammil, en fedakâr ve en şeci askeri olduğunu bi-hakkın ispat etmiştir. Irak’ta Küt’ül-Amare’yi muhasaradan kurtarmak için düşmanın icra ettiği bil-cümle teşebbüsat telefat külliye ile akim kalmaktadır.

         Pazar ertesi: 28 Kanun-i evvel 1331

         Abidin Daver.

 

 

.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.