DONANMA MECMUASI 105/154 21,Şubat,1918

DONANMA MECMUASI 105/154   21,Şubat,1918

Sporda milliyet

     Evvelki Cuma günü <<Galatasaray – idman yurdu >> kulüpleri arasında icra kılınacak futbol müsabakasını temaşaya giden benim gibi birçok halk:  birlik heyetinin mümessili sıfatıyla tribün balkonundan her hususa müdahale eden bir zatın, birlik nizamnamesinde yeri olmayan bir iddiaya istinaden oyun Galatasaray kulübü aleyhine tatil etmesi gibi garip bir hal karşısında bırakılmıştır. 

     Manası anlaşılamayan şu garip muamelenin leh ve aleyhinde oyun mahallinde cereyan eden münakaşat ise terbiye-i milliye ve ictimaiyemiz namına maalesef pek çirkin bir zül, bir leke teşkil edecek mahiyette bulunmuştu. 

     Evvela şurasını ilaveye lüzum görürüm ki şu satırları yazmaktan maksadım ne bir kulübü müdafaa ve ne de diğer kulüpleri ve birlik heyetini tezyif ve tahkirdir.  Şimdiye kadar hiçbir kulübe intisabım olmaması ve sırf bir amatör sıfatıyla – futbol oyununun İstanbul’da ilk tamim eylediği zamandan bu ana kadar – icra edilen bilumum müsabakalarda hazır bulunarak futbolun gavâmız ve ledünniyâtına vukufum bulunması nasibe-i tarafgirden azade olduğuma en büyük bir delil olduğundan mütalaatımda bitaraflıktan ayrılmayacağımdan bir emr-i tabiidir. 

     Cuma günkü hadisenin sebebi bir iki Alman sporcusunun Galatasaray kulübü efradı meyanında isimlerinin evvelce birlik heyetine verilmesi ve kendilerinin mezkûr kulüp namına oyuna iştirak etmeleridir. 

     Meseleyi hangi nokta-i nazardan münakaşa etmek lazım gelse o gün Galatasaray kulübü hakkında tatbik olunan muamelenin sakameti tezahür eder.  İşin iç yüzü bu senenin futbol birinciliği ihtimali Galatasaray kulübünden nez’ etmekten ibaret olduğu herkesçe malum bir keyfiyet ise de bu maksadın husulüne milliyet meselesini vesile ve alet ittihaz etmek hatayı mahzdır.  Çünkü: 

     1 – Yukarıda arz olunduğu üzere kulüplerde ecnebi oyuncuların oynatılması hakkında birlik nizamnamesinde hiçbir kayıt ve sarâhat yoktur.

     2 – Galatasaray kulübü Cuma günü ilk defa olarak böyle muhtelit takımla oyun meydanına çıkmış değildir.  Bu sene birinci derecede icra ettiği dört oyunu, mezkûr kulüp hep böyle muhtelit takımla yapmış vasati bir iki itirazdan sarf-ı nazar kulüp üçü ecnebi oyuncudan ibaret olmak üzere çıkardığı takım ile oynamıştır.  Hâlbuki bu defa oyun sahasına Galatasaray ancak bir ecnebi oyuncu çıkarmıştır.  Üç ecnebinin oyun oynamasına müsaade eden birlik heyetinin bir ecnebi oyuncunun mevcudiyetinden dolayı oyunu tatil etmesi bittabi mantıksız ve manasızdır. 

     3 – İstanbul’da tesis eden en eski bir futbol kulübü olan Galatasaray kulübü bidayet teşkilinden bu ana kadar hiç bir vakit milliyet temsil etmemiş bilakis daima takımına ecnebi oyuncular ilavesiyle oyun sahasına çıkmıştır.  Şimdiye kadar İngiliz, Romen, Karadağlı ve son dört senedir (Oberle) biraderler namını taşıyan iki Alman oyuncuyla meydan-ı musâraaya çıkan Galatasaray kulübünün bu sene adedi üçü tecavüz etmeyen Alman oyuncuları takımına ithal eylemesinden dolayı muhatap tutulmasına ise hiçbir sebep yoktur. 

     4 – Sporda pek müterakki olduklarına intibah haiz olmayan garp memleketlerinden tahsilde bulunan gençlerimizin oyun oynamasına melil mezkûra maalmemnuniye müsaade ederken henüz yetişmekte olan Türk oyuncularımızın o garplı mahir oyuncuları kendi aralarından ihraç etmeğe kalkması cidden gülünçtür. 

     Bizden asırlarca evvel terbiye-i bedeniye ve Fikriyelerine çalışmış milletler derecesine irtika ettiğimizi iddia edecek kadar safsatayı ileriye götürmeyerek noksanlarımızı takdir edip tashih ve ikmale sa’y eder isek ancak terakki edebiliriz.  Enaniyet hiçbir zaman hadım terakki değildir.  Biz ecnebi oyuncuların vücutlarından istiğna gösterecek yerde bilakis onların vukuflarından istifadeye çalışmak gençlerimizi daha iyi yetiştirir ve şu suretle terbiye-i bedeniye sahasında da milletimize daha büyük hizmet göstermiş oluruz. 

     Milliyet meselesini bu suretle sâkim bir zihniyet ile düşünen heyete sorarım ki;  yarın karşılarına çıkacak her hangi bir ecnebi takımına karşı hangi takım ile mukabele edebileceklerdir?  İstanbul şampiyonluğunu geçen sene bihakkın kazanmış olan ve binaenaleyh en kavi farz-ı kabul eylemekliğimiz lazım gelen bir kulübümüzün daha kaç hafta evvel (General) vapurunun çıkardığı devşirme bir takım karşısında mağlup kaldığını birlik heyeti unuttu ise kendilerine hatırlatırım. 

     Birlik heyeti ecnebi oyuncuları kabul etmemekte – pek sathi ve adi bir sebep ve mecburiyetiyle – ısrar edeceğine bilakis onların maharetlerinden kendi oyuncularına bir cüsse-i istifade çıkarmağa ve bu suretle bitiştireceği güzide oyunculardan muhtelit takımlar teşkil ve ihdas etmek suretiyle atide milliyetimizi ala edecek güzide heyetler vücuda getirmeğe çalışmasına Osmanlı ve Türk gençliğine en büyük hizmeti ifa etmiş olur. 

     Mütalaatıma vuku bulacak itirazata cevap hakkım mahfuz kalmak üzere şimdilik bu kadarla iktifa ederim.

Donanma cemiyetinin haftalık gazetesidir

Salı

10 Cemâzî-yel-evvel:  sene 1336 / 21 Şubat 1334

12/Şubat/1918

İştirak şartları:

İstanbul ve taşra için seneliği seksen kuruş ecnebi memleketlere

Yirmi dört franktır.

Haftalık icmal:

          Muhterem karilerimizden gördüğümüz rağbet ve alakanın mukabele-i şükranı olmak üzere mecmuamızın intizam intişar, nefaset tabii ve tekmil münderecatına itina eylemekteyiz.   Bu nüshadan itibaren güzide bir muharririn yazacağı <<haftalık icmal>> leri derç etmek suretiyle münderecatımızı bir kat daha tenvi’ ve ikmale çalışacağız.

     Donanma

Troçki’nin kurnazlığı

     Gecen haftanın en mühim vakaları “Ukrayna” ile sulhun imzalanmış olması, (Bolşevik) hükümetinin de harbin hitam bulduğunu ve ordunun terhis edildiğini heyet-i müttefikeye resmen tebliğ etmiş bulunmasıdır. 

     Bu iki vakadan birincisi hem kıymet-i fiiliyesi hem de mahiyet hukukiyesi itibariyle heyet-i müttefikemiz ve bilhassa Avusturya Macaristan müttefiklerimiz için son derece mühim bir muvaffakıyet teşkil etmekte ve bu ehemmiyet kral Şarl hazretlerinin Buda-peşte belediye reisine karşı <<bugün hayatımın en mesut bir günüdür.>> demesinden dahi pek bâhir bir surette anlaşılmaktadır. 

     Gerçi Ukrayna’nın dahi hakikaten ve tamamen müteşahhıs ve her türlü kararsızlıktan azade ve bütün manayı coğrafi ve siyasiyesi ile müesses bir hükümet haline daha bu günden gelmiş bulunduğu iddia edilemezse de Kaiser hazretlerinin başvekiline çektikleri telgraf namede buyurdukları gibi <<imza edilmiş olan muahede-i sulhiyenin müttefiklerle yeni hükümet arasında hayırkâr münasebette esas teşkil edeceği ümidi>> tarafeyn akdin arasında bütün kuvvetiyle hüküm-fermadır.  Binaenaleyh “Ukranya” kendisinden bugün meşhud ve atiyen dahi memul olan hayırkârlıkta sabit kadim kaldıkça cumhuriyet mefkûrenin takviyesi ittifak heyetini bilhassa Avusturya ve Macaristan için bir vazife-i mutena olacağı izahtan müstağnidir.

     Troçki’nin malum olan bi nazır ve na şinîde suret-i tesviyesine gelince:  yek nazarda her türlü manayı hukukiden ari görünen bu tebliğ hadd-i zatında şeytani kurnazlıktan başka bir şey değilsede Alman matbuatından bir takımlarının telgraflarla gelen takdir ve tefsirlerinde okunduğu gibi:  <<fiilen mevcut bir halin resmen beyan edilmiş olması >> meşkûr gazetelerin dediği kadar da kıymet-i hukukiyeden ari telakki edilememelidir.   Hal-i harbin hitam bulduğu ve ordunun terhis edildiği her ne olursa olsun mevki-i hakim bir hükümet lisanından resmen tebliğ etmek nice müşkül zamanlarda müddeayı haklı çıkaracak bir amil hizmetini görebilir. 

     Bolşevik’ler veya yerine gelenler farz-ı mahal olarak bir gün müttefiklerle münasebetlerinde hal-i harbi andırır vaziyetler almak isterseler şöyle bir tebliğin kendilerinden ve kendilerine salif olanlardan vaktiyle sadır olduğunu dâhil hesap etmek mecburiyetini her halde duyacaklardır. 

     Bundan sarf-ı nazar şu müşkül zamanlarda pek ziyade tûl-i emel sahibi olmayarak hal-i harbin nihayet bulduğunu Rus ordusunun fiilen de resmen de terhis edildiğini görmek ve işitmek zevkiyle iktifa etmenin munsafâne bir hareket olacağını düşünenler pek çoktur. 

     Bütün bu netayic müfide ile beraber – itiraf edilmeli ki – Troçki diploması mevzuatında emsal tarihiyesi şöyle dursun mûşikâf mütebahhirinin mufassalat nazariyesinde bile düşünülmemiş bir ihtimal icad eylemiştir. 

     Bolşevikler Rusya için harbe devamın fiilen imkânsızlığını ve kendi kıymet ve bilhassa kuvvet siyasiyelerinin her şeyden evvel sulhu getirip ekseriyet azimesi zengin düşmanlarından mürekkeb olan orduyu terhis etmeğe kaim olduğunu gün kadar aşikâr bir bedahetle görmektedirler.  Fakat bu sulhun bilhassa itilaf sosyalist mahafilinin hüsn-ü teveccüh ve hiss-i tesanüdünü kendilerinden katiyen izale edecek bir mahiyette olmaması dahi nazarlarında bir ehemmiyet-i hayatiyeyi haizdir.  Fazla olarak “Lenin – Troçki” hükümeti Troçk’inin “Brest Litovsk” müzakeratındaki ifadatına nazaran hiç olmazsa ahvalin tavzihine ve ihtilal zûbanlarının tebellür katiyesine kadar bütün Rusya’nın siyaset hariciyesinde bir vasi-i tabii gibi davranmakta musırr, hatta dahlen çarlık Rusya’sı yerine kendi akıde-i ictimaiyelerine uygun bir müttehide-i cemahir ikame eylemek davasında bilzarure sabit kadimdirler. 

     Bütün bu zaruriyetlere ve endişelere bir de “Ukrayna” radasının müttefikeyn tarafından avlanması tehlikesi inzimam etti.  Öyle bir tehlikedir ki Bolşeviklere karşı harb-i mukaddes ilanına kadar büyüdüğü telgrafların son haberleri cümlesinden ve Avusturya – Macaristan’ın mazhar-ı muavenet ve mazhariyeti olması dahi şerait sulhiye muktezasından bulunmaktadır. 

     Dâhildeki vaziyet siyasiyelerini ta temelinden sarsan böyle bir kuvvetli tehlikeye bir de müttefikaynin resmen izhar edilen habersizliği ilave edilince Troçki cidden mahir olan şekil malumu bulmuş ve resmen hiçbir davasından vaz geçmeksizin herkesin kemali asabiyetle beklediği tatlı haberi dahi dünyaya neşir etmiştir. 

     <<hal-i harbe nihayet ve ordulara terhis emri verildi!>>

     Ukranya ile akid edilen sulhun sırf bize mahsus şeraiti hakkında malumat resmiye henüz gayri kâfi olmakla beraber bu yeni hükümetle ileride berri ve bahri nukat temasımız olup olmayacağı henüz meçhul bulunduğundan sulhnamede müttefikeyn ile birlikte vaz’ imzadan başka bir alakamız olmamak şayan-ı istiğrab değildir. 

     Bolşevik hükümetçe terhis emri bilcümle Rus hudutlarına şamil olmak üzere verildiği Troçki’nin resmen vaki olan tebligatından müstebandır.  Ancak Lenin hükümetinin Kafkasya ve Karadeniz’de ne dereceye kadar icrayı hüküm ve nüfuz ettiği çay sualdir.  Mamafih bizim şark cephemizde Rus ordularının kendilerini çoktan terhis ettikleri ve bu sebepten hem muhtel olan asayişi iade hem kendileriyle tesis temas etmek üzere şark ordularımızın her gün biraz daha ilerlemekte oldukları da bir emr-i vakidir.  12/Şubat/1334

          N. V.

Maksada doğru:

Bahriye müzesi

     İstikbalimizin denizlerde olduğu hakikatini – velev acı emsale-i teyidiye neticesinde olsun – anlaşılınca takdir mahiyeti umuma ait bir hakikat tebarüz etti. Acının havas devaiye ve ikazıyesi zaten mücerreb olduğundan bu hakikat-i barize, ancak <<intibah –ı milli>> terkibi ile kabil-i ifadedir.  Bu intibâh;  sanayi muhtelife-i bahriyenin işareti asra muvafık bir surette ikmali sadedinde derecatı mütefavitede eser-i hayat gösterdiği gibi harekât –ı ilmiyede, layık olduğu ehemmiyetle meşime-i tasvirden saha-ı fiiliyata intikal etmekte bulunmuştur ki bu hareketin başında bahriye müzesini görmek nefs-ül-emre muvafık bir nokta-i nazardır.  Bir müze, yalnız <<atikiyyât>> mütehassıslarını alakadar etmekle kalmaz.  Vasat dereceyi aşamayan bir marifet bile onun hayat umumiyesinden a’sar-ı güzeştenin mahsule-i mahsule-i irfânını idrak edebilir.  Bir bahriye müzesi ise, ihtisas noktasından ne derece faide bahş olursa olsun umumi bir teyakkun ile hükümet teşkili;  Âmmeye eslafın himmetini, mazi-i bahriyenin derece-i şevketini, ihtiyaç hal ve istikbalin azimetini, Rûy semadan, ka’r-ı bahre kadar infaz hükm ve kuvvet eden beşer zekâsının derece-i dehşetini gözden dimağa nakil için kullanılacak vasıta suretinde telakki ediliyorsa fevaidi, tamim nispette tezyid edilmiş olur.  Bize öyle geliyor ki bilumum bahriye müzelerinde bu noktalar hiçbir zaman ihmal edilmemiştir.  Hatta müessesat mümasilede, faraza (türbin) makinalı en son sistem bir “dretnot” küçük mikyasta bütün teferruatıyla irae edilmek suretiyle de maksat tesise en kestirme tarikten gidilmektedir.  Bu suretle halk, kâmil-i beşerin temaşager hayranı olduğu heyecanlı dakikalarda, adeta tabii denilebilecek bir insiyak ile bu kemalin mahal sarfı olan denizleri sever. 

     Bir bahriye müzesi, külliyeti itibariyle mensup olduğu milletin denizcilikteki kabiliyetini, hüviyet sanat karisini ispat ederken mefahir –i milliyenin de teşhirgahı sıfatını ulviyetle muhafaza eder, asıl bu suretle fevaid muntaziresini bir hamle ve bir cümlede ikmal eyler.  Halk da, A’sar-ı güzeşte-i şevketi idrak etmişçesine ihsas-ı latife içinde kalarak önünde numune-i imtisal görerek yine denizi sever.  Bizim bahriye müzemiz, nezaret aidesinin himmet mefkûresiyle pek yeni bir şekle girmek üzeredir.  Bu müze – umumi bir tabir ile söyleyelim – vaziyet-i hazırası itibariyle pek az ziyaretçiye nail olmuş idi.  yeni şekil ise, bize maksad-ı a’lâ uğrunda ecdadın ne olduğunu tehcir etmiş birer kitap gibi nakil eden hisarlarda büyük bir şehir mefahir teşkili kararından ibaret olduğu cihetle, yakın bir atide memleketin, mazi ile hal ve istikbal arasında bir hatt-ı ittisal olarak denizi büsbütün seveceği ümidini vermektedir.  Müze;  İsminin delalet hariciyesiyle de anlaşıldığı üzere, tahsisen asar atika ile meşgul olacağından, saltanat saniyenin makarr şevketinde tesis edilecek olan bir bahriye meşhuru için de evvela bu noktayı düşünmek lazım gelir.    Bir müze, yalnız teşhir gâh mefahir olamamak tabiidir. Sadr tarihe intikal veya şeref intikal mevkiini bil kuvve işgal eden her eser, müzenin malıdır.  Tarih, yalnız kıssa-i hasenat olmadığı gibi, maksud aslı ise atardan efkâra intikal ederek bu vasıta-i istikra ile maziyi ihya olduğundan müzenin hudut salahiyeti bu suretle tayin ettikten sonra bahriye müzemize nakl-i kelam edilince görülür ki;

     Böyle bir müessese ne kısım mefahirinde emsalinden dûn mertebede kalır, ne de hudut umumiyesi tanzim etmekte usret his edilir.  Tarihlerin nakliyatından anlaşıldığı üzere, sahil nişîn tavaif mülûkün manakıb bahriyesini işite, işite veya göre göre üçüncü padişah zamanını idrak eden Osmanlı Türkleri müşarünileyhin devr-i saltanatından başlayarak derya yüzünde adeta havarik adat derecesinde müesser kahramanı iraz etmişlerdi.  Bu gün İngiltere’nin tekzip fiiliyata duçar olan hâkimiyet-i bahriye iddiasını kurûn-ı vusâda tekrar eden Venedik cumhuriyeti ile düvel-i saire-i bahriyenin kuvayı mecmuasına karşı duran bahriyemiz, mazi-i mefahiri ile iftiharda her zaman haklıdır.  Belki imtidat zaman ve suret icra itibari ile bu kadar yüksek bir silsile-i kahramaniye emsali arasında pek az tesadüf olunur.  Bu mecmua mefahir ise – umumi müzelerde görüldüğü şekillerde – enzar-ı itibara vaz’ edilememek ne kadar tabii ise onu telekkiyat asırıyaya muvafık bir surette ecdattan ihlafa nakil etmek noktası da o kadar mühimdir.  Toprak, insanlardan ziyade nimetşinas olduğundan mıdır nedir, umumi müzelerin tanzim muhteviyatı güç olsa da bir bahriye müzesi derecesini bulamıyor.  Çünkü faraza Bayezid Sânî devrinin vasıf mümeyyizi olan sükûn ve tezebzüb başlı başına bir aks-i tam teşkil ederek, yine başlı başına bir destan mefharet olan “Burak – Barak” Reis vakası, bu gün “Mora Şibh Ceziresi” önünde, Bahr-i Sefid’in sine-i ketum ve siyahında gömülüp gitmiş, dalgalar eczayı perişanını kâh gürleyerek, kâh nevazişler, servisiminler göstererek sahillere nakil edeli asırlar geçmiştir.  O zaman daha buralarda hıfz-ı müesser fikri intişar edememiş, tab’ beşer fevkindeki ef’âl bile şekil tabiyesini muhafaza eylemiş olduğundan bu gün o hatıranın arzu olunduğu gibi ihyası müstahil olmasa bile elbette pek müşküldür.  Onun içindir ki, bir bahriye müzemizi istediğimiz ve beklediğimiz şekilde göreceğimiz zamana kadar, onun esasını teşkil eden bu günkü müessesenin ne çetin himmetler mahsulü olduğunu takdiren hal ve istikbale ait olmak üzere müteşebbis ve mürettiplerini muzaaf bir his takdir ile tebrik etmeği en büyük vazife telakki ederiz. 

     Kahramanlık faslından, onun fusul meşumesinne, fikir ve sanat âlemlerine intikal edince yine görürüz ki eslafın o miknet maddiyesi yalnız kalp ve bazu kuvvetiyle husule gelmemiş, dedelerimiz faraza funun bahriyede de seviye-i zamane irtika eylemiştir.  Bu hüküm müsellemden elbette sanayi muhtelife-i bahriyede hassa-i musibesini alır.  Bunun maziden hale muntakil yadigârları siyah ve kesif bir reddayı nisyan ve lakaydiyi yırtıp atmak mecburiyetindedir.  Ahiren intişar eden ve bu silsileyi makalatın başlıca sabık tahririyesinden biri olan bahriye müzesi kataloğundan anlaşıldığına göre (860) sene-i hicriyesinde Trablusgarplı İbrahim isminde birinin eser-i çire destisi olan bir Avrupa haritası Kasımpaşa’da bir manav dükkânında sofra örtüsü hizmetini görürken bulunmuştur.  Şu misal de gösteriyor ki bahriye müzemiz için pek çok çalışmak mecburiyetindeyiz.  Fakat – yine kataloğun delalet münderecatıyla anlıyoruz – elde esas mevcut oldukça vazife-i ikmal, met’ab olsa da neticesiz kalmayacaktır.  Katalog baştan aşağıya dikkatle mütalaa edilecek olursa müzenin şerait hazırasi dâhilinde bile himmet-i ecdat hakkında ammeye bir fikr-i mahsus verebileceğini şurada söylemekten men’ nüfus edemiyor.  Ve ilavesini bir vazife telakki eyliyor ki bir müze kataloğu, mensup olduğu müze kadar müfit bir eser-i tarihiyedir.  Onun için mürettibleri şu ilk hatve ile calib-i teşekkür bir hizmet daha ifa eylemişlerdir.  Biz, bu kataloğu garptaki emsaline nispet etmemekle beraber faraza “Müze-i Hümayun” rehberleri, meskûkât katalogları derecesini de bulamadığını söyleyerek kadar na-şinaslık etmediğimize kail oluyoruz.  Hatta onun içindir ki  “Ali Haydar Emir Bey “ bu esere yazdığı (Tersane- tarihçe) sinde: 

     [. . . . Ve makale, ikmali zamana mütevakkıf olan bu muazzam krokinin ancak ana hatlarını çizebildi. . . ]

     Demekle bir hakikat ifade etmişlerdir.  Biz bu mütalaaya bir hakikat daha ilave edeceğiz. “ Müze-i Hümayun” âsârı için men’ tedkik ederiz.  Fakat bir eser kıymettarı, manav dükkânında tozlar arasında süründüren kayıtsızlık, bahriye müzesine toplanabilen âsâr hakkında başka ne malumat bıraktıra bilmiştir?  Yukarıda bu hakikate bir daha işaret etmiştir. 

     Bu münasebetle bazı mülahazatın daha buraya kaydını münasip, belki faideli ad ediyoruz.   Baştanbaşa okuduğumuz bu katalogda, muharebat kademe-i bahriye ye ait bir takım levhaların da teşhir edildiğini anlıyoruz.  Bu meyanda kaptan paşaların, bahriye nazırlarının, bazı meşahir bahriyenin resimleri de mevcuttur.  İtikadımızca ecdadı ahfada anlatmak, denizi halka sevdirmek, evvelce-i bi-kararın her mevce-i mütehevvini yâd mazi ile hurûşân olduğu hakikatini ka’r tarihten sedef şeklinde çıkararak zaten bizde hem fıkdana, hem de şarktan doğacağına garptan geldiği cihetle makusite hâlâ mahkûm duran terbiye-i tarihiyeyi ikmal eylemek için bu âsârın mahfuz olduğu iki salon bir hazine-i ilhamat olabilir.  Faraza:  bahriye müzesinde iki numaralı odada bulunan âsârın isimlerine şöyle bir göz gezdirmek, teyit müddeaya hizmet eder. 

          Preveze muharebe-i bahriyesi

          Cerbe adası muharebe- i bahriyesi

          İzzeddin ve Arkadi vapurlarının muharebesi

          Midilli adası muharebe-i bahriyesi

          Pisileveski muharebe-i bahriyesi

          Navarin muharebe-i bahriyesi ilh. . .

     Osmanlı Türklerinin mazi-i bahriyesi hakkında yazılacak olan büyük esere, şu küçük levhalar, ne metin esas olur. 

     İşte Preveze muharebesi: Belki hâlâ [Andrea Doria] yı mezarında lerzenâk hicap eden Barbarossa’nın bu büyük harbi, tafsilat kafiyesiyle ufak bir kitap, bir yek nüvişt [mevdûgrafi mukabili olarak kullanılmağa başlanılan (yek nüvişt] vasıf terkibiyesine bedel istimali tensip edilmiştir] ilave edilecek tabloları ile hem müzenin silsile-i hizmet irşad karisine lâhık olur, hem de âsâr taliye ile halk, mufassalenden müstağni görünerek denizciliğimiz hakkında bir fiki-i sarih edinir.  Böyle eserlerde fırça da kalem kadar müessirdir.  Bizde ise menkulat-ı tarihiyeyi, yine sine-i tarihten alarak, fikirden göze nakil edecek eshab-ı iktidar elbette vardır.  Bu mütalaayı diğer muharebat bahriyeye de teşmil eden, o zaman, muntazam bir silsile-i mefahiri hem fikren, hem cismen ihya etmiş olursunuz.  (İzzeddin – Arkadi) harbi yazmağa layık, daha doğrusu müftekir olarak durmuyor mu?  Devr-i Aziziyenin Girit isyanı, emvac havadis arasında sürüklenip gelmiş bir meseledir ki o zaman Avrupa aleyhimizde, vükelayı devlet onlara medar ile meşgul idi.  sadır vakit Ali Paşa harici memnun etmek için dâhili unutması, idare-i devlet ise garptan hücum eden seyl terakki karşısında muhafaza-i şekildeki musırrane müddeiyat fiiliyeye, kalemle mukavemet eden bir avuç erbab-ı himmet muahezat muhikkesiyle müşerref indiras bulunmuş idi. 

     Ali Paşa Girite kadar gitti.  Ordu ve donanma emrine amade idi, fakat meşhur imtiyaz fermanıyla döndü.  Muarızın efkâr ve âsâr siyasiyesi hücumlara başladılar.  Bahriye müzesinin kataloğu, bu politika gürültüsü arasında bir hakikat bulur.  O da o zamandan şimdiye kadar bahriyemiz arasında ismi numune-i hamiyyet olarak anılan “İzzeddin”  süvarisi (Gamsız Hasan Bey)  ile refikayı gayretinin menakıb fedakârısındır.  Gamsız Hasan Beyi bugün yalnız bahriyeliler bilir.  Tercüme-i hali ise belki o sınıf mükerremin bile umumuna malum değildir.  Ve yetiştiği zaman ise hücum gavail, velev âl siyasiyat arasında vazifesi unutmuştur. Şimdi ise büyük bir bahriye müzesinin urefâ-i ihyasında ifası bir hizmet-i Hayriye olur.  Yine bu vesile ile varid hatır oluyor.  Elde kaptan paşaların muntazam teracim ahvalini hami olarak bir eser yoktur.  (Harita-i kaptanıderya) bittabi na- kasıttır.  (Lügat tarihiyye ve coğrafiyye) sahibi Rif’at Efendi merhum da âsâr sairesinde müşarünileyhimden tahsis suretiyle bahis etmediğinden, bir iki tarihte görüldüğü üzere, ancak bir fihristtir.    (Secil Osmanlı) temin-i maksada gayri kâfidir.  (Târîh-i Atâ) da yalnız Enderûndan yetişenlerin tercüme-i hali vardır.  Bahriye müzesinde salef ve halef kaptan paşalardan, nazar-ı bahriyeden bazı zevatın resimleri görülüyor.  Bunun muntazam bir silsileye rabt etmek, mevcut resimleri bir koleksiyon haline ifrağ eylemek tarihin muhtaç-ı ihtimam bir faslını daha ihya eylemek değil midir?  Bu hizmetin de ifa edileceğini kaviyyen ümit ederek, bu makaleye hitam veriyoruz.

     Büyük bir bahriye müzesinin müjde-i tesisi ile ra’şedar iftihar olan kalemimiz, şimdiki dairenin bile erbab-ı fazilet ve himmet elinde aldığı şekle ait ihtisasat latife ile de bir saik tahrir daha bulmuştur.  Mecmua, namına mensup olduğu cemiyet ile beraber, makasıd asliyesinin şu suver inkişafiyesinden dolayı ne kadar sevinse azdır.

          Donanma

     PS:  Ali paşanın muarızın siyasiyesinden ve devr-i ahir edibin erkân-ı esasiyesinden, Ziya Paşa merhumun âsâr-ı muhalledesinden beri de zafer namedir.  Mevzu’ asliyesi;  Bu Girit seferi, saikı Ali Paşadır.  Denilebilir ki bu sefer, Paşaya Bâdî-i zeval olmuştur.  Orada;

          Tuttu bir Rum vapurun bir sene ikdama bedel

          İngiliz devletine olsa sezadır amiral

Mısır aleviyle da elde bu kadar kuvvet var iken Yunanistan’dan Girit’e men’ ianet edilemediğini muaheze eder.  Bu muaheze ne kadar mahk olursa olsun, zamanın mensubin bahriyesine değil, reis iktidarına yani Ali Paşaya aittir.  Etâyib edebiye veya efkâr-ı mahsusa-i siyasiye arasında hakikatlerin gaib olmasına cevaz verecek bulunmadığından, Gamsız merhumun ve arkadaşlarının şahsı fedakârlıklarını tesbit etmek tarih için bir borçtur. 

Muharebe gemisi mi – tahtelbahir mi?

Mesail-i bahriye:

     Tahtelbahir tehlikesine dair Japonya erkân-ı harbiye-i bahriyesi azasından Binbaşı (Habda Kinçini), (Kofu Min= gazetesinde ber-vech-i âtî beyan-ı mütalaa ediyoruz:

     Alman tahtelbahirlerinin İngiliz hâkimiyet-i mutlaka-i bahriyesini tahrip ettikleri doğrudur.  Bununla beraber Alman hükümet-i bahriyesinin, buna mütenâzıran, tezayüd ettiğini zan etek yanlıştır.  Tahtelbahirler başkalarının hâkimiyet-i bahriyeyi tamamen ele almasına mani olmuşlarsa da kendileri bizzat denizleri kontrol edecek kifayette değildir.  Denizlerin kontrolü, muhtelif sınıf sefain harbiyeden terekküb eden filolarla temin olunabilir. 

     Tahtelbahir ve nakliyat-ı askeriye meselesinde Binbaşı “Kinchny” şöyle diyor;  Düşman sahilinde bir iş görebilmek için birçok kıtaat askeriyenin bir anda denizden nakli ve karaya ihracı lazımdır.  Fakat tahtelbahir tehlikesi nazar-ı dikkate alınınca fazla miktarda da kıtaat askeriyenin bir arada sevk edilmeleri doğru değildir.  Hatta sefain-i nakliye harp gemileriyle himaye edilse bile hücuma maruz kaldıkları zaman duçar olacakları kargaşalık bunları – nakliye gemilerini – tahtelbahirlere iyi bir şikâr kılar. 

     Bahri abluka meselesine gelince;

     Tahtelbahirlerin saha-yı harpte icrayı faaliyet etmeleri sıkı ve hakiki abluka meselesini pek ziyade güçleştirmiştir.  Bu güne kadar ablukada gözetilen en mühim nokta abluka sefaininin harekâtını düşmandan saklamaktı.  Hâlbuki sefain havaiye vasıtasıyla abluka gemilerinin mevkii suhuletle tayin edilebileceğinden düşman tahtelbahirlerinin baskın yapmaları ihtimali tezayüd etmiştir.  Bu ahval muvacehesinde abluka filosunun esas gemilerini düşman tayyarelerinin tarassut menzili haricine çıkarmak icab etmektedir ki, bu da ablukanın şiddetini azaltır ve bil netice düşman sefaini firar çaresine malik olur. 

     Bahriyenin kömür ihtiyacına gelince: 

    Tahtelbahir fiiliyatı bahriyenin kömür ihtiyacını tezyid etmiştir.  Tahtelbahirler hücumuna karşı koyabilmek için, tehlikeli menâtıkada, gemiler ne yol kesebilir ve ne de tevkif edebilir.  Yani tabiiye-i bahriye nokta-i nazarından hiçbir lüzum olmadığı halde sefin-i harbiye, sırf tahtelbahirler yüzünden, daima fazla stim tutmak mecburiyetindedir.  Bunun neticesi ise bittabi fazla kömür sarfiyatıdır. 

     Dar sular ve liman medhalleri tahtelbahir fiiliyatına en ziyade müsait mevki olduğundan bu gibi yerlerden, mümkün mertebe, gece geçilmek iktiza etmektedir.  Bu ise, gemileri hissi suretle idare ederek bu hususta mümarese kazanmak için süvarilerin fazla tecrübe ve ameliyat etmeleriyle mümkündür.  Fazla ameliyatın fazla kömür sarfını istilzam edeceği şüphesiz malumdur.

     Bu harpten evvel ana filonun harekâtını başka gemilerle muhafaza etmeğe lüzum olmadığı halde bugün tahtelbahirler dolayısıyla bu zaruret hâsıl olmuştur.  Hatta tahtelbahirleri keşf için tayyareler bile kullanılmaktadır.  Binaenaleyh ana filonun harekâtını tahtelbahirlerden saklamak için birçok gemilerin kömür yakmalarına lüzum vardır ki, bu da ayrıca kömür ihtiyacını tzyid eder. 

     Sefain-i harbiyenin tehlikeli sularda yol kesmesinin gayri muvafık olacağı söylenilmişti.  Bu halde gerek tüccar sefainini muayene etmek ve gerek gark olan gemilerin bakiye-i efradını tahlis eylemek müşkülleşmiştir.  Muayene meselesinin temini için gerek harp ve gerek ticaret sefainini uzun yollardan dolaşmağa mecbur kalmaktadır ki, bu da hem kömür sarfiyatını ve hem ticaretin tehirini bâ6î

olmaktadır.   

     “İnşaat-ı bahriye meselesi nazar-ı dikkate alındıkta”:

     Tahtelbahir fiiliyatın inşaat-ı bahriye âlemindeki tesiratı pek mühimdir.  Mesela;  Harp gemilerinin tahtelbahirlerden daha yollu olması ve hücuma maruz kaldıktan sonra da yine muvazenesi bozulmayarak yoluna devam etmesi lazım gelmektedir.  Bu lüzum gemilerin hücumunun artmasına mucibdir.  Ve harp gemileri süratli oldukları takdirde onlarla müştereken iş görecek diğer sınıf sefainin de yollu olması iktiza eder. 

     İstikbalde hükümetler, mevâki’ sevk-ül ceyşiye ye tahtelbahir ta’biye edecekleri gibi deniz aşırı mevakide bir ay müdafi’ tahtelbahir göndereceklerdir.  Her ne kadar tahtelbahirler, kuvveyi bahriyenin esası olan zırhlı sefain filolarının kıymetini tenkis etmemişlerse de yine hükümet-i bahriye birçok tahtelbahir inşa etmek mecburiyetinde kalacaklardır.  Fakat zırhlıların adedi, bittabi, tenakus etmeyecektir.  Tahtelbahirlerin adedi arttıkça bunları tahrip edecek diğer cins gemilerin adedi de artacaktır. 

     Tahtelbahir mevcut oldukça tahtelbahir muhriplerinin mevcut olacağı bir netice-i mantıkiyedir.  Hatta bu muhripleri tahrip edecek ayrı bir cins sefainin inşası lüzumu derkenardır. 

     Bu ahvale nazaran tahtelbahirler mühim bir silah olmakla beraber taarruzu ve tedafii’ kuvve-i bahriyenin ancak bir kısmını teşkil eder.  Yani, zırhlılar, kruvazörler, muhripler ve tahtelbahirlerin hepsinin kendine mahsus bir rolü vardır.  Biri diğerinin makamına kaim olamaz.  Hepsi kendi husus rolünü ifa ederek müştereken neticeyi temin ederler.

     Mehmed.

Çarkçı Mekteb-i Bahriye-i. Şahanesi

Çarhçı mekteb-i bahriye-i şahanesi:  mektebin manzara-i hariciyesi

     Bahriyemiz, Cemal Paşa hazretlerinin zaman-ı nezaret penahilernde pek mühim ve meşkûr teceddüdat ve tekemmülata mazhar olmuştur.  Hal-i harp, her ne kadar bahriyemizin unsur gayr-i şahsisini tezayüde, yani filomuza sefain cedide ilavesine bir mani teşkil etmiş ise de anasır-ı şahsinin yani zabitan ve efradın kifayetli ve zaman-ı hazır harplerinde muzafferiyeti temin eden mezayayı haiz olarak yetiştirilmesi için cidden pek büyük imkân sarf edilmiştir. 

     Bu suretle (harp eden gemi değil insandır) hakikatine Tevfik hareket edilmiş ve yarın harpten sonra, elimize geçecek en son usulde sefaini muvaffakiyetle kullanacak mürettebat yetiştirilmesi için ilmi esaslar vaz’ olunmuştur.  Güverte mektebinin yeni baştan tensîki, çarkçı ve kâtip mektepleri tesisi, gedikli sınıfları yetiştirmek için mekatib mahsusa küşadı, Alman donanma ve tersanelerine efrad, talebe, gedikli ve zabitan azami, neşriyat-i bahriyenin bir hal-i mükemmeliyete ifrağı, devair bahriyede teşkilat-ı cedide icrası gibi icraat, Osmanlı bahriyesinde belki gemi noksanından daha mühim olan birçok ihtiyacat ve nevakısı ikmal eylemiştir.   Bu yeni tesisatın ilk feyizli semereleri elde edilmeğe başlandığı zaman bahriyemiz, ruh-i teceddüdle mütehalli olarak, zaman hazırın talip ettiği mütefennin, pirayedar irfan, ahlakı ve vücudu, dimağı, kavi bir bahriye haline inkılab edecektir. 

     Cemal Paşa hazretleriyle erkân-ı nezaretin vücuda getirdikleri bu müessesat ve teşkilat cedide-i bahriyeyi kari’îlerine tanıtmağı mecmuamız bir vecibe ad ve telakki eylediği cihetle, fırsat düştükçe, bu vazifesini ifa edecektir. 

     Bahriyemizi millete daha iyi tanıtmak ve daha çok sevdirmek emeliyle teşebbüs ettiğimiz bu vazife-i neşre, en mühim bir müessese-i cedide-i irfanımız olan çarkçı mekteb bahriye-i şahanesinden başlıyoruz. 

     Marmara’nın sinesinde şeyil bir lâne gibi yükselen adalara takrib edilirken, ta uzaklardan çamların koyu yeşillikleri arasında yüksek beyaz, temiz – sakf muallası altında perver şiyab irfan olan Osmanlı gençliğinin vicdanı saf paki gibi beyaz ve temiz – bir bina nazarınızı okşar.  Yalnız İstanbul’un değil, belki dünyanın en güzel bir mevkiinde kâin bulunan bu bina tesisat cedide-i irfanımızdan, çarhçı mektep bahriyesidir.

     İşte ismi o kadar parlak ve cazip olmayan hatta bahriye zabiti olmak isteyen çocuklarımız, hep güverte mekteb-i bahriyesine müracaata sevk edecek kadar sönük ve şaşaasız bir nama malik bulunan bu müessese-i bahriyemizin, Osmanlı mülkünde mevcut mekatibin en lüzumlusu ve en faidelisi olduğuna şüphe yoktur.

     Çarkçı mekteb-i bahriyesi, bu makine asarında, bizim en ziyade muhtaç olduğumuz, bir şube-i fen ve sanatın temelini teşkil etmektedir.  Ziraatta, sanayide, her türlü tesisat ve şube-i medeniyette, her şeyde ve her şeyde insan kullarının, hayvan küvetlerinin yerine, makinanın ve daima makinanın kaim olduğu bu asarda, medeni bir millet halinde yaşamak isteyen her hangi bir millet, bir değil müteaddit çarkçı ve makine mühendisi mekteplerine muhtaçtır.  Hâlbuki şimdiye kadar iyi kötü her türlü şu’bat ulûmu muhtevi bir dar-ül fünûna, fünûn-i harbiye, sanayi –i nefise ve ticaret mekteplerine malik olan devlet-i Osmaniye’nin geçen seneye gelinceye kadar hiçbir makine mühendisi mektebi yoktu.  Memlekete muhtaç bulunduğu makinacıları yetiştirecek böyle bir mektebin bulunması, hayat umumiyede büyük bir noksan teşkil ederken bahriyemizde böyle bir müessesenin adem-i mevcudiyeti, bir müddet sonra elimizdeki sefain-i harbiyeyi işletecek ve tamir edecek çarkçı ve makinacılardan mahrumiyetimizi intaç edecek idi.  hâlbuki bir atik ile arz-ı cedide de makine, seri’ hatvelerle her gün, her saat ilerliyor.  Her yere, her işe burnunu sokuyor.  Bilhassa bahriyede – gerek bahriye-i ticariye, gerek bahriye-i harbiye de olsun – her iş makinanın kuvvet ve muaveneti ile görülüyordu.  Binaenaleyh bahriye-i Osmaniye’nin, makinacı ve çarkçı mektebinden mahrumiyeti artık bir gün bile daha temadi edemezdi.  Filhakika ilan-ı meşrutiyetten sonra tersane-i amirenin Hasköy kapısı cihetinde müesses olan (haddehane ameliyat mektebi) lâğv edilmiş olduğundan ve epey müddetten beri Heybeli adadaki mekteb-i bahriye-i Şahaneden de nazar-ı inşaiye ve makine mühendisi zabiti yetiştirilmemekte olduğundan, Osmanlı bahriyesi;  eskiden bu iki müessesede yetişmiş olan çarkçılarla idare-i ömür ediyor ve yeni hiçbir çarkçı zabiti yetişmiyordu.  Elde mevcut anasır henüz ifa-ı hizmet eyledikleri cihetle ilk senelerde pek göze çarpmayan bu mahrumiyet, zaman geçtikçe his olunmağa başlamış ve biraz da

Çarkçı mekteb-i bahriye-i şahanesi;   yatakhanesi

İstikbalde, bu halden nasıl bir vaziyet tahaddüs edeceği düşünülünce bahriyemizin muhtaç olduğu makina zabitanı yetiştirecek yeni bir müessese vücuda getirmek lüzum ve ihtiyacı bütün şiddetiyle mahsus ve mütezahir oluyordu.  Bunun üzerine bahriye nezareti 6 Kanun-i evvel 1331 de bir çarkçı mektebi tesisine suret-i katiyede karar verdiyse de mektebin mevkii tayin meselesi nezareti epey işgal etti.  Filhakika mektebin mevkiini tayin etmek pek mühim ve muhtaç-ı teemmül bir mesele idi.  mekteb-i tersanedeki fabrikaları yanında mı yapmak, yoksa Heybeli Adadaki güverte mektebi bahriyesine mi ilhak etmek şıklarından birinin tayin ve kabulü Osmanlı ve Alman zabitanından mürekkep bir komisyonda uzun uzadı ya tetkik edildi.  Nihayet tersane dahili tercih edilmesine binaen Cami altı meydanının arkasındaki (eski seyr-i sefain kursu) binası muvakkaten Çarkçı Mektebi ittihaz edilerek “1 Teşrin-i evvel 1332” de resm-i küşadı icra olundu.  Fakat bu muvakkat bina, küçük ve ancak bir sınıflık talebenin iskânına kâfi idi.  yeni bir bina inşasına hal-i harp münasebetiyle mevad-ı iptidaiye nedreti mani olduğundan nihayet Heybeli Adadaki sabık Rum ticaret mektebi matluba muvafık görülerek bu binada tamirat-ı lazıma icra edildikten sonra mektep 29 Mart 1333 tarihinde oraya nakil edildi.  (Kitab-ı Bahriye) yetiştirmek üzere teşkil edilen (Kâtip mektebi)-i Bahriye Şahanesi) de aynı binaya yerleştirildi.

     Vaziyet edildiği zaman mülevves, harap, bazı aksamı yanmış bir bina olan Rum ticaret mektebi, el-yevm, istimlak edilmiş ve mükemmelen tamir ve termim olunarak temiz, müferrah, mükemmel bir bina halini almıştır. 

Çarkçı mekteb-i bahriye-i Şahanesi;  teneffüshane

Mektebe giren zair [Cuma günleri, talebe ailelerinin mektebi ziyaret etmelerine ve çocuklarının nasıl mükemmel ve şayan-ı gıbta şerait-i hayatiye içinde yaşadıklarını görmelerine müsaade edilmektedir.] taam hanelerin, istirahat salonlarının, dershanelerin, laboratuvarın, model hanenin, fabrikanın, idman ve spor meydanının, konferans ve sinema salonunun, yatakhanelerin, hasta hanenin, banyo mahallinin, nezafet, istirahat ve mükemmeliyetine hayran olur.  Nitekim Alman matbuat heyeti erkânı da hayran olmuşlar;  Almanya’da yine bu derece mükemmel mekatibin ender olduğunu kadirşinâshane itiraf etmişlerdir. 

     Mektepte baştan aşağı her şey temiz, yeni ve kullanışlıdır.  Sınıflardaki sıralar en son usulde, yatakhanelerdeki yataklar temiz ve rahat, her efendinin dolabı, sürahi ve bardağı, aynası ayrıdır.  Müteaddit duş yerlerini ihtiva eden banyo mahallinde her talebenin kendisine mahsus hamam takımları vardır.

     Taam hane en güzel ve büyük hotellerin yemek salonlarına reşk-âver olacak bir haldedir.  Beyaz sofra örtüleri, beyaz havlular, beyaz tabaklar ve kâseler arasındaki zarif vazolardan hiçbir zaman çam dalları ve çiçek buketleri eksik olmaz.  Elektrik fanusları bu bem beyaz ve ter temiz sofraların üzerine nurlarını serperken piyano, güzel havalar çalar. Efendiler, mektebin taam salonunda yalnız karınlarını doyurmazlar, orada gözleri de, dimağları da istirahat eder.  Zevkiyab olur.  Efendiler, mektepte yalnız mesleklerine ait ulum ve fünun öğrenmezler, orada medeni bir insanın nasıl yaşaması lazım geldiğini de görürler, medeni bir hayat ve muaşeretle dört sene peyda-i ülfet ve itiyad ederler. Teneffüs zamanlarında talebenin vakit geçirdiği istirahat salonunda piyano vardır.  Efendiler, orada piyano çalarak derslerle yorulan dimağlarını musiki ile istirahat ettirirler.  Haftada bir gece talebeye, bahriye nezaretince müntehab hatipler tarafından konferans verildiği gibi faideli sinema şeritleri de gösterilir.  Efendilerden isteyenler keman ve piyano dersleri aldıkları gibi terbiye-i bedeniyelerine de, terbiye-i fikrîye ve terbiye-i medeniyeleri derecesinde itina edilir.  Memleketimizin en dikkatli ve malumatlı terbiye-i bedeniye muallimlerinden biri, Kemal-i ihtimam ile bu genç vücutları;  kavi, gürbüz, metin delikanlılar haline ifrağ etmeğe hasr-ı nefs etmiştir.  İsveç usulü terbiyevi jimnastik ve futbol, tenis, hokey, boks, eskrim, koşmak, sıklet atmak, atlamak, yüzmek gibi atletik sporlar, terbiyevi oyunlar ve müctemi sporlar muntazam bir usul tahtında icra edilir ve mukannin zamanlarda efendiler arasında muhtelif idman müsabakaları tertip olunur.   Yazın kürek çekme talimleri, mektebin kotralarıyla kısa, uzun tenezzühler yapılır. 

Çarkçı mektebi bahriye-i şahanesi:  Efendiler tenis oynarken

     Mektebin gittikçe tekemmül eden bir “laboratuvar” ı ile bir de fabrikası vardır.  Çarkçı sınıfının nazariyat ile ameliyatı biri birine mezc ederek yetişmesi elzem olduğu cihetle efendiler, fabrikada da muntazaman çalışarak ahşap makine kalıpları yaparlar.  Küçük mikyasta demir makine aksamı imal ederler. 

     Muhtelif dersler, asgari bir intizam ile talebenin dimağını azami bir inkişafa mazhar edecek surette en yeni usullerle tedris edilir.  Muallimler mütemadi bir teftiş ve murakabe ile talebenin mesaiyesini takip ederler.  Tedrisat o kadar ciddiyetle icra edilir ki imtihanlarda muvaffakıyet kifayet gösteremeyenlerin hangi sınıfta olursa olsun der-akab kayıtları terkin olur.  Devre ve sene imtihanlarının her hangi birinde mektepçe ispat-ı ehliyet edemeyen veya ahlak, sıhhat veyahut diğer bir sebeple hizmet-i bahriyeye liyakat ve kabiliyeti görülmeyen, bahriye mesleğine hakiki bir şevk ve gayret göstermeyen, kâfi derecede terakki etmeyen, hiçbir hastalığı olmasa da bünyece pek zayıf bulunan, hal ve hareketi ve istidat ve hevesi matluba muvafık olmayan talebenin ihracı, nizamname icaba tından, mektebin aguş-i irfan ve terbiyesine teslim edilen evlad-ı millete, vatanın en büyük ümidini teşkil eden nesl-i müstakile işte böyle mutena bir terbiye-i ilmiye, terbiye-i ahlakiye, terbiye-i bedeniye ve terbiye-i medeniye verilmektedir. 

                        
Çarkçı mektebi müdürü;  Ferid Bey     

çarkçı mektebi müdür muavini: Hasan Bey

                           

     Bu kadar ihtimam ve itina ile talim ve terbiye edilen talebenin hal ve tavrına göz gezdirince, bu himmetlerin boşa gitmediğini derhal görürsünüz.  Ders esnasında, teneffüs zamanlarında, terbiye-i bedeniye ile meşgul oldukları veya fabrikalarda çalıştıkları sıralarda, genç efendilerin ibraz ettikleri hizmet, gayret, amirlerine ve muallimlerine karşı gösterdikleri itaat ve merbutiyet, yekdiğerine karşı olan muamelelerindeki evzâ’ nazikâne ve kibarane, insana bahriyemizin atisi için pek büyük ve kavi ümitler verir.  Görürsünüz ve iman edersiniz ki bu gençler zabit oldukları zaman bahriyemizde büyük bir inkılap, esaslı bir teceddüd hayır kâr vücuda getireceklerdir.  Ve bu efendiler, makine ve inşaiye mühendisi, makine zabiti oldukları zaman, memleketimizi Avrupa’ya muhtaç olmaktan kurtaracaklardır.

Çarkçı mektebi Bahriye-i şahanesi:  heyet-i tedrisiye ve talimiye.

     Bahriyelilerimiz, vücuda getirdikleri mekâtib-i bahriyenin memleketimizde ki muessesat memasilenin cümlesine izhar-ı cihet faik olduğundan dolayı bihakkın iftihar edebilirler. 

     Bilhassa, çarkçı mekteb-i bahriye-i şahanesini bir sene zarfında hiç yoktan meydana çıkaran ve bu günkü hal mükemmeliyetine getiren fâal uzuvların sırf Türk ve Müslüman bahriyelileri olduğunu kemal-ı memnuniyet ve iftiharla kayıt etmek iktiza eder.  Filhakika çarkçı mektebi, sırf bahriyelilerimizin semere-i mesaiyesi olup yevm-i tesis ve teşkilinden beri hiçbir ecnebinin muzaheret ve muavenetine, hatta irşadatına bile ihtiyaç mess etmeden vücuda gelmiş bir müessese-i milliyedir. 

     Böyle mühim bir noksanımızı, bu kadar mükemmel bir müessese-i ilim ve marifet ile ikmale muvaffakiyetten dolayı bahriye nezaret celilesine, yalnız bahriyemiz namına değil, milli irfan ve sanatımız namına da beyan-ı takdir ve teşekkürü bir vazife-i kadirşinas ad eyleriz.

          Abidin Daver

HARP HAZIRIN MENŞEİ

     Muharriri:  Abdurrahman Şeref

Mabad

     Bu hal gayri tabii devam edemez idi.  meşrutiyetten yedi sekiz ay sonra Rumeli müfettiş umumiliği lağv olunup vilayet selase idaresi diğer vilayete benzetilmekle ve Arnavutluk kıyamının teskininde fazla cebir ve şiddet istimal olunmakla Makedonya ve Rumeli havale-i garbiyesi yine karışmış ve yangın emareli belvermeğe başlamış idi.  Avusturya hariciye nazırı Kont Leopold Berchtold men ve kuva-i emniyesiyle düvel-i muazzamanın nezaretleri tahtında Makedonya’da ıslahat icrasına dair bir muhtıra tanzim ve irsal etti.  Balkan hükümetleri bu nezarete iştirak iddiasını dermeyan eylediler.  Muhtıra esasen Bab-ı Âliyece şayan-ı kabul görülmemiş idi.  der-akab Bulgar ve Sırp ve Yunan ve Karadağ hükümetleri müttefikan devlet-i Âliyeye karşı harp vaziyeti aldılar.

     Balkan ittifakı:

     Bulgaristan ile Sırbistan arasında müzakerat ittifakiye 1911 ve ahirinde başlamış ve muahede-i ittifakiye 29 Şubat 1912 tarihinde imzalanmış ve muahhar tarihlerle mün’akid mukavelat –a askeriye bu ittifak teyid ve tetmim eylemişti.  Hatta şu teşebbüslerinde “ağa dayıları” Rusya’yı muttali’ kıldıkları esnada Çar ikof’un Bab-i Âliile ile uyuşmak hususundaki müzahemetlerini ve aynı zamanda Rusya’nın Avusturya nezdinde dahi bazı mertebe müdavele-i efkâra mübaderetini haber alarak Bulgar kabinesi şüpheye düşmüş ve Rusyalının kendilerine takdim ile Balkan meselesini kendi başına hal etmesinden endişe etmeğe başlamıştı.  Ve Bulgar – Sırp ittifakının Rusya tarafından hararetle alkışlanmadığını görerek şüphe ve endişesi artmıştı.  Mamafih bu ittifak ber-vech-i bâlâ akid ve tevsik kılınmıştı. 

     Bulgar – Sırp ittifakına Yunanistan’ı sokmamak bab-ı Âlice lazıme-i dur biniden olup onun için de Yunan âmalini biraz okşamak ve Girit niza’ını çar çabuk bir suret-i tesviyeye bağlamak muktezi idi.  maatteessüf hükümet-i seniye ittifak pek geç haber almış ve Girit işinin tasfiyesine mevsimi mürur ettikten sonra teşebbüs etmiş idi.  çünkü 29 Mayıs 1912 de Venizelos dahi Bulgaristan ile ittifak muahedesi akid eylemişti.  30 Eylül 1912 de emr-i ittifak tamam olup umumi seferberlik kararı müttehiden ittihad olunmuş idi. 

     18 Teşrin-i evvel 1912 de harp ilan kılındı.  Bir mah zarfında ordularımız her tarafta mağlup olup cünûd a’dâ Çatalca’ya kadar Bulgar ile payitahtımızı tehdit altına aldı.  Bütün Rumeli’yi zayiğ etmiş ve tantanalı istihzarat askeriyemizin safsatadan ibaret olduğunu göstererek âlem nazarında kıymetimizi küçültmüş idik.  Londra muahedesiyle 30 Mayıs 1913 sultan Murat Hüdavendigar’ın fütuhatını hemen tamamıyla düşmanlara bıraktık.

     İkinci balkan harbi:

     İşbu muvaffakiyet seri-i gayri memûleleri Balkan hükümetini ser-mest eyleyerek taksim-i ganaim hususunda aralarında hemen ihtilaf tahaddüs etti.  Bâr-ı harbi en ziyade Bulgarlar çektikleri cihetle büyücek bir pay davasını bihakkın ortaya koydular.  Sırplar ve Yunanlılar razı olmayıp kuvve-i cebriye istimaline ve binaenaleyh Bulgarlarla muharebeye şuru’ eylediler.  Tamah ve ihtiras üzerine kurulan dostluk temel tutmayacağından bir gün ikdamını müttefikler şimdi hasım can olmuşlar idi.  Balkan harbinin ikinci safhası başladı.  Romanya hükûmeti dahi zebunkeşliğe kıyam ile Bulgarlar aleyhe ilan-ı harp etti.  Bulgaristan Sırpların ve Yunanlıların ve Romanyalıların tecavüzatı altında natuvan kalmakla naçar mutavaata mecbur ve zahmet ve fedakârlığı nispetinde umduğu ve müstahak olduğu fevaidden mahrum ve mehcur kaldı. 

     Rumeli’nin Bükreş muahedesi mucibince (10 Ağustos 1913) makasime-i cedidesi Bulgarların zararına olmuş idi.  Sırplarla Yunanlılar bil nasibe ucuz bahaya ve Romanyalılar hiç bahasına niam ve menafi konmuş idiler.  Balkanlarda bütün hırslar teskin olunmamış demek idi.  hiçbir devlet ve hatta Rusya bile bu haksızlığa ses çıkarmamıştı.

     Balkan harbi ıtlak olunan muzârebeyi men etmek bilhassa Avusturya’ya düşen vazifeden idi.  “Kont Leopold Berchtold” un sabık elde gırnatası ise maksadın tamamen aksine hadim olup büyük bir Sırbistan vücuda getirmeğe hem Rus politikasının nim cezirede ihraz tefevvuk etmesine ve hem de <<büyük Sırbistan>> hayal perverananın bu sene ve her sene medd nazar eylemesine fırsat verdi.  Şu kadar ki Viyana kabinesi mütevatire-i Osmaniye’nin bu mertebe sükûtunu kestirememiş ve Osmanlıların atıp tutmasına bakarak Bosna – Hersek’e doğru tevsi-i daire-i hüküm ve nüfuz etmeleri ihtimaline vücut vermiş olması gafletinin esbab-ı muhaffef esinden ad olunabiliyor.   Mamafih balkan harbinde ilhak arazi olunmayacağına ve statükonun muhafaza kılınacağına dair evvelce konulan şart galebemiz takdirinde tatbik olunacağı müslim ise de aleyhimizde kâin iken itibar olunması Avusturya menafi ine pek mugayir bir surette Avrupa’yı Osmaniyi parçalayacağını ve Selanik’e inmek hülyalarına hatme çekeceğini anlayamamış idi. 

     Balkan muharebesinin zuhurundan on ay kadar mukaddem Yemen mesele-i müzemminesi tasfiye pezir olmuş ve yine harp mzkureden birkaç gün evvel Trablus hakkında İtalya ile uzlaşılmış idi.  İtalya muhasemesinin balkan cenginin tasriine yardım eden esbabdan olduğu ve muhasemenin faslı devlet-i Âliyece daha çabuk iltizam olunsa Balkan harbine vesile verilmeyeceği ve vakit kazanılacağı vareste-i güvâmıdır.  Bulgar hükümeti esbab-ı mucibe harbe dair düvel-i muazzama ya tebliğ ettiği muhtırada Berlin muahedesinin yirmi üçüncü maddesine istinat etmiş ve işbu maddede mübin olan Rumeli ıslahatından otuz dört sene zarfında asar görüldüğü gibi bundan böyle dahi salah vukuuna delalet eder teşebbüsatın hariç az ümit bulunduğunu yazmış idi.  yani hükümet-i saniyeyi vaadini ifa etmemek töhmet bahanesiyle itham etmişti.  Usul idaresinin tanzimini ve tebaasının ıslah ahvali bir hükümetin ve zayıf asliyesinden olup bu husus için taahhüt altına girdikten sonra yine ihmal etmek doğrusu küçük kabahatlerden değil idi.

     Balkan muharebesinden sonra:

     Uğradığımız zayiat azimeye düvel-i muazzama meyanında teessüf eden olmadı.  Kadim dostlarımız ve Sivastopol silah arkadaşlarımız olan Fransız ve İngilizler şark meselesinin Rumeli safhasının böyle siyaset umumiye ye sirayet etmeyerek hal olunmasını iyi tesadüfattan ad eylemişler ve matbuatları bahusus Fransa’da aleyhimizde hissi milliyemizi hırpalayacak lisan istimaline başlamışlar idi.  <<hasta adamın>> ihtizarından takrib mevtinden bahis makalata Paris’in ağır başlı gazetelerinde bile tesadüf olunarak bu misilli neşriyatın cerihadar kalplerimizde tevlid edeceği acıyı tahmin edemiyorlar idi.  lakin bu defaki şark meselesinin suret-i halli sırf devlet-i Âliyenin zararına olup yoksa Bulgarlarda sürekli bir tevâzün husule getirmediği ve sonra da siyaset umumiyeye icrayı tesirden hal- kalmayacağı aşikâr idi.  ittifak müselles devletleri Arnavutluk’un Balkan milletleri arasında mukasemesine memanat ve katiyen mefkûrenin istiklalini iltizam etmiş ve bu da Adriyatik sahillerine bilahare sırası gelince İtalya ile Avusturya vaz’ yad etmek maksadına mebni bulunmuş ise de her halde Arnavutluk istiklali balkan darbesinden müteessir olan düvel-i mezbureye bir nevi taviz idi.  az kadim zihinleri meşgul eden iki zümre-i devliyenin büyük müsademesine Balkanlardaki adem-i tevazün cedidin masdar olabileceği hatırlara gelmiyor idi. 

     Tayyareciler misilli karun ve şuûnun tabakat-ı refisine doğru yükselip beşeriyetin mecarı-i harekâtına kuş bakışıyla atf-ı nazar edilse akıntıların istikameti her yerde demokrasi ye doğru olduğu fark olunur.  Evet!  Zamanımızda demokrasi, sosyalizm, nasyonalizm sadır mecaliste sahib-i kalem olmuş ve mülk ve azmin müstebdane buyrukları ve keyfi hükümleri naçar ikinci safta ahd-ı mevki etmiştir.  Terakkiyat-ı medeniye ile umum ve efrad mukadderat ictimaiye ve siyasiyesini müdrik olmakla hukukunu kendisi bizzat istimal ve müdafaa etmek azmine düşmüştür.  Saltanatların anane-i mutlakıyeti kalil el basire farz ederek kendi basiret karlığına güvenen işbu ekalliyetler gâh ü bî-gâh esen rüzgâra tabiiyetle mutelatım dalgalar gibi köpürdüğünden ekseriyet medire ve ganiyeyi korku akde ve istikbalin alacağı şekli evvela ül beşaret düşündürmektedir.          

  Mabadı var.

BİR MİLLET NASIL TERAKKİ EDER?

Mâ-ba’d

Japon imparatorluğu kanun-u esasiyesi

Meiji “Itō Hirobumi” tarafından yazılmıştır.

     Japonya’da hükümdar ile tebaa arasındaki münasebat-ı hukukiye hükümetin tarih teşkilinde teessüs eylemiştir.  İ’sar mutavassıta esnasında bir takım iğtişaşat dâhiliyenin takibi yüzünden hükümetin Kuvayı siyasiye si arasındaki vahdet duçar-ı zaaf olmuş idi. 

     1868 sene-i miladiyesinde iade-i hukuk (restorasyon) hadisesinden itibaren imparatorun hüküm ve nüfuzu kesb-i kuvvet etmiş ve bir hükümet-i meşrutinin teşkil ve tesisini emrinde iradeler ısdar eylemiştir ki;  bu veçhile tebaanın hukuk ve vazaif iyice tayin ve hükümetin reis-i azamı olan zatın kuvayı hükümdariyesinde bir vahdet temin ederek, İmparatoru vükelayı devlet ve heyet-i teşriiye-i hükümetin muavenetiyle

Çarkçı mektep bahriye-i şahanesi:  talebe efendiler dershanede.

daha vasi bir saha-i fiiliyata malik ve cihaz-ı hükümeti daha mükemmel surette icrayı fiil ettirmeğe muktedir kılıp bilnetice tebaanın saadet mükemmelesi istihsal olunacaktır.  Bütün bu amâl ve icraat imparatorun asil ecdadının istihsal ve arzu etmiş oldukları muvaffakıyet ve muzafferiyet ile mahiyetçe tamamıyla müsavi olup bu ecdad-ı asliyenin emel hakikileri olan saadet ve terakkiyat bunlar sayesinde derece-i gayesine vasıl olacaktır. 

     Japonya’nın mukaddes seriri ecdad-ı imparatoriyeden ahfad-ı kirama intikal etmiş olup millet ve hükümete saltanat ve idare etmek kuvvet ve salahiyeti bu mukaddes tahtta münderiç bulunmuştur. 

     Salahiyet ve nüfuz hükümdariye ait kanun-ı esasi mevadı dâhilinde suret-i mahsusada mevcut olan bu salahiyet, yeni kanun-i esasinin icap ettirdiği yeni bir salahiyet olmayıp en kadim bir kaide-i müessese-i milliyenin daha ziyade bir kuvvetle teyidinden ibarettir.   

     Japon kanun-ı esasisi mevadına ait tefsirat 1:

1 – imparator

     1 – Japonya’nın ilk imparatoru zamanından beri memleket, ahalinin saadetine mümanaat eden hadisattan ve sulh ve sükûneti ihlal eden iğtişâşâttan vakit vakit hali kalmamıştır.  Lakin Japonya taht-ı mukaddesinin bu müddet zarfında bilâ intika yalnız bir sülale azasına mahsus kalmış olduğu arz-ı sema gibi aşikâr bir hakikat muhteşemedir.    İşte bu husus Japon kanun-i esasisinin madde-i esasiye ve muazzamasını teşkil eder ki:  Bu madde-i esasiye mucibince Japonya imparatorluğu ale-l ahir –ül zaman hanedan müteselsile-i imparatoru ile yekvücut olup bu şart mazide asla haleldar olmamış bulunduğu gibi müstakbelde de hatta müebbeden duçar-ı tahavvül olmayacaktır. 

     Kanun-ı esasinin bu maddesi imparator ile tebaası arasındaki rabıta ve münasebatın mahiyetini tespit etmek üzere vaz olunmuştur.  Kanun-ı esasiye deki <<hükümet-i idare>> kayıtlarından tahta cülûs bulunan imparatorun Japonya hükümetinin saltanatını ve memleket ile tebaasının hükm ve idaresini nefsinde cem’ etmiş olduğu müstefid olur.    

     2 – Veraset saltanat meselesine gelince, bu kanunu tesbit ve ispat eylemek için ilk Japon imparatorundan beri kâfi derecede misaller ve talimat mevcuttur.  Bu emsal-i talimata nazaran taht imparatoru imparatorun oğullarına ve torunlarına müntakil olup bu kanun-ı müstakbelde dahi gayri mütehavvil kalacaktır. 

     Nöbet-i saltanat ciheti ise taraf imparatordan tanzim olunan <<hanedan imparatoru kanun namesi >> inde şerait ve tetkikat-ı mahsusa ile tespit ve tayin olunmuştur.  Bu kanunname sırf aile-i imparatoruya ait olduğundan hükümet kanunname-i esasiyesinde ayrıca zikir olunmuş ve bu veçhile hususat mezkûrede tebaanın hiçbir suretle müdahalesinin meşru’ ve mesmu’ olmayacağı ima olunmuştur.  Kanunnamedeki  <<erkek aza-ı hanedan >> tabirinden maksat imparatorluk makamını işgal eden zevatın erkek çocuklarından tevellüd eden erkekler murad olunur. 

     3 – Taht-ı mukaddes arz ile semanın ayrıldığı esnada teessüs etmiştir.  )Japonlar bu hadiseye koçugi derler).  İmparator semadan inmiş, samedani ve kutsidir.  Bütün tebaası arasında en âli ve serfirazdır.  Daima layık-ı hürmet ve ubudiyet ve her türlü mesuliyet ve müdahalattan masundur.  İmparatorun kanun müessese riayet etmesi lazımdır.  Lakin kanun, onu bu husustan mesul ve hesap vermeğe mecbur eyleyecek salahiyeti haiz değildir.  İmparatorun şahsi adem-i hürmetten masun olduğu gibi bu neviden münakaşat ve müzakerata da mevzu’ teşkil edemez. 

     4 – İmparatorun memleket ve tebaayı hükümet ve idare hakkı ilk imparator ceddinden mevrüs olup ahfadına müntakil olur.

Çarkçı mekteb-i bahriye-i şahanesi;  mektebin hastanesi.

     Memleketi idare eden bütün kuvayı icraiye ve teşrî’îye imparatorun şahsında birleşir.  Japonya kanun esasiyesi bizzat imparator cenapları vücuda getirerek bunu gerek hükümdar, gerek ahali tarafından lazım’l itaat ad ve itibar etmiştir.  Bundan başka imparator, kanun-ı esasiyenin ihtiva ettiği bütün mevad ve ahkâmın bilâ müsamaha icra edilmesi lazım geldiğini dahi ityân eylemiştir. 

     Zat-ı imparatoru bu hatt-ı hareketi ittihaza sevk eden sebepler, taraf –ı ilahiden kendisine i’ta olunan kuvâ ve selahiyetlere karşı beslediği riayet ve itina ile terakkiyat milliye ile hem ahenk daimi bir usul idare ve hükümet vücuda getirmek mülahazasıdır.  Hükümetin bütün kuvayı hâkime ve idariyesinin bir şahısta ittihad-ı hükümdarlığın sıfat asliye ve mugayyiresi olduğu gibi bu kuvvanın kanun-ı esasi ahkâmına göre istihdamı, hükümdarlık sıfat-ı asliye ve mütemayizesi, kuva hükümdarının kanun-ı esasi ahkâmına göre istihdamı hükümdarlık kuvvet ve salahiyetinin suret-i icraiyesini iş’âr eder. 

     Sâlif-üz zikr hükümdarlık sıfat-ı asliye ve mütemeyyizesi kuvayı hükümdariyenin kanun –ı esasi ahkâmına göre istimal ve istihdamıyla refakat etmez ise netice istibdada müncer olmak istidadı arz edeceği gibi yalnız ikinci şart mevcut ve birincisi  gayri mevcut olduğu takdirde de teşettüt ve iğtişaş zuhuru şüphesizdir. 

     5 – Kuvveyi teşri’iyle imparatorun kuvveyi hükümdaranesi cümlesindendir.  Lakin bu kuvvet daima parlamentonun muvaffakıyeti ile istimal olunacaktır.  Kanuna kuvanin cedide Mesudelerini yapar.  Bunları yahut parlamento teklif edip her iki meclisin (mebusan ve ayan) muvaffakıyeti istihsal olunduktan sonra imparator tarafından tasdik olunur.  Ve o zaman mesudeler kanun makamını ihraz eder. 

     1] – Japon kanun-ı esasiyesi Meiji İtö tarafından tahrir edilmiş olduğundan yukarıda gösterildiği veçhile yine kendisi tarafından tefsiri pek ziyade şayan-ı dikkattir.  [Meiji Itō Hirobumi’nin Japon kanun-ı esasiyesine ait olan bu makalesi hayli uzun mufassal ve şayan-ı dikkat olmakla beraber nukat esasiyece hükümet meşrute-i medeniye kanun–ı esasiyeleriyle pek müşabe olduğundan baştan aşağı tercüme ederek birçok zaman ve mekân sarf etmeği vaktimizin ihtiyacat acilesiyle mütenasip ad etmiyoruz.  Binaenaleyh, elimizdeki eserin sırf siyasi olan bu parçasını terk ederek içtimaı, iktisadi ve ilmi hadisat milliyeye ait bablara geçeceğiz.]

          Ali Şükrü.

Harp hatıraları:

Yavuz’un ve Midilli’nin menakıbı

Odesa açıklarında

     Alman membaından:

     Köhne (Bizans) düşecekti!  Martın ilk günlerinde şarktan ve garptan doğru gelen itilaf asakiri payitaht saltanat kapılarını sarsarken, İngilizlerle Fransızlar Çanakkale boğazını zorlamağa çalışırken Ruslar da Karadeniz boğazı medhalini topa tutuyorlardı.  Çok geçmeden Rusya’nın Anadolu’ya büyük bir kuvvet sevk edeceği rivayetleri şayi olmuş, hatta açık telsiz telgraf muhaberatıyla da müteaddiyane bir fikir ve niyet izhar edilmekte bulunmuştu.  Asakir yüklü otuz vapur Odessa limanında harekete mahiya bulunuyor, asakiri, vazife-i mukaddese hisleriyle tehyiç etmek üzere Çar’ın vüruduna intizar ediliyordu.  30 Mart tarihli Osmanlı donanma muhtırası, ayın 27 nci günü düşman kuvve-i külliyesinin 5 hattı harp sefinesi ve 2 kruvazörüyle 1 muavin kruvazör ve 6 mayın taharri gemisinden mürekkeb ve emre amade bulunduğundan bahis ediyordu.  Karaya asker ihracı, ağleb ihtimal Sinop’ta yapılmak mutasavverdi.  Bu Rusların bütün o büyük planlarını alt üst edecek Karpat ricat ve inhizamından pek evvel idi.  bunun üzerine amiral, yeni bir hareket –i taarruzuye ile Ruslara takdim etmeğe;  bu hareketiyle de;  evvel emirde düşman raporlarına nazaran, halet-i ihtizarda Yavuz’un tam-l sıhha olduğunu göstermeğe ve ayrıca da Osmanlı donanmasının Çanakkale müdafaasına bağlı bulunmayıp Karadeniz’de serbestçe seyir edebildiğini alem nazarında ispat eylemeğe azim etmişti.  Bundan başka payitaht-ı Osmaniye’nin sükûtu hülyasıyla fevk-l mutad kışın bile ticaret seyr-i sefainine kıyam emareleri gösteren o cesim Odessa bender tüccarına bu işte muvaffak olamayacağı ihsas etmek tasmimi de vardı. 

     Yavuz ve Midilli Nisanın birinci günü Karadeniz’e çıkarak Sivastopol’e yol verdi.  Ayın ikinci günü, Rus telsiz telgraf muhaberatının kesret ve şedid peyda etmiş olmasından moskof donanmasıyla buluşmak ihtimaline intikal edilmişti.  Bir gün evvel boğazın şimaline isabet eden sahili bombardıman eden düşman, her halde Sivastopol’a avdet etmekte idi ve ihtimal ki pek yakınında bulunuyordu.  Filhakika ertesi sabah Giresun burnu göründüğü sıralarda saat 6,5 de bir duman bulutu rapor edilmiş;  biraz sonra bütün düşman donanması seçilmeğe başlamıştı.  Bu sırada alınan bir telsiz telgraf işareti Mecidiye’nin mayına çarptığı ve Hamidiye’nin dahi Mecidiye mürettebatından kısm-ı azamını hamil olduğu halde takip edildiği için fena bir vaziyette muavenete intizar eylediğini bildiriyordu.   Hamidiye şimdi gün doğuşu cihetiyle ağır ağır takrib ederken Yavuz ve Midilli de düşmandan dönüp bu kruvazörün setr ve himayesine şitab için lodos istikametine seyir ediyordu.  Bu vaziyette iken iki Rus vapuru görülmüş;  Az bir zaman içinde batırılmıştı.  Bunlar, beser yüz tonluk ve şeker yüklü idi. 

     Açıktan bir Rus kruvazörü, yukardan iki tayyare bu hadiseye şahid oluyordu.  Tayyareler, müteakiben müdafaa toplarıyla def edilmişti.  Açıktan doğru seyirci vaziyetini alan kruvazör, (Kagul) idi.  bizimkiler vapurları batırırken bu düşman kruvazörü her halde Yavuz’u seçememiş olacak ki süratle arkamıza dolaştı.  Yavuz gayri mer’i kalmak üzere Midilli’yi düşman kuvveyi külliyesinden ayırmak maksadını takip ediyordu.  Yavuz bu esnada mümkün olabildiği kadar az duman çıkarıyordu.  Mamafih düşman kruvazörü, şimdi karşısında kim bulunduğunu fark etmiş, gün doğusu istikametlerine doğru açılmağa başlamıştı.   

     Yavuz bunun takibine kıyam etmedi.  Çünkü daha calib-i dikkat emareler görünüyordu.  Bunlar maruf duman sütunları idi. 

     Bizimkiler, der-akab bu duman sütunlarına doğru tevcih etmiş;  parlak bir gün olduğu için 30 bin metreden düşman donanmasının direkleri fark edilmeğe başlamıştı.  Kuvveyi külliyenin önünde 8 muhrip ile beraber Kagul seyir ediyordu. 

     Burada Midilli geri döndü ve Yavuz ile düşman arasına girdi.   

     Ruslar 15 ila 17 bin metrede saat 1,30 da Midilli’ye karşı ateş açtılar.  Düşmanın 30,5 luk humbaraları pek güzel düşüyor.  Lakin Midilli zikzak rotalarıyla isabetlerden kaçarak tedricen Yavuz’a yaklaşıyordu.  Yavuz da herkes taarruza, ateş intizar ediyordu.  Fakat ale-l ekser büyük maksatlar temini için tehlikelerden kaçınmadığı sabit olan Amiral, bugün maksadına nail olduktan sonra, kasten tehlikeden ictinab ediyordu. 

     Düşman, daima toplu gezen 17 cüz-ü tamm ile, Yavuz ve Midilli yalnız Kagul uzaktan uzağa teması muhafaza etmekte bulunmuştu. 

     Biraz sonra düşman donanması, tekrar dönüp takibe başlıyordu.  Üç saat sonra takip hareketinden tekrar vaz geçiliyor.  Düşman gözden nihan oluyordu.  Bu esnada etrafa karanlık basıyordu.  Refakatinde birkaç torpido ile beraber Kagul uzaktan görünüyor;  aradaki mesafe gittikçe azalıyordu.  Bu hale nazaran, geceleyin torpido taarruzatına intizar etmek lazım geliyordu.  Üss-ül harekelerinden bu kadar uzak bir noktada, başka bir şey beklenilemezdi.  Bunlar, fil-hakika taarruz niyetinde iseler gelen üz saat zarfında bu işe teşebbüs edebiliyorlar.  Çünkü bi’l-hesab saat 11 de ay doğuyordu.  Hâlbuki mehtapta torpido taarruzuyla muvaffakıyet istihsali müstehil idi.  yağ yakarak dumansız seyir eden en yeni muhrip bile mehtaplı bir havada sezilirdi. 

     Filvaki muhripler, biraz sonra daha ziyade yaklaştılar.  Yavuz, torpido hücumunu def edebilmek üzere mütemadiyen boğaz rotasını ikişer kerte ikişer kerte tebdil ediyordu, Midilli de dümen suyunu takip eyliyordu. 

     Midilli saat 8,30 da mors usulüyle:  sancak kıç omuzluğunda torpido botlar görüldü.  İşaretini veriyordu.  Altı dakika sonra üç Rus muhribi, kıçtan Midilli’ye taarruz ediyorlardı.  Bunlar, üç torpido atmış, üçü de isabet etmemişti.  Midilli düşman botlarını projektörleriyle tenvir ederek top ateşiyle def-ü istihsal eylemişti. 

     Ahmed.

BREST LİTOVK’DE müzakerat sulhiyenin cereyan ettiği bina.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.