DONANMA MECMUASI 98/147 3,Aralık,1917

DONANMA MECMUASI 98/147 3,Aralık,1917

Donanma

İstiklal ve vatanın muhafızıdır

NÜSHASI: 40 PARA

Merkez tevzii

 Bâb-ı âli caddesinde Ay Yıldız

Kütüphanesidir. 

Osmanlı donanma piyangosu

Kânunuevvel 1333 de icra edilen üçüncü keşidede kazanan numaraların cedvelidir.

     (8803) tertip numarasının 1 den 100 kadar sıra numaralı tahvilleri 100 kuruş kazanmıştır.  Bu tertibin yalnız 19 sıra numaralı tahvili 500 kuruş kazanmıştır. 

     4234 tertip numarasının 1 den 100 e kadar sıra numaralı tahvilleri 100 kuruş kazanmıştır.  Bu tertibin yalnız 22 sıra numaralı tahvili 500 kuruş, 46 sıra numaralı tahvile de 500 kuruş kazanmıştır.

     4034 tertip numarasının 1 den 100 e kadar sıra numaralı tahvilleri 100 kuruş kazanmıştır.  Bu tertibin 58 sıra numaralı tahvili 500 kuruş kazanmıştır.

     3383 tertip numarasının 1 den 100 e kadar sıra numaralı tahvilleri 100 kuruş kazanmıştır. 

     2344 tertip numarasının 1 den 100 e kadar sıra numaraları tahvilleri 100 kuruş kazanmıştır.  Bu tertibin yalnız 6 sıra numaralı tahvili 500,000 kuruş 38 sıra numaralı tahvili 500 kuruş kazanmıştır. 

     1713 tertip numarasının 1 den 100 e kadar sıra numaralı tahvilleri 100 kuruş kazanmıştır.  Bu tertibin yalnız 85 sıra numaralı tahvili 20,000 kuruş kazanmıştır. 

<<<<<<<<<<<<<<<>>>>>>>>>>>>>>> 

SUFİZADE İMALATHANESİ

Galata kalafat yeri

Tamirat ve inşaat mekanikiye:  bilumum vapur, sefine

Ve motor işleri

     Bu yolda açılan Müslüman müesseselerinden mükemmeliyet itibariyle birincisidir.  İmalat ve tamiratta suhulet, ehveniyet, katiyet ve sıhhat ve metanet hedefidir.  Teşebbüs şahsinin en mükemmel bir semeresidir. 

Telefon numarası:  Beyoğlu: 216

    ————————————

MÜZEHHİB VE TARIK İSLAMİYE TARİHİ

     İslamiyet’te zuhur etmiş olan mezâhib-i muhtelife ve tarik aliyenin suret ve esbab zuhurlarıyla bunların mahiyetleri ve esasları hakkında gayet etraflı ve mükemmel malumatı havi olarak mebdene getirilen bu eserin Türkçede bir misli daha mevcut değildir. 

******************************

REHBER-İ HAYAT

     Nefsin ve evladın terbiyesi, ahlak ve sıhhatin ıslahı, maişet ve servetin hüsnü idaresi vazâif-i aile ve nisvan hakkında herkesin muhtaç olduğu malumat ameliyeye havi olan bu eser ve müsterih ve mesut yaşamak için takibi icap eden en doğru tarifleri, en ameli kaideleri gösterdiğinden herkes için şayan-ı mütalaa ve tavsiyedir.  Beşinci forması neşir olunmuş ve bâlâdaki fiat ve suretle ve evkaf İslamiye matbaasında abone kayıt edilmekte bulunmuştur. 

  • – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – –

TAHLİL VE TENKİDİ TARİH-İ İSLAM

     Bu eser tarih-i İslam’a dair mûciz, baliğ, sehl-üt tetkik ve etraflı malumatı hami mükemmel bir kitaptır.  Bunun beş forması tab edilmiş ve çıkan formalar posta ile ikametgâhlara gönderilmek bâlâdaki fiat ve şeraitle evkaf-ı İslamiye matbaasında abone kayıt edilmekte bulunmuştur. 

“””””””””””””””””””””””””””””””””””””””

ÇİFTÇİ TAKVİMİ

     Çiftçiler dünkü tarımdan bir suret fevkalade de tertip ve tanzim ettirilmekte olan bu güzel takvim yakında mevkii intişara vaz edilecek yüz para gibi küçük bir fiyatla fürûht olunacaktır.

     Bu mükemmel takvim ziraat, hıfz-i sıhhat, idare-i hayat hakkında pek mükemmel malumatı muhtevidir.

          İNTİZAR EDİNİZ

*******************************

KORKAK KAHRAMAN

     Merhum Doktor İsmail Fuat Beyin Balkan harbine ve harb-i umumiye iştirak etmiş olan bir neferin teyid-i hatırayı şehadeti için kaleme almış olduğu bu zarif ve edebi hikâye iki kuruş fiyatla bab-ı ali caddesinde sevda kitap hanesinde fürûht olunmaktadır.

^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^^

KADINLA ERKEK ARAESINDA

Müsavat olabilir mi?

     Maruf-er Rusâfî Bey tarafından telif ve tercüme edilmiş olan bu mecmua yüz para fiyatla Bab-i Ali caddesinde kitap hane-i sevda de fürûht olunmaktadır. 

Mülahaza

MAKSADA DOĞRU

     Beraber doğmuşlar, beraber büyümüşler, hayatın bütün edvarını beraber geçirmişler, şan ve şeref vadisinde bir dakika bile yekdiğerinden ayrılmamışlardır.   Biri şimal sahralarında, diğeri cenup denizlerinde nur semavi gibi, helali rehber-i zafer ittihat ederek tarihle beraber yürümüşlerdir. 

     _ ordu, donanma . . . .  Bu mülahazanın delile neden ihtiyacı olsun?  Mazi, bütün şaşaa-yı muhabbetiyle, hal:  bu kadar elvah-ı ibret mefharetiyle meydanda duruyor.  Hal, ebnâ-yı zamanın gözü önünden geçip giderken, misallerin kuvveyi teyidiyesinden müstağni olmak lazım gelir.  Onun için biraz maziye dönerek ervah itlafı şad etmek istiyoruz:

Keramet gösterip halka suya seccade salmışsın

     Hitabesi ki – lisan-ı şiir Osmaniye’nin ilk nağmelerindendir – büyük Süleyman Paşanın Rumeli seferi üzerine kalıp pek şairden doğmuştur. Bu his saf takdiri ilham eden Süleyman Paşa ordusu ise o zamanın vesait nakliye-i bahriyesinden olan saldan istiğna gösterememiş, Osmanlılığın ilk hatve-i istilasında bu iki muzafferiyet tev’emiyyet ezeliyesini izhar eylemiştir.  “Karamersil” kayıklarından mürekkeb olan ilk Osmanlı donanması teşekkül ettiği zaman, ulufeli asker de yeniden yeniye bölükler yapıyor, (Cendereli) Çandarlılı Kara Halil Paşa ile Alaeddin Papa nizam-ı devleti henüz esas gir intizam eyliyordu.  Tarihin devr-i istila dediği zamanlar;  yalnız devr-i istila değil, devr-i teşekkül ve teessüstür.   Ordu, kışlasında bina-i refiatını kurarken, teşekkülü daha asîr olan donanma tezgâh inşaata intizar eyliyordu.   Çelebi Sultan Mahmud, Timur’un saltanattan ziyade menafi ve muhasede ekabirden dağılan Osmanlı ordusunu ihya için   

                 Geçenden geç, demür taşdan sakınma,

               Demüri mahv edenden kuvvet iste!

Veciziyesiyle sâlâ-hân himmet iken donanmada meşime inşaatta kımıldanıyordu.  İç, dış denizleri zir hüküm galibiyetinde lerzan edecek kadar bir cihangirane ye namzet olan bu ceninin cephe-i ikbalinde ki hudut i’tilayı hafid azim-el menafiyi gördü.  Tarihte karn-ı cedid ihdas eden vakayı hatıra-i âlemden madud olan feth-i celel Konstantiniyenin menakib ferhande – mali arasında <<donanma>>  ordu ile enis ateş feşandır.  Baltaoğlu’nun mağlubiyetinden müteessiren denize at süren Cenab-i Fatih, karadan donanma yürütecek kadar harikalar gösterinken ordu, sur önünde mum sinekleri yaparak hücuma hazırlanıyordu. 

     Şayan-ı dikkat ve ibrettir:  Marmara’da ufak bir Ceneviz donanması kadar ibraz-ı maharet edemeyen Osmanlı donanmasındaki emel i’tlâ, o kadar harika efzâ asar göstermiştir ki, bizzat fatih iki sene evvelki acemi donanma efradının iki senelik himmet cihan-pesendine güvenerek Karatenizi onunla boydan boya kat eylemiştir. 

     Fatihin kevkebe-i fütuh ve zaferi önünde pek sönük bir hayata mazhar olan Beyazıt Sani zamanı bile bir kemal reisin vücuduyla müftehirdir.  Yavuz, donanmanın ehemmiyetini takdir ettiği içindir ki Bahr-i Sefid’i (havza-i İslam) haline ifrağına umurunu değil, ulu himmetini kâfi görmüş [ 1 ], kendi tabiri veçhe ile sefer ahrete tevcihinden evvel sefain cesime inşasını emel edinmişti.  Kanuni Sultan Süleyman’ın ketibe-i cihangir muzafferiyeti karalardan dağlar aşarken, Barbaros’un sefin sâika salveti Bahr-i Sefid’i yarıyor <<otağ-ı hümayun>> un kurulduğu sahillerde geziniyordu.  Barbaros’un mazhar-ı medh mahsusu olan Turgut ise müşarünileyhin manevi halefi idi.  İkinci Süleyman devr-i saltanatında Sokullu’nun bazu himmetini takviye eden Kanuninin piyalenin sefain cihad müellifi idi. Hele Sıngın donanma seferinden kurtulup dergâh sultaniye gelen Kılıç Aliye el öptüren bu vezir yegâne, altı ayda üç yüz pare gemiyi yine Akdeniz’de gezdirmek gibi harikalar icad ederken Osmanlı ordusu da barkalar ikad eyliyordu. 

     Tarihi açık. . .  Ordu, Macar seferinde muzaffer olamamış ise ya, donanma resen-bend ihmal, ya vükela-yı devlet meşgul istifayı amal idi.  Mezomorta Hüseyin Paşa bilmem kaç sene sonra Barbaros’a hayrülhalef iken ordudan da şehâmet eslafı ihya eden haberler geliyordu.  Biraz daha evvellere bakalım.  Köprülü boğazı açtığı zaman, şimal hududumuz talan-giran a’dadan perişan idi.  Fazıl Ahmet paşa; Girit’e kadar donanma ile sefer, donanma ile ihraz-ı zafer eyledi.  Fakat yine onun zamanında Saint Gotthard geçidine kadar giden de ordu idi. 

     Çeşme faciasından evvel moskof ordusu Osmanlıya galip gelmiş, Aleksandr Suvorov o zamanın kahramanı kesilmiş, fakat Cezayirli Hüseyin Paşa yavaş yavaş yetişmişti.  Mücedded sani-i devlet, Selim na-gam ve bedbahtın bazu yemin himmeti orduya, sâât yesar gayreti donanmaya ait idi.  Nizam-ı cedidi ihdas ederken donanmanın intizamını unutmamış, mühendishane-i berî-i Hümayunun ilk temel taşını vaz için Haliç’e giderken, zevrak müzeyyenin kenarından tersaneye nazarlar atıf etmiştir.  Mahmud Han Sani zamanında Mora isyanı bastırmayacak kadar, nizamdan mahrum kalan ordu, adalar arasında eşkıyanın ateş kayıklarına müdafaa edemeyen donanma idi.  Navarin’de donanmamızı yakan moskof, yeniçeri vakasının akabinde Edirne’ye kadar geldi.  Sinop’taki kahpece hücumun intikamını almak Serdar Ekrem Umur paşanın şimşir hamasetine merhun, fakat Sivastopol sefer-i bahrisinde Osmanlı donanması, üç devlet bahriyeye muhabbet nümüvv idi.  Sultan Mecid, ordu teşkilatında ihraz-ı muvaffakıyet ederken, nam-ı şahaneye sebt edilen ilkbahar gemisi üzerinde de top endaht ettiriyordu. 

     Şu ufak istiksa, “maksada doğru” atılan hatvelerin kısm-ı tarihiyesidir.  Bu iki hem zatın icmal name-i mefahiridir.  Tabii himmet eslaf ile gayret ihlaf tevazun etmelidir ki maksat hâsıl olsun. .

          Donanma                     

İcmal-i hadisat

HARP GAYELERİ

5

     Bu satırları yazdığımız dakikalarda, Petersburg’da Lenin hükümeti tatil-i muhasamat teklif ile harb-i umumiyi yeni bir mecraya sevk etmeğe çalışmakta idi.  Moskof diyarı için kimin eliyle olursa olsun, hazırlanmakta olan akıbet, ÇARİZM satırı ile kâffe-i hukuktan mahrum kalan birçok akvam-ı mahkûma ve mazlumenin de istikbalini tayin ve tavzih edecektir.  Zaten LENİN hükümeti koca, kısm-i azami ıssız memleketin muhtelif cihetlerinde görülen ve gün geçtikçe esas-gir olan iftirak arzularını nazar-i dikkate alarak, müttefike destur siyasiyesini tatbike taraftar görünmektedir.  Bu bir akide-i siyasiye olmaktan ziyade, gösterilen arzu iftirakın şiddetini, buna mukabil bu cereyanları tevkif edecek kuvvetin aczini, mahkûmiyet zincirinden kurtulmak isteyen kitlelerin, usul kitle-i hakimeye tefevvukunu teslimden ibaret olan bir takdirdir.  Zaten Petersburg hükümetinin bundan başkasını yaymağa kudreti bu kadar.  İşler, bu mecraya döküldükten sonra ortada ÇARİZM de olsa başka bir şey yapamazdı. 

     Çarizm zincir esaretini senelerce inleyerek sürükleyen, hâlbuki kadim ve şaşaalı birer tarihe, en kanlı bir istibdadın tamamıyla mahv etmeğe muvaffak olamadığı birer medeniyet milliyeye, resmen tedris ve tedrisi memnu olduğu halde en feyyaz elsine-i medeniye gibi velud ve müessir asar-ı ilmiye ve edebiyeye malik olan milletler halas çarelerini düşündüğü bir sırada dar-ül hilafede intişar eden ve mukaddes bir gayeye doğru yürüyen bir gazetecinin hudut tefekkür ve mülahazası ne olabilir?  İşte bir harp gayesi daha:           

  • Moskof diyarındaki Müslümanlar. . .   Milyonlarca esir Türkler. . .

Bunların da hakk-ı hayatı, hakk-ı bekası, hakk-ı istiklali vardır.  Moskofun

hakk-ı istilası, hakk-ı tasallutunu, hakk-ı istibdadı olamayacağı gibi. . . Çarlığın zahmedide-i i’tisafı olan Müslümanlar, birkaç kısma ayrılır.  Bir kısmı nüfus Rusya da sakin olan ve ali-l umum şimal Türkleri denilen kitledir.  Diğer kısmı Kafkasya’daki Türkler ve şuûb Müslüm’edir ki senelerden beri mazlum ve mağdur, halas gününü beklemektedirler.  Üçüncü takım ise bugün Türkistan denilen <vasati Asya> deki biçarelerdir.  Aksam-ı saire içinde an bedbaht ve bikes olanı da bu üçüncü kısımdır.  Birinci kısım, Avrupa’ya daha ziyade yakın olmak, münevver kısmı, moskof münevverlerinden aşağı kalmamak bu kadar mevâniye karşı iktisad ileri gütmede ve sair esbab dolayısıyla zahm ekseriyeti teşkil eden Türkler ise hakkıyla hâkim iktisadi mevkiine çıkmışlardır.  Moskof kılıcı bu hâkimiyet karşısında lâl kalmış, bir taraftan zindan zulmün kâbusu açılırken diğer taraftan himmet ve gayret sahibi bir Müslüman, beş dükkân açmıştır.  Ya üçüncü kısım;  Zavallı Buhara. .   Biçare Hive. . .   Bu meyanda Kırgızları, şunları bunları tadat etmiyorum.  Onlar da ayrı, birer birer biçaredir.  O Türkistan ki bir zaman, dar-ül-ulûm cihan etmiş;  Buhara’dan, bir âlim müdekkik yetişmiş ki eser-i himmeti, cumhur ulema nezdinde kuran-ı kerimden sonra esahh kitap olarak tanınmış.  Semerkant’ta da ziç sahibi UYUĞ BEY Kalender hane namıyla bir dar-ül-fünun tesis etmiş ki şarktan garba nur-ı marifet göndermiş.  Medreselerinde âlimler mertebesinde şakirtler, camilerinde ulemalar derecesinde müderrisler görülmüş, cihanı garp,  derin bir sükût mevtâî içinde ve Galile – mamafih dönen yine dünyadır. 

     Feryadıyla mutaassıbın ruhban muvacehesinde mahkûm-i idam iken mütefekkirin şark hükümet rabbaniyenin tedbir asarıyla meşgul idiler.  Ey cehl!  Seni yaman bir dâhiye, ne müthiş bir dahi inkırazın onlar oldular.  Kökleri de öldü, gitti.  Keşif,  tahattur ve tasavvuru bile fikretsiz bir tabaka-i cehalet, o kavm ma’sumu diri diri mezara gömdü.  İşte önümde Hive Seyahatnamesi duruyor.   Muharrir, kitap, seyyah bir Amerikalı.  Moskofun Türkistan istiklaline hitam veren sefer hûn-rîzhanesinde kumandanların yanında bulunarak zabt meşhudat etmiş.   Payitahtını müdafaadan, tebaasını muhafazadan evvel, nefsini düşünen Hive hanı (MAHMUD RAHİM BAHADIR) ın sarayında bazı heyet tecrübeleri icrası için moskof erkân-ı harbiye yüzbaşılarından (servatsky) isminde biri müracaat eder.  Rasat derununu irtifa alnı, getirilir.  Seyyah der ki: 

     [ Han müşarünileyhe bakmağa başlayıp bu sırada yüzbaşı da bazı şey tarifine kalkıştı ise de müşarünileyh bundan bir şey anlayamadığından ecram-ı semaviyyeden diğer birine bakmak emelinde bulunduğunu beyan etti.  Bunun üzerine yüzbaşı bazı alat ile irtifa almağı tarif etti ise de müşarülaleyh bundan dahi bir şey anlayamadığından derece-i nihayede istiğrab etti ve yüzbaşı gözleri bağlı olduğu halde reb’ meskûnda hangi şehre götürülmüş olsa alat mahsusasıyle güneşe bir kere nazar ettikte evvel şehrin neresi olduğunu bileceğinden müşarünileyhe han hazretleri kemal-i taaccüble gözlerini açıp yüzbaşıyı baştan ayağa kadar süzerek mumaileyhe sihirbaz nazarıyla başladı hususiyle Hive’ye bir düşman gelmesi gayri kabil olduğunu makrebelerinden cümlesi beyan ettiği halde bu defa Rusyalıların gelişi mutlaka bu yüzbaşının hüner ve marifeti sayesinde olduğuna da zahib olarak merkumdan teneffür eyledi. . . ]

     Sübhan l kadir ül kahir. . .  Mazinin fürûg irfanıyla, halk zulmet cehli arasındaki şu fark müthiş, mahileyi bile parçalıyor.  Üçüncü kısım matlumun bu günkü hali de budur, eğer moskof zulmü devam edecek olursa yarın da böyle olacaktır.  Veyl o kavme ki buna tahammül ede. .  Ümittir ki mütefekkirin İslam hiç bir şuub mağdurun bu halde kalmasına razı olmayacaktır.  Harb-i umumi bütün daim siyaseti, bütün nazariyat düveli tebdil etti.  Bu tebdil, istikbal-i İslam namına da Fâl hayırdır.  Onun içindir ki, biz harp gayeleri meyanına bunları da ithal etmekte tereddüt etmiyoruz.  Cihan harbinin şu devre-i mühimmesinde de küçük kavimlerin hakiki, zapt memalikte hukuk tarihiye gabi sözler devran edip gitmekte, bilhassa İngiltere bu kelimeler üzerinde ısrar eylemektedir. Bu ısrar, elbette bir gün Hindistan’ın hikmet istilasını suale saik olacağı gibi sevk-i bahis ile moskofun vustâ Asya’yı gasbı esbabını da burada araştırmak lazım gelse, acaba ne cevap verilecek?   Bizim için hiç de hayır-hâh olmayan bir garp müverrihi söylüyor:  Asya’daki hükümet İslamiye de Avrupa savleti önünde birer, birer ricata başladılar.  Zaten İslamların varisleri müterakkıb fırsat edilir.  Ve on dokuzuncu aşırın bidayetinden beri bu varisler sarf-ı mesaiyeden hali kalmamakta idiler.]  Varisler meyanında en mühim iki sima itisaf var.  Çarlık ve İngiliz. . .  Biri cezasını bulmuş.  Diğeri muntazır hulüli. . .   Fakat ne kadar acınır ki fıkdan vesait noksan irfan gibi muessirat,  hasâil kavmiyenin inhitatı gibi esbab, moskofun her tarafında hakkıyla beliren asar-ı iftirakın Türkistan’daki derecesi hakkında o havalideki şedid ihtilallerden, askerin vaziyetinden bahis bir iki telgraf name okunmuş, gazeteler bazı tafsilat ita etmiş idi.  Unutuldu, gitti.  Zavallı Türkistan. . .

     Hâlbuki moskof zulmünden bizar olan bütün akvam mazlume iddia ve ispat hak vadisinde her fedakârlığı ihtiyar ediyorlar.  Kılın kadar kalem işliyor.  Fakat çarlık oraları öyle kesif bir cehl tabakası ile örtmüş ki nur hakikat nüfus edemiyor.  Yoksa kırk elli seneden beri moskof zulmü ile bir batn evladını topraklara gömmüş olan oradaki Türklerin his intikamı cümleden müthiş olmak, pek zaruridir.  Türkistan hatasının İstanbul’a olan merbutiyetini tahassürler ile atmak şurada bir iki fıkra zikir etmeği münasip görüyoruz: 

     Yukarıda ismi geçen Amerikalı muhabir, Hive hanının önünde bir harita açar.  Ümmetin sefalet maneviyesi o dereceye varmış ki Hive hanı önüne getirilen haritaya da hayretle bakar.  Bu seddede seyyah der ki: 

     [. . .  Fransa ve İngiltere ve Almanya ve Rusya ve devlet-i Osmaniye ile Hindistan’ı hudut ve miktar-ı nüfuslarıyla gösterdiğimde han hazretleri hepsinden ziyade haritada devlet-i Osmaniye memalikine bakıp <<bu devlet-i Osmaniye İslam devleti olup bizim cümlemizin sahibi ve ulusudur>>  diyerek içini çekerek ve gözlerini bize dikerek ah of etti.]

     Şu satırları okuyup da müteessir olmayacak sahib-i vicdan bir Müslüman tasavvur oluna bilir mi?  Hâlbuki moskoflar bu memleketleri ufak birer bahane ile zabt etmişler, esbab-ı istila için de tarih insaniyet ve siyasette misli görülmemiş bahaneler icad eylemişlerdir.  Müdekkik, hamiyet kâr bir arkadaşımın topladığı kıymettar nutuklardan birini buraya yazmakla fazla mütalaaya hacet göremiyorum: 

     Paris ahidnamesini ayaklar altına alarak, Karadeniz’de moskoflar için büyük bir donanma tesisine başlayan mahud GORCAKOF 1864 senesinde düvel-i muazzamaya tevzi ettiği beyannamede

     [bir devlet mütemeddine hududu nim medeni yahut bedevi akvamın arazisiyle temas hâsıl ettiği halde devlet medeniyyenin arzusu hilafında dahi o arazi-i bedeviyeden bazı aksamı işgal mecburiyetinde kalacağı. . . ]

     Gibi bir garibiye ile izhar-ı mazeret ediyordu. . .  Bu garibiyeye karşı bir İngiliz muharriri şu satırları yazmış idi:

     (filhakika bir nazariye-i mahsusa, hatta bir dava ameli şeklinde bile GORÇAKOF’un beyanatını tasdik etmemek mümkün değildir.  Lakin serdolunan hakaikin ruh ahkâmına riayet için değil, mahzâ menafi hususiyeyi, menafi umumiye-i beşeriyeye tercihen tarihte öyle çirkin harekâtın vukuu görülmüştür ki biri hiçbir hükümetin, hususiyle Rusya gibi bir hükümetin hüsnü niyetine itimat etmekten şiddetle men ediyor.  Medeniyet ve refah umumi-i beşeriyeti temin bahane-i zahirisi ile menafi hususiye teminine tenzil eden hükümetin arasında İngiltere’nin de namı eksik değildir.  Filhakika Rusya’nın harekât gayri meşruiyesini tenkit ederken hiç bir İngiliz kendisini daha ali bir mertebe-i faziliyette görmemelidir.  Hindistan’da İngilizlerin suret-i hareketleri de Ruslarınkinden iyi değil idi.  Şu kadar var ki, cihanda hiçbir hükümet tevsi emirinde “Sen Petersburg” kabinesi kadar fena, hainane nukat nazara sahip olmamıştır.  Gerek Avrupa’da gerek Asya’da menazi’ vesileleri tekrar tekrar aranılıp bulunur.  Açıkça şekavetkarane ibraz-ı şiddet ve satvet olunabilmek için uzun, uzun derin derin entrikalar tanzim olunur, civar hükümetin esbab-ı zaif ve fesadı tehiyye ve tezyid olunur.  Hudut kabaili arasındaki nifak ve kin ve haset ateşlendirilir.  İşte bütün bu fenalıklar Rus imparatorluğu kartalının kanatları altına satıh arzdan bir parça daha vaz edebilmek içindir.  Çünkü oradaki arazi-i vasinin gayri meşru surette Rusya memalikine ilhakı netice-i zaruret olarak vaka olmamış, hep Petersburg kabinesiyle askeri kumandanların derin, derin düşünerek tertip ettikleri planlar muktezası bulunmuştur.  Hususiyle ekseri ahvalde halet-i harbin bu küçük hükümet müstakile omuzlarına cebren ve haksız olarak yüklendiğine hiç şüphe yoktur.)

     Vaktiyle bir İngiliz ağzından çıkan şu sözleriyle, şimdiki İngiltere’nin mukayese-i ef’alini insaniyet müttefikeye terk etmek evla görülür.  İşte bu gün moskof elinde zebun duran, birkaç milyon Müslüman ve Türk vaktiyle bu türlü desiselere hayır ve gadrlar ile esir edilmiştir.  Hin esarette irtikab edilen mazlum ise, bize yine İngiliz ve Amerikalı muhabirlerin meşhudasıyla malum olabilmiştir.  Hatta o zamanlar moskof hükümeti hiçbir ecnebinin oralara ayak basmasına müsaade etmemek suretiyle sanayi gadr ve i’tisafını enzar-ı medeniyetten saklamak istemiş idi. 

Hatırat: [Tuna üzerinde hafif filo]

Zafere doru:  [İtalya cephesinde tayyare topları]

     Gariptir ki son günlerde büyük bir Türk muhibbi olarak telakki edilen müsteşrik Arminius Vambery bile Rus mezalimini tasvir ederken Kırgızların tarif-i ahvali sırasında izale-i vahşetleri için moskof ve İngiliz terbiyesine müstahak olduklarını söylemek haksızlığında bulunmuş idi.    

      Zavallı, namuskâr, fazilet perver, mihmân perver, çalışkan Kırgızlara VAMBERY’nin layık gördüğü terbiye ise, yine bitaraf ecnebilerin şehadetiyle sabit olduğu üzere, beşikteki masumların bile Kazaklar tarafından boğazlanması,  ebkarın hettâk arzu idi.  Bedbaht Türkistan. .

     Şu delail göz önünde durdukça bu bahisleri harp gayeleri meyanına ithal etmek bizim için zaruret halini alır.  Bir diğer makale ise – haddinden fazla uzayan bu bahse – tema olacaktır.

          Hüseyin Kazım          

     Not:  Vambery yakınlarda vefat etti.  Bir takım eserlerini İngilizce yazmıştır.  Doktor Rıza Tevfik Bey bu müsteşrik hakkında tetkikata hasr ettiği bir makalesinde ilim istişrakını menfaat-ı maddiye ye alet ittihaz ettiğini ve muvaffak olduğunu söylüyordu. (Bir sahte dervişin Asyâ-yi vustâ seyahati) eseri maruf ise de müteveffanın oralara kadar gittiğinden şüphe edenler vardır.  Eserinin bazı parçaları da bunu göstermektedir.  (Hindistan için harp karib) ünvanlı eseri İngilizce olup moskof istilasına dair malumat-i mafsala vardır.  Pek sevdiğim bir arkadaşın hamiyetiyle dest-res olduk.

İRAN VE İTTİHAD-I İSLAM

 1

     [ İstikbal-i İslam hakkında ahiren Stockholm’de bir nutuk mühim irad eden efadıl ulema-i İslamiden şeyh Abdülaziz Çavuş hazretlerinin idare-i tahriratında olarak dar’ül hilafet-i âliyede intişar eden Arapça “Allam üs Selam” gazetesi nüsha ahiresinden birinde serlevha ittihaz ettiğimiz gaye-i mübecceleyi ve bu meyanda müçtehidin ve mücahidin İran’ın ulu himmetini teşrihen mühim bir makale neşir etmiştir.  Bu makaleyi ber-vech-i âti aynen tercüme ediyoruz.]

     Osmanlı kardaşlarına dost musafahalarını uzatmak ve hiddet İslamiyet’inin tahkim ve teceddidinde saf evvelinde bulunmak, cami İslamiyet’inin urve-i ittihadını tevsik eylemek;  İran kahramanlarının himmetlerinden, ulemasının ulu efkârından sebatının zekâ ve hamasetinden istiksar edilemezdi.

     Nasıl ki ulum islamiyenin neşir ve tamiminde, ahkâm ve esrar diniyenin keşif ve tedvininde en ileri gittiler, şer’i şerife hizmette hiç bir şeyi diriğ eylemediler. 

     Evet! Buhari, Müslim, Nişabürî, Nisai, Timizi, İbn Mace, Ebu Dâvûd, Bagavi, Ebu Ca’fer Belhi ve saire hep hak-i pak İran’da neşv ü nemâ buldular.

     Tabib meşhur Ebubekir Razi, ulema-i şehir fahr er Razi, Tahran evladından idi.

     Hüccet-ül-İslam Gazali, Ebu İshak İsferâyini, İmam Bizavi, Nasîrüddin Tûsî, Ebheri, İzzeddin ve saire ki, İslam’ın mâ-bih-il-iftihârıdırlar, hep İran’dan zuhur eylediler.

     Muallim-i evvel İbn Sina ve Muallim-i Sani Fârâbî, Şehabeddin Tusi ve bunların emsali hâk Farisiden neşet eylemişlerdir.

     Lisan-ı şerif Arabi’ye, din azizlerinin lisanı olması itibariyle hizmet eyleyenlerin, usul ve fünûnunu zabt ve tesis edenlerin pîşe-varları İranlı idi.  Seybe, Ebû Ali el-Farisi, şeyh Razi hep bu maksat ve vadide ser-firaz idiler. 

     A’caz kuran-ı kerimi tebeyyün, dekayık ve esrarını vüs’i beşer dairesinde tefhim için ilim belagati vaz’ eyleyen Abdülkâhir el Cürcânî İran’da nema buldu. 

     Seyyid Şerif İsfahani, Sihah Cevheri sahibi İran köylerinden birinde, kamus sahibi Firuzabadî İran şehirlerinden birinde doğmuştur. 

         Zemahşeri, Sekkâkî, Abu’l-Farac Isfahanı, Bediüzzaman el-Hemedânî, Şemseddin Tebrizi, Fahreddin el Râzî ve İmam Tûsî vesaire ki bunlar dekayık kuranı beyan ve muallim-i din Ahmediyi neşir ve ilan eylediler;  Hep belâd farisin zade-i nahbibi bulunuyorlardı. 

     Ey İran’ın asil çocukları!  Âlemde haiz olduğunuz yed bizayı tezgir ediniz, İslam âlemindeki muazzam eserlerinize bakarak ve hiddet için bir amil, bir rehber bir esas olmağa müsâraat eyleyiniz, ibtida İslam’da nesline bu şerefe nail olurdunuz.  Bu mealiyatdaki sebkat ve takaddümünüz onun isti’dasında da sebkat ve takaddümü size layık gördüğünü biliniz, ve siz gerçekten buna layıksınız. 

     Osmanlılarla vahdet esasını vaz etmeğe ne kadar şayansınız.  Bütün arkanızdaki İslam alemlerine rehber olmak, sizin necabetinizden, azminizin kuvvetinden, müçtehidinizin beraatından, ahrarınızın şahametinden, kahramanlarınızın hamiyetindeni istib’ad olunamaz.  

     Evet!  Bu azim ümmet-i devlet Osmaniye’nin kıymetini, kudretini takdir ettiler.  Sadakatle merbut oldular.  Kahremanlarına iltihak eylediler, ittihat için an tarihi çaldığını din düşmanlarına mütehaddaten saldırmak fırsatı geldiğini, dini parçalamak için hücum eden düşman saflarına karşı artık bir saf müdafaa tesis eylemek vacib olduğunu ikan ettiler. 

     Hatırlar mısınız ki, İngilizlerin memalik Hindiyeye istilaları, Afganlılarla aranızda türlü türlü sebeplerle tutuşan nifak yangınının tevsi daireyi istila eylediği meşum saatlerde idi.

     Bu gün oradaki din kardeşleriniz Pencap semtinden Afganlı kardeşlerinizle birleşmiş, Osmanlı biraderlerinizle ittihad etmiş olduğunuz halde zuhur eyleyeceğinize müterassid olduklarını acaba bu gün olsun bilmiyor musunuz?

     İslam’ın geçirdiği ve geçirmekte olduğu bu kadar gayretengiz facialardan sonra şevket ve haşmet için esas ancak vahdet olduğunu idrak edemiyor muyuz, bundan sonra da ayrılıkta, uzaklaşmakta devam mümkün müdür?  Uhuvvet dakikalarını, fırsat saniyelerini işte şimdi yaşamak üzereyiz.  İşte bu anda hat-i pak İran;  Cihat erbaasından düşmanlarının yumruğu altında boğulmak üzeredir.  Evet, topraklarınızı gasp etmek, sonra da mücerreb olduğu veçhile dininize saldırmak programlarının en bariz mevadındandır.  Yanı başınızda boynunuzu vurmak, kalplerinizi ciğerlerinizi parçalamak, istihdaf eylemek üzere kılıçlarını bilemekte, siham belâyâsını tanzim eylemektedir. 

     Medeniyet İslamiyenin en nazenin bir kati dilara mı, İslam varlığının, İslam beladının bir taç ihtişamı olan Endülüs’e bir bakınız, orada din azizinizle mütedeyyin, kuran mecidinizle amil bir insan bırakmışlar mı?

     Kısımlar edermeğe, eğer Almanya ve müttefiklerinin kahr savleti önünde kuvvetten düşmüş, zayıflamış, şaşırmış olan ezeli ve müebbed düşmanlarınıza saldırmak fırsatını bugün kaçıracak olursanız <<El-iyazü-billah>> artık İslam böyle bir halas dakikasına yüz sene sonra bile zaferyab olamayacaktır.

İnkılab: [cepheyi terk eden moskof askeri ve tevkife çalışan zabit.]

Zafere doğru:  [bir İtalyan esirinin isticvabı.]

     Bilirsiniz ki, düşmanlarınız bugün pek elim bir ıstırap içinde çalkanıyor.  Öyle ki, bundan aşağısı beklenemez. 

     İngiliz ceberutunun merbut bulunduğu Arap cephesi muhacematı mecbur akamet olduğundan bu desas ve kahir düşmanınız gayz ve teellümünden canlanmak, akıbetinin pek uzak olmayan dehşeti önünde inhilal eylemek üzeredir. 

     Rusya uğradığı dâhili inhidamlar, deruni bir takım inşikaklar içinde müşerref helak bir vaziyette bulunuyor.  Ah! Rusya;  baştanbaşa istila eden bu kan ve ateş deryasında iken İran, Afgan müttehidin Osmanlılara iltihak etseler, bütün mal ve canlarını nakabil-i tekrar olan bu an tarihiden istifade etselerdi.  Bir anda İslam kuvveti şarktan tazelenecek, bilumum mahkûm ve gayri mahkûm İslam tavaifi bu halas ordusuna inzimam edecek, yeni bir hayat bütün haşmetiyle ibtidar eyleyecekti.  İslam’ın emelleri kesb-i taravet edecek, Müslüman kalplerinden başka bir feyz, başka bir ruh inbiât eyleyecekti. 

     Din İslam için bu harb-i müthişin bir nimet azime olduğunu hala mütedeyyinleri idraktan aciz midirler?  Düşmanlarına arız olan zaaf umumiyi hala göremiyorlar mı? 

     İşlerini birleştirseler habl-i metin ilahiye birden i’tisam eyleseler, bu fırsattan intihaz etmek üzere a’dâ’ dine, vatan gasblarına birden yürümüş olsalar, bu harb-i müthişin esrar menafiini bihakkın idrak ve ihata eyleyerek meydana atılan İslam âlimi için bu suretle de bir mevki siyasi-i muazzam ihraz eyleyen devlet-i Osmaniye ordularına inzimam eyleyerek vaciben cihadı ifa etselerdi. 

HARB-İ HAZIRIN MENŞEİ

Geçen nüshadan mabad

     Ara sıra sema siyasi kararıp, ufukta toplanan mahuf bulutlar fırtına koparmak raddesine varmış iken diploması tarikiyle okları alınmış idi.   Fakat revi sema hiçbir vakit saf ve berrak olamayıp ufuklarda fitne bulutları keskin nazara malik olmayanlara bile aynen görünür idi.  Sarf olunan hazineleri doldurmak için vergilerin tezyidi çareleri aranır ve milletler tekâlif maliye ve bedbiniye barı altında ezilir idi.  Harp korkusu Avrupa’nın başı üstünde asılmış bir Demokles’in kılıcı idi. 

     Âlem-i beşeriyet ve medeniyet için korkuyu izale edecek tedbirler istihsali istitaatın fevkinde idi.  Rusya imparatoru II. Nikolay’ın pişvalığıyla teşekkül kılınmış olan Lahey Sulh Mahkemesi ihtilafat-i sagîreyi hükmen fasıl ve tesviye ederek devletlerin işine yaramakta ise de harbe müncer olacak itilafları ihtirasat ile kından sıyrılan kılıcı, kuvveyi kazası maneviyata mübteni olan bir mahkemenin kararı yerine sokmağa kadir değildir. 

     Fırtına koparıcı hadisatın en mühimi Fas meselesi oldu, şöyle ki 1904 te tekevvün eden Rus – Japon harbi Rusya’nın mağlubiyeti ile neticelenmiş idi.  Müteakiben zuhur eden Fas meselesinin o harp ile hiç münasebeti yok ise de Fransa’nın aldığı tavır, Almanya’yı dil-gir edip Rusya’nın hezimetinden istifade etmek ve Fransa’yı münferit ve gafil avlamak tasavvuruna düşüre bileceğinden mahafil siyasiyede büyük telaşa mucip oldu.  Had safhalar geçiren bu meseleyi izah edeceğiz.    

     İki denize sahip ve Bahr-i Sefid’in medhaline hâkim olan Fas kıtası ticareten ve siyaseten bir mevkii mühimmede bulunur idi.  Tarik temeddünde geri kaldığı cihetle tevsi müstemlekata haris olan devletlerin taaddi ve tasallutuna uğraması melhuz idi.  Fakat hiçbir devlet öyle bir mevkii mühimmi başkasına kaptırmağa muvafık değil idi.  Binaenaleyh 1880 de Maderiyyette beynel-düvel bir konferans akıt olunup Fas hükümetinin istiklal ve tamamiyet mülkiyesi ve memleket her milletin ticaretine açık bulunması taht-ı tasdik ve karara alındı. 

     Fransa devleti Cezayir ve Senegal’e ve Sahra-yı Kebirin havali-i Garbiyesine sahip olmakla Fas ile alakası daha ziyade olup Tunus gibi oraya dahi vaz’ himayeyi tasavvur eyliyordu.  Hem civarı dolayısıyla bunu da bir hak-ı sarih ad eyliyor idi.  Vaz-ı himaye için iki tarik var idi.  Biri sevk-i leşkerle cebren Fas Emirini ram etmek ve diğeri hulul-i muslihata tabir cedidi veçhile yavaş yavaş sokularak dâhil memlekette tesis-i nüfuz etmekte birinci tarik velveleyi daimi olacağı ecelden tevlid müşkülat etmesi ağleb ihtimal idi.  Binaenaleyh Fransızlar ikinci tariki ihtiyar ettiler.  Fransa’nın Tanca sefiri sonra Cezayir valisi olan Mösyö Revol ki badel meşrutiyet bir müddetcik Bank Osmanlı direktörlüğü ile İstanbul’da bulunmuştur.  Hükümetinin hululü müslihana mesleğini yavaş yavaş ve suret-i medebbirane de mevki tatbike koymağa başladı.  Cezayir hududunda karakollar ikamesi ve hududa civar olan Fas ilkasında pazarlar küşadı ve mektepler tesisi ve etıbbâ azami gibi tedbirlere tevessül eyledi.  Pazarlar ahaliye tedarik havayiç için teshilat bahş olduğu gibi karakollar yağma giran ve iğtişaş-karan kabail men ve teeddübe ve mektepler neşir maarife ve etıbba dahi hastaları meccanen tedavi ile ibraz-ı insaniyete ve elhasıl bunların kâffesini maksadı aksi olan Fransa’ya calib-i kulübe hadim olacak idi.  Ve serhatte çizilen işbu daire-i nüfuz refte refte tevessüb olunarak ahali ve evliya umur rencide olmaksızın Fransa’ya muhabbete ve medeniyete alışacak idi. İşbu üslup reviyyet-mendanadan semerat-i nafia iftitafi mamul idi.  Lakın mösyö Revol ağraz siyasiye uğruna feda edildi ve Fransa hükümeti meseleyi doğrudan doğru ve aceleyle hal etmeye kıyam etti. 

     Bu teşebbüsü hayyiz-i fiile çıkarmak için hariciye nazırı mösyö Delikase vaki bir takım ihtiyatlara riayet etmeği unutup en ziyade muhalefeti melhuz olan İngiltere’nin rızasını tahsil eylediği gibi hatt-i Magrib ile karşı karşı olan İspanyanın ve Tunus işgalinden beri muğber görünen İtalya’nın dahi muvaffakatlarını aldı. Hatta İtalya’ya Tunus’a bedel Trablus’u irae vaad eyledi. Altmış sene evvel Louis-Philippe’nin evahir hükümetinde Lord Aberdeen Fransa maslahatgüzarına Tunus hududundan bir hatve ileri atmanız vesile-i harp olacaktır, demiş iken şimdi İngiltere’nin itiraz etmemesine sebep Mısır işgaline takviyet vermek ve Fransa ile uyuşmak mütalaası idi.  Mösyö Delikase alakadar olan bu üç devleti irza’ etmekle iktifa edip Rusya’yı kendi müttefiki olmak ve Avusturya’yı müstemleke işleriyle münasebettar görmemek mütalaasıyla onları mühimsemeye bilir idi.  Almanya’yı dahi bu zümreye idhal ile kasden istimzaç etmedi.  Ve Fas tasavvuratına muttali kılmadı.  Almanya’yı karıştırmaksızın maksadına nail olmasını etrafında bulunanlar muvaffakıyetten ad ile alkışlıyorlar idi.  Çünkü muvaffakıyet düveliyye hâsıl olduktan sonra Almanya’yı bu işde yalnız ve bigâne bırakmak Avrupa halka-i siyasiyesinden ihracına mukaddeme olacak ve enzar-ı âlemde kaderi küçülüp hal infirada atılacak idi.  Mösyö Delikase bundan dolayı dâhilde ve hariçte tebrik olunuyor ve Fransızların yüreğini kavuran ateş kin ve adavete biraz su serpiyor idi.  Mösyö Delikase bu tebriklere güvenerek çay kenarına varmadan paçaları gereği gibi sıvadı.

          Mabadı var    

GİRİT SEFERİ

     Mukaddeme

     Geçen nüshamızda, Girit cengi hakkında bir İtalyan müverrihinin eserinden en mühim kısımların mecmuaya derç edileceğini vaad etmiş idik.  Bu hafta incâz vaad eyliyoruz.  Girit cengine ait olan bu satırlar İtalya müverrihlerinden Eugenio Mosatni” nin Venedik tarihinden aynen tercüme olunmuştur. 

     Bu türlü eser-i tarihiyenin nakil ve tercümesinde en doğru tarik;  tercüme-i ayniyeye riayet etmek, muharririn hatasını veya tarafgirliğini tahşiye tarikiyle bildirmektir.   Mütercim eserde, buna dikkat etmiş, bazı noktaları ve esmâ’ a’lâmi tavzihen haşiye tarikini ihtiyar eylemiştir.  Mütercim, bu haşiyeleri lüzumu derecesinde tafsil edebilirdi.  Her ne dense yapmamış, mecmuaca bu cihet mültezim olduğundan bildiği kadarını söylemek istemiştir. 

     Münasebatımız, muharebatımız düvel-i mütecavireden birçoğundan fazla olduğundan İtalyanca tarihlerde bize ait pek çok şayan-ı dikkat malumat vardır.  Hususiyle Venedik’in hazine evrakı ve kitap haneleri birçok vesaik ve asar Şarkıyeyi havidir.  Venedik cumhuriyetinin şark ile münasebatı pek eski olduğundan bu eser, bir kıymet hususiye ye maliktir.  Şimdiye kadar umumiyet itibariyle İtalyanca meâhizlere bizde lüzumu derecesinde atıf ehemmiyet edilmemiştir.  Bu tercüme ve mecmuaya nakil edilen fikirat-ı tarihiye, bu lüzum mütehakkıkı telafi edemezse de mebde’ olduğuna da kaildir. 

     Girit seferi, daha vazıhı Girit ismi bizim için tatlı, acı birçok hatıraları ihtiva eder.  Tatlı hatıralar meyanında, yirmi beş sene süren bu gaza-yı ekber esnasında Yusuf Paşa, Deli Hüseyin Paşa gibi gayretli vüzeranın himmeti, ale-l umum askerin gayreti suretinde tecelli eden mefahir vardır.  Bu münasebetle, devlet-i âliye, Venedik’in boğaz önünde, adalarda nice taarruzlarına hedef olmuş, o zaman bir devre-i inhitat olduğu için biz çok mezahim ve müşkülat zuhur etmiş ise de faraza bir Köprülü Mehmed Paşanın himmeti zat-i maddeye kâfi gelmiştir.  Saltanat seniyyenin Girit yüzünden uğradığı müşkülatın en şiddetlisi Mahmud Sani zamanındaki Yunan fütretinden sonra başlar. 

     Avrupa’dan gelen milliyet havası hemen tarih teşekkülünden beri serdar hava tagiyan olan Giritlileri ehl-i İslam aleyhine kıyama, devleti de bu keşa-keş iktihama mecbur etmiş, cezire;  Birçok imtiyazat idareye nail olmakla beraber, sekkânı hiçbir zaman rahat durmamıştır. 

     Miladın 1868 senesinde “Megalo İdea” nın, ve onun istinat ettiği Rusya’nın teşvikiyle cezirede parlayan naire-i fitne, Ali Paşayı ihtiyar sefere mecbur eylemiş, o zamanki imtiyaz fermanı her tarafta birçok kil-ü kali mucip olmuş idi.  Sırası geldikçe bundan da bahis edilecektir.  Yukarıda ismi gecen, Yusuf Paşanın, Deli Hüseyin Paşanın ve sair ricalin hayat ve hizmetleri hakkında icabı kadar malumat itası da münasip olacağı fikrindeyiz. 

     Girit cengi, Sultan İbrahim zamanında 1055 de başlamış1080 tarihinde hitama ermiş, on sekiz maddelik bir muahede-i sulhiye ile – birkaç nokta müstesna – Venedikli adadan elini çakmış idi.  Bu sefer meşhuru (netayiç ül vukuat) 1075 hitama erdirmiş, Şemsettin Sami’nin Kamusu’l-Al’lam’inda 12 seneye taksir eylemiştir.  Netice-i zühül olduğu sair tarihlerden de anlaşılır.   Mevzu asliyesi hükmünde olan <Girit Dukası Morosini> hakkında da icab ederse malumat verilecektir.  Mazi hakkında bu kadarcık bir mütalaadan sonra, hale gelince:  Bahr-i Sefid muvazenesinde Girit’in mevkii pek mühim olduğundan İngiliz’in bir cezire hakkında ki maneviyatı her cihetle şayan-ı nazar olduğunu söylemeği de muvafık buluruz.

     Mütercimin haşiyelerinden maada heyet-i muharririyece yapılan ilaveler <<mecmua >> kaydıyla işaret olunacaktır.  Muharrir eser:  harbin zuhurundan evvel Venedik Cumhuriyetinin içinde bulunduğu müşkülatı tasavvur ettikten sonra diyor ki: 

     1644 de Maltızlar, içinde Kığla ağa [dar-ül saade ağası] çok miktarda altın, mücevherat ve büyük sinyorun hizmetinde otuz kadın, (saraylı olacak) ve elli kadar Rum bulunan bir Türk gemisini, Kalizmana koyunda, Girit adasının cenup sahilinde zapt ederek batırdılar ve Hristiyan kardeşlerini mazhar-ı hürriyet ettiler. 

——————————-

        Girit ehemmiyet mevkiinin and islafdaki derecesine dair (netayic ül vukuat) nam telif nefiste görülen şu satırlar şayan-ı tezkârdır.  Sultan Ahmed Han hazretleri zamanından beri Girit ceziresinin fetih ve tezhiri manevi-i zamir devlet idi ki mervi olup Naîmâ’da dahi sultan Murad merhumun Bağdat’tan avdetlerinde sonra Venediklilerin bazı İslam tüccar sefinelerini gasp ve nabedid edegeldiklerine mebni izhar-ı gayz ve gazapla azim donanma tedarikine iştigal eyledikleri ve Venedikliler canibinden aziz itizar ve takdim hediye ve baliğ olundukça istinkâf eylemekte oldukları beyan olunmakla bu dahi rivayet sabıkayı teyit eder.  Tarih siyasiyede ise kaptan-ı derya ve silahtar Yusuf Paşanın teşviki ve cinci hocanın teşcii ile. . . Hamlesi muharrerdir. 

     Suphi Paşa merhumun tarih (Siyah) da görmüş olduğu anlaşılıyor.  Çünkü rivayet vaki orada mahkidir.  Avrupalılar ise Girit’in fethi gibi bir vakayı azimeyi ve fethin takdir esbabı gibi basiret siyasiyeyi bizlere yakıştırmak istemediklerinden efsaneler icat ederler. 

          Mecmua.

     Hadise şudur:  Kösem Sultanın hükm-ferma olduğu bu sırada kızlar ağası senbil, itba’ ve eşyasıyla Mısıra nâfî edilmişti.  Ağanın erkab edildiği gemiye birçok da  hücac binmişti.  Maltızlar böyle kıymettar hamuleli bir geminin hareketini haber alarak yolunu beklerler.  Girit açığında vururlar.  Emvalini zapt ederler.  Sonra Girit’e uğrayıp prense bazı hediyeler verirler.  Prens de bu hediyeleri kabul etmek küstahlığında bulunur.  Korsanların Girit limanlarında dinlenmelerine müsaade eder.  Cumhuriyet ise, hükümet seniyye bahriyesini ızrar eden korsanları himaye etmemeği, aynı şart mukabilinde ba muahedename taahhüt eylemişti.

          [ Akdeniz boğazı muharebeleri:  Ali Haydar Emir ]      

Bu korsanlık ve Maltızların Girit’e çıkmaları haberi;

     Müverrihin ifadesinden, sefinedeki Hristiyanları tahlis maksadıyla hücum edildiği anlaşılmaktadır.  Hâlbuki bizim tarihlerde sefinede elli Rum bulunduğuna dair bir kayıt görülemediği gibi, sefinenin suret-i hareketi, yolcuları nazar-ı dikkate alınırsa buna imkân olamadığı da tasdik edilir.  Zat vaki mütercimin haşiyesinde mezkûr, Ali Haydar Emir Beyin izahından da anlaşılacağı üzere kızlar ağası Sümbül ağaya gazab eden Sultan İbrahim, Mısır’dan taş yatır Ali Ağayı getirtmiş, Sümbül ağayı da Mısır’a sürmüş.  Alay gemileri gitmiş olduğundan Karadeniz’de yapılıp henüz gelen bir gemi bulunmuş.  Kaptanı da İbrahim reis isminde biri imiş.  Ağa alelacele gemiye binmiş.  Cümle emval ve eşyasını, hadem ve haşemini, hatta atlarını unutmamış.  Kıtadan sonra esiri telkib edilen fetva emini Bursalı Mehmet Efendi de cinci hocanın şerrine uğrayarak Mekke kaziyesi tayin edildiğinden mumaileyh ve birçok haccac gemiye dolmuşlar.  Naçar silah olarak ancak dört top alına bilmiş, geminin topsuz, leventsiz bu kadar mal ile deryaya açıldığı şayia olmuş.  Maltızlar altı parça harp gemisiyle yolunu beklemeğe başlamışlar.  Rodos’ta ahali, neticeyi görerek birkaç gün tevakkuf ve intizarı tavsiye, reis sefinede ibrâm etmiş ise de ağa ile kadı efendiye esma’ meram kabil olamamış.  Tabii yolda korsanlar hücumda ehl sefinede mukabelede kusur etmemiş.  Ağa, kadı şehit olmuşlar.  Altı yüz kişiden altmış kişi sağ kalmış, maltızlar, ganaimi Girit’e isal, bir kısmını mahal hâkimine ita etmişler. . . [Naima’dan hülasa]

İnkılap:  [ Moskof cephelerinde:  bu resim mütarekeden çok evvel oradaki askerin firarını göstermektedir. ]

     Bir garp müverrihi;  gemide Sultan İbrahim’in şehzadelerinden biri de mevcut olup validesi tarafından Mısıra gönderildiğini ve halas için saray hümayundan birçok para alınmak emeliyle Malta korsanlarının şehzadeyi mekrâmen Malta’ya götürdüklerini ve aradan bir hayli zaman geçtiği halde emellerinin husule gelmediğini ve şehzade olmak suretiyle, ikram gören adamın bir manastıra rahip olarak “Padre Ottomano” bazı Osmanlı baba diye şöhret bulduğunu ve diğer biri de gemide şehzadeden başka validesi de beraber olduğunu ve vaka üzerine kederinden kabul edildiğini yazar.  Bizim tarihlerde buna dair bir kayıt olmadığı gibi saray hümayunun usul ve âdetine vakıf olanlar bunun gayri kabil-i vuku bir masal olduğunu tasdik ederler.  Zaten Girit seferinden evvel sülale-i Osmaniye’den yalnız sultan İbrahim mevcut olup şehzadesi bulunmaması esdaka-i saltanata dağ derun olmuş husul zürriyet için tevsil edilen çarelerin makusiyeti ve muzırriyeti sultan İbrahim’in vaka-i malümasıyla netice vermiş, seferin iptidasında ise ekber şehzadegan olan Mehmet (avcı sultan Mehmet) dört yaşında bulunmuş idi.

     La martine malumdur.  Şairlikten muverrihliğe uzanan bu meşhur adam, şuradan, buradan en ziyade maruf Homer’den topladığı tarihinin on yedinci kitabında, 154 ve 155 nci sahifelerinde güzel bir sütnine hikâyesi uydurur:  Avcı sultan Mehmet’e bir sütnine tayin İstanbul’a ve sultan İbrahim’e pek çabuk vasıl olamadı ve haber alındığı anda, Venediklilerin müsamahalarından ziyade maltızlara karşı [çünkü:  onlara 1204 tarihinde bize hâkimdiler] fevkalade münfail olarak, Malta adasına sevk etmek tezahüratı içinde, büyük bir kuvveyi harbiye hazırlığına başlanıldı.

Salaha doğru:  sulh isteyen moskof askerinden numune.

     Fakat cumhuriyetin fetanet ve sürat intikali, kendi sefiri Giovanni Soranzo’nun da işaretiyle, bu hazırlığın nereye müteveccih olduğunu derhal anlayarak, Girit adasının nazır-ı umumiyesi ander kurnada müdafaa işlerinin tazyik ve teşdidini, gemilerin teslih ve teçhizini, muhafızların tezyidini emir etti;  Aynı zamanda külliyetli miktarda buğday, pirinç ve sair erzak, iki bin beş yüz piyade ve yüz bin düka altını yolladı.  Senato, iki büyük kadırga ile otuz hafif kadırganın teçhizine karar verdi.  Ve Rona’daki sefiri senatör Pietro Foscarini’ye, papanın kudretinden müstefid olmağa çalışmasını emir etti. 

     Foscarini, papaya <<Girit hükümetinin, Hristiyanlığı müdafaadaki ehemmiyetini ve müdafaa için cumhuriyetin birçok vakada ne kadar para sarf ederek fedakârlıklarda bulunduğunu ve Dim ile makam mukaddesin papalık kıyam ve şerefini takvim ve tersin için ne kadar kıymettar hem şehrinin kanını döktüğünü irae ve ispat ve bu şerefli dava-yı ilahinin galebesi meselesinde de, papalık makam muallasının muzaheret belgesi muntazır olduğunu, nihayet, aynı kiliseyi cumhuriyet hükümetlerinin mahfuz tuttuklarını arz etti. 

     Mukaddes peder cevap verdi ki;  Cumhuriyetin bütün Hristiyan dünyasının muzafferiyet kâmilesini temin için her ne yaymak mümkünse hepsine teşebbüs etmiş;  Kendi kadırgalarına süratle hazırlanmaları emrini vermiştir.  Fakat şimdi göreceğiz ki, bu kadar büyük vaatlere karşı yardım pek az olmuştur.  Hususiyle, kendi entrikalarını ve azim servet ve hırsını takip ederek, yeğeni papa Camba Tetiustanı “İnnocent X 1644 – 1655” namına, kilise işlerine karışan Donna Olimpia Malda- chininin rezaletleri zikre şayandır.  Bu kadın zeki ve kuvvetli bir ruh sahibi idi.  Fakat diğer taraftan çok güzel ve çok haristi.  Bundan dolayı etrafını bir sürü müfsidler ihata ederek, onu anonim bir taç hülyasıyla doldurdular ve bütün işlerin daha fena gitmesine bais oldular.  Bu kadın, yalnız başına zapt ve işgal gibi hiçbir şeye muvaffak olamamasıyla, papaya kendi servetini ziyadesiyle yükseltmiş olarak avdet edecekti. 

     1645 senesi Nisan’ın otuzunda, grand sinyorun muazzam donanması, dört yüz yelken, elli bin kara askeri, altmış büyük muhasara topu ile Gelibolu boğazından çıkıyordu. Türkler, Mora sahillerinde Navarin için yaptıkları gibi, Tinos adası civarında, güya dostane bir nümayiş mecamla şiaraane ile kısa bir tevakkuf gösterdiler.  24 Haziranda donanma, Barbarosk Magripliler tarzında bir hareket şedide ile merba teşkil ederek, Malta’ya geçmek fikrinden bedîhî bir tecahülle Girit adasına tevcih ettiler. 

     Osmanlılar, Govnia sahillerine asker çıkardılar.  Oralardan Santo eudoro [Aya Todori adası] kalesini zorlamağa başladılar.   Capitan Biagio Giuliani gayet kahramanane bir müdafaadan sonra, daha ziyade mukavemete iktidar bulunamayacağını gördüğü vakit cephaneye ateş verdi.  Kendisini de enkazın altına gömdü.  Daha doğrusu şu idi ki, kendisini ve bütün müdafaalarla beraber, o aralık rahnelerden kaleye girmeğe muvaffak olan düşmanları da o enkaz altına gömdü.

          Nakli:  Ali Fahri.    

    Müverrihin maksadı zat-ı şahanedir.

     İskenderiye ve Tunus gemileriyle isticar olunan on kıta İngiliz ve Felemenk gemileri dâhil olduğu halde doksan yedi sefain ve üç yüz kara mürselden mürekkeb olan donanmayı hümayuna yedi bin yeniçeri on dört bin sipahi ve seksen bin asker saire alarak. . .   [Tarih-i siyasi:  Kamil Paşa:  cilt 2 sahife 83]

Mecmua

     Girit seferi hakkında bir İtalyan tarihinde görülen tenemmüsilatın mecmua sahifelerine nakil edilmesi, kari’îlerce elbette mevsimsiz ad edilmez.  Kabil-l neşir söylediğimiz veçhile, Osmanlı erbab-ı tetebbu, İtalyan tarihlerinden birçok şey nakil etmeğe mecburdur.  Çünkü o zamanlar bizim en ziyade münasebette bulunduğumuz bir hükümet varsa, Venedik idi.  Tarihin manası,  telâkkiyâtt hazıreden pek çok uzak bulunduğu zamanlarda, hakkımızda söylenilen sözlere gücenmekten ziyade, onları aleni surette red eylemek daha makul bir hatt-i hareket olur.  İşte bizde bir makalelerde bu tarifeyi ihtiyar eyliyoruz.  Bu suretle Girit seferi hakkında, bir tarihçe daha meydana çıkacaktır.  Bir hizmet ise ecri takdir millettir. 

     Girit seferinin şu suretle tetkiki, mecmuanın hudut esasiye mesaiyesine de muvafık gelmektedir.  Çünkü yirmi beş sene devam eden bir sefer esnasında donanmanın ifa eylediği hizmetin derecesi de bu tafsilat ile tavzih edecektir.  Bu izahat ise, himmet istikbali namına bize ders-i ibret olmalıdır.  Geçenlerde de yazmış idik. Çeşme ve Sakız vukuatı hakkında bir İngiliz’in yazdığı yazılar, mecmua sahifelerine nakil edildiği sırada, mütercimi olan çok hamiyetli ve himmetli arkadaşımız,  Zeyline birkaç satır yazmış, o zaman donanmasızlığın sebep olduğu fecâyî’, bir avuç Mora bâgîsine karşı devletin izhar eylediği aczi anladıktan sonra yüreği yanmayacak, donanma ihtiyacını takdir etmeyecek bir hamiyetkâr tasavvur edilemeyeceğini kalbi bir feryad vatan perverane ile tekrar eylemiş idi.  Girit seferinin tedkiki sadedinde yine aynı mütalaa variddir.  Her kalp vatanperver, o zamanın yâd nikbiniyeti ile müteellim, fakat ikbal-i istikbal namına da mütenebbih olmalıdır.  Çünkü o zaman tevali eden eyyam tedenninin zade-i za’fi olarak donanma ancak boğaz önünde görülebilmiş, ila hare Girit’e kadar azimetinde de netice-i katiyeye icrayı tesir edemedikten başka çok defalar da ordunun cenah himayesine mecbur olmuş idi. 

     Hâlbuki Girit seferi ancak sefer deryada maharet ile neticeye erebilecekti.  Sefer deryada ise, avaze-i muhâbbeti bütün Avrupa sekine-i sahilinin kulaklarından henüz zail olamayan bu kadar girân-kadr gazilere bedel, bir takım na-ihaller meydana çıkmış idi.  İtmam-ı bahş için yazdığımız bu satırların hedefi;  Halka bu acı, fakat mevkaz ve ibret-amiz hakikati anlatmaktır.  Namzed teâli olan bir millet, mazinin – velev acı da olsa – derslerinden istifade etmek mecburiyetindedir.  Bu dersler ise; Reviş zamanı mecburiyeti altındadır.  Mecmua;  sırası geldikçe, bu seferde donanmanın ifa eylediği hizmetlere ait mülahazat ve malumatı da derç edecektir.  Bu hizmet ise, donanma mecmuasından ifası muntazır hizmet cümlesindendir. 

     Tarihlerimizin neşriyatından anlaşıldığına göre devlet-i âliyede [büyük gemi – kalyon] Girit seferi esnasında istimale başlanılmıştır.  Çünkü mukabele-i a’dâya ancak bu suretle muvaffakıyet hâsıl olacağı tecrübelerle anlaşılmış, hususiyle Venedik’in – büyük harp gemileri – nazariyesine inhimakı boğaz önündeki hücumları ile de pek acı misaller göstermiş idi.  Devlet-i âliye ise, o vakte kadar, zamanın seri üs seri kruvazörleri ad edilen – (kadırga) ya ehemmiyet vermiş idi. 

     Cevdet Paşa tarihinde der ki:

     1054 senesinde Girit seferi küşat olunduktan sonra donanma-i hümayunda kalyonlar istimal olunmağa başlanmış lakin o vakit dahi ibtidaları kullanılan ancak yürüten nevi idi.  Bade refte refte kalyonlar tekşir olunmuştur.

     . . . .  Ve mukaddema ehl-i İslam içinde malumat bahriye pek ziyade terakki ederek donanmayı devlet-i âliye bütün Avrupa donanmasına galip olmuşken refte refte fünun bahriyeyi evvelkinden ziyade ilerletip ve hususiyle yelkencilik sanatı bu vakte kadar haylice ilerleyip bu cihetle kalyonculuk dahi ilerlemiş olduğundan Frenk donanmalarına devlet-i âliye donanması mukabele edemez olmuştu. 

     . . . .  Girit’e mühimmat nakil olunamayıp senin atiyede dahi donanmayı hümayunun boğazdan huruç edeceği mevsimde Venedik donanması boğaz haricine gelerek lenger endaz olagelmekle donanmayı hümayun Akdeniz’e çıkamaz oldu.  İşte Girit’in tamamen-i fethi müyesser olamayıp da Girit seferlerinin bütçe seneler imtidadı bundan neşet etmiştir.  Yoksa Venedik donanmasına mukabele edecek donanma olsaydı Girit adası üç sene bile dayanamazdı.   

     Mazinin şu natıka-i şahadeti karşısında, ebnâ-yı halik yapacağı iş, fiildir.  Görülüyor ki ne zaman donanma ifayı vazife edemeyecek bir halde bulunmuş ise, devlet birçok gavail, hatta fecâyi’ mağlubiyet içinde kalmıştır.  Zaten bunu ispat içindir ki başmakalemizde ufak bir istiksâ’ tarihiyede bulunduk. . .    

 

BİR MİLLET NASIL TERAKKİ EDER?

      1854 senesinde komodor Peri evvelkinden daha kuvvetli bir filo ile Oraga limanı önünde göründü.  “Hakodate limanı” Oraga limanı önünde göründü.  Shogunate hükümeti, Amerikalılarla hal ihtilafa girerek selamet memleketi tehlikeye koymak istemedi ve 1854 de ibtidai bir dostluk ve ticaret muahedesi Amerika ve Japonya murahhasları arasında “Kanagawa” imza edildi.  Aynı tarzda muahedelerin Japon murahhasları diğer taraftan da İngiliz, Rus ve Hollanda murahhasları tarafından sırasıyla 1854, 1855, 1856 tarihlerinde imza edildi.  Shogun hükümeti bu hususta tamamıyla efkâr umumiye-i halka karşı hareket ettiği için şeref ve itibarını kayıp etmeye başladı.   

     1858 de Amerika hükümetiyle yeni bir muahede akdine mütedair müzakerat cereyana başladığı zaman kuvvetli bir muhalefet zuhur etti.  Muhalifler arasında en kuvvetli <<day – mi – yu >> lardan başka, Shogun hükümetine mensup birçok kimse de bulunuyordu.  Bunların hepsi Japonya’da <<hariç az memleket imtiyazının>> mevcudiyetine şiddetle muhalefet ediyorlardı.

     Bu muhalefette o kadar ileri gidiyordu ki adeta Shogun ’un malik bulunduğu hukuk saltanatın bu gibi mesail mühimmeyi hale kâfi olup olmadığı bile mevkii münakaşa konuyordu. 

     On üçüncü shogun <<tokugawa – İesada>> efkârı umumiyedeki şiddetli cereyana mukabele edemediği için meselenin hallini imparatordan rica etti. 

     Fakat imparator tarafından shoguna henüz kati bir karar verilmeden, shogundan hükümeti prenslerinden biri ve şimdiki kont <<İe ey>> nin büyük pederi olan <<İe y ey – na osi wa>> 1858 de yeni muahedeyi kandil mesuliyeti altında imza etti.  Bundan sonra da biri birini müteakiben Hollanda, Rusya, İngiltere ve Fransa ile aynı tarzda muahedeler akit edildi.  İmparator <<Komayı>> bu hareketten fevkalade münfail oldu;  keza <<İye u>> nun muhalifleri de.   Bu muahedeler bilahare imparator razı edilinceye kadar bir hayli zaman tasdiksiz kaldı. 

     İla hare shogunun veliahtı meselesi büyük bir münakaşa kapısı açtı.  Ve yine imparatorun reyi soruldu.  On dördüncü shogun <<eu ye mev ci>> shogunluk mevkiine geçtiği zaman imparator ve başlıca da si mi yolar derebeyleri bu işin muhalifi idiler.  Shogun ve hükümeti artık tamamıyla hali infirada düşmüştü.  Hatta kendi kabilesine mensup birçok derebeyleri bile aleyhlerinde idi ve <kinoto – imparatora hürmet ediniz> feryadı bütün memlekete yayılmıştı.

     1858 tarihinden itibaren şogunluğun ilgası, birçok Japon vatan perveraneyi düşündürmekte idi.   İmparator ile şogunun te’lif beyni şogun imparatorun hemşiresini tezviç edinceye kadar kabil olamamıştı.  Bu izdivaç imparatorun sayesinde şogunun mevkii ve kuvvetini muhafaza için tertip edilmiş bir mesele idi.  Fakat bilakis bu mesele şogunluğun sukut atisine sebep olmuştu. 

Â’DÂ-İ HUKUK

     Şogun hükümetinin husumet ammeye merkez teşkil ettiği zamanla â’dâ-i hukuk devri başlar.  Şogun’un hem dâhili ve hem de harici siyasetteki aczi bütün memlekette büyük bir adem-i hoşnudi hâsıl etti.  Derebeyleri <day mi yus> ile asil zadegânın kısm-ı azamı eski nüfus imparatorun iadesini istiyorlardı.

     İmparator <ka mayı> ile saray erkânı da şogunluğun ilgasına mütemayil idiler. 

     Cedleri, “Tokugawa” ile aynı seviyede olan <shi ma zu>, <mori yama buci> gibi derebeyleri Tokugawa’larğn faikıyetini artık tanımamak istiyorlardı.  Bunların hepsi de imparatorun idaresinde  Tokugawa ile her veçhile müsavi bir mevki işgal etmeye çalışıyorlardı.  Bu planı tatbik için icap eden istihzarat, shogun hükümetinde i’tizar zuhur etmeden çok zaman evvel başlamıştı.  Yukarıda söylenildiği veçhile bunlar garp medeniyetinin esasatını büyük bir mikyasta olarak kabilelerine ithal etmişler, askerlerini Avrupa usulünde talim etmişler ve bu veçhile – icap ederse – shogunluk aleyhinde olan mutâlebâtı cebren kabul ettirmeye hazırlanmışlardı.  Evvel emirde <şi baz o > ile <mori> saray imparatoru ile sıkı bir münasebet peydasına çalıştılar. 

     Bunlar ve tevab’ arasında müşterek bir münasebet mevcut idi, bunların hepsi shogunluğun ilgasında temerküz eden arzu millinin husulü ve ecnebilere bahş edilen hissiyat sekinane imtiyazatın lağvı emrinde imparatora müzaheret ediyorlardı.  O zaman 1862 makarr saltanat Japonya’nın her taraftan gelen vatan perverlerle dolmuş idi.  Bunlar umur irae saltanatı aleyna almaya imparatoru ikna’ için saray civarına toplanmışlardı.      

    “ Şey ma zu” ile   “mori” müstakılen icrayı hareket başlayarak askerleriyle Kyoto’ya girdiler, attıkları bu adıma ve icabında imparatoru ihata eden karışıklığı bastırmak arzusuyla geldiklerini makam-ı i’tizarda serd ettiler. 

<<yamanuchi>> de aynı surette hareket etti.

     Bu filhakika iade-i hukuk meselesinde büyük bir rol oynamak için ellerine gecen ilk fırsat idi.

     <İyu aku ra> ile <san co> nun yorulmak bilmeyen faaliyeti shogun hükümetine meslek hariciyesindeki lisanı değiştirmeyi ihtar için <şimazo> ile <mori> nin memur edildiğine amir bir irade-i imparatoru istihsal etti. 

     Aynı zamanda shogun <İe ye mu ci> ye ikinci bir ferman gönderildi.  Ve bunun neticesi olaraktan shogun idaresinde kati ıslahat istihsal edildi.  Kuvveyi saltanat bu veçhile bilfiil imparatora iade edilmişti ve shogun müşkül bir vaziyette kalmıştı.  Ya ecnebileri memleketten tabiiyeti edecek veya imparatorun iradesine itaat etmeyecek idi. 

     Bu pek güzel tertip edilmiş plan, <say to>, <oku bu>, <gi do>, <go tu> gibi vaktin en mahir politikacılarının düşünceleri mahsulü idi.  Bu planın ilk muvaffakıyeti, shogun idaresinin uzun müddet devam eden kararsızlığı idi.  Bu esnada shogun idaresine karşı avam tarafından bazı kıyamlar yapılmış ve birçok derebeyleri shogundan ayrılarak müttefiklere iltihak etmişti. 

Hatırat:  [İskajerak muharebe-i bahriyesinin bir levhası.]

Bu silsile-i makalatın bu nüshaya ait kısmı derç edilemediğini ma l i’tizar arz ederiz.

     En nihayet 1863 tarihinde shogun her nasılsa muvakkat bir muvaffakıyet kazandı.  <co şu yo> nun askerleri Kyoto’dan dışarıya atılmış ve bunların birini de shogun’a sadık olan <<ayzu – matsu day ra>> nın askerleri işgal etmişti.  Sancu ve diğer altı zat <mori> nin vilayetine kaçtılar ve bu veçhile saray imparatoru da shogunun lehtar ve aleyhtarları arasında bir muvazene tesis etmişti. 

     <<İeyu mu ci>> nüfusunun bu veçhile muvaffakiyetkâr bir tarzda tesisine kanaat etmeyerek kuvvetini göstermek istiyordu.  1863 de <<simo nu zaki>> de Mori’nin ecnebi sefainine karşı icra ettiği müstakil harekâtı bahane ittihaz ederek Mori’ye karşı harp etmek için imparatordan müsaade rica etti. 

     İeyu mu ci, Mori’yi harben mağlup etmek suretiyle diğer derebeylerinin hırslarını teskin edeceğine me’mûl ediyordu.  1864 de icra ettiği seferi muvaffakıyetle neticelendirdi.  Fakat rakibi kendi adamlarının nasâyihi hilafına olarak 1866 da icra ettiği ikinci bir seferde büyük bir mağlubiyete duçar oldu.  Bu muharebe shogunla faikıyet askeriyesinin sukutuna mebde’ teşkil eder.  Birçok derebeyleri shogunun emirlerine itaatten bağlılığa imtina ettiler.  İeyu mu ci 1866 da vuku bulan büyük Osaka felaketi esnasında vefat etti.  Aynı sene nihayetinde imparator da bütün milletin bi-nihaye tesiratı arasında zaman saltanatında akilen iadei hukuk tahminin semeresini iktitafa muvaffak olamadan vefat etti.  İmparatorluk tahtına der-akab genç imparator Mutsuhito çıktı. 

     Bu esnada derebeylerinin kısm-ı âzamı tarafından hukuk imparatorunu idareye shogunun kabiliyeti olmadığı ilan edildi.  Onun seleflerinin başlıca mesalil hariciyede muvaffak olmadıkları vehim, hem de askeri kuvvetlerinin balıklıya mahf olduğu öne sürülüyordu. 

     Ya ma nu çi, Asa nu shogun <<kay gi>> ye isti’fa etmesi için nasihat veriyorlardı. 

     Go tu kuma su, oku bu gibi siyasiyun ile kendi hükümetine dâhil olan <<ka su>> da aynı nasayipi vermekte olduklarından ilanihaye shogun <kuy gi> istifaya kadar verdi.

     1867 teşrin-i Sani 14 de istifasının kabulünü imparatora inhâ’ eyledi.  Ve ertesi günü istifası kabul edildi.  Bu yeni Japon tarihinde unutulmayacak bir gündür.  Çünkü bu günden itibaren hukuk ve nüfuz imparatorluğu deruhte ederek bilfiil idareyi hükümete başladı.

     İşte bunun içindir ki bu hadiseye <<iade-i hukuk>> adı verilir. 

     Bütün Japonya’da derebeyleri, bilhassa, mat su dayir, na be şuyma, ya ma nu ci, da te ve şi ma ru yeni hükümetin teşkilatını yapmak için bir meclis hükümet teşkil etmek üzere< Giyu to ya> davet edildi.  Mori serbest bırakıldı ve <Sac u> gibileri de Kyoto’ya çağırıldı.  Toza, Ovari ve <Yeci zeden> askerleri makarr hükümeti muhafaza için Kyoto’ya dâhil oldular. 

     <<Ay zu>> ve <<ku – ana askerleri imparator muhafızları arasından çıkarıldıktan sonra eski hükümetin <<saadeti gay shagun – başkumandanlık>> ve sair memuriyetleri derhal ilga edildi.  Aynı günde Sözay (başnazır) Yakicu (nazırlar sak – Yu (müşavirler) makamatı ihdas edildi.  Prens <<taru hatu ariza gave>> sözü nasb edildi.  Gicu makamı, aile imparatorluğa mensup prenslerle Sancu Ayva Gura.  Gibi gira ve Şima ru, Asa nu, Ma ksud, ira gibi başlıca derebeyleri tarafından işgal edildi. 

Mabadı var.

Tetebbu

Denizci milletler nasıl yetişir?

Mabad

     3 – Memleketin vüs’atı?

     Bir milletin denizciliğe heves etmesine mucip olan esbab-ı tabiiyenin – üçüncüsü o milletin yaşadığı toprakların vüs’atıdır.  Bu sebep birkaç satırla kısa kesilecektir. 

     Bu hususta nazar-ı dikkate alınan vüs’at, tekmil memleketin ihtiva ettiği arazinin kilometre murabba yekûnu değil, belki sahil hattının tûlu ve bu hudut üzerindeki limanların adet vaziyetidir. 

     Mevki coğrafi ve teşkilat tabiiyeleriyle sahil hududu bir birine yakın iki memleket tasavvur edelim.  Sahil hattı üzerinde, bu memleketlerden hangisinin nüfusu daha kesif ise hudut mezkûre bu memleket için bir memba’ servet ve kuvvettir.  Nüfusu az olan için ise bilakis mucib-i za’fiyettir.

     Bir memleketin sahil hattı, tıpkı mevkii müstahkeme ye benzer.  Kaleyi muhafaza edebilmek için ovadaki efradın muhit müstahkem ile mütenasip olması muktezidir. 

     Amerika muharebat dahiliyesinde şimallilerin nüfusu ziyade olduğu halde cenupluların hem nüfusları az ve hem sahil hududu uzundu.  Fevkalade kabil-i seyr-ü sefer olan < Mississippi> nehriyle ayakları cenupluların işine yaramadıktan başka kendilerine ziyan bile vermişti.  Cenupluların donanması olmadığından ve nüfusları sahilin tûluuyla mütenasip bulunmadığından hemen her noktadan şimallilerin taarruzuna maruz idiler.

     Trablusgarp harbinde vilayet mezkûrenin pek uzun olan sahil hattı üzerindeki nüfusu kesif bulunsa idi, İtalyanlar hemen her noktaya istedikleri anda ihraç yapamazlar ve yapsalar bile birçok müşkülata uğrarlardı. 

     Trabzon vilayeti Karadeniz sahiline muvazi şerit gibi araziden ibaret, yani sahil hattı memleketin vüs’atına nazaran pek ziyade ve nüfusu memalik şahanenin – İstanbul vilayeti hariç – hemen her noktasından daha kesif olduğundan buranın halkı, ta’yiş için, denizci olmuşlardır.  Lazların en iyi gemici olması esbabının en mühimi de budur.  Denizciliğin Trabzon halkına temin ettiği refahtan – dâhil vilayetlere nispeten – başka, askerlik ve nakliyat-ı askeriye hususunda pek ziyade işe yaradığı aşikârdır.

    4 – Memleketin nüfusu: 

     Yukarıda 3.üncü sebepte nasıl ki memleketin vüs’atından yalnız sahil hattının vüs’at ve tabiatı murad edilmişti.  Buradaki nüfustan da, memleketin nüfus umumiyesi değil, denizde çalışan, hemen gemilerde istihdama elverişli bulunan ve her nevi sanayii bahriye ile mütevaggül olan nüfusun miktarı fasıd etmiştir. 

     Mesela;  Fransa ihtilalini takip eden muharebelerin nihayetine kadar Fransa’nın nüfus umumiyesi İngiltere’den ziyade idi.  Fakat ticari ve askeri denizcilik nazar-ı dikkate alındıkta İngiltere Fransa’nın fevkinde idi.  Kifayet askeriye meselesinde bu nokta dana bariz olarak göze çarpar.  İlan-ı harp anında istahzarat cihetinde Fransa daha faik bir vaziyette bulunurdu.  Fakat harp müddetince bu vaziyeti idame edemezdi.

     1778 ilan-ı harp anında Fransa elli hatt-ı harp gemisi teçhiz ettiği halde İngiltere, ticaret bahriye filolarının dünyanın dört bucağına yayılmış bulunmasından, ancak kırk gemi – ana vatanda – donatabilmişti.  Fakat sonraların İngiltere’nin ihzar ettiği yüz yirmi muharebe gemisine mukabil Fransa, gaye olarak, yetmiş bir gemi hazırlayabilmişti.  Bittabi tefevvuk askeri İngiltere’de kaldı.  Bu denizciliğin, Fransa ahalisinden ziyade, İngilizler arasında intişar etmesinden mütevellitti. 

Zafere doğru:  [topçu istihzaratından sonra hücum]

     Ticaret bahriyenin fevkalade müterakki olduğu memleketlerde birçok sanayi erbabı yetişir.   İnşaat bahriye tezgâhlarında çalışanlar, sefain tamiratıyla uğraşanlar, deniz ve her nevi merakib bahriye ile meşgul olanlar bahriye-yi harbiye için mükemmel bir ihtiyat teşkil eder.  Bunlara ticaret filoları efradının ilavesi ihtiyat yekûnünü pek ziyade yükseltir.  Sanayi bahriye ile mütevaggil olan efrad pek surat ve suhuletle iyi bir denizci olur. 

     Vaki sefin harbiye-i hazıra, kadimen müstamel ahşap gemilere nazaran pek geç inşa ve teçhiz edilir.  Gemi efradının vazaifini tamamen öğretmesi için uzun zamanlara ihtiyaç vardır.  Bugün her hükümet-i bahriye ilk darbeyi vurmak üzere daha bidayette tekmil kuvvetini ihzar eder, binaenaleyh vaktiyle yelkenlilere efrad yetiştiren bu ihtiyatın devr-i hazırda kıymeti azalmıştır diye bir itiraz dermeyan oluna bilir.  Yek nazarda doğru gibi görünen bu itiraz ve harp umumiye atf-ı nazar edilince, derhal kıymetten düşer.

     Torpillerin pek mebzuliyetle istimal edildiği bu zamanda düşman tarafından dökülmüş torpilleri taramak ve imha eylemek için uzun sahillere malik memleketlerde yüzlerce gemiye – ufak ve az su çeker – ihtiyaç vardır.

     Tahtelbahirlere karşı nakliye kafilelerini himaye etmek ve sahil civarında tahtelbahir tarassut eylemek üzere yat, motorbot ve saire gibi binlerce ufak gemilerin kullanıldığını her gün işitmekteyiz.  Bundan başka, hal-i hazır ordularının gerek adet ve gerek levazımat-ı harbiyeleri fevkalade tezayüd ve tenevvü’ ettiğinden bunların denizden nakilleri, sahile ihraçları birçok merakıb bahriyeye ihtiyaç göstermektedir. 

     İşte harp hazırın ihdas ettiği vezaif ânifede istihdam edilen sefaini donatmak için icap eden mürettebat, ancak denizciliği ve denizcilikle alakadar sanayi ve mesleki sanat ittihaz etmiş efrad-ı millet meyanından elde edilir. 

     Mevki-i coğrafisi ve halkının ırkı itibariyle denizci olması lazım gelen Amerikalılar, topraklarının fevkalade zenginliğinden, ticaret-i bahriyeye layıkı olduğu ehemmiyeti vermemişlerdi.  Bu hal senelerden beri Amerika meşahir bahriyununu işgal etmekte idi.   Büyük olan Amerika donanması harp zamanında lazım gelen ihtiyat efradını nereden tedarik edecekti?  Alenima harp hazırın bahşettiği fırsattan istifade ederek ticaret bahriyeyi ve ticaret filolarını pek ziyade ilerletmeye gayret etmektedir.

     Velhasıl halkın denizcilikle me’lûf olması kuvveyi bahriyenin mühim bir unsurdur.

          Şevket    

BAHR-İ MUHİTTE KRUVAZÖR AVCILIĞI

mabad

           Alelacele toplanmak ve sandalları hazırlamak için emir ettim.<<Fi>> İngiliz bayrağını mağrurane aşağı aldıktan sonra endaht fişeklerini şâyân-ı hayret bir süratle vaz ve tertip etmişti.  Zencilerden bir kısmı, güverte üstünde bulunan iki sandalı su üzerinde yüzdürmek için beyhude uğraşıp duruyorlardı.  Bu ise şu müthiş sallantıda hakikaten kolay bir iş değildi.  Fakat çapkın herifler bu işi nasıl başaracaklarını da bilmiyorlardı.  Sandalımda bulunanlardan birkaç bileği kuvvetliler birlikte yakaladılar.  Palangaları kavradılar.  Zencilerin muhalefetine ehemmiyet vermeyerek büyük kafalıları da enselediler.  Bu sırada (Kazar) dan ikinci bir sandal daha istedim.  Çünkü başka suretle ikmal vazife edemeyecektik.  Ortalık kararmağa başlamıştı.  Mütebaki renkli İngilizler o aralık öteki sandalı küpeştenin önünde çarptırıp parçalamışlardı.  Bunlar gemi zabitlerinden firar edercesine tahliye ettikleri kamaralarını terk edip gittiklerini görünce siyah bir haydut çetesi gibi yağma etmek için indiler.  Bu da ayrı bir vakaya sebebiyet verdi.  Melun çete! Adamlarım çapkınları yakaladılar, kamaralardan koparıp dışarı aldılar.

     Vapurun yan tarafında deniz üzerinde raks etmekte olan ve çatırdayarak vapura çarpan sandalın içine baş aşağı salıyordular.  Bende tabancamla onları tehdit ediyordum.  Pek az zamanda siyah çeteyi sandala almış olduk.  Daha doğrusu yarı vücutları dışarı su içinde olarak sandala sım sıkı tutunmuşlardı. 

     Artık bu esnada delice vaka cereyan etti!  Bütün şu menhus sandıklara karşı son derecede kızmış iken sefil ve çapkın bir zencinin kafesi içinde tek papağanı ile beraber sandala sıçradığı sırada dehşetli sallantıda sandalı aşıp suya sıçraması ve güzel papağanı ile bahr-i muhitte trampet çalar gibi çabalayıp durması beni tekrar güldürdü.  Çapkını yakaladılarsa da papağan en yakın dalga tarafından yakalanmış sürükleniyor, bağıra bağıra gidiyordu.  Nihayet çok şükür!  Hepsi sandala alındı.  Hatta adamların birçok vak vak feryatlarıyla yakalayıp sandala aldıkları kazlar, tavuklar da güverte üzerinde en yüksek bir noktada ahz-ı mevki etti.  Ve geminin üstünden endaht fişeklerini patlatın diye haykırdım.  Emin bir mahale geldim.  Derhal arka tarafımızda patladı:  bom ! bom !  Gemi tamamıyla daldı ve dalgalar içinde kayıp oldu.

     Niyanga’daki üç Almana bizim gemide hizmet verdik.  İhtiyar kambur, kumanya kilerinde patates kabuklarını soymak suretiyle işe yaradı.  Her defa güvertede vazifesiyle meşgul iken tesadüf ettiğimde bana bir nazar-ı şükran atıf ederdi. 

     Ağustos ayının güzel Pazarı böylece hitama erdi.  Bugün bizim için hakikaten neşeli bir korsanlık günü olmuştu.  Eğer İngiliz ticaretine daha ziyade zarar iras edebilmek için kâfi miktarda kömürümüz bulunsa idi daha ilerlere seyr ü sefer etmek fikrinde idik.  Fenersiz sahillere geceleyin yanaşamayacağımızdan akşamüstü sahilden yirmi mil bahri ba’d ve mesafede demir attık. 

     Garbi Afrika sahilleri – büyük endişe ve ıstırap içinde hayıfla geliyor – Alman harp sefineleri teslim olmazlar – muharebe – gemi – berhava oldu – sarıp kayalar arasından – sahil kumları arasından yürüyüş – İspanya’nın Deruda deru kalesinde – Las Palmas’a doğru.

     Ertesi sabah erken yolumuza devam ettik.  Pek az sonra omuzda epeyce sarı bir hat göründü.  Afrika sahilleri. . .     port Said’e kadar Afrika sahilleri, hatta Fas sahillerini de tanıyordum.  Fakat böyle bir çöl boşluğu ve yeknesaklığı hiç görmemiştim.  Güya asıl sahranın devamı idi.  Ne küçük bir ağaç, ne de bir çalı görülüyordu.  Alçak ve sarı renkli kum tepeciklerinden başka bir şey yoktu.  Ne bir ev, ne bir ağaç, hic. . hiçbir şey. .

     Bu ölü havalide görülen yegâne şey, tarafımızdan korsanlıkla yakalanmış ve sahilden takriben 2500 metre uzakta demir atmış olan kömür vapuru ile küçük bir İspanya balıkçı vapuru idi. 

     Bu balıkçı vapuru burada on, on dört güne kadar avlıyor, bade avını kanarya adalarına götürüyordu.  Bu kum mezarının manzarası bizi titretiyordu.  Burası İspanya ya ait bir müstemleke idi.  Riyudo deru namını taşıyordu.  Bir İngiliz kruvazörünün pek açık işitilen telsiz telgraf muhaberesi evvelce demirlemek için tayin etmiş olduğumuz bitaraf mevkii süratle yollanmağa bizi icbar etti.  Zira pek az kömürümüz kaldığından artık uzaklara gidemezdik.  Yine eski tanıdığımız “HMS Carnarvon, o cesim İngiliz kruvazörü idi.  Bunun muhaberesini işitiyorduk Las Palmas’taki İngiliz konsolosu <<Kayser Wilhelm’dir grossa hududunuz dâhilinde dönüp dolaşır!>> diye ona telgraf çekiyordu.  Elhasıl, bu havalide bir Alman muavin kruvazörünün tesirat icra ettiğini İngilizler nihayet anlamışlardı.  Buluyorlardı ihtimal ki Atlanta vapuru vücudumuzu ihbar etmişti.  Fakat cenuba doğru tevcih-i istikamet edişimiz İngilizleri yanlış yola sevk etmeğe matuf olan maksadımızı temin etmişti.  İngiliz kruvazörleri capfer adalarını ve camaron istikametinde Afrika sahillerini araştırıp duruyorlardı.

          Mabadı var

 Şuûn-ı bahriye       

EN YENİ BİR HARP SİLAHI TORPİDO TAYERAN BOTU

Risale-i mevkute-i bahriyeden

     Nisan evahirinde Times mansıbında bir İngiliz vapuru iki Alman tayeran botundan atılan torpidolarla gark eylemişti.    Bu havadis, ihtimal ki muhtasar olmak hasebiyle o kadar celb-i dikkat etmedi.   Bununla beraber burada zikri gecen bu iki silah-ı harp, az zaman içinde harbin – bilfarz (tank) lar, bomba makinaları veya zehirli gazlar gibi – ihtiraat sairesinden yüksek bir derece ehemmiyet iktisap edecektir. 

     Her halde tayeran botlarından, pek ziyade takribe cüret eden birisinin hasar zede olması müncer olan sâlif-üz-zikrr taarruza müteallik Alman raporu;  Bu hadiseyi, yeni silah harbin ameli kabiliyet istimaliyesi için ilk misal suretinde irae etmiştir.  Bunun üzerine İngilizler:  bunlara mümasil tayeran botları, daha 1915 yazında Çanakkale muharebeleri hengâmından Osmanlılara karşı kullanmış olduklarını iddia ediyorlardı. 

     Tayeran botlarına ilk defa torpido vaz etmek için tecrübeler yapmak şerefi İtalyanlara racidir.  İtalyanlar 1912 – 1913 senelerinde esasen bir Amerikalının fikir ve tasavvurunu kuvveden fiile çıkarmağa teşebbüs etmiş;  Lakin motor kuvvetinin pek hafif olması yüzünden bu teşebbüsat akim kalmak lazım gelmişti.  Su ile sözü edilen yeni kuvvetli tayeran motorlarının meydana çıkması ile bu mesele diğer bir safhaya girdi.  Ve şimdi 1917 tarihinde;  sa’y-i hareketi fazla büyük tayeran botlarının açık denizde gerek ticaret gerekse harp gemilerine ne suretle hücum ve bunları ne veçhile gark eylediklerini daha sık ve daha kati işiteceğiz. 

     Muhripler veya torpido botlarla bir torpido taarruzu;  alelumum gemilerin;  dağınık nizamda ve sürat azamiyeleriyle – 20 – 30 mil- hedefe doğru seyir ederek ale-l ekser güvertelerine mevzu kovanlardan torpidolarını atıp müteakiben topçu ateşinden sakınmak için kaçmakla yapılır.  Torpidonun mekanizması, esnayı endahtta harekete ilka’ edilir.  Torpido güzelce hedefe tevcih edilmişse su sathından aşağıda muayyen bir derinlikte buna isabet ederek patlar.

     Torpido tayeran botlarıyla taarruz usulü;  botlar, yüksekten aşağıdaki hedefe doğru süzülme vaziyetine ilka edilip müteakiben münasip bir mesafede ve satıh bahriden ancak 5 – 10 metre irtifaında çarçabuk vaziyet asliyesine alınarak, umumiyetle sebhiye sandalları arasına mevzu torpidonun denize bırakılmasından ibarettir. 

     Torpido sıkletinden kurtulan tayeran botunun suûd ve manevra kabiliyeti ziyadesiyle artar.  Ve botun üzerine tayyareci, topçu ateşinden kaçınmak üzere tayeran botunu çevirir.    

     Torpido, tayeran botunun basit bir ta’lik tertibatına asılmakla fevaid atiye temin edilir. 

     Kısmen istinat noktasının bilfarz denizli havalarda;  alelumum oynak bir torpido bottakinden daha sağlam ve metin bulunması;  Hâlbuki tayeran botunun havada sakin ve düz sebh etmesi; Tayeran botu kılavuzu tarafından, yüksekten hal ve mevkiin daha iyi tarassut edilmesi ve ileriden gecen botların dumanlarıyla etrafın kapatılmış bulunmaması yüzünden hedefin rota ve süratini tahmin ve takdirde daha ziyade temin-i isabet eylemesi bu cümledendir. 

     Mütearız tayeran botlarına karşı düşman topçu endahtı:  Botun gerek irtifa gerekse mesafesini süratle tebdil etmesi ve bu yüzden mermiye ait sukut noktalarının takdirine imkân görülememesi sebepleriyle pek güçtür.  Saatte 120 kilometre seyir eden bir tayeran botu, üç saniye zarfında 100 metre kat eder.  Dağınık nizamda müteaddit botlarla – aynı zamanda on ila yirmi – taarruz edildiği surette tayeran botlarından kısm-ı azamının müsait endaht menziline gelebileceği bir emir muhakkaktır.  Şimdiki torpidoların 5000 metreye kadar ve hatta bundan fazlaya varan menzillerine nazaran:  Bir tayeran botu gibi ufak ve müteharrik bir hedefe temin-i isabet etmek mahz-ı tesadüftür.

     Bunun – diğer ihtimal ki en büyük – bir kaidesi de:  Meselenin cihet-i iktisadiyesidir. 46 ile 50 bin liraya mâl olan bir tayeran botu, kendi kıymetinin ihtimaline yüz misli kıymetine çıkan en cesim ve en kıymettar bir harp gemisi için bilhassa tehlikeli bir hasım şekli alır.

     Bundan maada bir muhrip taarruzu esnasında mütearrız merakıbdan biri topçu ateşiyle duçar-ı hasar olacak olursa ale-l tahmin on torpido – bilfiil gemi dâhil-i hesap değildir – istimalden sakıt olur.  Hâlbuki torpido tayeran botlarıyla bir taarruz esnasında bunlardan biri hasarzede olursa yalnız bir torpido zıyaa uğrar, diğer botlar ise silahlarıyla düşmana haşarat cedide ika edebilecek bir vaziyette bulunurlar.

     Bu nevi tayeran botları, hala düvel-i ecnebiye bahriyelerince der-dest inşa olup ağleb ihtimal az bir zaman zarfında kilitle mevki istimale vaz edileceklerdir.  Mamafih bunlarla torpido endaht etmekten maada mayın dökmek hususatı da derpiş edilmiş;  Bunun için tayeran botlarına, geceleyin –fark edilmeksizin – ihtimal ki kendi tayeran istasyonundan 400 – 500 kilometre mesafede bir düşman limanı önüne mayın dökmek üzere tertibat yapılmağa başlanmıştır. 

       Harp esnasında bahriye tayyareciliğinin tekâmül, tayyarelerinden, yalnız denizde istikşafat icrası için değil bilhassa harp taarruzu hususatı için de istifade etmek lüzumunu meydana çıkarmıştır.  Bu kabilden olarak tayeran botlarının gerek muhriplere gerekse tahtelbahirlere bombalarla taarruz ve bunlardan bazılarını gark ettiğine veya karaya ihraç esnasında kıtaat askeriye üzerine makinalı tüfeklerin ateşi açtıklarına dair bir hayli vaka görülmüştür. 

     Hali hazır tayeran botları, bir motorun sakatlanması takdirinde diğerlerinin yardımıyla limana dönmeğe imkân bahş eden emniyetle çalışır mürekkeb motorlarıyla bilhassa açık deniz istikşafatına, hatta fena havalarda geceleyin bile pek müsaittir.  Alelhusus gece vakitleri, tayyare istikşafatının kıymettar olduğu anlaşılmıştır.  Çünkü satıh bahride bulunan eşya, bir tayeran botundan daha kolay keşif edilebilir.  Seyir halinde bulunan gemiler, ekseriyet üzere doğrudan doğruya parlak pervane suyu vasıtasıyla sezilir.  Tayyare, tenvir bombaları bırakmakla, icabında bütün teferruatı tamamen tarassut edebilir.

     Ahmed İsmail.

 

                

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.