DONANMA MECMUASI 90 / 139 – 4 Ekim 1917
DONANMA MECMUASI 90 / 139 – 4 Ekim 1917
Deniz hayatı: [Cidal ve safa]
Pencişenbe: 4 Ekim 1333 – 17 Zilhicce 1335
İştirak şartları: İstanbul ve taşra için seneliği kırk kuruş, ecnebi memleketlere on iki franktır.
Nüshası: 1 kuruş
Donanma cemiyetinin haftalık gazetesidir..
Numara: 90 – 139
Donanma hayattır
Senelik abonesi Osmanlı memleketi için 40 kuruş / ecnebi memleketler için 12 Frank
Merkez tevzii Babıali caddesinde Ay Yıldız
Kitap hanesidir.
Matbaa Ahmed İhsan ve Şürekâsı
Donanma istiklal ve vatanın muhafızıdır.
Mülahaza
Maksada doğru
İstikbalde donanma
Cemal Paşa hazretlerinin <<Tanin>> refikimizde intişar eden tebşir ve mütalaaları geçen haftaki makalemize mütalaa zemini olmuş idi. Yakın bir istikbalin – müşarünileyhin tabirleri veçhile – küçük fakat kuvvetli ve mütekâmil donanması her hamiyet perveri saatlerce değil günlerce işgal edecek mühim ve ferahlı bir mevzu olduğundan bu hafta da onunla meşgul olacağız. <<Tanin>> refikimiz, elde ihtiyaca kâfi bir donanmamız olsaydı, mazideki acı tecrübeleri görmeyeceğimizi o zaman intişar eden başmakalesinde sûzişli bir lisan ile yazıyordu. Biz bu haklı mütalaaya ilave olarak diyeceğiz ki:
[donanma cemiyeti de bütün mevcudiyetini buna hasretmiş idi. Donanmanın lüzumunu umuma anlatmak için elinden geleni yaptı ve bu esası sarsılmaz bir metanetle takviye için bir noktayı hedef ittihaz etti. O da ayda
40 PARA nazariyesidir.] Bu gün de bu nazariye üzerinde ısrar ediyor. Devlet, mali kuvveti nispetinde bir donanma elde etmeğe çalışıyor. Bundan fazlası elbette beklenilmez. Fakat – devletin mali kuvveti milletten gelmekle beraber – milletin her ferdi de kendisini tazyik etmeyecek, maişeti namına ufak bir zecriyete bile sebep olmayacak surette resmi tekliflerden hariç olarak bu donanmanın ikmaline muvaffak olabilir. O da her ferdin donanma için ayda 40 PARA vermesidir. Memleketin nüfusuna, servetine, istimdadiyesine, tefekkürüne göre bir vatandaşların ayda kırk para vererek senevi 600000 lira kadar bir para temin edebileceğini iddia ediyoruz. Bu iddiamızı da her suretle ispat edebiliriz. Bir devletin malî kuvveti resmi vergilerdir. İktisaden vaki olacak küşayiş, tedriç suretiyle ne dereceyi bulursa bulsun bu derecesi yine bir nispet dairesinde tevsi edebilir. Bundan fazlasına da tahammül edemez. Hâlbuki millet, bu teklifler haricindeki musaviyetiyle maksada daha çabuk ayrışmış olur. Bu gün devletin alacağı ile vereceği malumdur. Ondan fazlası ise bizim uhdemizde duruyor. Bizim borcumuzdur. Senevi 600000 lira karşılık gösterilerek vaki olacak siparişler, mubayaalar, yakın âtinin küçük fakat kuvvetli ve mütekemmil donanmasına pek mühim gemiler ilave edebilir. Zaten milletin semahat ve himmetidir ki vaktiyle gerek hükümeti, gerek cemiyeti büyük, büyük itminanlar ile Reşadiye dretnotunun taksitleri bakiyesini verdirmiş. Sultan Osman Evvel dretnotunun bedelini ödetmiş, Fatih dretnotu için de taahhüde giriştirmiş idi.
Harp hali bizim hiçbir teşebbüsümüze mani olamaz. Evvela bu hususta bu memlekette çok para kazananlar, ön ayak olmalıdır. Gazetelerimizi, umumumuzu pek çok işgal eden bir mesele – fevkalade hallerden istifade ederek zengin olmak kaziyesi – hamiyet meydanında güzel bir istinat noktası bulur. Herkes görüyor ve biliyor ki bu gün memlekette ne suretle olursa olsun yakın bir mazinin sergüzeştlerini servetleriyle unutmak isteyen temettü sahipleri meydana çıktı. Bunlar, sefahat yolunda düşünülmeden sarf edilen paraları, milletin hürriyeti, vatanın istiklali namına da düşünmeden verirlerse unutulmak için bir adım atmış olurlar. Bundan sonrası ise milletin sair fertleri uhdesinde duruyor. Onlardan çok değil ayda: 40 PARA İstemek emelimizi husule getirir. Yine milletin hamiyeti sayesinde donanma cemiyeti şubelerini köylere varıncaya kadar yaymış ve bir taraftan da ikmaline çalışmakta bulunmuştur. Onun için ayda 40 PARA nazariyesi ameli bir surette tatbik olunabilir. Artık nihayete doğru ayırdığı anlaşılmakta olan harbin hitamıyla tabii hal avdet ettiği zaman bu iş daha ziyade suhulet ve mükemmeliyet ile yürür. Artık anlamayan kalmamıştır, zannındayız: Bu millet için donanma; hayat demektir. Onsuz terakki namına bir adım atılamaz, atılsa da nakıs olur, akamete mahkûmdur. Bu hakikat acı tecrübelerle de anlaşılmış ise istikbal donanması için ayda: 40 PARA vermeği unutmayalım.
Donanma
İcmal hadisat
Nutuk sadâret-penâhî
Ufak bir bir tetkik tarihi
Nice tabirler vardır ki, telaffuzu büyük bir kitap kadar saik-i tefekkür olur. Yahut bir levha tesirine haizdir ki, mevzuuna göre ihtişam ve şevket veya zeval ve nekbet-i ilham eder. Bence tabirat-ı kadimimizden bulunan <<Sadâret-penâhî>> tabiri de böyle bir kuvvete haizdir. Ne zaman işitirsem ve yazarsam saltanat-ı seniyyenin edvar-ı şevketinde hizmet-i millette ifnâ-yı vücud eden hamiyet perveran vezira, cesim sicilim önünde belirir. Bu türlü tabirat, bizim – mefahir milliye kısvesini muhafaza edecek olan – inanatımız meyanına dâhildir. Tabirden kisveye varıncaya kadar bütün dirineleri müteassibata ibka ve ihya eden akvam-ı medeniyenin bu fert ihtimamları elbette boş değildir. Maneviyat milleti ikdar için düşünülmüş ve beğenilmiş muhafazakârlıklardandır. İşte cam’ olduğu mezaya itibariyle de sadr hamiyet kâr fehametli devletli Mehmet Talat Paşa hazretlerinin, riyasetini haiz oldukları ittihat ve terakki fırkasının son umumi kongresinde irad buyurdukları nutuk mühim ve mufassal da bi-hakkın <<nutuk sadaretpenahi>> denilmeğe layıktır. Avrupa matbuatında da büyük bir ehemmiyetle karşılanan bu nutuk ceraid mahalliyece uzun uzadıya tefsir edilmiş ve bizde emsali pek nadir görülmüş olan bir hadise-yi siyasiye olduğundan ati için de aynı kıymeti irae eyleyeceği şüphesiz bulunmuştur. Hususiyle siyaset devletin ruhu makamında telakki edilen bazı mesail mu’zile, sadr âli Kadir hazretlerine layık bir lisan-ı metin hamiyetle cihanın enzar-ı ıtla’ına isal edildiğinden, dâhil ve hariçte gûnâgûn mütalaata yol açan hadisatın mahiyet hakikiyesi tayin etmiş demektir. Neşriyat mütevaliyeden anlaşılıyor ki, düşmanlarınınz muvaceheyi medeniyette bizi hacil ve calib muahaze bir mevkiye düşürmek için hame-i ifsadın kuvvetinden istifadeyi unutmuyorlar. Ve bu cihete fazla bir ihtimam gösteriyorlar. Gün geçmez ki, Londra’da, Paris’te, Cenova’da, hatta şurada burada bir kitap, bir risale neşir edilmesin. İngiltere’nin cephe-i siyah i’tisafı üzerinde bütün müstemiaratının, bütün memalik mağsubenin havn mazlume rizan olurken, İngiliz saray kraliyetinde mahfuz olduğu iddia edilen vesaiki bir koca kitap şeklinde neşir etmek ve güya <ermeni mezaliminden> feryat eylemek düşmanlarımıza has ifsad ve tezvir cümlesindendir ki, bunlara onların nisan beyanı taklit edilmemek şartıyla kati bir cevap vermek vücûbi çoktan zahir olmuştu. İşte Talat Paşa hazretlerinin tarihi saffetini hakkıyla kazanan nutukları bu lüzumu ifa eyledi. Tarihimize az çok vakıf olanlara hafi olmadığı üzere biz de zamam-daran umur tarafından hadisat mühimmeyi teşerrüfaten veya devletçe mültezim bir fikir mahsusu tervicen nutku iradı adet olmamıştır. Tahrilat-ı tarihiyede bu âdeti değiştirmemişti. Nihayet, meşrutiyet ahire bu mühimmeyi ihya eylemiş ise de ekseriya meclis mebusana maksur kalmakta idi. Hâlbuki mahafil siyasiyede erbab-ı hükümet tarafından darp nutuk ile teshir kalıp ve efkâr edilmesi Avrupa’da ekseriya vakidir. Sadr devlet hazretleri de kongrenin celse-i intiha iyesinde güzel bir fırsat elde etmiş ve bütün âleme hakayık vakayı adelei katıyesiyle irae eylemiştir.
Devlet-i âliyenin zirve-i ikbale vasıl olduğu Süleyman Kanuni zamanında, kendisini şarkın rütbeyi saltanatı görecek kadar ikbale mazhar olan Makbul İbrahim Paşa, yar gâh Süleymaniye iltica eden Fransa kralı 1, ci François’nın çare-cûyana istimdad, bade âli cenabana imdada mukabil gösterdiği evza’ nakıs haneden bir infial hakiki his etmiş ve Fransa elçisi divan-ı hümayununda bulunduğu sırada devlet-i matbuasının politikadaki dönekliği hakkında muaheze-kârâne bir nutuk irad eylemişti. [Cevdet Paşa tarihinde mukayyettir.] Paşa bunda, hem hakkın kuvvetinden, hem kuvvetin salabetinden istifade ederek elçiyi iyice hırpalamış ve izharı hakk etmişti. Bu nutuk, her manasıyla yegâne saffetini muhafaza eder. Millet paşa hazretlerinin nutukları ise o birinciye tabi, hele meseleyi anâsır noktasından cidden bi-müdaniyedir. O zamanın ihtişam maddiyesine mukabil, paşa hazretlerinin nutkunu takviye eden mevad teyidiye, evvela kuvvet haktır ki zebun olmak şanından değildir. Saniyen millette hıfz-ı istiklal, müdafaayı namus, vakayı hakikat, muhafaza-yı din ve vatan namına meşhud olan azim ve imandır ki, mağlubiyet gelmesi kamus tasvirinde bile bulunamaz. Bu esbab-ı teyidin yani başında Talat Paşa hazretleri gibi azim milli namına hayatını bile istihkar eyleyen bir destur fedakârın samim kalıbından gelen ve cihanı tefekkür hakayıka sevk eden hitabiyatı mevcuttur. İşte bunlar için nutuk sadaret-penahi haiz-i kıymettir.
Talat Paşa hazretlerinin nutuklarında zat-ı maddeyi teşkil eden ermeni meselesi hakkında yevmi gazeteler, lüzumu kadar teşrihatta bulundukları cihetle biz – zaten maksad-ı esasiyenin haricinde bulunan – bu mesele üzerine çok tevakkuf etmeyeceğiz, Avrupa’nın bu toprağa tasallut için üç yüz seneden beri müdafaa siperi ittihaz ettiği Türklerin mezaliminden tezallüm nağmesi artık pek eskimiş iğfal na-südde eski ve bütünü kayıp eylemiştir. Bizim asıl aradığımız, sadr fedakârımızın bir lisan-ı kati ile söyledikleri bir hakikat mahzaya ait hakayık tarihiyedir. Ve bu makale ile o hakikati izhar eylediğimiz o hakikat mahza ise Sadrazam Paşa hazretlerinin kati bir lisan ile söyledikleri gibi Ermenilerin ve <<hiçbir zaman nail-i istiklal olamadıkları >> kaziye nabitesidir. Âlemin vatanı olmamak müteârifesi ne kadar hakikat ise onun politika mesailinden uzaklaşması da o derece mültezim bir keyfiyettir. Harb-i ahir, İngiltere ve Fransa’da olduğu gibi âlemi de politika muhit velüledarına idhal etmiş olsa da hakikat ilim bu taarruz zahiriden müteessir değildir. Bizde bu meseleyi tarih nokta-i nazarından muhtasaran tetkik eyleyeceğiz. Onun için <<siyaset rûz-merre>> den nasibi yoktur. Bu tetkik tarihi için bir zat-ı muhteremin irşad âlimane ve müdekkikanesine mazhar olduk ki bil-münasebe zikri vecibeyi şükran-güzarıdır.
Ermeni komitecileri biteviye serab-ı istiklal ile iğfal ve devr-i fatihten beri nail olageldikleri niam refah ve himâyeti unutturarak na-refte yollarda izlâl için uzun – kable’l-milad iki üç bin seneye varan – bir mazi-i istiklal icad eylemişler, bir takım esame-i hükümdârân zikir ederek dimağları bu menakıb mahile ile hal-i işbaa getirmeğe çalışmışlardır. Bu hususta iki yüz seneden beri adet olduğu üzere Avrupa erbab-ı ilim ve kaleminden birçokları da – kısveyi ilim ve faziline bürünerek – elnizam eylediklerinden ortaya menkulat tarihiye renginde muhillât meydana çıkmış, etrafında bu kadar kıl ü kaller belirmiştir. Ermeni komitecilerinin mazi-i istikbal namına ileri sürdükleri delail-i tarihiye arasında bir takım zevat ve âsârın ismi görülür. Faraza İngilizce (ENCYCLOPEDIA BRITANNICA) namındaki muazzam muhitü’l-maârifin bu bahse taalluk eden fikiratı, “Sir Charles Eliot” un “Turkey in Europe” ismindeki eseri (Lincin) in (Ermenistan) ünvanlı kitabı gibi. Bu hususta Aram isminde bir müverrihde de bu hayaller ve rahatça merci’ ihticacdır. Biz bu makalede medar-ı ihticac addettikleri bu eserler ile yine bu iddianın butlanını ispat eyleyeceğiz. Mesela sırf tarihiyedir halin hakkı olan siyasiyat ile alakası olamaz. Evvela bu mazinin suret-i nişainini ufak bir tahlile maruz bırakacağız. Misis Modin isminde Atina’da tahsil etmiş ve Yunan edebiyat atikasında İlyada ile Odysseia’yı ezberden okuyacak kadar, rüsüh sahibi Ermenilerce meşhur ve muazzez olmuş papaz, hurâfât Yunaniye ile perverde olduğu cihetle Ermeniler için bir hurafe tertibini düşünür. Her kavmin bidayet zuhurunda lâ-yetegayyer bir kaide olan bu efsanelerden Ermenilerin mahrumiyeti – onun da esiri olduğu – fikir istiklal namına kabul edemediğinden bu hususta çok çalışır. Ortaya bir mitoloji çıkar.
Evlad yafetten Hayk’ın ahfadı Babillilerin zulmetinden kaçarak Ba’l zamanında Var ve havalisine iltica etmişler. [Ba’l hurafeyi Babiliyede nam eylese de tağliben hükümdarlara da alem olmuş ve bu meyanda Ba’l isminde en meşhuru milattan 1600 sene evvel icrayı hükümet eylemişti. Ba’l ismi Nemrut ve Firavun gibi lakap hükümdarı olarak tarihe intikal eylemiştir.] Bu muhacirlere hay ve sakin oldukları için Hataya Hayatsan denilmiş. Elde bu efsane olunca bir takım Hayal pervana da meşhur coğrafi Amasyalı Strabon’un Tesalyalı Ermenus’dan ve Arganur kazasında bu ismin tekrarından ermeni kelimesinin vech iştikakını bulmuşlar, hatta Tesalyalı olmak iddiasını da ileriye sürmüşlerdir. Hâlbuki hattı meyha ile muharrir bazı Abadatta Hititlerin ormanı kelimesini istimal etmeleri burada mazi istiklal namına cidden şayan-ı dikkattir (bunun için <<Leman’ın>> tetkikatına müracaat olunmalıdır.) biz bu efsaneler üzerinde de çok tevakkuf etmeyeceğiz. Sözü (ENCYCLOPEDIA BRITANNICA) ya bırakacağız. Muhit mezkûr kati olarak söylüyor ki:
Bu efsaneler, Biyanyan hükümetlerinin ananatından ve efsanelerinden başka bir şey değildir. Ve meşhur Babil esareti hakkındaki Yahudi esatirinin taklidinden ibarettir. Ve içine Yunan mitolojisi de karışmıştır. Hatta yine bu muhitin tetkikine göre Şamram – Ara efsane-i aşkı da Venüs – Adonis hurafesinin adi bir taklididir.
Mitolojinin aslı bu suretle tebeyyün ettikten sonra Ermenilerin sakin oldukları mahallerin ve kendilerinin zaman zaman sureti idaresini yazıyoruz. Bu idare, üç devre ayrılır. Birinci devre hakkındaki hüküm kati tarihi için yine hayal perveranca istişhad muârızînda öne sürülen [Encyclopedia Britannica] ya nazar edeceğiz:
Bu hata ilk devrede – istilayı İskender’e kadar – Medyalılar ve Farslılar elinde idi. Ekseriya aile-i Şah iyeden bir Satrap tarafından idare olunurdu. Bilahare İskender ile halefleri tarafından nasip olunan hâkimler tarafından idare edilmiştir. İkinci devreye gelince:
Kabl-el-milad 50 senesine gelinceye kadar, ermeni sakin olan mahallerin idaresi Yunanlılar ile yerli bir takım derebeyleri elinde idi. Onun içindir ki Charles Eliot yukarıda ismi gecen kitabında:
(fakat o zamanda da – hali hazırda olduğu gibi – dağınık olduklarından hiçbir vakit bir hükümet şeklinde toplanamamışlardır.) Kabl-el-milad 50 senesinde Roma istilası buralara kadar uzandı. Ve o havali Lucullus tarafından istila edildi. Ve Roma hâkimiyeti uzun bir müddet devam etti. İşte o zaman merkez hükümetin uzaklığından arada sırada bir ser-gerde isyan eder ve birkaç günlük hükümet teşkil eylerdi. “Sir Charles Eliat” dan. Ermeni hayal perveranı tarafından isimleri her gün tekrar edilen hükümdarlar işte bu ser-gerdelerdir. Diğer devrelere gelince:
Ba’d-l-milad üçüncü asırda İran tevsi etmiş ve Şah birinci Şapur Roma imparatoru Valerian’ı bozarak oralarda Roma hâkimiyetine nihayet vermiş idi. 363 senesinde Javien ve 440 senesinde ikinci Theodosius zamanında akit edilen itilaf üzerine havalei mefkûrenin şarkî İran garbi Roma idaresi altında kaldı. Hülasa miladın altıncı aşırından on birinci aşırına kadar oraları sıra ile Bizans, İran ve Müslüman hâkimiyeti altında bulunmuştur. Onun için Ermeniler hiçbir zaman bir hükümet müstakile ve mütecanise sahibi olduklarını iddia edemezler. Sir Charles Eliot’tan şevket İslamiyenin tevsiinden sonra oraları tamamen taht-ı idareye alınmış ve Müslüman ve evvelce olduğu gibi yerli hakimler tarafından idare edilmiştir. İşte bu esami-i hikâm, Ermeni komitecilerince müstakil hükümdaran meyanında tadat olunur.
Müslüman hâkimiyeti hakkında bütün Tevarih-i İslamiye de birçok vaka vardır. (belad Ermeniye) vukuatı tafsilatıyla zikir olunmaktadır. Faraza Tükat müverrihinden İbnü’l-Esir meşhur emir Gerbau’nun kumandası altında halife L’mütevekkil tarafından gönderilen kuvvet tediyeden bahis eder. Çünkü o zaman, ora sükkanı valileri bulunan Yusuf bin Muhammed aleyhine kıyam ve müşarünileyhi katl etmişlerdir.
İbn Battuta da ondan çok süre sonra Erzincan havalisine seyahatinde – İslam idaresini tavsif etmiştir. (Mehmet Şerif Paşa tarafından tercüme ve bu günlerde neşir edilen seyahatnameye müracaat.)
Hilafet Abbasiyenin zevalinden sonra oraları tevaif-i mülük İslamiye tarafından idare edilmiş ve nihayet Saltanat-ı seniyeyi Osmaniye’nin hâkimiyet adilanesi saye-saz İclal olmuştur. Burada eseri kavi bir medar-ı ihticac ad edilen Linch’in Ermenistan nam eserinde birkaç satır nakil edelim:
[. . . . Hülasa dokuzuncu asır miladide Ermenilerin sakin olduğu mahallere iki büyük ve muasır devlet <Roma – Arap> tarafından hüküm edilmiştir. En kalabalık olan şark kısmı Bağdat halifesine tabi idi. Bilhassa halife Harun-ı Reşid zamanında 786 – 809 havali-i mezkûra Arap hükümetinin bir büyük parçası idi.]
Biz, bu tetkik-i tarihiyede sözü müddeayat hayaliye ye medar-ı teyid ittihaz edilen asara bırakmakla âlemin saffet kâşifesi olan bi-taraflığı bütün şeraitiyle muhafaza ettik. Bu tetkikte kimse için bir şaibe-i isnat olamamak tabiidir. Yalnız şurasını enzar-ı ibrete vaz etmek isteriz ki, tabiiyet-i devletten çıkarılmak için Avrupa, hangi kavmi iğfale başlamış ise evvela maziden bahis etmiş fakat bunda da hakaik ilmiyeyi tağyir etmekten çekinmemiştir. Faraza, bugün yine Avrupa asarıyla sabit olduğu üzere eski Yunanilerden yenilerine – bir takım mükareheden başka – hiçbir şey intikal etmediği halde Lord Byron bile onların hurafet-i maziyesiyle terennüm-sâz olmuştur. Bugün politika ağrazına kurban edilmek için başta İngiltere olmak üzere hayalat ile izlal edilenlerin mazisi hakkında en veciz ve sahih tetkikat ilmiye ve tarihiye, yine İngiliz uleması tarafından icra edilmiş idi ki; işte burası cay-ı ibret ve ibtisardır.
Hüseyin Kazım
Zafere doğru: [silah başına şitab eden kahramanlar]
Harb-i hazırın menşei
Geçen nüshadan mabat
2
Frankfurt muahedesi – muahededen evvel ve sonra
Düvel-i muazzamanın vaziyeti
Fransa – Prusya harbinin sureti zuhurunu yukarıda münhasıran nakil ve hikâye eyledik. 1870 Temmuzunun on sekizinci günü Fransa tarafından ilan-ı harp olunmuştu. Ağustos evâilinin başlayan musademat Fransızların aleyhinde neticelendi. Her noktada orduları hezimete uğradı. Başkumandan sıfatıyla karargâha gitmiş olan üçüncü Napolyon Eylülün ikisinde Sedan nam mevkide mağluben Prusya kralına teslim silah eyledi. Ardı sıra seksen bin kişilik ordusu da esir oldu. Bu haber Fransa’da derhâl şayi olup Paris’te tevlid eylediği heyecan üzerine imparatorluk ıskat ve cumhuriyet ilan kılındı. (4 Eylül 1870) ve müdafaayı milliye namıyla teşekkül eden hükümet muvakkate umur ve mukadderat memleketi dost idaresine aldı.
Vakayı harbiyeyi zikir ve tadad etmek saddımızın haricindedir. Gerek ilan-ı harp esnasında hükümet imparatoriyenin ve gerek sonradan müdafaa yı milliye hükümetinin düvel-i muazzama nezdinde icra eyledikleri teşebbüsatı gözden geçirelim:
Fransa kabinesi ilan-ı harpteki isti’caline başlıca üç ümit üzerine bina etmiş idi. Evvela Mareşal Le Boff’un vaadi veçhile dört yüz bin kişilik bir ordunun on beş gün zarfında hudut mevakiine sevk ve tahşidi, saniyen sürat bikiye ve savlet kahira ile Bavyera’ya tabi palatina kıtasına girilerek cenubi Almanya hükümetinin şimali Almanya’dan tefriki, salisen Avusturya ve İtalya ordularının Fransa’ya muavenete Ren ile Tuna arasında cevelanı ve sefire müşareketi. Fakat bu ümitlerin üçü de boşa çıktı. Evvela dört yüz bin yerine ancak mücehhezatı nakıs iki yüz bin kişi ihzar olunabilmiş, saniyen bu askerin de adem-i intizam ve kifayetinden dolayı Ren nehrini geçmek şöyle dursun memleketi müdafaa etmek mümkün olmadığı gibi Almanya cenubi hükümetleri hemen Prusya ile birleşmiş, salisen Avusturya ve İtalya devletleriyle iş henüz müzakere sathiye halinde bulunmuş idi.
Üçüncü Napolyon evvelce, hakkı musaid olan 1869 da Avusturya ve İtalya ile ittifak etmesi lazım iken mukalematı sürüncemede bırakmak hatasını işlemiş idi. Sadova hadisesinden zahme-dar ve Prusya husumeti derkâr olan Avusturya hariciye nazırı Kont De Baytın bu harpten istifadeye kıyamını muhakkak farz eder ve İtalya’ya vaktiyle ettiği iyiliğin mukabele-i şükranını bu vesile ile göreceğini şüphe etmez ve Prusya tahakkümünü kıskanan Almanya’yı cenubi hükümetinin Avusturya’ya ve İtalya’ya pey-rev olacağını kuya olmaz idi. Binaenaleyh dem buhranda yegâne menba olarak hesabatını kin, ni’met-şinas, istirkab gibi hissiyat üzerine tesis eyler idi. 15 Temmuzun gecesi heyet-i vükela muzafferen heyet-i teşriiyeden avdet eyledikte zavallı imparatora nedamet gelip ağlamış ve bilakis imparatoriçe Protestan olan Prusya üzerine galebeyi muhakkak ad ede geldiğinden pek ziyade izhar-ı şâdî eylemişti.
Fransa için kuvayı askeriyesinin noksanını telafi edecek bir çare-i necat kalmış idi ki o da Avusturya ve İtalya ile serian ittifak akdi idi. Avusturya imparatoru 20 Temmuzda ve İtalya kralı 24 Temmuzda bi-taraflığı ilan etmişler idi. Fakat Avusturya hükümeti bitaraflık ilanı istihzarat askeriyeye mani olamayacağını Fransa’nın 20 Temmuzda Viyana’ya gönderdiği sefir fevkaladeye işrab etmişti. Rusya’dan korkusu ve Macarların muhalefeti hasebiyle Avusturya devleti İtalya’nın iştiraki olmadıkça yalnız başına harbe müdahale edemeyeceğinden viyana ile Floransa arasında ciddi müzakerat başladı. Malum olduğu üzere o tarihte İtalya’nın payitahtı Floransa idi. Roma şehri ile bir sancaklık araziden ibaret olan mülhakatı papaya tabi idi. Ve papanın işbu hükümet cismaniyesini muhafaza için 1849 senesinden beri Fransız askeri papa malikânesini bekliyor idi. İtalya kralı Vittorio Emanuele vaktiyle Fransa’dan gördüğü lütuflara mukabele-i ifayı hizmete mütemayil ise de matmah nazarı olan İtalya ittihadını itmam için eksik kalan Romayı işgal etmek fikrinden vaz geçmiyor idi. Binaenaleyh Avusturya ile cereyan eden müzakerata Romanın işgali meselesi esas ittihaz kılındı ve bu esas üzerine Avusturya ile itilaf hâsıl oldu. Temmuz evahirinde talih Fransa’ya yar oluyor gibi göründü. Ne faide ki Fransa hükümetinin malul olduğu gaflet bu teşebbüsü dahi akamete mahkûm kıldı.
Dük de Gramon ve Katolik partisinin reisi olan imparatoriçe Eugenie papanın hükümet-i cismaniyesinden mahrum milletini küfre isnat eylemeyerek Romanın İtalya kralına terkine asla razı olmadılar. Fransa’yı düştüğü girdap felaketten kurtarmak için halis Katolik olan François – Joseph Roma’ya feda etmeği icabat zaruriyeden ad eylediği halde Fransa müteasıblarının vatanın şerait selametini takdir edemeyişleri af olunmaz belahetlerdendir. Dük de Gramon 25 Temmuzda Viyana’ya gönderdiği bir telgraf namede <bu teklife muvafakat edemeyiz. . . Romanın fedası ittifakımızın bahası olmamalıdır. İmparator vermiş olduğu ahdi kıramaz. Fransa şan ve şerefini Ren boyunda müdafaa ederken Tiber üzerinde pay-mal edemez.> cümleleriyle vürud katiyesini bildirmiş ve o hisseye geldiği kont Bayseti ondan sonra ilhad ile ittiham ve deşname başlamıştır.
Son bir teşebbüs daha vaki oldu. Fakat sevâbık mesani o da akim kaldı. Müzakerat itilafiyede müessir rol oynamış olan İtalya’nın Paris ataşe militeri vime kartı ki tavırları sarayının sadık mahremlerinden idi. Yedi madde üzerine Avusturya ve İtalya’nın muvafakatiyle tahrir kılınmış bir ahitname mesudesini hamilen Viyana’dan doğru Fransa orduları karargâhına gelerek 3 Ağustos mesudeyi üçüncü Napolyon’a takdim etti. Ve hemen imza etmesini yalvararak istirham eyledi. Bu ahitname müsellah bitaraflık esasına mübteni idi. Beşinci maddesinde imkân müsait olduğu en yakın zamanda Avusturya ordusunun seferber hale vaz etme kılınıyor ve altıncı maddesinde François – Joseph ile Vittorio Emanuele tarafından müştereken Prusya nezdinde tavassut icrası taahhüt ve yedinci maddesinde Roma meselesi hakkında İtalya ile bir suret tasfiye beyan olunur idi. İşbu suret-i tesviye, Fransa hükümeti dar-ül harbe göndermek üzere papa malikânesini bekleyen askerini çekmek zaruretinde bulunduğu cihetle Rona ma mülhakat İtalya kralının taht-ı himayesine konulmak şeklinde olup işgalden kurtarılıyor demek idi. Fransa’nın şeref ittihaz ettiği noktaya dokunulmamak için bir tedbir ihtiyatı olan bu suret-i tasviye yine makbule geçmedi. Üçüncü Napolyon zevcesinin ve hariciye nazırının telkinatına ittibaen yedinci maddenin tayy ve ılgasını talebe kıyam ve Avusturya ordusunun hemen hareket etmesini teklif ve rica ederek vaz imzadan istinkâf etti. Zira tantanalı saltanatının dâhilde istinatgâhı Katolik fırkası ve ruhban takımı olduğundan onları gocundurmamak için papanın hükümet cismaniyesini feda etmekten tevakkiye muztarr idi. Böylece son fırsat dahi kaçırıldı. Dük de Gramon Viyana fevkalade sefirine yazmıştı ki kont Baysetin hareketi bizce bahis nefret oluyor – hal-i hazırın tazyiki altında ezileceğimizi zan ediyorsa tebaayı ve ahlakımızı bilmiyor. Öyle bir mecburiyete boyun eğecek vaziyette değiliz. . Viyana ve Floransa’da çok yanılıyorlar cebren rızamızı koparmak istiyorlar. Eğer Avusturya İtalya ittifakı bu kadar pahalıya mal olacak ise başka taraftan da bize el uzatanlar olduğundan maalesef – o tarafa teveccüh edeceğim. – bu bela pervazlık büsbütün kof idi. El uzatan kim? Cevap hiç! Bu mertebe humk ve cehl sahl değildir.
Rusya ve İngiltere’ye gelince. Çar ikinci Aleksander dâyesi birinci Wilhelm hakkında büyük hürmet ve muhabbet besler ise de hariciye nazırı Gorçakof Prusya’nın hadden efsun büyümesini arzu etmez idi. Fakat iki muharibin kendi başlarına kozlarını paylaşmaları için bir üçüncü devletin harbe müdahalesini de istemezdi. Fransa’nın müracaatlarını leyte ve laalle ile geçiştirip Avusturya’yı rahat durması için tehditten hali kalmaz idi. Bizce en fenası bu kargaşalıkta çorabını vurmak emniyesine düşerek Paris muahedesinin Karadeniz’e dair olan ahkâmını ref ve ilgayı tasavvur eyliyor idi. İngiltere’nin iptidai harpte vuku bulan tavassut ve kongre ile fasıl mübayenet tekliflerine temayül eder gibi görünmüş ise de Bismarck cadalozluğu her ikisinde ağızlarını kapamış idi.
– Bitmedi –
Abdurrahman Şeref
Türk neferlerinin menakıb ulviyesi
3
Türk neferinin teeddî
Kutü’l-amare de mahsur General Townshend ordusunu kurtarmak için birinci defa tertip kılınan İngiliz ordusu 7 Kânûn-i sanî sene 1331 sabahı Felluca cephesine yarım saatte on bin mermi atarak makhuriyetle neticelenen bir hücum icra etmiş idi. Bu hücumu icra eden alayı takviye eden diğer alaya mensup bir nefer, mecruhen geriye giderken kendisini tatyib-i hatır eden ihtiyat fırkası kumandanına büyük bir teessürle dedi: <<bir şey değil efendim, fakat ne eyleyeyim süngü muharebesi başlamadan vuruldum.>> 12/25 Nisan 1331 de İngiliz ve Fransız Kuvayı müttehidesi <<Açı ova>> şibh ceziresinin Anafarta, Arıburnu ve Kabatepe mıntıkasıyla Seddülbahir ve Hisarlık mıntıkasına asker ihraç etmişler ve bunu peyderpey takviyeye başlamışlar idi. Çanakkale müfâharetten: Nisanın on sekizinci günü Maydos’un üstendeki Kabatepe’sinden garba bakıldığı zaman Arıburnu önünde daha ziyade keşif, şimale, cenuba, hatta İmroz adası önüne kadar garba doğru dağınık olmak üzere mahud balon sefinesi de dâhil bulunduğu halde dretnot, zırhlı, zırhsız kruvazör, destroyer, torpidobot, nakliye gibi altmış sekiz sefine sayılıyor idi. Nisanın yirminci günü Alçıtepe’den cenuba bakıldığı zaman keşşafat Morto limanında mütezayid bulunmak üzere boğaza, İlyas burnuna ve cenuba doğru pek az dağınık bir halde ecnas muhtelifeden mürekkeb altmış dört sefine görülüyor idi. Müsrif İngiliz ordusunun askerinden başka Arzak ve teçhizatını taşıyan nakliye sefaininin her iki mıntıkadaki halini görenler, en mühim ticaret limanındaki izdihamı der-hatır ediyorlar idi. Hele Queen Elizabeth dretnotu bir tavır-i azamet-fürûşane ile en açıkta duruyor ve dolaşıyor idi. Zırhlı kruvazörler bütün sahili mıntıkalara ayırmışlar ve her biri kendi mıntıkasını, mürettebatının – pek zahir olarak anlaşılan – yemek vakitleri hariç olmak üzere, suret-i mutarridde ateş altında bulunduruyor idi. Hele bu ateşler ba’de-z zuhr saat 2: 3, 9: 10 da şiddet kesb eder idi. Rumi Nisanın nihayetine doğru bu sefaine bir takım belalılar daha iltihak etti ki bunlar <<Türkler ufak tefek mermilerden müteessir olmazlar>> diye itilaf buna birer bus katranda demir misketleri muhtevi top mermileri yapıp gönderen bitaraf ve insaniyet perver (1) Amerikalıların inşa eyledikleri su kesimi az ve on beş santimetrelik bahriye toplarını hamil monitörler idi. Bu monitörlerin bombardımanı için zaman ve mekân tasavvur edilemez idi. Mesela gün ortası ve gece yarısı, tulûda veya gurubda Kereviz dereyi boğazdan, Soğanlı dereyi Akdeniz’den Gelibolu’yu Saroz körfezinden topa tutuyorlar idi.
Hatırat: [Kavala şehri ve Bulgar tarassut postaları ile Bağar süvari generali Tanef]
12/20 Mayısta Ağıl dere mıntıkası önünü tutmuş olan <<HMS Triumph>> zırhlısı kudurmuş idi. Öğleden sonra 3,20 de kendisine asabi bir nöbet gelmiş, – <<Mahmuz tepe>> ye saplanmış olan – İngilizlere nefes aldırmak için <Yayla tepe> ile Haid Rıza tepesi üzerine şiddetli ateş açmış idi. Gerçi kendisine Şam tepesinden ağır toplarımızla mukabele ediliyor idi ise de, o yine nöbetini icra ediyor idi. Bu güne kadar cereyan eden bu bombardımanları mühimsemeyen askeriyle bu sefer müteessir olmuşlar idi. her taraftan Allah sesi semaya çıkıyor idi. HMS Triumph ateşini kestikten yarım saat sonra, demin bombardıman yapan zırhlı batıyor haberi gönderildi. Zaten vukuu birçok taraftan görülmüş olan bu haber hemen şayi oldu. Tarafeyn muhasımın ateşlerini kestiler. Osmanlılar için dünyanın en neşât aver ulvi bir manzarası olan bu hali temaşaya daldılar. Zırhlı sahilden sekiz yüz metre mesafede – direkleri dış taraftan dönmek üzere – ibtida alabora oldu; bir müddet böyle bekledi. Karinesinin temiz ve yeni kırmızı sülyen boyasını gösterdi. Sonra baştan daldı. Kıçını kaldırdı. Nihayet büsbütün battı.
Diğer düşman sefaininden zırhlı mürettebatının tahlisi için kayıklar, mevişler gönderildi ve Kabatepe Osmanlı bataryaları da ateş keserek bunlara müsaade etti ise bir taraftan husule gelen girdaplar bunların takribine imkân vermedi. Diğer taraftan zırhlıyı muhat olan çelik ağlar tersine dönerek sefine mürettebatından hiçbir ferdi çıkartmadı.
Vakanın mahiyeti pek çabuk anlaşıldı. Zırhlının bu günkü bombardımanının şiddetinden ve ika’ ettiği hasardan neşelenen İngilizlerin gözlerini perde-i gurur kapadığı bir sırada ilk defa bu saha-i harpte arz-ı didar eden bir Alman tahtelbahri torpilini isabet ettirmiş. . Vakayı müteakip İngiliz destroyerleri zikzak hareketlerle taharriyata başladılar ise de <<Atı alan Üsküdar’ı geçti>> Fehvasınca bir şey bulamadılar.
Bu torpil hediyesinin tekrarı, itilafiyunun bütün cesaretini kırdı. Ebharın hâkimi olan İngiliz zırhlılarını <Mondros> limanına tıkatırdı. Artık Arıburnu ve Morto limanı gemi ıskarçaları seyrekleşti. Bittabi bombardımanlar da. Yalnız monitörler ara sıra kaçamak yapıyorlar idi ise de Barbaros’un, İn tepe civarına konmuş olan toplar ileri boğazdan uğratıyor idi.
Düşman zırhlısının batmasının ve düşman zırhlılarının artık şiddetli ateş edememelerinin bir tahtelbahrin kerameti eseri olduğunu efrada varıncaya kadar herkes anladı. Bunu anlayabilmek Osmanlı esfar-ı atiye yi bahriyesi için gayet mühim bir hadisedir.
Acıbadem / 23 Eylül 1333
Mahmud Muan
Tahtelbahirler
İngiliz ümerayı bahriyesi, birçok Alman tahtelbahirleri tahrib edildiğini ve tahtelbahir harbiyesinin artık hitama ermek üzere bulunduğunu müteaddit defalar mütefahirane iddia etmişlerdir. Alman memurin hükümeti ise kemal-i sükûnet ve fakat emniyetle verdiği cevaplarda, tahrip edilen tahtelbahirlerin şehri vasati olarak üçü tecavüz etmediğini ve yeni inşaatın ise bunun pek fevkinde bulunduğunu bildirmektedir. İngiliz ümerayı bahriyesi bununla istihza ederek birçok Alman tahtelbahirlerinin garkı hakkında ellerinde müteaddit emareler mevcut zan ediyorlardı. Bu suretle tahtelbahirleri gark edenlere çok mükâfatlar dahi verilmişti. Tahtelbahir suya daldı ve satıh-ı deryaya bir zeytinyağı tabakasıyla bir takım enkaz çıktı demek kâfi idi. Bu acaba bir delil kâfi olabilir mi idi? Fakat şimdi İngilizler, kurnaz tahtelbahirlerin kendilerini aldatmış olduklarını anlamaktadırlar. <<Yorkshire post>> gazetesi 1 Eylül tarihiyle Washington’dan ber veçh-i ati bir telgraf name ahz etmiştir: <<düşman sefain-i harbiye ve ticariyesinin kaptanlarını iğfal için Alman tahtelbahirleri yine bir hileye müracaat etmektedirler. Hücum ettiği vapur tarafından mukabeleye maruz kalan Alman tahtelbahri derhal denize dalarak suyun sathına ve az zeytinyağıyla bir takım enkaz bırakıyor. Böylelikle biz bir hayli zaman aldanarak birçok tahtelbahir gark oldu zan etmiştik. Fakat Alman tahtelbahirlerinin kurtulmak için müracaat ettiği hud’a artık bizce malumdur. Bu tahtelbahirler acaba neler yapmağa kadir değildirler??
Muharebe filolarının suret-i zuhuru [ 1 ]
2
On altıncı asırda denizciliğe ehemmiyet veren milletler meyanında Hollandalılarla İngilizler en ileri gitmişlerdi. Hollanda, müstakil ve hükümet olmadığı halde, ticaret filolarını teslih etmiş olduğundan bunlarla hem ticaret ve hem harp yapardı. İngilizlerin muharebe gemileri ise bizzat hükümdarın malı olup sulh zamanında ticaret yapardı. Bunlar bordalarına top ta’biye eylemiş yelkenli gemilerdi. Fakat İngiliz filosunu teşkil eden gemilerin ekserisi eshab-ı ticaretin malı idi. Bunlar harp zamanında hükümetin muharebe gemilerine iltihak ederlerdi.
1588 de cesim gemilerden mürekkeb İspanyol armadasının bir iş becerememesi, daha doğrusu mağlubiyeti o zamana kadar devam eden devreyi kapamıştı.
İspanyol filosunun – armadanın – ta’biyesi, düşmana aborda olarak dâhillerindeki muhariblerle düşman gemilerini zapt ve ya tahrip etmekte. Bu muharebede İngilizler ellerindeki silahı hissen istimal ettiler. Düşmanın rampa etmesine meydan vermeksizin borda ateşleriyle düşmanı zayiata uğrattılar.
İki tarafın usul-i harbi nokta-i nazarından bu muharebe pek ziyade şayan-ı dikkattir. İspanyollar istila ordusuyla yerleşmedikçe, düşman donanmasıyla muharebeye tutuşmamak için emir almışlardı. Bilakis İngilizler düşmanın muharebe filosunu birinci maksat ad ederek buna hücum ettiler. Düşman filosu tard edildikten sonra istila ordusundan korkmaya mahal kalmamıştı.
Bordalarında top bulunan gemilerin en mühim rolü ifa ettikleri eshab-ı ticarete ait sefainin ise bir işe yaramadığı bu muharebe neticesinde anlaşıldı. Binaenaleyh muharebe filosunun ticaret filosundan tefrik edilmesini mucib olan esbab-ı askeriye kendisini göstermişti demekti.
Şimdi maziye irca-i nazar edersek denizcilik sanatında hayli terakki vukua geldiğini görürüz. Keşfiyat devresinde muharebat bahriyenin sahası tevsi edilmiş, eşkâli değişmiş ve yeni modelde gemiler meydana gelmişti.
Bu sefain, bir cinsi kara sularında diğeri açık denizlerde ticaret ve muharebe etmek üzere inşa edilmiş, ince ve uzun galiler – kürekli sefain – ne kısa ve arız yelkenli gemiler arasında mutavassıt bir sınıftı. Evvelki gemilerin usul-i harbi rampaya istinat ettiği halde, bu son gemilerin bordalarına açıktan muharebe etmek için, müteaddit top ta’biye edilmişti.
Buraya kadar zikir olunan mütalaatı hülasa edersek:
1 – Nim ticaret ve nim muharebe gemisi olan bir cins sefain,
2 – Yarısı ticaret ve yarısı muharebe gemilerinden mürekkeb harp filoları¸
3 – ticaret gemilerini avlamak ile muntazam filo muharebeleri yapmanın birbirine mahlut olduğunu, görürüz.
Harbin bir alet-i siyaset olduğu kabul edildiğine göre vakayı bahriyenin doğurduğu yeni silahı, siyaset ne suretle istimal etmiştir?
Yeni ticaret yolları yekdiğerinden pek uzak bulunan ahaliyi birleştirmişti. Bu yollar üzerinde geşt ü güzâr eden filolar, henüz hakiki bir harb-i bahri yapmaya salih bulunmamakla beraber, bandırasını taşıdıkları hükümetin kuvvet ve şevketini temsil ederdi. Bunlar vasıtasıyla deniz aşırı i’tilaf ve ittifaklarda yapılmaya başlanmıştı.
İspanyollara karşı İngilizlerle Portekizliler, anlaşmışlardı ki bu itilafın bugün bile hükmü bakidir. Bahr-i Sefiddeki Türk hücumlarına mukavemet ve mukabele için İngilizler Venediklilere de el uzatmışlardı.
1588 tarihinde İspanyol armadasının mağlubiyeti vakayı bahriye tarihinde değil, aynı zamanda bahri milletlerin tarihinde de bir nokta inkılab teşkil eder. Bir zamanlar en azametli bir hükümet olan ve ilm-i askeriyede ortaya “mi’yârlar” esaslar koyan İspanyalılar, hem tüccar hem muharip olan Portekizliler, harp bahrinin esasını anlayamamak yüzünden tedricen kuvvetten düşmekte ve hâkimiyet ebharı İngilizlerle Hollandalılara terk etmekte idiler.
İspanyanın asi bir eyaleti olan Hollanda ticaret âlemini inhisar altına almıştı. Bu hususta İngiltere’den pek ileride idi. Mukaddema birçok tarik-i bahriyenin nokta-i telakkisi olan Lizbon limanı bütün bütün ehemmiyetini kayıp etmişti.
Armadanın mağlubiyetinde esas darbeyi muharebe gemilerinin vurduğunu ve tüccar gemilerinin kuru kalabalıktan başka bir şey olmadığını İngiliz amiralleri iddia etmekte oldukları halde bu zamanın milel bahriyesinin kuvvetleri yine müsellah ticaret gemileri teşkil etmekte idi. Mamafih İngiltere’de muharebe gemileri milli bir şekil almakta idi.
Hollanda henüz hükümet olarak tanınmamakla beraber kuvveyi bahriyesini mühim derecede tevsi etmişti.
1604 tarihinde ispanya ile akit olunan 12 senelik mütareke üzerine İngilizlerle Hollandalılar tekrar bahr-i Sefid tarikini açarak kurûn-i vustâ’daki nakliyat ticariyeyi yeniden canlandırdılar.
Akdeniz’de bile kürekli muharebe gemileri bordaları topla mücehhez yelken sefaine yol vermeğe mecbur olmuştu. Her yerde olduğu gibi bahr-i Sefidde de muharebe filolarının, ticaret gemilerini takip ettiği görülmektedir.
1618 den 1648 tarihleri arasındaki mütemadi harplerde, muharebat-ı bahriye büyük bir rol ifa etmemişti. Fakat bu müddet zarfında deniz üzerinde umumi bir emniyetsizlik husule gelmişti. Bundan naşi her hükümet birçok istihzarat harbiye ile iştigal ediyor ve teçhizatında ticaret bahriye ile bahriye-i Harbiye’nin birbirinden tefriki esas teşkil eyliyordu.
Yelken gemileri tekmil bahri milletler tarafından muharebe gemisi olarak kabul edilmiş ve mütemadi surette topların kuvveti tezyid edilmekte bulunmuştu. Müsellah ticaret sefainini, muharebe gemilerine muavin olamadıktan başka, esna-i seferde bunların hakk himayesine muhtaçtır.
Muharebe gemilerinin nakliye sefainini konuvi – himaye – etmesi işte bu tarihten itibaren başlar. Bununla beraber sulh zamanlarında bile korsanların denizlerde dolaşmaları dolayısıyla ticaret gemileri teslih etmekten sarf-ı nazar olunamamakta idi. Bu tarihlerde zuhura gelen ticaret sefaini himaye meselesi bu günün de en mühim meselesidir.
Muharebe filolarıyla ticaret gemilerinin birbirinden tamamen ayrılması bu zamanlara doğru ikmal edilmişti.
Muharebe filolarının yekdiğerine muavenet için üç fırkaya taksimi umumi bir ta’biye kaidesi olarak cari idi. Fakat muharebenin şekli bu gemilerin tipi hakkında muayyen esaslar mevcut değildi. Mesela, birbiri üzerinde birkaç kat top bataryası taşıyan büyük gemilerden başlayarak ateş gemilerine kadar her dereceden muharebe gemileri inşa ediliyordu.
Bu asrın ortalarına doğru denizin tesirat siyasiye ve iktisadiyesi her taraftan his edilmeğe başlanmıştı. Şiddetli üç harpten sonra İngiltere evvela Hollanda’yı alt etmiş ve bilahare yeni rakibi olan Fransa’dan da cebren nez’ hâkimiyet eylemiş idi. Bunun üzerine deniz muharebeleri de artık muayyen ve kati mecralara girmiş bulunuyordu.
1653 de yapılan ilk harpte İngiliz amirali Robert Blake neşir ettiği talimatta karma karışık muharebe yerine filonun harp teşkilatı olmak üzere pruva hattına girmesi, yani gemilerin birbiri arkasına muntazaman dizilmesi beyan ediliyordu. Keza düşmanın ticaret bahriyesi birine doğrudan doğruya düşman filosuna hücum etmek harp bahriyenin esası olarak kabul edilmişti.
Ganaim: ( Makedonya cephesinde ıskat edilen bir düşman tayyaresi)
Tathirat:[Tuna üzerinde dalgıçlar]
Diğer taraftan Hollandalılar da düşmanın muharebe filosunu hedef taarruz ittihaz ettiklerinden her iki hükümet, sevk-ül ceyşin hakiki bir kaidesi olan, muharebat bahriyenin hâkimiyet bahriye için icra edilmesi esasını kabul etmiş bulunuyordu.
Harb-i bahri esaslarının bu veçhe ile tavzihini ve muharebe gemilerinin bir hat üzerinde mücadele etmesi dolayısıyla muharebe gemilerini de tipi artık tayin etmişti, yani bunlar da tedricen hatt-ı harp gemisi olmak üzere inşa olunmaya başlamışlardı.
[ 1 ] – Birinci makale gecen nüshadadır.
Mehmet Şevket
Deniz sesleri
Düvel-i müttehide-i Amerika donanması
Amerika hükümeti, (sulh ve asayiş cihan heyet ittifakiyesi) vücuda gelinceye kadar milletlerin, kendi kendilerini müdafaa emrinde icap eden teslihat ve teçhizatı temin ve tevlid etmesi düsturuna tebean geçen sene heyet-i teşriiye den donanmanın mühim bir surette tezyidine matuf tahsisat alıyordu. Yeni inşaat programı, hatt-ı harp sefaini ile beraber buruya kadar esaslı bir surette kendisinden bahis edilmiş bulunmayan muharebe kruvazörlerini ve kıymet-i ehemmiyet uzması vakayı harbiye ile ispat edilen tahtelbahirleri ihtiva ediyordu. Donanma layihası, akid sulh esnasında umumi tehdit teslihata matuf ve o maruf mukavele-i beynelmilel kabil edildiği surette, reis-i cumhurun bütün sefain inşaat programını hükümden ıskata selahiyettar olacağına müteallik bir maddeyi ihtiva etmektedir. Düvel-i müttehide-i Amerika donanmasının hal-i hazırını derpiş ederken geçenlerde mecalis-i teşriiyece tastik edilen inşa-yı sefain programı ile tahakkuk eden veya edecek olan vaziyetin münakaşasından sarf-ı nazar edilebilir. Çünkü icap eden inşaat-ı cedide, lâ-akall cesim muharebe cüzü tamları itibariyle 1918 senesinden evvel cephe-i harbe iltihak edemez.
Bugün şimali Amerika bahriye-i harbiyesi, hizmete müheyya malzeme-i sefain cihetiyle 14 ü dretnot sınıfından 34 ü mütecaviz hatt-ı harp sefinesi, 12 zırhlı kruvazör 11 muhafazalı kruvazör, takriben 6 düzüne muhrip, 2 düzüne torpidobot ve 50 tahtelbahir ve bir hayli sahil zırhlısı ve gambot vesaireye sahiptir. En yeni hatt-ı harp sefaini, cesamet itibariyle bütün kademeli arkadaşlarına faiktır. Bilfarz Pennsylvania sınıfından gemiler 23000 ton mai mahrecindedir. İn büyük İngiliz hatt-ı harp gemisi, ancak 28500 tondur. Yeni hatt-ı harp gemilerinin topçuluk teslihatı, topların çapı cihetiyle, diğer donanmaların ki kadar kuvvetli değildir. En ağır top, 35,6 s/m – İngiltere’de 31,1 s/m – olup Teksas ve Oklahoma sınıflarında bulunur.
Amerika hatt-ı harp sefaini, pek muvaffakiyetli birer enmuzec şeklindedirler. Büyük topların, sefine vasat hattına vaz ve tayin edilmesi, pek yeni bir şeydir. Bu usul, Amerikalılar tarafından kabul ve tatbik edildikten sonra diğer devletlere mensup bütün yeni gemilere de teşmil edilmiştir. Gemilerin zırh mahfuziyeti ve sürati, dâî-i memnuniyettir, sa’y hareket, bazı gemilerde 10 mil süratle 8000 mil bahriye baliğ olacak nispette fazladır.
Amerika donanmasının nevakısından birini, hal-i hazır kruvazörlerinin fıkdanı teşkil eder. Muharebe kruvazörü, esasen yoktur. En yeni zırhlı kruvazörler dahi sürat vasati kâfiyeye malik değillerdir. Tarih inşaları da 1904 ila 1906 dır. Bu tarih, en ağır silahı, dört kata 35,4 s/m lik top olan ve 22 mil sürat seyre malik bulunan HMS Montana sınıfı temsil eden sefainin deryaya tenzili tarihidir. Chester sınıfından en yeni muhafazalı kruvazörler, 1907 de kızaktın indirilmişti. Bunlar, 25 ila 26 mil sürati haiz olup iki kıta 12,7 s/m lik topla müsellahdır. Bir ay tavzih yeni muharebe kruvazörlerinin ale-l takrib 30 mil sürate çıkmakta ve 28 s/m lik toplar taşımakta bulunduklarını ve muhafazalı kruvazörlerin dahi aynı veçhile 30 mil sürate ve 15 s/m lik toplara malik olduklarını zikir etmemiz icap eyler.
Sulh zamanlarında donanma mürettebatı: 69000 kişiden (İngiltere’de 151000 ve Almanya’da 79000 kişi) ibarettir. Matbuat ecnebiye de müttehide-i Amerika donanmasının noksan efradı mükerreren mevzuu bahis olmuş. Bu halin harp hazırlığını ihlal edebileceği derpiş edilmiştir. Her halde düşmanı istisgar etmek, muvaffak maslahat değildir. Bir mütehassıs fikir ve nazara göre; mürettebat noksanı, hiçbir zaman amil-i kati mahiyetine haiz değildir. Böyle bir noksan, gemilerin harp ve darba elverişliliğini hemen hmen müteessir edemez. Şimali Amerika malzeme-i sefainini – kruvazör fıkdanından sarf-ı nazar – ne kadar mükemmel ise bunları canlandıran mürettebat dahi aynı vasfa layıktır. Düvel-i müttehide donanması: şanlı şerefli bir maziye sahiptir. İspanyaya karşı açılan harpte şimali Amerika gemicileri, vatanları için muharebeye, hin-i hacette fedayı hayata mahya bulunduklarını ispat eylemişlerdi. Bunun için (Santiago) ve (Cavit) muharebelerine kıymet-i zaide izafe etmeğe de lüzum yoktur. Amerikalılar zayıf İspanyol donanmasına karşı öyle müşkül vaziyette değildiler. Filvaki Amerikan harp gemisi, haricen zapt ve rabta pek me’lûf efrad hissi vermez. Fakat bu gibi hususatta, her milletin başka başka şerait ve metalibi ifaya mecbur bulunduğu teemmül edilmek lazımdır. Şimali Amerika gemicisi, her halde mert ve vazife şinastır. Bilhassa mükemmel nişancıdır. Endaht talimlerine ehemmiyet fevkalade atıf edilmektedir. Gemi topçusunun endaht melekesi malum olabilen ahvale nazaran mükemmeldir.
Deniz harbi vakayı: bahriye zabitanının efkârı ve mütalaatı, efradın talim ve terbiyesine müteallik usuller üzerine icrayı tesirden hali kalmadı. Bu cihet resail bahriye ve saireden anlaşılabilir. Muharebe kruvazörüyle tahtelbahrin kıymet ve ehemmiyeti hakkında şedid ve keskin ihtilafat fikrîye meydan aldı. İskajerak muharebeyi bahriyesinden sonra (hatt-ı harp gemisi mi? Yoksa muharebe kruvazör sınıfı mı?) meselesi etrafında yeniden daha şiddetli bir ihtilaf koptu. Yeni inşayı sefain programında makamat aliyenin her iki sınıfı da lazım-ı gayri mefarik telakki ettikleri görülmektedir. Bundan böyle tahtelbahirciliğin ve tahtelbahre mukabil vesaitinin inkişaf ve tekâmülüne de büyük bir dikkat edileceği aşikârdır. Amerikan fikirlerin ekseriya aydan aya – Avrupa muharebatına müteallik raporlara göre – tebdil ve tahvili şayan-ı dikkat ve taaccübüdür.
Ahmed
JAPON DONANMASI
Japonların yeni donanma inşaat programları hakkında şimdiye kadar intişar eden şayia, tefrîât itibariyle hatadan selim değildi. Tatbikine bu sene başlanılarak 1923 senesinde hitam verilecek olan inşaat bahriye projesine ait icra kılınan tetkikat neticesinde üç hatt-ı harp zırhlısından maada 2 zırhlı kruvazör, fazla olarak 9 keşif kruvazörü, 7 muhrip ve sekiz tahtelbahir inşa edileceği katiyen tebeyyün etmiştir. Şimdiye kadarki malumata nazaran 11 keşif kruvazörü, 32 muhrip ve 16 tahtelbahir inşa olunacaktı. Gerek tasarruf ve gerekse tecarib-i harbiyenin netayicinden bihakkın istifade düşünceleri Japon donanma kumandanlığını nispeten daha küçük bir programın kabulüne icbar etmiştir. Yukarıda bahis olunan programda mezkûr sefain harbiyeden bir saf-ı harp zırhlısı, 2 keşif kruvazörü, 1 muhrip ve 1 tahtelbahirin seneyi haliye zarfında itmam inşaatı mükerrerdir. Saf-ı harp zırhlılarının yeni sistemleri hakkında malumat mevkuttur. Mamafih şimdiye kadar Amerika’nın muazzam Arizona ve Kaliforniya sınıflarını numune ittihaz etmek suretiyle son zamanlarda inşa olunan Fuzu ve Nagato sistemi matluba muvafık görülemediğinden daha küçük ve takriben İngilizlerin Queen Elizabeth sınıfına mukaren 28500 ton saf-ı harp zırhlılarının tercihi muhtemeldir.
Malum olduğu veçhile Fuzu sınıfına mensup dört saf-ı harp zırhlısından Fuzu zırhlısı 1916 senesi ilkbaharında hizmete dâhil olacaktı. Yamaşiro zırhlısı bu senenin nihayetinde Fuzu’yu takip etmiştir. İzo zırhlısının hakeza bu sene zarfında ve Hiyoga’nın da 1918 senesi bidayetinde hizmete duhulü memuldür. Bu dört zırhlı dünyanın en büyük ve en kavi zırhlılarından ma’dud olup bunlara tefevvuk edebilecek ancak Nagato – 1916 projesiyle kabul olunmuştu – ile aynı hacimdeki 23500 ton New Mexico ve Kaliforniya sınıflarına mensup Amerika zırhlıları vardır. Bu zırhlıların mai mahreçleri 31000 ton, süratleri 23 mil olup 12 adet 35,6 – 16 adet 15,2 ve 3 adette 7,6 santimetrelik tayyareye karşı müdafaa toplarıyla mücehhezdirler. Nagato’nun da bu suretle teçhizi evvel emirde tasavvur olunmuştu. Fakat Japon donanma kumandanlığı bilahare İngilizlerin misaline tevafuk hareket ederek
Zafere doğru: [Ahiren zapt edilen Riga şehri menazırından]
Zafere doğru: [Riga şehri]
38 santimetrelik topla teçhizini tasvip etmiştir. Hatta bu çapta 12 topun yerleştirildiği bile beyan olmaktadır. Mütebaki iki zırhlının da Amerika’nın <<Za Atıle>> sistemini [35,350 ton] numune ittihaz ederek inşa edilmeyeceği anlaşılmaktadır. Kongo sınıfının [28000 ton] pek büyük istifadeler temin ettiği nazar-ı dikkate alınarak inşaatta bu sınıfın model ittihaz edilmesi birçok taraflardan tavsiye olunmaktadır. Mamafih projelerin henüz tamamlanmadığı anlaşılıyor.
Japonya’da torpido muhripleri inşaatı son senelerde fevkalade terakki etmiştir. 1915 senesi zarfında inşa edilmek üzere sipariş olunan Suma sistemindeki 800 ton 10 muhribin inşası için yedi ay kifayet etmiştir. 1916 da denize indirilen 8 torpido muhribi de gayet süratle inşa olunmuştu. Mezkûr inşaat esnasında büyük kıtada torpidoların tecrübeleri icra edilmiştir. Yeni inşa olunan torpidolardan dördü 1250 ton mütebaki dördü de 850 ton mai mahreçli olmak üzere inşa edilmişlerdir.
Japonların tahtelbahir filosu elan tevsi edememiştir. Henüz malum olmamakta beraber 1915 – 1916 senelerinde inşasına mübaşeret olunan beş tahtelbahrin inşaatının hitam bulduğu kabul edilse bile Japonya’nın tahtelbahri mevcudu azami 30 dan ibarettir. Bunlardan 15 nin cesameti 300 tondan ibaret olduğu cihetle mezkûr tahtelbahirlerin kıymet-i Harbiyelerinin pek büyük olmadığı aşikârdır.
Mefarhir-i bahriye sahifeleri:
Bahr-i Sefid sahillerinde kanlı bir müsademe
1
Mukaddes memleketi – kudüs şerif – ehl-i islam elinden istirdat etmek maksadıyla Avrupa düvel-i Hıristiyaniyesi, bila ittifak teşkil ettikleri – ehl-i salib – ordularını üçüncü defa – şark – memalik-i İslamiye – ye doğru sevk etmeğe başladıkları esnada İngiltere kralı “Aslan Yürekli Richard” <<Cour Delion Richard>> dahi bütün İngiltere donanmasıyla Suriye üzerine hareket eylemişti. Esnâ-yı rahda büyük bir fırtınaya tutularak zayiat-ı azimeye duçar olduktan sonra Kıbrıs’ı “Cuy de Lusignan” a vermiş, bade donanmasını, iki yüz kıtaya iblağ eyleyerek mahalli maksadına doğru hareket etmişti. Richard, esna-yı rahde ehl-i salibin muhasara eylediği Akka kalesine kuvveyi imdadiye götürmekte olan gayet cesim bir sefineye rast gelmiş, bütün donanması ile bu tekneyi mağlup etmeğe çalışmıştı.
İşte: düşmanını saatlerce uğraştıran bu biricik gemi, bir Türk sefinesiydi.
O esnada kral Richard donanması çok yük istiap edebilen birçok sefaine ilaveten 30 muharebe kalisi ile Bizans imparatoru İsaakios Komnenos’dan alınan diğer üç sefine-i harbiye ile yine mükemmel 60 kıta sefain saireden ibaretti. 1615 senesi Haziranın beşinci çarşamba günü Richard kendi sefinesi olan Trenchtemer rakiben bütün donanmasını alarak şeref ve şan müstakbelinin sahnesine gidiyordu. Şarka doğru seyir edip Suriye sahilini bulunca sahil boyu Akka’ya yol vermişlerdi. Haziranın yedinci günü Beyrut’a takrib edildiği esnada ileride cesim bir sefinenin mevcudiyeti görüldü. İngilizler o ana kadar bu derece büyük bir gemi görmemiş olduklarından müstağrik hayret oldular. Sefine pek metin ve muhib surette inşa edilmişti. Gittikçe inceleşen üç direği mevcut ve bordasının bazı yerleri yeşil, bazı yerleri sarı boya ile boyanmıştı. Bu boya o kadar mahirane vurulmuştu ki emsaline asla tesadüf olunamazdı.
İçerisi inanılmayacak kadar çok adamla yani bin beş yüz kişi ile dolu olup bunların içinde Akka’yı müdafaaya giden yedi emir seksen meşhur Türk muharibi vardı.
Bu harika-yı bahriyi görülünce Richard “Petre de Paris” isminde bir kumandanı Kalis ile mahiyetini tahkike memur etti. Peter de Paris gemiye yaklaşınca geminin Fransız kralına mensup olduğu ve Akka’yı muhasara etmeğe Antakya’ya imdada gittiği cevabı aldı. Ancak bunlar ne Fransızca biliyorlar, ne de bir tek Hristiyan bandırası gösterebiliyorlardı. İstizah biraz uzatılınca hikâyeyi biraz değiştirerek Ceneviz olduklarını ve Sur şehrine gittiklerini söylediler. O esnada İngiliz gemicilerinden biri bunların İslamlara mensup olduklarını fark etmişti. Kral Richard’ın huzurunda (. . . Eğer bu gemi İslam değilse başımı keserim yahut asılmaya razıyım. Arkalarından şimdi birinin gali gönderiniz. Giden halimiz onlara dostane resm-i selam ifa etmesin. O zaman kim olduklarını görürüz.) dedi. Bu fikir makul görüldü. Gönderilen İngiliz kalisi gemiye yaklaşmak isteyince Türkler ok atmağa başladılar. Bunu gören Richard umum donanmasının başına geçip:
<<Haydi, bunları takip ve zapt edelim. Eğer kurtulurlarsa ilelebet muhabbetimi, hissen nazarımı kayıp edersiniz. Eğer zapt olunursa bütün muhteviyatı sizindir.>> dedi.
Şimdi her iki tarafın üzerinde bir ok sağanağı uçuyordu. Türk gemisi yolunu ağırlaştırmıştı. Küpeştelerinin pek yüksek olmasından gayet çok olan tayfasının okları adeta ölüm yağdırdığından rampa etmek mümkün olamıyordu. Binaenaleyh İngilizlerin bugün cesareti mahv olup adeta firar etmek haline geldi. Kral Richard:
- Şimdi bu gemiyi böyle sağ ve salim kurtulmağa bırakacak mısınız? Ah
Uyanın! Bu kadar muzafferiyetlerden sonra kahbeliğe ve korkuya mı düşeceksiniz? İyi bilin bu gemi geçip kurtulursa hepinizi çarmıha gereceğim. İşkencelere koyacağım! Sözleriyle efradı muttasıl tehdit ediyordu.
O zaman İngiliz gemicileri dümenine halatlar bağlayarak Türk gemisini böylece istedikleri gibi kullanmağa başladılar. Bunun üzerine galiler etrafına üşüştü. Halatların uçuna ve saire ye tırmanarak nihayet gemiye rampa etmek mümkün oldu. Bu defa gemide gayet kanlı bir döğüş başladı. Bir aralık Türkler başa doğru sürüldülerse de aşağıdaki refiklerinden imdat alarak geriye geldiler. Şedid bir hücum ile muhacimleri galilerine kaçırdılar. Artık o büyük Türk gemisi kurtulmuş, İngiliz galilerinin aralarından sıyrılıp çıkmasıydı. O esnada Richard için yalnız bir çare kalmıştı. O da hemen kralın aklına geldi. Galilerine süratle hücum edip baş taraflardaki mahmuzlarıyla Türk gemisinin kaburgalarını parçalamak. İngiliz galileri biraz mesafe geri çekilerek bir hatt-ı harp teşkil ettiler. Bütün kuvvetlerini küreklerine vererek şedid bir hücum ettiler. Fakat artık iş işten geçmişti. Türk gemisi kendilerinden pek uzaklaşmış, adeta gözden nihan olmak derecelerine gelmişti.
Bu halleri geminin bordasında temaşaya dalan Richard efrada muttasıl: çarmığa gereceğini işkencelere koyacağını, sözleriyle tehdit ediyordu. . . .
16 Eylül 1333 Kadıköy * * *
—————————————
[ 1 ] İspanyolların galera “Galera” İngilizlerin gali – galisi tesmiye ettikleri harp sefineleri Osmanlıların Kadırga tabir ettikleri gemilerdir. Kadırgalar umumiyetle yirmi yedi cifte olup 18 ila 20 daha ziyade çiftelere perakende denilirdi.
İSKAJERAK MUHAREBE-İ BAHRİYESİ
“JUTLAND”
Muharebe kruvazörleri arasında ilk ateş:
Saat 5,30 da iki tarafın muharebe kruvazörleri, yekdiğerini tanıyabilecek, fakat henüz muharebeye giremeyecek kadar biri birine takrib ediyorlardı. İngiliz muharebe kruvazörlerinin önünde, HMS Champion (1915) kruvazörünün rehberlik ettiği iki muhrip filotillası bulunuyor, diğer muhriplerle küçük kruvazörler ise filonun ateşe maruz olmayan tarafında tecemmu ediyorlardı. (Queen Elizabeth) sistemi hatt-ı harp gemileri muharebe kruvazörlerinden 9000 metre uzakta ve top menzilinden hariçte olup son süratle muharebe kruvazörlerine yaklaşıyorlardı.
23 mil süratle seyir etmekte bulunan Alman muharebe kruvazörleri, İngiliz muharebe kruvazör hattına doğru dönerek onlara muvazi bir surette cenup, cenip şarkî istikametinde ilerlemeğe başladılar. Bu suretle saat 5,49 da hemen aynı dakikada tarafeyn muharebe kruvazörleri, Almanlara göre 13000 İngiliz raporuna nazaran 16900 metreden yekdiğerine ateş açtılar.
Harbe tutuşan bu iki filo ber-veche ati sefainden terekküb ediyordu.
Hipper filosu:
ton | sürat top | |||||||
Lutzow | 28000 27 | 8 tane 30,5 | 12 tane 15 | |||||
Derflinger | 26600 27 | “” | “” | |||||
Seydlitz | 25000 28,1 | 10 tane 28lik | 12 tane 15lik | |||||
Moltke | 23000 28,4 | “” | “” | |||||
VonderTann | 19400 28,1 | 8 tane 28 lik | 10tane 15 lik | |||||
Bu muharebe kruvazörlerine 4500 – 5000 tonluk 26,5 – 30 mil sürati haiz, bahri salnamelere nazaran 12 tane 10,5 lik. Fakat bilahare tebdilen vaz olunmuş 8 tane 15 lik topla mücehhez 6 – 8 küçük ve seri kruvazör ile kâfi miktarda muhrip refakat ediyordu. Amiral Hipper, Alman muharebe kruvazörlerinin en cesim ve en yenisi olan Lutzow’da bulunuyordu.
(Beatty) filosu: İngilizler Queen Elizabeth’in tamirde bulunduğu ve beşinci hatt-ı harp filosu tesmiye ettikleri bu filonun dört gemiden mürekkeb olarak harbe girdiğini, Almanlar ise beş gemiden müteşekkil olduğunu iddia ediyorlar. Bu seri ve son derece kuvvetli gemiler Amiral Evens Thomas’ın kumandası altında olup muharebe kruvazörleri kadar süratli oldukları için amiral Beatty’nin emri altına verilmişlerdi.
İngiliz sefain cesimesine kalyop ve kalatya sistemlerinde 13 – 15 tane seri küçük kruvazör refakat ediyor idi ki bunlar 3560 – 3800 ton mai mahrecinde 29 – 30 mil sürate haiz 2 – 3 adet 15,2 lik 6 tane 10 santimetrelik toplarla mücehhez idiler. Torpido sefainine gelince, Beatty’nin kumandası altında son sistem muhrip rehberleri ile en seri ve kuvvetli İngiliz muhriplerinden la-akal 45 tane bulunuyordu. Amiral gemisi Lion muharebe kruvazörü idi ki İngiliz salnamelerine nazaran bu sefine ile diğer üç arkadaşı, sürat tecrübelerinde 30 – 32 mil gibi azim süratler istihsal etmişlerdi.
Ateş başladığı zaman amiral Thomas’ın kumandasındaki Queen Elizabeth sistemi gemilerden terekküb eden beşinci İngiliz hatt-ı harp filosu henüz top menzilinde bulunmadığı cihetle, bütün toplarıyla yekdiğerine mermi yağdıran iki filo, 24 Kanun-i Sani 1915 de Dogger Bank da yekdiğeriyle muharebe etmiş olan aynı filolar idi. Yalnız bazı gemiler değişmiş olup İngilizler, o zamanki gibi bu defa da adeden haiz-i tefevvuk ve rüçhan idiler. Filhakika tarafeynin barda ateşlerinin sıkleti [ 1 ] ber-vech-ati idi. Almanlar Lotzow – 2442 kilogram Derfilinger – 3442 Saydlitz – 3276 Moltke – 3276 VonderTann – 2630 olmak üzere ceman 160066 kilo takatinde borda ateşi yapabildikleri halde İngilizler: Tiger – 5080, Queen Mary – 5080, Lion – 4536, Prens Royal – 4536, İndefatigable – 3084, Newzeland – 3084, olmak üzere ceman 35400 kilo takatinde borda ateşi icra edebilirlerdi ki Almanlarınkinden 9334 kilo fazla idi. Muharebenin bu safhasında, Almanlar güneşe karşı nişan almak mecburiyetinde de bulunuyorlardı. Yalnız rüzgâr Alman topçu ateşine müsait bir surette esiyordu. Vaziyetin İngilizlere müsait olduğu amiral Beatty’nin raporunda dahi şu suretle itiraf edilmektedir. Bu esnada sa’y rüyet mükemmel, güneş İngiliz gemilerinin arkasında idi. İngilizlerin düşmanla bunun üss-ül harekeleri arasında bulunmaları hasebiyle sevk-ül ceyş ve tabiyevi vaziyetleri pek müsait idi. Fakat düşmanın vaziyeti daha iyi olmasına rağmen Alman ateşi mükemmel ve müessir, İngilizlerin endahtına faik bulunuyordu. Ateşe başlandıktan sonra henüz 15 dakika geçmemişti ki İngiliz hatt-ı harbinin en son gemisi olan İndefatigable nam bir isabet neticesinde saat 6,5 de iştial ediyor. Gemisi ihata eden müthiş iştial dumanı seyreldiği zaman, o koca İngiliz kruvazöründen eser bile görünmüyordu. Alman topçu ateşinin bu ilk muvaffakıyeti, bir taraftan düşmanın tefevvuk ad diyesini bir az tenzil etmiş, diğer taraftan da Alman filosunun kuvveyi maneviyesini bir kat daha ala eylemişti.
Mabadı var
Abidin Daver
Bahr-i Muhitte Kurvaziyer avcılığı
2
Bahr-i Muhit-i Atlâsî bize pek az dostane muamele ediyordu. Bütün gün o kadar şiddetle tehacüm ediyordu ki kocaman gemimizde bile bazılarını deniz tutmuştu. Yüksek köprüden denizde ulvi bir manzara görülüyordu. Uzun ve yüksek dalgalar, beyaz serpuşlarla bezenmiş oldukları halde gemimize karşı yuvarlanıyorlardı. Gemi ağır su kitlelerinin darbeleriyle titriyordu. Fakat Kayzer’in harekâtında hoşa gitmeyecek bir şey yoktu, her hizmet görülebiliyordu. Bu ise bilhassa birçok harp gönüllüleri, hatta ihtiyar müdafaayı milliye gemicileri için de elzemdi. Çünkü şimdiye kadar hizmet-i askeriye ifası için hiçbir zaman fırsat bulamamıştık. Ancak şimdi bu hizmet kahramanca ifa edildi.
Hemen bütün bir hafta – Bahr-i Muhit-i Atlâsî harbin başlamasıyla beraber ölmüş gibi göründüğünden – dâhili hizmetlere itina edildi. Yalnız yakaladığımız telsiz telgraf haberleri büyük Avrupa harbinin vakasını, bütün küreyi arz üzerinde husule gelen heyecanı nakil ediyorlardı.. Fakat her haber İngilizler tarafından tertip ve işâa olunuyordu. Her şey İngiltere ve müttefikleri için göz kamaştırıcı muvaffakıyetler ve Almanya için acınacak hezimetler suretinde gösteriliyordu. İngiliz telsiz telgraf istasyonu her gün böylece bütün kâinata davul çalıyordu. Bizim nur dağı istasyonumuzun haberlerini ise artık işitemiyorduk. Seyir etmek mecburiyetinde idik. Bu ise bilhassa kolayca zaaf kalbe duçar olan ve Almanya’daki hîşân ve akrabasını havf ve endişe ile düşünen kimseler için pek ağır ve mizaç idi.
Bunun üzerine birinci zabit bilcümle mürettebatı huzuruna celp edip onlara İngilizlerin yalancılığını, bütün telsiz telgraf haberlerinin İngiltere’nin menfaatine olarak tebdil ve tağyir olunduğunu hikâye etti. Ordumuzun muazzam fütuhatını tahtir ettirip bu ordunun bugün bile hiçbir düşmanı memleket dâhiline sokmadığını onlara bildirdi. Aradan çok zaman geçmeksizin İngiliz yalancılığının foyası meydana çıkacağını ve ahval-i harbiyeye dair hakikatin asıl o zaman anlaşılacağını, lakin o vakte kadar vazifemize ifada devam ile her nerede mümkün ise düşmanı ızrara gayret edilmesi lazım geleceğini de ilave etti.
Bundan sonra öyle bir hizmet ettik ki memnuniyetle görülmeğe şayan idi. Birinci zabit, gemiyi temizleterek vatan tersanesinin son tozlarını da refi ve izale etmekle pek mesut görünüyor ve gemideki tekmil hizmet ve faaliyetin günden güne bir harp sefinesine daha layık bir surette cereyan etmekte olduğunu memnuniyetle beyan ediyordu. Topçu zabiti, ihtiyat efradının ve müdafaayı bahriye mürettebatının kendilerinde eski askerlik hayatı tekrar canlanıyormuş gibi daha pek az müddet zarfında şimdiden toplarını ne kadar sürat ve çalaki ile kullandıklarını görmekle gözlerinde şule-i meserret parlıyordu. Topçu başılar bordanın haricine talik edilmiş olan hedefe tüfeklerle nişan alıp böylece endaht kabiliyetlerini artırıyorlardı. Genç ve ihtiyar harp gönüllüleri muallimleri olan zabitin etrafında dizilip, askerlik tavır ve hareketi ve daha nice güzel şeyler hakkındaki ilk beyanatını dikkatle dinliyorlardı. Ve bizim bütün bu gayret ve faaliyetimize karşı Bahr-i Muhit idi nağmelerini terennüm ediyor ve şuraya buraya tozlu ve rakikcik damlaları serperek serinlenmek suretiyle cümleyi takdis eyliyordu.
Akşam taamından evvel birinci zabit mürettebatı vazife talimi için topluyordu. Gemide yangın var! Gemi su alıyor! Talimleri yaptırıldı. Bidayette adamlarımız iyi koşamıyorlardı. Fakat hizmette sürat, işten daha erken kurtulmağı intaç ettiğini görünce, badema istasyonlarda gemide yangın var! Çanı çalınır çalınmaz gezinti güvertesi üstünde işler bir ilkbahar hücum manevrası gibi cereyan ediyordu. Güverte bir lahzada fırtınaya uğramış gibi suya boğulup temizleniyor ve tasavvur edilmiş olan yangın sönmüş ise birkaç dakika sonra efrat yine yoklama yerinde dizilirlerdi. Güya hakikaten ihtiyarlamış olan efratta bile eski hizmet zamanındaki gayret tekrar uyanmıştı. Gemide neşeli bir surette yapılan hizmet yeniden gençlik vermiş ve şenlendirmişti. Hizmet hepsini çekiyordu. İngiliz haberleri kuvveyi maneviyeyi düşüren tesirini kayıp etmişti. Bunlara artık inanılmıyordu.
Şimdiye kadar geçen mesut sıhhatimize güveniyor ve 13 Ağustosta güzel bir hava ve sakin bir denizle azverenk garp cihetinden geçiyorduk. Güvertede son derecede dikkat vardı. Sulh ve müsâlemet zamanında pek ziyade işlek olan Azveren Amerika seyr-i sefer yolu üzerinde bulunduğumuzdan sinirlerin gerginliği gittikçe artıyordu. Çok sürmedi, bir vapur göründü. En büyük süratle üzerine vardık. İşaret verip durdurduk. O taraftan bir bayrak yükseldi. O ne? Hurra! Bir Fransız! İlk bu sonuç, sonra da daha ziyade yakın gidip te mavi – beyaz –kırmızı yerine yeşil – beyaz – kırmızı İtalyan bayrağını görünce inkisar-ı hayal! Hemen ganaim sandalıyla gittim, evrakını gördüm. O vakit güya daha birader müşfikimiz olan kaptana nezaketle muamele edildi. Ve mermerleri ve soğanlarıyla beraber – hamulesi bunlardı – gidişine tekrar Amerika’ya yol verdiğimiz vakit pek memnun olmuştu. Kaçak eşyasız ilk bir bitaraftı. Ve bunu da denizin altına yollamağa mezun değildik. Bahusus gemiyi berhava edecek fişeklerini tekrar sarıp saklamağa mecbur kalan torpido sandalı usta başısı pek meyus olmuştu. Gelecek bir gün müessir endaht şekerlemelerini yine sarf edeceğini söyleyerek kendisine teselli verdim.
Cenuba doğru böylece devam ettik. Her an ve dakika en yakın bir kurbanın zuhuruna intizar ediyorduk. Ancak gemimizin güzergâhını tahaffuzkarane tayin ediyor, mutad olan yolu takip etmeyip bilakis başka taraflara sapıyor, dolaşıyorduk. Mevcudiyetimizden daha hiç kimse haberdar değildi. Fakat seri-üs seyr kruvazörlerimiz Karlerha ve Dresden Bahr-i Muhit-i Atlasînin sair cihetlerinde düşman vapurlarını çoktan beri avlayıp duruyorlardı. Bu ise deniz üzerinde tesirini şimdiden göstermişti. Vapurlara ender olarak tesadüf ediliyordu.
Bitmedi.
Hadisat – intibaat
HARBİN UZAMASINDAN AMERİKA MESULDÜR
2
Geçen nüshalarımızın birine bu serlevha ile tarih-i insaniyet ve medeniyet için mühim bir vesika olacak bir makalenin ilk kısmını derç etmiş idik. Amerika’nın bitaraflığı ne suretle telakki ettiği, rakam gibi en kati deliller ile ispat bu makalenin ikinci kısmını da bugün neşir ediyoruz. Amerika fabrikacıların itilaf hesabına nasıl çalıştıklarını natık olan bu kısmı da mütalaadan sonra verilecek hüküm, takdir-i kariye aittir.
HER ON DAKİKADA BİR ADAM KAYIT EDİLİYOR.
En büyük işlerden biri de adam kayıt etmek idi. Birçok aylar, Remington esliha kumpanyasının işçi dairesi şayan-ı dikkat bir manzara arz ediyordu:
Bu daire fabrikalar kümesinin bir kenarında münferit, ufak bir binadır. Her gün bu binanın önünde uzun bir insan kafilesi durur. Her şahıs binaya girmeden evvel sırasıyla bir müsellah nöbetçiye kendisinin hakiki ve samimi bir iş talebi olduğunu anlatmaya ve ispata mecburdur. Bina dâhilinde, kâtip bir masanın önünde oturur ve işçi direktörü hususi bir dairenin bölmesinin arkasındadır. Evvel emirde kâtip görünüşte işe elverişli olmayan eşhası ayırır. İşçiler ister makinist, ister resimci, ister istantikçi hülasa her ne olursa olsun mutlaka sanatında mahir olmalıdır. İlk muayeneden gecen ve kabul edilmesi muhtemel olan eşhasa der-akab kâtip tarafından kâğıt verilir bu için de pek dakik sualler bulunan büyük bir kâğıttır. İsim, adres, yaş, tahsil, sanat veya meslek, tecrübe, milliyet, hangi şehirden olduğu, hissen ahlak ve etvara dair şahadetname, hatta hangi dine mensup olduğu bile yazılıyor. Birkaç gün içinde tanık verdiği cevaplar müstakil menbadan tahkik edilir. Eğer tahkikat muvafık zuhur ederse derhal kabul edilir. Son birkaç ey zarfında şehrî 1400 ila 1600 adam kabul edilmiştir. Geçen Kanun-i evvelde bu fabrikada 3000 kişi çalıştığı halde Nisanda yani üç ay sonra bu miktar 20000 kişiye baliğ olmuştur. Amelelerin iskânı meselesi de mütehassıs bir zata havale edilmişti. Bu zat mevcut ve kiralık olan her odadan istifade ettiği halde Remington fabrikası namına hususi evler inşasına da mecbur oldu.
Teşrin-i Sani’de seksen dört tane bina inşa edilmişti. Elektrikle tenvir edilen bu amele evleri her türlü esbab-ı istirahati cem bulunuyor idi.
Fabrikalarda da amelenin istirahat namesi ta bidayetten beri düşünülmüştü. Fabrikalar en son sistem tertibat-ı sıhhiye ye malik idiler. Amelenin elbiseleri için çelik dolaplar, banyolar, terbiye-yi bedenîye salonları, hasta hane ve 10000 kişiye yarım saatte yemek veren bir mutfak mevcut idi. Bundan maada muhtelif eğlence ve spor kulüpleri de teşkil edilmişti.
200 müsellah nöbetçi vazife başında
Tekmil müessesede askeri bir intizam hüküm sürüyordu. İki yüz müsellah nöbetçi fabrikaların etrafında ve dâhilinde nöbet bekler. Bunlar kollarında bu alamet mahsusa taşıyan eski askerlerden ibarettir.
Amele de dâhil olduğu halde müessesata giren herkesin bir paso olmak zaruridir. Bu pasoların müddeti her gün, üzerinde yazılı olan muayyen bir saatte hitam bulur. Her binanın kapısında bir nöbetçi bu pasoları muayene eder. Fabrikalardan dışarı çıkmak da içeriye girmek kadar müşküldür. Eğer bir adam içeride iken kazaen pasosunu kayıp etmiş olsa tesadüf edeceği ikinci nöbetçi o şahsı nöbetçi mevkiine götürür ve o şahıs her veçhile makna izahat vermedikçe ve merkezden yeni bir paso almadıkça katiyen koyuverilmez.
İşte bu nezaret askeriye muhitinde ve yeni altınların tatlı rengi altında Birch Bert, büyük bir merkez sanayi halinde inkişaf etmişti. Remington kumpanyası Birch Bert’e yalnız insan ve para celb etmedi. Keza alat ve edevat da getirdi.
Remington kumpanyası Teşrin-i Sânî’ye kadar beş adet süngü, üç adat de tüfek fabrikası teçhiz etmişti. Bu kumpanya Birch Bert’te maden işleyen hemen her fabrika ve dükkân ile ayrı ayrı kontratalar akit etti. 1914 yazında açlıktan ölmek derecelerine kadar gelen fabrikalar, dükkânlar 1915 yazında her gün üç nöbet amele çalıştırmaya mecbur olmuştu.
Alat ve edevat yapamayan fabrikalar, harp için lazım olan diğer işleri yapmaya başlamışlardı.
Fakat Birch Port ’ta harp kontoratolarından yalnız Remington kumpanyası kazanmıyordu. Büyük Birch Bert pirinç kumpanyası da büyük siparişler alıyor ve tesisatını ziyadesiyle tevsi ediyordu. Otomobil kumpanyası da bu fabrikanın yaptığı yük otomobillerinin Avrupa’ya gönderilmek üzere New-York limanına sevk edildiği görülüyordu.
Birch Bert’te mezarlık için burner hikler döken bir fabrika otomobil kumpanyasının yetiştiremediği dökümleri üzerine almak suretiyle büyük bir iş görmeye başlamıştı.
Birch Bert’teki bütün bu fazla tesisat ve para hep itilafçılar hesabına çalışıyordu. Aynı zamanda Amerika hükümeti de harp hazırlığına başladığı için işler bir kat daha artıyordu. Mesela <<like torpidobot>> kumpanyası 1914 de senede ancak dört torpidobot inşa edebilecek bir kabiliyette iken bir ay evvel bu kabiliyeti dört misline çıkarmıştı. Bütün siparişleri hükümet namına idi. Hariçten sipariş kabul edemiyordu.
Bu makale bundan sonra bu işlerin amele üzerine olan tesiratından ve harpten sonra ne gibi bir hal kesb edeceğinden bahis ediyor. Senede buralarını tercümeye Amerika’nın itilafçılara harbin bidayetinden beri yaydığı muaveneti tamamıyla göstermiştir zan ederim.
Remington fabrikaları, Birch Bert