DONANMA MECMUASI 30 / Ağustos.1912
DONANMA MECMUASI 30
Donanma için millet çalışır
EDİRNE de meşhur hamiyet
SERMAYE
EMTEA , NAKİT
( * ) burada, Karl Marx’ın kitabı bu sayfalarda bahis bahis tercüme edilmiştir.
Mithat Cemal
Cemiyetimizin bu seneki kongresi azayı keremiyle merkez umumi heyet idaresinden, sergi komisyonundan bazı zevat
TERAKKİ VE MEDENİYET : İRTİFAYI KANUNİ
Cemiyetimizin bu seneki kongresinin encümen maliyesi azası
Cemiyetimizin bu seneki kongresinin encümen idaresi azası
Bedii Nuri
KİTAPLAR VE CİNAYETLER
Payitahtın gayrettar yeni şehremini
Operatör Cemil paşa (Topuzlu) hazretleri
Donanmamızın ihyası için cidden çalışan yorulmaz bir şube
Sultanahmet merkez şubesi reis ve azası
Raif Necdet
TERBİYE-İ VATANİYENİN AVAMİLİ
Gayeyi-i terbiye, çocuğu mükemmel bir insan olarak yetiştirmek, bütün istidat ve temayülatının hissen inkişafını temin eylemek ise, bu kalbi sabide rüşeymi bir sevda, bir aşk halinde yaşayan vatan perverlik hislerini bir iman kuvvet ve metanetiyle tecelli ettirmek. . . Çocuğu vatan için, hak için faydalı ve fedakâr bir surette yetiştirmektir.
Çocukların kalbinde, onu sineyi şefikinde samimi ve nuvazşikar (okşayan) büyüten, ona kendiliğini bahis eden ailesine, piş enzarına (geleceğine) açılan muhitine ve bütün aşinalarına karşı fıtri ve ezeli bir muhabbet, bir merbutiyet vardır. Fakat bu şayanı takdis ve tekrim (saygı) hissi, vatanı teşkil eden bütün şeylere şamil olabilmek için, terbiye ile inkişaf ettirilmelidir.
Çocuğun maneviyatı, dimağ ve muhayyilesi, her türlü ihtisatı kabule müheyyadır (amade). Ona, bu zamanlarda ne telkin edilirse, vazife hissi, vatan muhabbeti, hayata karşı tahammül. . . Her şeyi kabul eder.
Çocuğun terakümatı irsîye neticesi olan heves ve kabiliyeti maneviyesi, hayat ve saadet istikbali üzerinde, en küçük yaşından itibaren gördüğü ahvalin, derin bir hissi tesiri olduğunda, bunlar çocuğun tabiatında istikrar edeceğinde şüphe edilmemelidir.
Bunun için, çocuğun anı sabavetinde, terbiyeyi ahlakiye ve vataniyesi hususunda, terettüp eden vazifeyi ihmal etmek, ait olanlar için en büyük bir kabahat, bir cinayettir.
Bu hususta en ziyade vazifedar olan, hissi vatan perveriye bir meyil keşayiş (açıklık) veren muhit, aile ve mekteptir.
Aile ve mektep, muhit mübarekinde bu his faziletkârının tenbiye ve takviyesine hizmet eden iki mabet mübeyyindir. Bahusus bir de valideler ve muallimler, memleketimizin vahasız ve ufuksuz çöllerinde ensali atiyeyi (gelecek nesil) idare ile beldeyi miktareyi gösterecek birer mürşid, oraya isal için kanatlarına kudret çulan, ruhlarına meyil itila veren ulvi birer menbağdır.
Çocukların ruhu ve dimağı, etraflarında nazarı dikkati celb eden ve bilhassa hoş görünen her şeysi ahz ve telakkiye müstaidd (istidatlı) bir sinematograf şeridi gibi olunca, cevher manevilerini fena şeylerden vakaya etmek ve aynı zamanda kendilerine hissen misal olmak hususunda ailenin ve muallimlerin
Sayfa: 257
pek büyük tesirleri, ağır ve mühim vazifeleri vardır.
Terbiye-i vataniye, şüphesiz terbiye-i ahlakiye gibi ve onunla beraber, beşikte başlamalı ve yine – hayatı sebavetin en mühim ve azim bir kısmı aile arasında geçtiği için – orada mecrayı feyzikarını takip etmelidir.
Eğer ebeveyn, çocuğun hassasiyet ahlakıyesini tenmiye (artırma) ederken temayülat vatan perverane ve efkâr insaniyet karilerini de tenbiye ve tehzib (çocuğu adam etme) ederlerse, muallimlerin vazifesi azalmış ve yalnız onları takviyeden ibaret kalmış olur ve ebeveynin çocuk üzerinde icra ettiği his tesiri ikmale çalışırlar. Fakat çocuk ailesinden ve sokaktan fena bir terbiye almış, kötü efali (fiil) taklit etmişse, işte o zaman muallimin vazifeyi terbiviyesi pek güçleşir. O zaman muallim çocuğun sui ahlakını imha ve izale ederek yenilerini ve iyilerini ikaya çalışacaktır. Bu hususta malum ders, teneffüs, oyun, her hal ve zamanı fırsat ittihaz etmelidir.
Bilhassa terbiye-i vataniye hususunda mektep pek aziz ve kavi bir amildir. Bunun için terbiyeyi vataniyeden beklenilen gaye ve faydanın husulü için, hükümet mekteplerde kabul ve tatbik edilen usulü terbiyeyi daima teftiş ve murakabe eylemek vazifesiyle mükelleftir.
Şüphesiz ki, devlet bir çocuğun vatan için, cemiyet için müfit olabilecek tarzı terbiyeyi intihap ve murakabede de vazifedardır.
Terbiyeyi vataniyeden maksat, devletin kanuna, esas teşkilatına vukuf kesb ettikten sonra, mahiyeti maddiyesine, binayı devletin kurulduğu toprağa, vatana derin bir hürmet ve muhabbet beslemek, onu bütün ruh ve kalbiyle, can aşkıyla sevmek, sevdirmektir.
Vatan, yalnız toprak değildir. Muhit maddiden başka, azim, ananat (anane), ibadat, mücelledat nefise, şan ve şeref veren her şey. . . Buna dâhildir. Onun için bütün bunlara karşı payidar bir muhabbet telkinine çalışılmak lazımdır.
Saf ve zinde çocuk kalpleri son derecede hassas ve nazik olduğundan telkin edilecek fikirler, dimağında intikaş (kazınma) eder. Bir kanaat, bir itikat halinde yerleşir kalır. Bundan dolayı, tarzı terbiye ve tedrisin mükemmeliyetini temine çalışırken, ilka edilecek fikirlerin de ehemmiyetini unutmamalı. Çünkü insan, vicdanına işleyen bu gibi efkârı maksubenin tesiratına pek tabiidir. Müşfik ailesi uğurunda efradı nasıl fedayı can ederse, başka şekilde ve daha vasi mikyasta bir aile demek olan devletin kendi muhit rahim ve himayekarında yetişen bir adamın kalbi de o devlet, o vatan için çarpar. Fakat onun valide ve pederi nasıl kendi üzerine titredilerse, devlet de refah saadet ve istikbal
Sayfa: 258
hususunda olduğu kadar istikmal (tamamlama) irfanı kaziyesinde de pek semih davranmalı. Çünkü devlet asıl sevdirecek, muhabbeti vataniyeyi hâsıl edecek şey, terbiye, bu meselede istikmal irfanı meselesinde telkin edilecektir.
Bir aile, çocuğunda hamiyet ve sadakat, azim ve metanet hislerini tenmiye ederken, devlet de açtığı mektepler, mekteplerde kabul ettiği usulü terbiye ile efradın bilhassa terbiyeyi vataniyelerini tenvir eyleyecektir.
Almanya’nın, muzafferiyet ahiresini ordudan ziyade muallimlerine borçlu olduğu unutulmamalıdır. Yine unutulmamalıdır ki Fransa mekteplerinde çocuklar, heyeti mümeyyizeyi imtihaniyenin Alsas eyaletinde cereyan eden nehirlerin menbağı ve mensupları hakkında vuku bulan suallerine cevaben; < Filan mevkiden çıkarak çayırlarına akıyor> diyorlar.
Hülasa, bu kadar ulvi tesirat vatan perveranesi nazarı dikkate alındıkta, hükümetin bütün tebayı tahsil i ibtidaiye sevk ve icbar eylemesi ve tarzı terbiyeyi murakabe eylemesi kendi münafi iktizasındandır.
Nasıl evladından biri çapkın ve arsız çıkan namuskâr bir ailenin huzur ve rahatı münselib (kaçmış) olursa, efradından bir kaçı cahil ve hain olan bir devlet de o kısmı tabii yüzünden maddi ve manevi zararlara uğrar.
Mustafa Haluk
Sayfa: 259
ÜÇ SENELİK MAHBUSİYETİN BİR GECESİ
Saat ona gelmiş, guruba iki saat kadar bir zaman kalmış idi. üçüncü düdük çalındı. Mahpuslar küçük yuvarlak içi boş bir demir parçasının çıkardığı keskin, dilhiraş bir sedayı amerite, hayat felaketin kendilerine çok gördüğü ziyadan da mahrumiyeti meblağ olan bu sese, kemali meyusiyetle inkiyad ediyor. Yavaş yavaş dar bir bahçeden geçerek, her biri yirmi beş metre uzunluğunda, beş altı metre genişliğinde sık demir parmaklıklarla kapanmış yedi sekiz pencereden başka güneş görecek, hava ziya alacak bir yeri olmayan, koğuş namı verilen karanlık, gam alud (kaygı veren) odalara gidiyorlardı. Bu odalar, yüz elli, iki yüz arşın murabbaında oldukları halde bedbaht, sefil sakinleri hiçbir zaman yüz, yüz elliden aşağı düşmüyordu.
İtalyan donanması Beyrut’ta iken
CEBİN VE HAİN DÜŞMAN KUVVETLİ ZIRHLILARINA KARŞI KAHRAMAN ORDUMUZUN CESUR CÜNDİLERİ
Mahpuslar, bu odalarda hayatın birkaç saatlik baskılı, gündüzün acı saatlerinin geçmesinden mutehassıl yorgunluğu, bir biri üzerinde olmak üzere yatarak geçirir.
Sayfa: 266
Bende gardiyanlara, mahbusiyenden ancak birkaç kişiye mahsus Bizans’tan kalma, kargir (taş veya tuğla yapı), yedi sekiz metre tülunda, dört metre arzında, zeminle müsavi bulunan koğuşa çekiliyordum.
SAĞLAM BİR FİKİR SAĞLAM BİR VÜCUTTA BULUNUR
EDİRNE İDADİ ASKERİSİ ZABİTAN VE TALEBESİNİN TAYYAREMİZ İÇİN TERTİP OLUNAN EĞLENCE ESNASINDA İCRA ETTİKLERİ CİMNASTİK OYUNLARI MANZARALARINDAN.
Koğuşumda, her mahpus gibi ben de yatağımın önündeki küçük mindere oturdum. Ölmemek, bu hal felakette de olsa bir gün fazla yaşamak için muhtaç olduğum kuvveti tedarik etmek üzere akşam yemeğini hazırlamakla meşgul olmağa başladım.
Mahkûmeyn adiyeden hakir, pek hakir ve zelil bir mevki bulunan biz mücrimin siyasiyeden, Abdülhamid’in gözcüleri – hiç olmazsa – yemek tedarikine müsaade etmek gibi bir lütfü, bir insaniyeti esirgemiyorlardı.
Yemekten sonra, benim gibi her biri bir mahkûm siyasi olan arkadaşlarımla her akşamki gibi biraz konuştuktan, gizli gizli dertleştikten sonra her birimiz uyumak, oturmadan veya dar bir bahçede dolaşmadan mütevellit yorgunluklarımızı
Çalışkan mürebbi
Edirne idadisi jimnastik muallimi Sayid Bey
Gidermek, dinlenmek üzere yataklarımıza çekildik. Ziya-ı şemsten mahrum olduğu cihetle gündüzleri bile bir şeb-i yeldâyı (yılın en uzun gecesi 23-24 Aralık) andıran odamız, ufak bir idare lambasının neşir ettiği sönük, donuk bir ziya ile tenvir olunuyordu. Bu küçük lambanın çıkardığı hafif, kasvetli ziya, sureti daimde esiri yeis ve fütur olan mahpusların kalplerini bütün bütün mükedder (kederli) ediyor. Dünyada hayatta iken kendilerini mezarı âdemde addettiriyor.
Saat dört olmuş, herkes yatağına yatmış uyumakta. Bende bin müşkülatla ele geçirdiğim bir kitabı – her gece olduğu gibi – bu gece de
okumakta idim. Ruz kez sitenin velule-i semai (işitme) canına bedel, hazin aver bir sükûnet etrafı istila etmiş, askeri nöbetçilerinin ifayı vazifede kusur etmediklerini bildirmek üzere ikide bir kulağa pek acı gelen birkaç düdük sedası bu semt (susma) ve sükûneti ihlal eylemekte bulunmuş idi.
Saatin altı defa tanin-endaz (çınlama) olması kitap hayatımdan bir sahifenin daha kesildiğini kader aver bir surette anlattı. Teessürüm arttı. Kitabı bıraktım.
Mazimi, halimi düşünmeğe başladım. Bu düşünce beni derya-yı tefekkürün cereyan-ı yeis averine kapıldırdı. Sahayı vasi füturun imanı meçhulüne doğru götürmeğe başladı.
İçinde bulunduğum girdab-ı felaket, hayat
Sayfa: 268
Sefilâne ile henüz dâhil olduğum bahar, hayatımın hengâm-ı zevk averinin en parlak günlerinden birinde, hadika-i saadetin (saadet bahçesi) yeşil bayraklı nihal (taze) ümidi arasında tair (uçan) pür meserret (sevinç), izhar güna günü içinde kaide yer şevk-i kitap hayatımı okur. Takip ederken duçar olduğum bu felaketi günde birkaç kere olduğu gibi şimdi de düşünmeğe, kalp mahzunumun haykırmakta olduğu feryad-ı müteellimaneyi (iç sızlaması) dinlemeğe, anı tevkifimden bu saate kadar geçirdiğim günleri birer birer gözümün önünden itemeyerek geçirmeğe başladım.
Yevmi tevkifim, zaptiyede, yıldızda edilen istintaklarım, tevkifhaneden mahkemeyi cinayete o cehennem arabasıyla gidip gelişim, cinayet mahkemesindeki muhakemelerim, mahkûmiyetim müfekkiremden birer birer geçti. Bundan sonra tevkifimden evvel geçen zamanım hatırıma geldi.
Bi ihtiyar ağladım.
İkibüçuk seneden beri geçirmekte olduğum bu hayat düzahi (zebani) esas ittihaz edildiği takdirde istikbalde belki şu halden daha fena bir hayat veya bundan beter bir hayat ihzar etmekte müsamaha etmeyecek olan talih na-sazdan (uymaz) şikâyete başladım. Bu şikâyet, bu feryad kime. İnsaniyet, beşeriyet semah (kulak) merhamet ve mürvetini bize karşı kapamış. Bizim gibi felek zedelerin (bedbaht) naleyi talimi nezdi hüdada yer bulur.
Bu tellümden, bu teessürden kurtulmak istiyordum. Düşündüm, çareyi halası mazide buldum. Mazinin o serbest günlerin yâdıyla kendimi teselli etmek istedim.
Heyhat. . .
Mazi, o hali saadet bir züli zail-i seri, tatlı bir rüya. Subh-i kâzib (sabahın ilk ışıkları) gibi ufuk umurumda infilak etmeden, lane-i emele (istek) bir hatve (adım) takrib eylemeden üfûl (kaybolma) etti. Mührü emel bir daha tuluğ etmemek, ümit perverini bir daha müstenir (parlak) eylememek üzere gurup eyledi. Gitti.
Bende kendimce hadikayı saadette tair amal idim. Fakat bu felaket, beni muzik (sıkan) ıstırapta – hülasa mahal bir surette – şikeste (kırılmış) bıraktı. Riyaz (bahçe) neşatın (sevinç) işcar zümrüdüne bedel şure-zar (çoraklık) beisin zakkum bişamarı, en güzel, en latif kokular neşir eden ezharı güna gününe mukabil binlerce har-u zarı (diken), nesim ruh, efzası yerine rih-i (rüzgâr) melal asarı kaim oldu. Refref (döşek) saadet, minkalib balin felaket, handeyi şevk ve misret mübeddel kerbi (gam) nikbet (talihsizlik) oldu. Şevk ve darbı mesudiyet ise bir kalb-i meyustan çıkan ah ve enine (inilti) döndü.
Hal ile mazinin muhakemesi bilmem ne kadar devam etti. Yalnız gözlerimden dökülen aşikâr teesürüm, mahzun çehremi ıslattıklarını duyuyordum. Evet! Herkes uyumuş, ben hâlâ döşeğimde oturup düşünmekteyim. Başımı kaldırdım, bir nazar amik basiretle etrafıma, benim gibi duçarı felaket olmuş, şuleyi (alev) istikballeri sönmüş, zavallı aileleri, henüz pek genç iken kendileri mahvolmuş ve sefil olmuş olan meslek ve mahpus arkadaşlarım, – uykularında – elim, hüzün akan yüzlerine baktım.
Sayfa: 269
Bu çehreler, bir değil, üç değil idi. Çok pek çok idi. Hepsi de benim gibi kimi kaleminden, kimi mektebinden, kimi oyundan getirilmiş idi. Hissiyatı insaniyeden mahrum, insan kıyafetli, cani suretli vasıtalarla getirilen bizlerden hapishane memurları – hiç olmazsa – hem hal, hem fikir, hem his olduğumuz refikayı meslekten ayırmamak gibi bir lütfü esirgemiyorlardı.
Yataklarımız üç dört parmak fasılalarla birbirinden ayrılmış, makberi emvat (ölü) gibi odanın dört tarafına sıralanmış idi.
Hemen her dakikalarını tefekkürat müteellime (içi sızlama), her anlarını teessürat bi nihaye ile geçiren arkadaşlarım, geçirmekte oldukları hayatı meyusaneyi muvakkaten olsun terk etmek üzere derin derin uykuya dalmışlardı. Güya ki her biri birer mücessem beis ve fütur idi. kim bilir; İnlerinde kaç geceleri benim gibi böyle uykusuzlukla, elemle, izdırapla geçmiştir. Hazin ve elemden, gözlerimden akan sir-i şan (gözyaşı) teessürden, biri biri ardınca kopup gelen şahik teessüften kurtulmak üzere koğuşun önündeki aralığa çıktım. Saf bir hava almak istedim. Bu aralık, on metre irtifaında duvarlarla muhât (çevrili), mukassi (kasvetli) bir yerdir. Duvarlarından birinin köşesinde de aralıkta gezenleri görmek üzere bir askeri tarassut kulesi vardır.
Hava teneffüs olunamayacak derecede sıcak, sıcaklığı nispetinde de karanlık idi. Güya ki tekâsüf (yoğun) etmiş.
Gökyüzünü gönlüm gibi keder amiz bulutlar kaplamış, baktıkça insan, sabahı atinin yeni bir felaket doğuracağına hüküm ediyor.
Bu aralıkta bir hayli dolaştım, gezindim. İki, iki buçuk seneden beri mütehassir (hasret) olduğum cihan serbestinin afakını olsun görüyordum. Cihan ıtlakı düşünmekte bizim gibi mahpuslara bir zevk veriyordu.
Bilmem ne kadar dolaştım. Gezindim. Artık mefkûreme durgunluk, vücuduma uyuşukluk gelmeğe başladı. Çeşm sar (çeşmesi bol) mahbusin olan musluk başına oturdum. Kemali azimet ve ulviyetle güneş meydana çıkmağa, ufuk aydınlanmağa başladı.
Heyhat! Ki bu da tezyid-i elem ve kederimden başka bir şey yapmadı. Bu kader, bu yorgunlukla koğuşa girdim.
Kâinat hala hâb (uyku) rahatta, ben ise henüz uyumamış idim.
1.Ağustos.1314
Muhatter Hane
Sayfa: 270
BARBAROSUN MEVLÜDÜNDE BİR GECE
Mevki: paşa köşkü
M. Şemseddin
MEKLA HAKİMİ VE MEKLA ARAZİSİ
Muaveneti milliye cemiyeti bez fabrikası şubesi heyeti
1 – fabrika müdürü kol ağası Sabri bey. 2 – tabib yüz başı Hikmet Hüdaverdi bey. 3 – ser makinist yüzbaşı Şevki bey. 4 – dahiliye zabiti mülazım evvel Muharrem bey.
Muaveneti milliye cemiyeti Cuma Bâlâ şubesi azasından Şevket bey.
Muaveneti milliye cemiyeti Kesendire şubesi reisi Sadık bey.
Süleyman Lütfi
Deniz facialarından
(MADUSA) FIRTATEYNİNİN SALI
Göztepe Haziran.1328 (Temmuz.1912)
Ali Rıza Seyfi