DONANMA MECMUASI 108 / 59 16 Eylül 1915

DONANMA MECMUASI 108 / 59   16 Eylül 1915

Pencüşenbe – Eylül 3 / zilka’de 7                                                numara 108 / 59

0486_0059-108_0000

Bahası 40 paradır                                       matbuayı Hayriye ve şürekâsı

0486_0059-108_0929.jpg - 2

7 zilk’de 1333 – 3 Eylül 1331 – 16 Eylül 1915

Donanma cemiyetinin haftalık gazetesidir – numarası; 108 / 59

Alman savleti önünde Rus sürüleri kaçarken

Lehistan bozgunu..

********************************************************

Cihan harbinde nazara çarpan kahramanlıklar sırasında Alman tahtelbahirlerinin faaliyeti hakikaten sezâ-vâr takdirdir. İrlanda sularında görünmeleri bile bir aralık düşmanları şaşırtmışken şimdi Bahr-i Sefîd sularını cevlân-geh ittihaz ettiler. Daha geçende [wild swan] ismindeki düşman transatlantiğini Cezayir sularında batıran bu kahramanlara bizden takdirler ve muvaffakıyet duaları.

0486_0059-108_0930

ELBETTE ZAFER BİZİMDİR, ELBETTE

     Azim ve metanet, itimad-ı nefs ve salâbet-i iradât almada muvaffakıyetin en mühim esası, hatta denilebilir ki yegâne amilidir. Hiçbir iş yoktur ki azim metin eshabı – marifeti, tezbiri rehber ederek, nâ-kabil-i zevâl bir sebat göstererek – onu kuvveden fiile çıkaramasın. Bu bir hakikat, fakat medid tecrübelerle sabit olmuş bir hakikattir ki tarihin hangi parlak sahifesi açılırsa açılsın birer misaline tesadüf olunur. Uzağa gitmeğe ne hacet? İşte müttefiklerimiz Almanlar! Hudutsuz denecek derecede fevk-al-tasavvur muvaffakıyetlerinin seri bu noktada mündemiç değil midir? Bu hakikati bizde şu müthiş, cihanşümul cenk ve cidalde kendimiz de tecrübe etmedik, ayn-el-yakîn idrak eylemedik mi? Balkan harbinde zabt ve rabtdan ari, hüsnü idare ve metanet iradeden beri kaldığı zaman altı yüz bu kadar senelik şan şecaatini bi-nişan edecek mertebede aczi görülmüş olan ordumuz zaman idaresini metin ellerde, azimdar ve fedakârlarda his edince, sebat ve iradât ruh ulviyet ve hamasetine nüfuz eyleyince harikalar gösterdi. En takat ber-endaz müşkülat kırdı, itnâb kelâma ne hacet; mahalli mümkün kıldı. Bugün Balkan lekesini hûn hamiyetle silen, temizleyen ordumuz, kemiyet ve keyfiyeti itibariyle diğer düvel-i muazzamaya tesbiten cenin halinde bulunan donanmamız dünyanın en büyük üç devletini, o üç hasım can ve bi-amanımızı aczi mutlak içinde kıvrandırıyor, zaferden zafere koşuyor ve el-nihaye koşacak! Çünkü azim muvaffakıyeti, itimad-ı nefs ve şecaati ile tev’emdir. Daha iki gün evvel kahramanlarımızın Anafartalar’da ihraz ettiği şanlı galebe, şecaat ve istihkâr mevt cihetiyle harb sahalarının hiçbirinde misli görülmemiş olduğunu bütün cihan teslim etmektedir.

<<Eder tedvir âlem bir Mekke’nin kuvveyi azmi

Cihan titrer sebat pay erbab-ı metanetten>>

     Diyen büyük Kemâl ser muvaffakıyeti o iki satıra sığdırmağa muvaffak olmuştu. İşte bugün orduda, donanmada, bütün millette bu halet-i ruhiyeyi kazanmıştır. Bu ise silahımıza, necatımıza zaman katiyedir. Hiçbir fert, hiçbir nefer şüphe etmiyor. Dün gibi, bugün de, yarın da muzaffer olacağız. Muharebeden sonra da şanlı mesut yaşayacağız. İstikbalimiz emindir.

     Donanma.

MUSÂHÂBAT-I İCTİMÂİYYE

* * * *

Avâmil ictimâiyye

– 1 –

Avâmil maddiyye

Muharriri: Cenab Şahabeddin

     Bir cemiyetin terakki veya tednisine hizmet edebilecek müessirane <avâmil ictimaiyye> derler. Avâmil ictimâiyye bir nazara göre illet, nazar diğere göre ma’lûl olurlar. Her amil ictimai mâ-kablindeki silsileyi avâmil nispetle bir ma’lûl ve mâ’ba’dındakilere nazaran bir illetdir. Mesela ahlak bir amil ictimaiyyedir. Ahlaka nispetle iklim, mevkii coğrafi, tabiatı arziye, mahsulatı ziraiyye ve saire gibi müessiratı maddiye, ırkı veraset gibi müessiratı uzviye, ahvali iktisadiye ve irfaniye gibi müessiratı ictimaiye birer silsileyi mukaddemat teşkil ederler ve bilakis şekli idare ve kavânîn – ahlaktan doğan bir silsileyi netayiçtirler.

     Avamil ictimaiye her âmil misilli birer kuvvetdirler ve binaenaleyh her kuvvet gibi bir taraftan kendisini tekvin eden kuvvetlere ve diğer taraftan kendisinden vücuda gelen kuvvetlere alakası vardır. Semereyi ictimai olan kuvvetler bilahare cemiyet üzerinde icrayı nüfuz ederler; Mamul cemiyet iken âmil cemiyet olurlar. Mesela lisan gibi; Hiç şüphe yok lisan bir mahsulü cemiyettir. Hayat ictimaiye olmasa lisan vücut bulamazdı. Hâlbuki bu mamul ictimai en mühim avamil ictimaiyeden olmuştur. Cemiyetin neşvünemasını ta’cil veya tecil eder.

     Avamil ictimaiye ya maddi olur, ahval cevviye ve arziye gibi; Veya uzvi olur, ahvali ırkıye ve irsîye gibi; Veyahut muaşşırı olur, ahval ahlakiye ve itikadiye gibi.

     Avamil maddiyeye avamil hariciye dahi denebilir. Zira cemiyete hariçten icrayı nüfuz ederler. Avamil uzviyeye avamil ferdiye dahi denebilir, çünkü efradın hayat hususiyesine müteallik olup cemiyeti ancak dolayısıyla müteessir ederler.

     Avamil muaşşırıye iki büyük sınıfa münkasımdır: Birinci sınıftaki avamile nispetle cemiyet evvela münfiil, sonra fail vaziyetinde bulunur; İnkısâm âmâl, taklit ve terbiye, harb misli avamil bu cümledendir. İkinci sınıftaki amil muaşşırıyeye nazaran cemiyet bilakis evvela fail, sonra münfiil mevkiinde bulunur; lisan, itikadat, ahlak ve adet bu cümledendir.

     Nüfuz avamilden ancak kemali medeniyete eren akvam fazla haberdar olur. Bermutat cemiyetler tesiri avamilden bihaberdirler. Avamil ictimaiyeden mütevellid ahvali ya esbabı mevhumeye isnad ederler, yahut mevcudiyet esbabdan gafil olarak asar avamili izhar eylerler.

     Bahusus akaid, elsine ve ahlak gibi avamil muaşşırıyeyi hedâyâ semaviyeden ad etmeyerek istiknâh hakikate çalışan cemiyetler pek mahduttur. Ancak hey’et-i mütemeddine içinde bazı nevâdir fazla tahkik etmişlerdir ki ruh-i cemiyetin akaid tarz-ı hissiyatını, lisan siyâk efkârını, ahlak da meyli iradetini gösterir. Ruh cemiyetin makbulü olan bir fikir evvela bir his olarak silsileyi itikadatına, ba’de kelime olarak silsileyi lügatına ve nihayet bir şekli icrayı alarak silsileyi ahlakiyatına dâhil olur. [ * ] Ruh cemiyetin şekli bâtınısını itikadat, şekil zahirisini lehçe ve şekil ameliyesini ahlak tayin eder. Lisan ancak hissiyat

0486_0059-108_0932

Donanma cemiyeti Fatih merkez heyeti:
Azadan Nuri Bey, Kâtip Hamdi Bey, reis Hacı Şevki Bey, azadan Mustafa Bey,
Azadan Kazım Bey.

 

     Vicdaniyeyi ifade için tevsi olunur. Ahlak daima itikadata göre bir şekil mahsus alır. Lisanın menbağı hissiyat, ahlakın kalıbı akaiddir. Cemiyetin zekâsına kamusu, hissiyatına zanûn ve nazariyatı ve iradesine kavâid-i ahlak miyar olur.

     Ne lisan, ne akaid, ne de ahlak efrada ait olamaz, cemiyetin mahsulüdür. Bir de bu avamil silsile arasında bir irtibat vardır. Biri diğerine mevlid olur. Mesela ölüm fikrini alalım. Bu fikir evvel emirde havf ve ümit, huşû ve hürmet, temayül ve tenâfür gibi bir silsileyi hissiyat tevlid eder, sonra bu hissiyatı ifade edecek bir silsileyi kelimat doğar. Nihayet o hissiyatın mahsulü olarak ahlak cemiyete bir silsileyi ahkâm munzamm olur. Hissiyat ile alakadar olmayan fikir ve bu fikir ve arzuya istinad etmeyen fiil ve amel yoktur.

     Hayat cemiyet üzerindeki dereceyi nüfuzları itibariyle acaba üç sınıf avamil ictimaiyeden – yani avamil maddiye, avamil uzviye ve avamil muaşşırıyeden – hangileri galiptir? Vakayı tarihiyenin birer zadeyi tesadüf olmadıkları ve hadisat saire gibi kanun illetin tarihte de cari olduğu anlaşılınca izah mesaile için sırasıyla evvela esbabı maddiye, sonra esbabı uzviye ve nihayet esbabı muaşşırıye tetkik olundu. Montesquieu ile birlikte bazı mütefekkirin bütün şöven tarihe menşe olmak üzere şerait coğrafyayı kabul ediyorlar. Bunlar nazarında hayat ictimaiyeyi avamil arzuya tayin eder. Muaşırr beşeriyenin temevvücât medeniyesi bir iklim, bir tabiat arazi, bir daireyi tûl ve arz meselesidir. Ve ahval-i muhitat ile bir cemiyetin adet ve itikadatı, lügati, kavanini, şekli idaresi, bütün asar-ı muaşşırıyesi izah olunabilir.

     Arthur de Gobineau, emsali hayat ictimaiye üzerinde en büyük müessir olarak esbabı uzviyeyi tanırlar. Derler ki: terakki ve temeddün için yaratılmış ırklar vardır ki daima çalışır; Her an icad eder ve la-inkıta icrayı fütuhata mazhar olurlar. Bunlara uruk mümtaza diyebiliriz. Bunların bir tabaka dûnunda bir takım ırklar da vardır ki uruk mümtazanın mahsulat dehâetini taklid ve usul fikir ve hayatını kabul ederler; Bunlara da uruk müstaidde denebilir. Ve en aşağı tabakada tenperör, kanaatkâr, müsteskal fiiliyat ve düşman tağyir ve tebdil bir takım uruk süfliye vardır. Diğer cihetten uruk mümtaza ve müsteideden biri terakkiyat diniyede, diğeri ihtiirâât sanayide, öteki fütuhat askeriyede, dördüncüsü keşfiyat ilmiyede temayüz eder.

     Son zamanların erbabı tahkikinden bir kısmı da ahvali ictimaiyeyi harekâtı nüfusiyeye, inkısâm a’mâle, taklid ve terbiyeye, adet ve akaid, elhasıl avamil muaşşırıyeye isnad ettiler.

     En doğrusu şudur ki avamil ictimaiyenin kâffesi, fakat derecatı muhtelifede müessirdirler. Vukuat muaşşıriyede hepsinin mantıka-i nüfusu his olunur. Bundan başka avamil mütenevvi yekdiğerini tadil ederler. Mesela şerait iklimiye şerait ırkıyeyi ve şerait ictimaiye şerait arziyeyi değiştirir. Müstaid faaliyet olmayan bir ırkı menâat arzıye ve hisset terbiye çalışkan eder ve bilakis faal bir ırk, etrafından teshilât hayatiyeye mazhar olunca sarfı mesaiye lüzum his etmez ve ale-l tedric bu tasarruf mesai bir tembellik şeklini alır.

     Avamil maddiyeye isnad rüçhan edenler akvamın bilhassa bidayet hayatıyesini nazarı dikkate alanlardır. Ve bilakis avamil muaşşırıyeyi en ziyade zi nüfus görenler heyet mütemeddinenin son safahat mevcudiyetini düşünenlerdir. Cemiyet ibtidaiyeye göre meratib avamil – maddiye, uzviye ve muaşşırıyedir. Cemiyet mütekemmüleye nazaran bilakis – muaşşırıye, uzviye, maddiyedir. Yani dereceyi medeniyetle mütenasip olarak avamil maddiyenin nüfusu azalır, avamil muaşşırıyenin nüfuzu çoğalır.

     Bir cemiyet nevzad üzerinde evvela esbabı maddiye bir istidadı hayat tevlid eder. Avcılık, çobanlık, balıkçılık, ilh… ba’de bu eşkâl hayattan her biri bazı eşkâli ictimaiye ve teşkilatı muaşşırıyeyi istilzam eder. Ancak âlem bedavattan uzaklaştıkça din, edebiyat, kuvânîn, ilh… Gibi avamil muaşşırıyenin nüfuzu his olunmağa başlar. Ancak bir tabakayı temeddünden sonra avamil muaşşırıye hâkimiyet alır.

     Bir de şurası muhakkaktır ki sunuf silsileyi avamilden avamil maddiyenin tesiri batı, avamil uzviyeninki mutedil ve avamil muaşşırıyeninki bilnisbe seridir. Mesela asrı ahirede Japonya’nın terbiyeyi muaşşırıye sayesinde vücuda0486_0059-108_0933

10 Temmuz yevm mübeccelin kutsiyeti urbana izah olunurken

 

Getirdiği asar-ı terakkiyi avamil maddiye veya uzviyeden beklemiş olsaydı kim bilir daha kaç yüz veya kaç bin sene mevkuf intizar kalması lazım gelecekti! Hiç şüphe yok ki bu aksa-yı şark sekenesinin bir rebi asırda yaydığını en müstaidd bir ırk en müsait şerait maddiye dâhilinde yapabilmek için pek çok asırlara muhtaçtır.

     Fakat tekrar edelim ki avamil muaşşırıyenin aslı da taharri edilince avamil uzviye ve maddiye çıkar; Avamil muhtelife arasında rabıta vardır.

     Avamil maddiye. – bunların dereceyi nüfusunu tayin pek mümkün değilse de tesirleri gayri kabili inkârdır. Eğerci biraz batı, fakat kati surette hayat cemiyeti tadil ederler. Filhakika görüyoruz ki bermutat aynı iklimde, aynı medeniyet doğuyor. Şeraiti iklimiye miktar nüfusu tadil ve ahval ırkıyeyi tebdil ediyor; Aynı müessirat hariciye tahtında cemiyet aynı harekât ve ef’âli icraya mecbur oluyor, aynı ef’âl ve harekâtın tekerrürü aynı âdetin tahdisini intaç ediyor. Aynı adet aynı ahlak ve ahkâmı doğuruyor ve cemiyete muayyen bazı hissiyat ve muayyen bir şekil zihni veriyor.

     Hararet ve rutubet gibi ahvali iklimiyenin faaliyeti beşeriyeye ne kadar mütehalif istikametler ahzına sevk ettiği malumdur. Soğuğa karşı mücadele mecburiyeti hayatı ictimaiyeye başka bir şekil, sıcağa karşı tahaffuz ihtiyacı başka bir şekil verir. Eğer kürreyi arzın her tarafında bürûdet-i kat’iye münteşir olup da bütün rû-yi zemîn Laponya halinde bulunsaydı lâ-büdd bütün faaliyet beşeriye tadil bürudete masruf olacak, ömr-i beşer yağ ve kürk tedariki ile geçecek, cereyanı medeniyet duracak ve bütün halk-ı cihan Eskimo’lar gibi vahşi kalacaktı. Muhakkaktır ki faaliyet dimağıye ancak esbabı refah içinde başlar. Ve devamı şerait mutedileyi iklimiye ister. Biz bile muhât olduğumuz iklim rahim içinde ne yazık pek sıcak günlerinde, ne de kışın müncemid saatlerinde – eğer vesait sanayi ile istihsal itidale muvaffak olamazsak – şayanı dikkat bir faaliyet dimağıye gösteremeyiz.

     İlk medeniyetler ekalim mutedilede görüldü; Mısır, Keldan, Fenike, Yunan, Roma medeniyetleri gibi.

     Ekalim hârenin aksamı ratîbesi faaliyete müsaid olmadığı cihetle ratîb ve hâr mevâki tarih medeniyete hemen hiçbir şey borçlu değildir. Oralarda ikamete mecbur kalanlar – elyevm Afrika ve Amerika kabail vahşiyesinde görüldüğü veçhile – nimeti medeniyetten mahrumiyete mahkûm ad olunabilirler.

     Hâr ve yabis yerler bi-n-nisbe faaliyete müsaiddir. Misal olarak, Mısır, Arabistan, İran ve Mongoliya irae olunabilir ki medeniyete hizmetleri müsellimdir. Ber mutad yübûset bir meyil şedid tevlid ettiği için belâd yabisede faaliyeti beşeriye bilhassa cengâverlik şeklini alır: İran, Türk ve Arap tarihlerini tahattur edelim.

     <<meseleyi arazi>> Dolayısıyla avamil maddiyenin bir kısmından bahis etmiştik. Burada onları tekrar etmeyeceğiz. Ancak cereyan medeniyet üzerinde nüfuz mühimme görülen mahsulat arziye bahsini biraz tefsile lüzum his ediyoruz.

   Ecdadı ibtidaiyemiz için üç tarik taayyuş vardı: < 1 > meyvecilik, < 2 > avcılık, < 3 > balıkçılık.

     Eşcar müsmiresi mebzul yerlerde bulunanlar topladıkları meyvelerle beslenirlerdi. Haşayiş ve hayvanatı bol mevkilerde yaşayanlar av etleriyle geçinirlerdi. Deniz ve dere kenarında oturanların ağdiyesi balıklar ve hayvanat naime idi.

   Şu üç nevi gıda üç şekil medeniyete menşe oldu. Evvela hemen ihtiyaç ağdiye ile birlikte kaydı tasarruf doğmuştu. Meyve, av, balık, her ne ile tağdi ederse etsin insan ne her zaman dallarda esmar, ne de ovalarda av bulacağından emin olmadığı için eyyâm-ı kaht ve idbâra mahsus olmak üzere agdiyenin bir kısmı tasarruf ve muhafaza edilmek lüzumu his olundu. Bu hissin inkişaf ve ittisâğı sayesinde meyveci çiftçi, avcı bir çoban ve balıkçı bir gemici oldu.

     Eşcar müsmiresi mebzul yerlerde ikamet edenler bi-n-nisbe bi-s-suhûle tedarik agdiyeye muvaffak oldukları için sarf unf ve şiddete alışmadılar. Avcılar gibi kavi bünye ve şedid-l-sule değildiler. Mücadeleden ziyade sulhu severlerdi. Bundan başka devri bedavetleri gayet kısa oldu. Etrafın sahavetinden memnun oldukları için bulundukları mevkide birleşmek istediler. Pek çabuk devri huzuriyete girdiler.   Şekl-i hazariyetle birlikte fikr-i mülkiyet doğdu. Herkes yerleştiği mevkiin maliki olmak istedi ki orasını imar ve ıslah için sarf edeceği mesai hebaya gitmesin. Yalnız meyvecilikle taayyüş edilemeyeceği anlaşılması üzere ekip biçmek lüzumu anlaşıldı. Her ferd karargâhı etrafında malik olduğu bir bahçede küçük bir çiftçi hayatı yaşamağa başlamıştı. Aileler teşkil etti. Bir bahçeden taayyüşe mecbur olanlar aile şeklinde taaddüd edince taksim mesai ihtiyacı his olundu. Daha sonra kuvayı tabiyeden istifade tarikleri düşünülmeğe başlandı ki fikir icadın meşimesi oldu. Hububatı ezmek için nâ-tırâşîde taşlardan kaba değirmenler, toprağı eşmek için kalın dallardan gayet iptidai sapanlar yapıldı.

     Avcılık kayd-ı tasarrufla birleşince tahıl hayvanata te’hil hayvanata ve dolayısıyla çobanlığa sevk eder. Hayvanat ehliye hayvanat vahşiyeden çıktığı gibi çoban da avcıdan çıkar. İnsanın hayvanat ile ilk münasebeti sayd, ikincisi ra’y olmuştur. Her zaman aradığı şikârı bulamayarak bir gün aç kalmak korkusu avlardan bir kısmını diri diri saklamak ve beslemek lüzumunu his ettirdi. Zira pek erken anlaşılmıştı ki ölü hayvanların etleri çabuk kokar. Ve bundan naşi uzun müddet saklanamaz. Canlı şikâr saklamak çobanlığın mukaddemesi idi. Mamafih her avcı çoban olamadı. Zira bunun için iki şart lazımdı. Bir taraftan koyun, keçi, öküz gibi kabil-i te’hil hayvanlar bulmak, diğer taraftan bu hayvanatı beşliye bilmek meralar civarında bulunmak. Bu iki şarta mehil ictimai olduğu için Asya çölleri ve bilhassa Altay ile Himalaya silsileleri ve Mançuri ile Pamir dağları arasındaki vasi ovalar velüd bir çobanlar meşimesi oldu.

     Hayat ra’yanenin icabı ictimaiyesi evvela şirket mülkiye oldu. Yaylaklar herkesin mal müştereki idi. Çiftçilerce pek çabuk kabul edilen <arazi temlik> fikri çobanların merdûdu oldu. Onların itikadınca insan sürüye malik olabilir, fakat mer’aya temlik edemezdi. Ovalar umumun malikânesi idi.  

     Saniyen çobanlığın neticesi bedevilik oldu. Sürüleri için yaylak tahrisetine mecbur olan çobanlar bir noktada istikrar edemezlerdi. Sürüleri gibi ve sürülerini takiben otlak ararlardı. Bu ihtiyaç çobanların göçebelikten çıkıp hal-i hazırıyete dâhil olmalarını tehir etti. Türkiye’de yaşayan Türkmen ve Arap aşiretlerinin kısmı azamisi hala bu devri bedavettedir, hala çadırlarda göçebe halinde yaşarlar. Sürüleri, kendileri ve ikametgâhları hep birlikte mütemadiyen tebdil makarr ederler.

     Eğerci avcılar da çobanlar gibi hal-i bedâvette geçinirler. Fakat iki bedâvet arasında şayan-ı dikkat farklar vardır. Evvela çoban cemiyetleri büyük aileler veya küçük oymaklar ve aşiretler şeklinde muntazaman ve müctemian hareket ederler. Oldukça mühim bir heyet müctemia halinde bulundukları için az çok intizam ve nizam ile karargâh değiştirirler. Tebdil ve ittihaz makarr hususunda ihtiyarların sözleri dinlenir. İhtiyarların rehberlik şeklinde başlayan bu mevkileri ale-l-tedriç bir matbûiyyet şekil ve nisbetini alır. Çoban cemiyetinde yaşlılar mutâa ve muhteremdir.

     Avcılar takib-i şikâr ile gayri muntazam ve serseriyane bir tarz dolaşırlar. Avcı cemiyetleri hiçbir zaman çoban cemiyetleri nisbetinde kesb-i ehemmiyet edemez. O cemiyetlerin aile dairesini tecavüz ettiği nadiren görülür. Avcı cemiyetlerinde kuvvet ve cesaret yaş ve tecrübe yerini tutar. Bu cihetle takdir umumi genç ve dinç olanlara sarf edilir. İhtiyarlar her zayıf ve aciz olanlar gibi istihkar olunurlar.

     Çoban cemiyetlerinde pederler, avcı ailelerinde valideler mazhar-ı hürmet olur. Zira avlağında baba, berikinde ana ailenin merkez mustakarıdır. Avcılarda babalar daima ağuş aileden uzakda avlandığı için idareyi aile analara kalır. Efradı aile büyük ve amir olmak üzere bermutat valideyi görürler. Bu halin neticesi olarak avcı ailelerinde bir nevi saltanat-ı nisvan cereyan eder.

     Çoban cemiyetlerinde sürüleri idare ve hayvanatı terbiye adeti bir nevi istidad hakimiyet verir. Koyunlara emir eden insanlara da emir etmek ister. Etrafından itaat bekler. Bundan naşi çoban cemiyetlerinde bir nevi hükümet aile hâsıl olur. Efrad arasında bir matbuiyyet ve tabiiyyet münasebeti tevlid eder. Eslâfa hürmet ki fikir diyanetin meşimesi olmak üzere telakki olunur. Çobanlarda pek erken başlar.

     Avcı cemiyetlerinde tefrik o kadar mucibi zaaf değildir. Halbuki sürülerini müdafaa ve muhafazaya mecbur olan çoban cemiyetlerinde kemiyet adeta calibi emniyettir. Avcılar münferiden de avlanabilirler, halbuki çobanlar kalabalık bulunmağı tercih ederler.

     Çoban sütle yaşar, çadırda oturur, hayvanat postları ile örtünür. Teşebbüs şahsiye, mübadeleye, ticarete meyli ihtiyaç his etmez. Çoban hayatı insanı taksimi mesaiye, sanayie, teceddüde sevk eylemez. Çobanlar âleminde muhafazakârlık bir uknûmdur. Bu cihetle çobanlar anane perver olurlar, tebdil ve tağyir onlarca hoş görülmez. Hayat eslafı takip etmek, işte bermutat arzuvi ahlaf budur.

     Cemiyet eslaf çobanları dindarlığa sevk eder. Çoban cemiyetleri evvela başları üstünde her zaman azemetini gördükleri güneşe, aya, yıldızlara ve sonra bunların halikine taabbüd etmişlerdir.

     Çobanlar cenkçi ve muharib olurlar. Ara sıra sürülerine hücumu kendilerini müdafaaya ve bilmukabele hücuma, elhasıl muharebeye alıştırır. Çiftçi aşiretler için çoban kabileleri bir muhatarayı daimedir. Arazii Kalde ve arazii Asuri müstevli olan hemen daima kabail raiye idi. Yekdiğerini müteakip Mısırı fetih eden Higuşlar, Araplar ve Türkler, hepsi aslen aşairi raiyeden idiler.

     Bu mülahazata <meseleyi arazi> den bahis ederken bast ettiğimiz hususatta ilave edilince avamili maddiyenin hayat ictimaiye üzerindeki dereceyi nüfusu hakkında bir fikir takdir hâsıl olur.

     [ * ] – Buradaki akaid tabirinden murad akaid-i diniye olmayıp her kavmin hakikat ad ettiği zanûn ve nazariyattır.

     Cenab Şahabeddin

0486_0059-108_0937.jpg - 2

İtalya’nın Amalgi zırhlı kruvazörü batarken.

     Bundan bir müddet mukaddem İtalya’nın HMS Amalgi zırhlı kruvazörü Adriyatik Denizinde bir Avusturya tahtelbahri tarafından gark edilmişti. Mezkur zırhlı kruvazör, İtalya’nın en iyi sefaini harbiyesinden biri olup 10400 ton cesametinde, 24,6 mil sürate haiz 4 adet 25,4 lük, 8 adet 19 luk, 16 adet 7,6 lık, 2 adet 4,7 olmak üzere 30 adet top, 2 makinalı tüfek, 3 torpido kovanıyla mücehhez idi. Yunanistan’ın mahud Averof’u da bu sistemdedir.+

SİYASET VE HARP

     Siyaset, bir devletin hayat dahiliye ve hariciyesini idame için takibini muvaffak gördüğü meslektir. Ale-l-husûs bir hükümdar, nazır, hükümet veya bir fırkayı siyasiyenin, menafii milliyeye en muvaffak olarak kabul ve takip ettiği hatt-ı harekettir, diye tarif olunur.

     Siyasetin muhtelif cinsleri vardır. Burada mevzuu bahis olan siyaseti milliyedir.

     Milli siyasetler iki umumi sınıfa ayrılmıştır;

     [ 1 ] – Siyaset dahiliye, [ 2 ] – Siyaset hariciye. Siyaset dahiliyeye ait münâzaât siyasi fırkalar beyninde ve re’y sandıkları başında hal ve fasıl edilir ve askerliğin bunlarla hiçbir alakası yoktur. Siyaset hariciye hükümet tarafından tesis ve takrir edilir ve buna ait mücadelat ya diplomasi veya harp tarikiyle fasıl edilir. Biz bu cins siyaseti yani neticede harbe müncer olan siyaset hariciyeyi ve bununla harp beynindeki münasebeti tetkik eyleyeceğiz.

     Siyaset hariciye iki kısımdır. ( 1 ) tecavüzi, yani ülke veya menafimizi hudut hazıreleri haricine tevsi etmek. ( 2 ) tedâfûi, yani vatan ve menafi mevcudamızı düşman tecavüzüne karşı muhafaza etmektir.

     Tecavüzi siyaset, kavl ü fiilini yürütmek için tecavüzi sevk-ül-ceyşe diğeri de tedâfûi sevk-ül-ceyşe muhtaç olduğundan siyaset hariciye ile siyaset askeriye bir birinin aynı denilse bile aralarında pek sıkı irtibat ve münasebet vardır. Askeri ve harici siyaset aynı şeyin yani siyaset milliyenin, muhtelif iki veçhelerinden ibarettir denilebilir.

     Muharebat ahirenin kaffesi milli siyasetlerin tesâdümünden husule geldiği için maksat siyasiyi tayin eden siyaset hariciye bittabi maksad harbiyi de kontrol eder. Binaenaleyh şayet beriyye ve bahriye hükümetin diğer hükümetlere karşı kullandığı siyasete âgeh olmalıdır ki; Diplomasi iş göremeyecek bir hale geldikte, harp onun yerini alsın. Ve notaların yerine muharebelerin kaim olabilmesi bilâ tehir icra edilerek memleket hedefini değil, bu hedefe vasıl için, yalnız vasıtasını değiştirmiş olsun.

     Hakiki bir siyaset; Maksada vasıl olmak için her fırsat ve vasıtadan istifade edilerek ana hatt-ı hareketten hiçbir veçhe ile inhiraf edilmeyen ve nesilden nesile tamamen takip edilerek önünde büyük ve muayyen bir hedef arkasında büyük bir kuvvet bulunan siyasettir.

     Vükelanın sıkça sıkça değişmesinden dolayı devam ve sebatı noksan olan hükümet avamda siyaset milliye pek zayıftır. Hükümet havas, bu hususta üç büyük menfaate maliktir. ( 1) siyasetin devamlı bir surette takibi, ( 2 ) müttefik bulmak için fazla iktidar, [parti münazaasından azade bir hükümet daha imtidadlı itilaflar temin edebilir.] ( 3 ) daha tecrübeli nazar, (uzun müddet reis idarede bulunmalarından.) Bir hükümetin; beynelmilel bir mücadele muvacehesinde, göstereceği ehliyet ve kabiliyetin birinci nişanesi, kendi fikrini kati olarak tayin edebilmesi ve hayatı ehemmiyete haiz olup, gerek sulh ve gerek harpte, bilâ tereddüd takip edilecek maksad ile ikinci derecedeki arızi maksadı suhuletle yekdiğerinden tefrik edebilmesidir.

     Bir hükümdar mutlakın elinde yalnız bir baş, hükümetin siyasetini takrir ve harb zamanında sevk-ül-ceyşini idare eder. Hükümet avamda ise siyasi fırkaları temsil eden rical ile politikacıların heyeti mecmuası siyaset hariciyeyi tayin ve tahdid ederler. Rüesâ askeriyede harp planlarını tertip ve muharebeleri sevk ve idare eylerler. Bu hal, siyaset ve sevk-ül-ceyşin hareket müşterekesini oldukça güçleştirir.

     Müzakerat diplomasiye duçarı inkıta olduğu, yani harp başladığı vakit siyaset seyr-i tabiisini başka vasıta ile icra ve ikmal edildiğinden ricali siyasiye hala vukuata hâkimdirler ve harekat askeriyeyi maksatlarına tevfik ederler. Bu sebepten ricali hükümet diplomasiyi olduğu gibi, harbi de tetkik etmelidir. Bu tetkikat bittabi yalnız harbin esasatı umumiyesine, vesaitine, menbaına ve harpten beklenilen gayeyi istihsal için icab eden kuvvetlere münhasırdır.

     Harbin istihdaf ettiği maksad siyasi evvelce siyaset tarafından tayin edileceğinden, siyaset harbe emir eder, yapılacak harbin şeklini tayin eyler ve hangi vesait, menabi ve ne miktar masrafla idare ve idamesini temil eyler. Maksat hâsıl oldukta harbin durdurulacağı zamanı bilir. <<Koluzavich harbin hudud esasiyesini rüesâ askeriye değil, ricali siyasiye çizer>> demiştir. Bunun için harp, siyasete muavin ve onun bir kısmı olduğundan siyasiyunun harbi, kumandanların da siyaseti mütalaa etmeleri elzemdir.

     Bir milletin rehberinin, diğer bir hükümet ile münazaalı bir meseleye dair muhabereye başlamadan evvel bu meselenin kendi milleti için ne derece haizi ehemmiyet olduğunu ve her ne bahaya olursa olsun takip edilmesi icab edip etmediğini tayin eylediği, keza diğer hükümetin de bu meseleye hayatî bir ehemmiyetle bakıp bakmadığını bildiği farz olunur. Eğer iki taraf da bu hususa kemali ciddiyetle sarılmışlarsa <kuvvet denemek çaresizdir>.

     Hükümet avamda ahalinin harbi tetkik ve mütalaaları daha ziyade ehemmiyetlidir. Zîr ercâl hükümetin sık sık tebdilleri arasında, siyaset milliyenin sebat ve devamı, ahalinin siyasetin istinad ettiği efkar esasiyeyi dereceyi idraki ile mütenasiptir.

     Bunları bir tertibe korsak;

     ( 1 ) Hükümet siyaseti tayin ve takrir eder.

     ( 2 ) Rüesâ askeriye siyaset harbe müncer olunca neler icab edeceğini hükümete bildirir.

     ( 3 ) Hükümet ahaliyi o veçhe ile terbiye eder ki, ahali mesuliyetinin derecesini anlar ve harb zamanında bunlara karşı durabilmek üzere kendisini hazırlar.

     Maksadını iyi bilen bir hükümet neticeyi pek mühim olan bir mesele için ve kuvayı küllicek kavganın mebdeîni süratle keşf eder, henüz ortada bir nişane yok iken müstakbel bir harpte göreceği mukavemeti tahmin, bütün ihtimalatı tahlil eyler. Bütün müşkülatı düşünür ve tekmil zuhurata göre hazırlanır.

     Mabadı var

İ’TİDÂL-İ DEM

     [Her şeyde muvaffakıyet düşünceye, düşüncenin de selametine mütevakkıftır. Beşer hilkati muktezası bir takım zayıf ve hassas nukad ruhiyeye maliktir. Göreceği işin ehemmiyet ve mahiyeti o hassas noktalara tesir ederek, selamet muhakemeyi tehlikeye düşürür. O adım içinde muvaffakıyet ihtimali kalkar. En müşkül dakikalarda en mühlik anlarda muhakemesini kayıp etmeyenlerin her halde o mehlikelerden tahlis-i girîbân ettikleri görülüyor. Bu hususta bir amil ruhu olarak görülen şey (i’tidâl-i dem) dir. İ’tidâl-i dem nedir? Aksi nedir? Ne ile elde edilebilir? Bunları bilmek şüphe yok ki; Hayatta muvaffak olmak isteyenler için ihmal edilir bir şey değildir.]

     Nefsine hâkim olamayan kimse kurnaz bir hasma her zaman mağluptur, onun her zaman esiridir. Bu gibiler, istifade etmesini bilen adamlar elinde güzel bir yem olur. Çünkü;   Hâkim olamadığı nefsi düşmanına karşı bir takım alaim vechiyye ile izhârı endişe eder. Hasım o alâimin veçheyi istikametine göre tayin hareket eder. Hücumlarını o cihetlere tevcih eder. Ve şüphe yok ki; muvaffak olur. Bu bir zaaftır. Buna mani olmak için izhâr-ı hayat etmemek lazımdır. İşte bu luzumenin tatbiki halinde elde edilecek hasılata [i’tidâl-i dem] ismi verilir.

     Bazıları bu hasletin adem-i lüzumuna kail olarak serbest etvara malik olmak daha müreccah ve makbul olunduğu mütalaasında bulunurlar. Bu nokta-i nazarları [i’tidâl-i dem] muvacehesinde şayan-ı iltifat olunamaz. Çünkü i’tidâl-i demden garaz mürailik ve riyakarlık değildir. Yani duymadığı bir hissi taşır gibi görünmek değildir. Bilakis hazz ve gam, keder ve neşe hiçbir şeyi belli etmeyerek lakayd ve bi-his bir çehre göstermektir. İ’tidâl-i dem adeta bir siyah perdeye benzer. Ardında ne bulunduğunu keşf etmek kabil olamaz. Halbuki riya böyle midir? İhtisasatının aksini iltizam eder. Mağmum iken neşeli, mesrur iken hadid görünür. Bu tarz gerek ahlak, gerekse ameli nokta-i nazarından makbul değildir.

     Hissiyat, gayri iradi bir takım harekat ile az çok izhâr olunur. Tecrübe görmüş olanlar için bu gibi harekattan, sahibinin keşif hissiyatı pek kolaydır. Pek çok kimse tarafından izhâr edile gelen bu harekat ale-l-ekser şu manaları tazmin eder.

     Eğer kaşlar kalkarsa hayreti ima eder. Sıkıntı kaşların çatılmasıyla anlaşılır. Endişeli bir adamın gözlerinin feri kaçar, donuklaşır.

     Müşkülata tesadüf edenlerin nazarlarında dalgınlık olur, göz kapaklarını kısarak uzakta bir şey görmeğe çalışıyormuş gibi vaziyet alır ki; Bu hal bir tarz-ı tesviye aradığına delalet eder. Hiddet, nazarlara şedid ve cilâ verir ve kaşlar gayri ihtiyari titrer, göz kapakları açılır.

     Burun deliklerinin kabarması ve üst dudağın biraz yukarı bükülmesi istihfaf ve tahkire delalet eder.

     Mevzuu bahis olan meseleye fazlaca alakadar olanların, ehemmiyet verenlerin, hutut vechiyyesinde gerginlik hasıl olur, ağız hafifçe açılır.

     Sabırsızlık esnasında ale-l-ekser ağız açılır ve harekette sürat ve ıttirâdsızlık görülür.

     Hâl-i melâlde hutut veçhiyye mağmum bir şekle girer. Gayri ihtiyari esnemeler görülür. Yahut ağız zoruna kapatılır ve burun delikleri kabarır, derin derin iç çekilir.

     Hutut veçhiyyenin tûlânî olarak çekilmesi ve yüzde küskünlük alâimi, yeis efham eder. Hülasa envai pek çok olan bu gibi harekat ve onların delalet ettikleri halet-i ruhiyeyi uzun uzadı fasıla hacet yak. Bunların zikrindeki kastımız insanın elinde olmadığı halde efham hissiyat etmesi meselesinin bedihi bir şey olduğunu göstermektir. Hayatta kazanmak, istikbaline hakim olmak isteyenlerin girişecekleri işlerde daima talihin hub çehre arz etmesi mümkün olmadığından arzu edilmeyen ahval zuhurunda bunlardan müteessir olduğunu bildirmemek avamil muvaffakıyetlerdendir. Bilhassa en ziyade çekinilmesi icab eden kuşkuluk ve rikkattir. İş kurdu olmuş birçok adamlar vardır ki; böyle bir andan derhal istifade eder.

     Nefsine hakim olan bir adam bu gibi hissiyatı izhâr etmekten ictinab eder. Esasen muamelatı hayatiyede tesadüf edilen kimselerin hepsi alicenab ve vicdanlı adamlar olamaz. Bir an için gösterilen zaaftan istifade edilerek sizi ızrar edecek kimselere her zaman tesadüf edilmektedir. Binaenaleyh hayatta muvaffak olan kimse, o bahtiyarlığını tesadüf ve mühitin yardımından ziyade kendi becerikliliğine mecburdur. Aksi kaziyeyi ele alırsak, sui talih omuzlarına çökmüş olan kimselerin o hali de beceriksizlik, ihmal, bilhassa zayıf iradeden neşet eder.

     Hayatta muvaffakıyet, bir sui sabitle tetviç eden arzuyu daimiyenin hakikate inkılabından başka bir şey değildir. Mevkie hakim olmak için de en iyi çare evvel emirde kendi nefsine hüküm edebilmektir.

     Binaenaleyh i’tidâl-i dem hayatta en büyük bir müessirdir. Bilhassa (Baş) olmak isteyenler evvelce bu hasleti elde etmelidirler.

     Birden bire elde edilen büyük servetler, büyük ve gayri muntazır muvaffakıyetler, tetkik edilirlerse i’tidâli demle muhakeme edilmiş planların tatbiki neticesi olduğu görülür. Bilakis hassas olanlar düşündüklerini, hatta saklamak istediklerini bile hasımlarına – harekat gayri iradeleriyle – izhâr ederler. Bundan dolayı daima mağlup olurlar. İ’tidâl-i dem sahibi bir adam, kendisi için meseleyi hayatiye hükmünde olan bir işde muvaffak olamaz ise hissiyatını ketum ederek teessür göstermez ve rakibi de o büyük şeyin adem-i tesirinden o adamın mevkiini gayet rasîn ve kavi zan eder. Bu suretle ale-l-ekser müşkül mevkilerden zararsızca kurtulurum.

     Şurası gayri kabil-i inkardır ki; Dünyada hayat için en lüzumlu şey servettir. Bunun şerait mahsusasını zikir etmeğe hacet yok. Kime sorulsa arzu ettiği şey zenginliktir. Bazı ahval olur ki – faraza: Hastanın sıhhati istemesi gibi – bir müddet için bir arzuyu sabit üzerine fikir saplanır. Bunlar istisna teşkil eder ve daimi olamazlar. Binaenaleyh her şey servet üzerinde döner. Bugün cihan, iktisadiyat ismi altında para ve istifade peşinde koşuyor. Mahrek-i arz şimdi odur. Halbuki zengin olmak için de ilk vasıta selamet muhakeme ve i’tidâl-i demdir. Maksat ve niyetimizin hissen suretle hız irae husul olmasında en büyük yardımı olacak haslet budur. İ’tidâl-i dem sahibi olanların yüzünden bir şey anlamak kabil olamaz. Onların çehreleri kapalı bir kitap gibidir. Ne kadar uğraşılsa mündericâtı anlaşılamaz. Bunların maksatlarına rakipsiz varmak ihtimali fazladır.

     Hülasa bu vasıf insanlar için ale-l-husus bu asırda pek lüzumludur. Herkes için hayatını kazanmak, bilhassa onu bir beygiran gibi taşımamak için refah hâli elde etmek nasıl bir amine ise onun unsur mevlidi olan i’tidâl-i dem elde etmek de en büyük bir amil olmalıdır.

Barbaros Zırhlısı şühedasından:

0486_0059-108_0940.jpg -2

Soldan 1 – Üçüncü bölük yüzbaşısı Kadıköylü Mehmet Galip Efendi.

2 – Birinci zabit Yüzbaşı Beşiktaşlı Ethem Efendi.

3 – Süvari sani kıdemli Yüzbaşı Tekfur dağlı Mehmet Efendi.

4 – Topçu zabiti muavini mülazım Sultanahmetli Neşet Efendi.

5 – Üçüncü bölük mülazım Üsküdarlı Sabri Efendi.

BARBAROS’UN MENÂKIB ŞAN ÂVERİ

     (Barbaros Hayreddin) zırhlısı battı, fakat kahraman geminin ismi de, namını taşıdığı büyük kaptan-ı deryanın hatırası gibi hafıza-i millette ebediyen yaşayacaktır. Bir Alman gazetesinin dediği gibi Barbaros Hayreddin’in namını taşımağa başladığı günden beri bu sefineyi harbiyenin ocakları hiçbir zaman sönmemiş, topları daima ateş saçmıştır. Hakikat, şu son seneler zarfında hiçbir devletin hiçbir sefineyi harbiyesi, devri meşrutiyetin ilk zırhlıları olan Barbaros ile Turgut kadar mütemadi bir faaliyeti harbiye göstermek gibi bir talihe mazhar olmamıştır.

     Barbaros ile Turgut 1327 senesinde Zat-ı Hazreti Padişahinin maiyet-i seniyye mülûkânelerinde Selanik’e gidip geldikleri tarihten beri hemen hiç istirahat yüzü görmemişlerdir. Hem sahili Osmaniye ahalisine sancağımızı göstermek, hem de talim ve manevra yapmak vesilesiyle Beyrut’a kadar icra ettikleri seyahati İtalya muharebesinin daimi karakol hayatı takip etmiş, arkasından Balkanlar harbi başlamasıyla gemiler, Kara Denizde, Marmara’da, Adalar Denizinde müsademeler, muharebeler icra etmişler, sulh akdedilip de İstanbul’a geldikten sonra tamirleri hitam bulmak üzere iken de harb-i umumi zuhur etmiş, iki emektar yine ibrazı faaliyete başlamışlardır.

     Bu vesile ile Barbaros’un, gönderinde Osmanlı bayrağının güzel hilâli temevvüce başladığı günden beri geçen altı senelik hizmetini hülasa etmek, Osmanlı donanma cemiyetinin, milletin seve seve verdiği paralarla satın alarak bahriyemize hediye eylediği bu zırhlıların hayat-ı faaliyetini karilerimize hülasaten bildirmek istiyoruz.

     Alman bayrağından Osmanlı sancağına:

     İlanı meşrutiyeti müteakip bütün millette, devletimizin ihtiyacatıyla mütenasip bir kuvve-i bahriye teşkil arzusu uyanmıştı. İaneler toplanmış, donanma cemiyeti teessüs edilmiş, ilk semereyi gayret olarak “Yadigâr-ı Millet” sınıfı dört muhrip satın alınmıştı. O sırada Yunanistan’ın Averof zırhlı kruvazörünü iştira etmesi üzerine devlet-i Osmaniye de tesisi muvazenet fikriyle, sefain-i harbiye almağa karar vermişti.

     Evvela Fransa ile İngiltere’ye müracaat edilmişti. O zamandan beri Türkiye’ye düşman olan bu iki devlet gemi satamayacaklarını söylediler. Nihayet Almanya vuku bulan müracaat üzerine 1100000 liraya “ SMS Brandenburg” sınıfı dört zırhlıdan ikisini devlet-i Osmaniye ye fürûht eyledi. SMS Kurfürst Friedrich Wilhelm ile SMS Weissenburg bir Alman amiralinin idaresinde olarak Çanakkale’ye geldiler ve “19 Ağustos 1326 Perşembe” tarihinde selam topları arasında merasim mahsusa ile gemilere Osmanlı sancağı çekildi. İki gün sonra da “Cumartesi 21 Ağustos” Barbaros ile Turgut bütün sahilleri dolduran İstanbul halkının semalara kadar yükselen şiddetli alkışları arasında mersâyı der-saâdete muvasalat ettiler.

     Talim ve manevra devresi:

     Osmanlı bahriyesi zırhlıları teslim ettikten sonra bir talim ve manevra devresi başladı. Bütün bu harekat esnasında SMS Barbaros Osmanlı donanmasının Amiral gemisi idi. 1327 senesi yazında, zat-i hazret Padişâhi, Rumeli’ye vuku bulan seyahat şahaneleri esnasında SMS Barbaros zırhlısına rakib olmuşlardı. Bu suretle sefine, pek az gemiye nasib olan bir şeref mahsusada mazhar olmuştu.

     Seyahat hümayun hitama erdikten sonra donanma Yaveran Hazreti Şehriyariden Tahir Beyin kumandasında olarak Adalar Denizine ve Bahri Sefide çıkmış ve muhtelif Osmanlı limanlarına uğrayarak Beyrut’a muvasalat etmiştir.

     İtalya muharebesi:

     Bu esnada İtalya muharebesi başlamış olduğundan Osmanlı donanması avdet emirini almış ve İtalyan kuvayı bahriyesine tesadüf etmeksizin Çanakkale’ye muvasalat eylemiştir. Başta SMS Barbaros olmak üzere bütün sefain harbiyemiz İtalya harbinin devam ettiği müddet zarfında, bir sene kadar, Çanakkale’de kaldılar. Sert rüzgarların güzergah daimiyesi olan Nara’da her gün, her gece, her saat silah başında, müheyya harb bir halde nöbet beklediler. Karakol vazifesini gördüler. Bu daimi top başında hali, Osmanlı donanmasını iyice yormuş, gemileri muhtaç tamir bir hale getirmişti.

     Balkan muharebesi:

     İşte bu hal içinde iken birden bire Balkan muharebesi zuhur etti. Eylülün son haftasında bütün gemiler, yekdiğerini takiben İstanbul’a geldiler. En ziyade tamire ihtiyaç gösterenler tersaneye girdiler. Diğerleri ise Karadeniz’e çıktılar. SMS Barbaros 1328 senesi Teşrinievveli zarfında müteaddid defalar Bulgaristan sahillerinde dolaştı. Bir defasında Varna limanı önünde Bulgar torpidobotlarına tesadüf ederek üzerlerine ateş açtı.

     Bu esnada şark ordusu Çatalca hatt-ı müdafaasına çekilmiş olduğundan, tersanede karinası ale-l-acele tathir edilmiş olan SMS Barbaros da Marmara’dan Çatalca müdafaasına iştirak etti. Bilhassa 28 likleriyle savurduğu mermiler, karadaki kıtaatımızın maneviyatını âlâ ediyor, mütevâlî isabetlerle Bulgar sufufunda büyük zayiat husule getiriyordu. O zaman SMS Mesudiye ile beraber SMS Barbaros’un ne kadar hissen hizmet ettiğine, sahilde ateşi tarassut eden kumandanların, harbin en şiddetli zamanlarında (yaşa Barbaros!) suretinde çektikleri işaretler pek bâhir birer delil teşkil eder.

     İmroz muharebesi:

   Çatalca muharebatını müteakip, Bulgarlarla mütareke akid edilmesi üzerine, donanma Çanakkale’ye azimet etmiş ve bir müddet istihzarat ve istikşafatta bulunduktan sonra 3 Kânunuevveli 1328 de Miralay Ramiz Beyin kumandasında Boğazdan huruç ederek İmroz adası açıklarında ilk defa Yunan donanmasıyla çarpışmıştır. Bu muharebede, Amiral gemisi olarak filomuzun başında bulunan SMS Barbaros şiddetli ve kahramanane bir surette harp etmişti. Ateşe iştirak eden bütün sefain arasında ilk düşman mermisine maruz kalmak ve ilk şehid vermek şerefi büyük “SMS Barbaros Hayreddin”in namını taşıyan bu zırhlıya nasib olmuştu. Averof’un 19 luk bir mermisi sefinenin iskele bordasına isabet ederek bir neferi şehid etmiş, ehemmiyetsiz hasarat ika eylemişti. Düşmana 3500 metreye kadar takrib etmiş olan SMS Barbaros’un ve sair gemilerimizin mütemerkiz ateşleriyle bunalan Averof’un muharebe sahasından uzaklaşması üzerine filomuz da Nara’ya avdet etmişti.

     Donanmamızın kuvayı külliyesi, düşman filosunu arayıp bulmak maksadıyla 22 ve 29 Kânunuevveli tarihlerinde, iki defa daha Adalar Denizine açılmış ise de düşmana tesadüf etmeden avdet eylemiştir.

     Mondros muharebesi:

     Nihayet 5 Kânunusanide Limni adasına gidilerek Mondros limanından çıkan Yunan filosuyla ikinci defa muharebeye tutuşulmuş, üç buçuk saat kadar devam eden Mondros harbi, son zamanlarda Osmanlı donanmasının icra ettiği en büyük muharebeyi bahriye idi. Bu müsademeyi muhimmede SMS Barbaros yine Amiral gemisi vazifesini ifa ediyordu. Düşman donanmasının müşahede edilmesi üzerine, bir zamanlar denizleri Türklüğün münkad fermanı eyleyen büyük Barbaros Hayreddin’in azametli sancağı, bütün donanma mürettebatının selam ve ihtiramı arasında, onun nam celâdetini taşıyan SMS Barbaros’un pruva direğine çekilmişti. Muharebe kesb-i şiddet ettiği zaman SMS Barbaros Hayreddin’in sancağı da gemisi gibi düşman mermilerinin isabetine maruz kalmıştı. Bu suretle kaptan-ı derya, ahfadının giriştiği harpte de yaralanarak hisse-i zî-şân gazasını alıyor, ruh muharibi, kim bilir kaçıncı defa, gazilik unvan iftiharıyla mazhar oluyordu.

     Mondros muharebesinde Barbaros donanmanın en kahramanane döğüşen, en çok hasara uğrayan, en ziyade zayiat veren gemisi olmuştu. Saatlerce müddet, bütün Yunan donanmasının mütemerkiz ateşlerine hedef olarak sefinenin muhtelif mevkiine muhtelif çapta 31 mermi isabet etmiş, bazıları büyük müşkülat ile söndürülebilen 11 yangın husule gelmişti. Mürettebattan 4 zabit 28 nefer şehid olmuş, 4 zabit 40 nefer yaralanmıştı.

     Balkan harbinin ikinci safhası:

     18 Kanun 1328 de Bulgaristan’la tekrar muharebeye başlanıldığı zaman Barbaros Şarköy’e asker ihracı harekatına iştirak etmiş ve birçok hizmetler ifa eylemişti. 5 Şubatta Barbaros son defa olarak Çanakkale’den Adalar Denizine çıkmış ve torpido muhripleriyle biraz dolaşarak avdet etmişti.

0486_0059-108_0941.jpg - 2

1 – Eczacı Mülazım evvel Ankaralı Bedreddin Ziya Efendi.

2 – Mühendis Kasım Paşalı Mehmet Hilmi Efendi.

3 – Mühendis Nevşehirli Mehmet Rıfat Efendi.

4 – Mühendis Tarsuslu Ömer Lütfi Efendi.

Barbaros diğer sefainle beraber 13 ve 16 Mart 1329 da yine Çekmeceye gelmiş, Kumburgaz ve Yalova sırtlarını topa tutmuş ve bu esnada 11 sahra topu mermisine hedef olmuştur. Donanma ateşlerinin harekat-ı beriyye ye bu defa da pek kıymetli yardımı olmuştu.

     Nisan ayında müzakerat sulhiye ye mübaşeret edilince Barbaros ile beraber bütün filo Marmara’da talimler ve manevralar icrasıyla meşgul olmuş, nihayet 15 Teşrinievvel 1329 da İstanbul’a gelerek bir ay tamire Halice girmiştir.

     Osmanlı – İ’tilâf-ı müsellese muharebesinde:

     Harb-i umuminin vukuu üzerine tamiratı sürat mümküne ile ikmal edilerek 1330 Ağustosunda Marmara’ya çıkmış olan Barbaros, Turgut ile beraber sahilin muhafazasına memur filoya tayin edilmişti. Düşmanlarımızın Çanakkale harekatına başlamaları üzerine Barbaros Boğazın müdafaasına iştirak etmiş, ve aşırma endahtlar yaparak Fransız – İngiliz sefain harbiye ve nakliyesine ihraç iskelelerine, sahile çıkan düşman kıtaatına pek çok hasarat ika etmiş, zayiat verdirmiştir.

     Barbaros Hayreddin 26 Temmuz sabahı, yine merkez hilafet ve saltanatın kapılarını müdafaa vazifesini ifa ederken bir düşman tahtelbahri tarafından gark edilmek suretiyle pür-şan ve şeref hayat cengâveranesi hitama ermiştir. Osmanlı milleti ve Osmanlı bahriyesi bu kahraman ve fedakar, şeci ve gazanfer sefine-i harbiyesi zabitan ve efrad-ı bahriyesiyle baki iftihar edebilir. Barbaros Hayreddin namı Osmanlı tarihi bahriyesine, ikinci defa olarak, bir sahifeyi şan ve iftihar ilâve eylemiştir.

     Abidin Daver

TEVFİK FİKRET RESSAM

     Merhum Fikret’in hatıratından:

 Şişli: Salı 9 Haziran 1331

     Fikret, yine kahverengi kadife gömleği, siyah kadife takkesi, yine dizlerinde battaniyesiyle salonun siyahlığına dayanmış, siyah kaplı bir kitap okuyordu. Odanın hisar kalesine nazır geniş penceresinden süzülen mutedil bir ışık yüzüne vurmuş, koyu gölgelerin içinde yalnız parlak bir sima taşırmıştı.   Onun bu heyeti ziya ve zılâl ressamı Rembrandt’ın filozof unvanlı [Philosopher in Meditation] tablosunu hatırlatıyordu. Biz girince kitabını, gözlüğünü yanına bıraktı. Mütalaasından ayrıldığı için müteessif görünmüyordu.

     Biz üç arkadaş da o kadar sevinmiştik ki! <<aşiyan>> ın her penceresi örtülü olduğundan şairi bulamayacağız zan ediyor, tırmanışımızın har adımında daha büyüyen bir ümitsizlikle kapıya yaklaşıyorduk.

     Fakat o hastalığından büsbütün sıyrılamamış olduğu cihetle bu sıcak günlerin bile en mühim kısımlarını odalar içinde geçirmeğe mecbur kalıyor. Mecalsiz bir kuş gibi yuvasından ayrılamıyordu.

     Bu büyük münzevi bazı oturduğu odanın pencerelerini kapandırarak siyahlığa bürünüp derin derin düşünüyor. Bazı, yanı başında bekleyen bastonunun yardımıyla o pencerelerden birine sendeleye sendeleye gidiyor, ve onun kanatlarını açarak oradan tabiata, pek sevdiği <mavi deniz>e kavuşurdu.

     Bizi adeta mütehassir bir tebessümle karşıladı.   Yüksek alnında daimi bir melalin gölgeleri dolaşıyordu. Şevket Bey, tahta üzerine yaptığı bir çini resmini şaire takdim etti. Oh! Öyle hoşuna gitti ki; onu ta gözlerine yakın tutarak ince ince seyir etti. Sonra kolunun uzaya bildiği kadar nazarlarından ayırarak baktı, baktı.

     Çinilere dair konuştuğu esnada pencere kapakları açılmış, ışıklar her taraftan güzel salona koşmağa başlamıştı.

     Arkadaşlarım, Şevket Bey ile İbrahim Fehiman, biri meşhur, öbürü daha genç ressam, kenarları beyaz çiçek girlantlarla işlenmiş açık limonküfü renkli duvarları süsleyen tablolara nazar ediyorlardı.

     Onlar üçü resim üzerine bir mübâhaseye koyuldular. Şevket Bey, çinileri böyle tersim edebilmek için türbe, cami, sebil duvarlarında <bin çeşit güçlüğe> rağmen <seneler senesi> çalıştığını söyledi. <Son yapmış olduğu tablolar için Topkapı Sarayı harem dairesinde, rutubetler içinde, koca dehlizlerde, tek başına, arka arka tam iki buçuk yıl çabaladım. Romatizmamı da oradan kaptım. Şu kalçam şöyle tutuktur. Tablolarımdan bir kaçını Avrupa sergilerine yolladım; Takdir edilmişler. Bana madalyalar bile kazandırdılar. Yedi sekiz tanesini de burada Yusuf İzzeddin Efendi hazretleri aldılar.> Dedi.

     Fikret, sanata en sıkı bağlanmış bir üstad salahiyetiyle; Evet, sanat bir aşktır, ve yalnız aşktan ibarettir dene bilir. Mesela resme merbûtiyyetiniz olmasaydı, evinizde rahat rahat oturmak varken böyle rutubetler, tenhalıklar arasında sıhhatinizin bir parçasını feda ederek uğraşır, uğraşır mıydınız? Fakat uğraşsa idiniz de Şevket Bey olabilir miydiniz? Sanatta istidadı inkişaf ettiren, onu âli bir dereceye çıkaran samimiyettir, aşktır. Sanat aşkının öyle vecd-âver dakikaları olur ki orada siz ne yaptığınızdan haberdar olmazsınız. Şedid bir heyecanın ihtizazları ruhunuzu kaplar. Siz o dakikalarda bütün benliğiniz, bütün şuurunuzla yalnız o heyecanınızdır. Değil mi? Dimağınızın verdiği kudret ibdâ’ fırçalarken vasıtasıyla şuurunuzu bezler üzerine nakil eder. O tesir altında küçülmüş gözleriniz taab nâ-şinâs iki mell hat vaziyle elinizin hareketlerini idare eder bilâhare – o tatlı, o sıcak, o ruhlu esere baktığınız zaman – bütün bu şeylerin sizden çıktığına inanmayacağınız gelir. Fakat o <sizdir> bilmem nasıl bir tabirle söylemeli – o <coşmuş olan siz> dir. Şiirde de aynı şey. Ve işte sanatın en makbul noktası da o şedid heyecanın, o zabtı nâ-kabul ihtizazların harice maharetle, asaletle akis ettirilmesidir. Bu mertebeyi bülende İran ibdâikârları kurumlu.

     Fakat bir zatın hususi bir surette bir veya iki sanatkârı himaye etmesi kâfi gelmez.  Muhitte vücuda getirilen asarı takdir edecek bir miyar, bir zevk-i umumi hasıl bulunmalı. Ve işte asıl sanatı terakkiye, tekamüle doğru götüren sır da budur. Dedi.

     Şevket Bey, efendim, marifet iltifata tabidir fikrini öyle ruhundan kopan bir kanaatle söylediğine asırlardan beri sarf olunmuş bu düşünce güya ilk defa onun ağzından işitiliyormuş gibi tesirini yaptı.

     Şimdi iki ressam, şairin pek mütevazi müsaadesinden cesaret alarak çizdiği, boyadığı tabloları temaşaya başladılar. <<aşiyan>>ın salonunda şehzade Mecid Efendi Hazretleri tarafından <sis>in ilham ettiği fikri musavver olarak şaire <muhab muazzezim Tevfik Fikret Beyin> iltifatınca büt-ü-penahisiyle hediye edilmiş büyük bir tablosu, şehzade Nihad Efendi Hazretlerinin bir – oldukça muvaffak – reprodüksiyonundan [ reproduction], bir de başka bir ressamın ithafına havi bir <ihtiyar dilenciden> maada ne kadar levha varsa hep şairin fırçasından dökülmüştür.

     Pencerenin kenarında asılı tablo ressamların takdirini celb etti. O fes rengi örtülü bir masa üzerine konmuş tombulca, geniş ağızlı bir vazo içinde pembe, beyaz, kırmızı, morumsu bir gül ve gonca demeti: o kadar canlı tersim olunmuş ki satıhtan yapraklar, goncalar, kıvrımlarıyla güller kabarıyor. Hele salonun boşça bir köşesinde donuk yaldızlı bir çerçevenin ortasındaki peyzaj: mehtaplı bir gecede ayın Boğaz Denizine aksi, ve gümüşlü suların titreşip kırışması! Ne hassas bir elin, bir ruhun ifadesi ressamlar yanından ayrılamıyorlardı.

     Şaire tebriklerini beyan ettiler. O bu iltifatlarla sıkılıyor, yüzünü gayet hafif bir pembelik bürüyordu. Şahsına taalluk eden teveccühkâr cümleler karşısında her vakit gösterdiği mahviyyetle:

     <<O, bunlar bir amatör işi! Öyle sanat filan aranmaz, fırsat buldukça şöyle bir yapıyormuş. Recai zade merhum bana derdi ki; Canım, siz resimleri iyi yapmaktan ziyade onları daha uygun, iki kat şaşaalı gösterecek noktalara yerleştirmesini biliyorsunuz. Onun için bize sizin tablolarınız bâlâ-ter görünüyor>> dedi ve kahkaha ile güldü.

     Sonra resmi nasıl bir iştiyakla ayrılatmağa gayret ettiğini anlattı. Sultaniye de iken Mösyö Hayet namında Fransız bir ressam hocaları varmış. Oldukça iyi tarama kalem estampları çizermiş.   Ressam Şakir Ahmed Paşa merhumun Avrupa’daki refikasından olup lüzum üzerine buraya çağırılmış ve mekteb-i Sultaniye ye muallim tayin olunmuş. Titizce bir adammış. Bazı talebenin modeline kendisi başlar ve o işin başından ayrılamayarak sonuna kadar kendisi devam edermiş. Selim bir usul tatbik etmediği için ciddi bir istifade beklenememiş. <119 Tevfik> de bitmiş resimleri Mösyö’ye gösterdiği zaman, muallim şakirdin omuzunu okşayarak <haydi şişman> der ve hiçbir kusuru düzeltmeden savuşurmuş. Sonraları şair sırf merak ve aşkı saikasıyla resmi bu raddeye getirebilmiş.   

  Mabadı var.        

Ruşen Eşref.

HATT-I HARB GEMİLERİ

SİLAH

     Medh ve tenkid bir yandan ilerlemekte dursun, her iki bahriye dahi bildiklerinden şaşmamakla beraber topların çaplarını da 15 pus (38 santimetre) kutra çıkardılar.

     15 pusluk toplarına bugün, mevcut topların en iyisi olarak bakılıyor. 15 pusluk toplar: 13 ½ pusluk (34,4 santimetrelik) topların tekmil meziyetine haiz olduğu gibi her bir menzil için de en sahih endaht eden toptur. Ve ömrü de ziyade olacaktır. 13 ½ pusluk topun mermisi 1400 libre (635 kilogram) olduğu halde 15 pusluk topun mermisi hemen hemen bir ton sıkletindedir. Yani sıklet cihetiyle yüzde 30 dan fazla bir tezâyüd vardır. 15 pusluk mermi gemilerin taşıdığı en kalın zırhları deler. Ve havi olduğu âlî feveranlı barutu 13,5 pusluk merminin havi olduğu barutun hemen bir buçuk mislidir. Halbuki 15 pusluk topun sıkleti 13 ½ pusluk topun sıkleti takriben 76 ton olduğu halde 15 pusluk topun sıkleti ancak takriben 91 tona çıkmıştır ki gemi mai mahrecine olacak tesiri nokta-i nazarından büyük bir faidedir.

     Topun gerisinde kuyruk kapağı vardır.   Kuyruk kapağı top mekanizmasının en mükemmel bir parçasıdır. Kuyruk kapağının üzerindeki fasılalı kılavuzlar ( * ) topun kuyruğundaki mütenazır kılavuzlara geçer. Kuyruk kapağını kuyruğa sıkıca kapamak için kuyruk kapağını tam devrinin on ikide biri miktarı çevirmek kafidir. Kuyruk kapağının yerine girmesi ve kilitlenmesi hidrolik kuvvetiyle ve takriben dört saniye zarfında icra olunur. Takriben aynı müddet dahi kuyruk kapağının kilidini açmağa sarf olunur. Eğer hidrolik bozulursa el ile idare olunur ki bu halde bu ameliyat takriben altı yedi saniye sürer.

     Top bir cereyan elektriki vasıtasıyla ateş edilir. Cereyan elektriki küçük bir kısım ağızotunu ateşler ve bu barut da barut hakkını yani kuvveyi sevkiye olan barutu iştial ettirir. Bu vasıta ile top istenilen anda ateş edilebilir. Topun istenilen anda ateş edilebilmesi – gemi hali harekette bir top döşemesi olduğu için – pek ehemmiyetlidir. Cereyan elektriki vasıtasıyla topların hepsi birden tek bir düğmeye basmakla bir merkezi mevkiden ateş edile bilinir. Gemiler o yolda metin olarak yapılmaktadırlar ki toplarının tekmili birden bir bordaya ateş ettikleri halde gemi cüzi bile bir hasara uğramaz.

     Baruttan hasıl olan duman, evvelce, toplar için dehşetli bir mahzur idi. Çünkü kuyruk kapağı açılınca bu duman taretin içine geliyordu ve topu su iskancasıyla yani su fışkırtarak yıkamak için zaman sarfı ve dumanın firarı için taretin üstünün delinmesi mecburiyeti vardı. Hava iskancası usulünün bulunuşu pek büyük bir tekamüldür.   Hava püskürtmesi kuyruk kapağı geriye salmaya başlayınca zât-ül-hareke olarak icrayı fiile başlar ve kuyruk kapağı tamamıyla açılmazdan mukaddem müceff dahili kâmilen temizlenir.

     Topa müteallik makinalar:

     Topların icrayı fiili ve mermiler ile cephanenin nakli birçok hususa yardımcı makinalara ihtiyaç gösterir. Sevk gemilerin kısmı azamı bu işler için hidrolik iktidarı kullanırlar. İddiaya göre, hidrolik sisteminin fevâid mahsusası vardır.   Bir kere şayanı itimattır. Saniyen – topu aksi seğirdim ettirmek yani tekrar ateş vaziyetine sürmek için, tomarı topun içerisine sürmek için ve mermilerle cephaneye havi olan asansör kafesini işletmek için – hidroliğin hareket müstakimesini elektrik motorunun hareket devriyesinden daha kolaylıkla kullanılır. Hidrolik sistemi son derece emniyetlidir. Vuku bulacak hasarın mevkii kolaylıkla bulunur ve tamir edilir. İstim iktidarıyla işleyen bir takım hidrolik tulumba makinaları ayrı ayrı bölmelere konmuştur. Bunlar pus murabba üzerine 1000 librelik (santimetrelik murabba üzerine 70 kilogramlık) bir hidrolik tazyiki verir. Tazyik boruları muhafaza altında olarak geminin her tarafına götürülür ve baretlere şube boruları verilir. Kullanılan su ekzoz boruları vasıtasıyla hidrolik sarnıçlarına verilir.

          ( * ) – Kılavuz, bir cıvatanın üzerindeki dişlerdir.

             mabadı var.

İCMÂL

             Kâğıtsızlık yüzünden mecmuanın uğradığı adem-i intizamdan tabiatıyla harekat-ı harbiye hakkındaki icmallerimizde müteessir oldu. Binaenaleyh bu defaki icmalimiz 27 Temmuz’dan beri cereyan eden vakayı havi bulunacaktır.

     Arap dar-l-harbinde: Fransa ve Belçika’da bir hasn hasin halinde muhafazayı mevki eylemekte olan Alman cephesi bir hatve bile gerilemedikten maada son günlerde Argonne ormanlarında, Almanlar bazı Fransız siperlerini işgal ederek Verdun kalesine doğru bir adım daha atmışlardır. Fransız – İngiliz – Belçika kuvvetleri ise bir aydan beri hiçbir ciddi hücumda bulunmadılar. Bu hal, aylarca devam eden kanlı muhacemattan sonra müttefiklerin, Alman hattı harbini yarmaktan nevmîd olduklarına delalet etmesi itibariyle, cidden mühimdir. 900 kilometre imtidadında bulunan Alman mevâzinin hiçbir yerde ufacık bir tezelzüle uğramaması hakikaten şayanı hayrettir. Şimdi burada Fransızlarla müttefikleri, Rusya’nın başına gelen felaketlere kendilerinin ne vakit uğrayacaklarını düşünerek meyus ve nevmîd bekleyip durmaktadırlar.

     Şark cephesinde: bu dar-l-harbde yalnız harb-i umuminin değil, şimdiye kadar tarih âlemin şahid olmadığı muazzam muharebeler cereyan etmiş ve etmekte bulunmuştur. Bin kilometreden fazla bir saha üzerinde geceli gündüzlü harp edilmiş, Alman ve Avusturya orduları her gün yeni bir galebe, yeni bir zafer kazanmışlardır.

     Son icmalimizde Varşova ve İvangorod kalelerinin sukutundan bahis etmiştik. O vakitten beri ise bütün Rus kaleleri yekdiğerini takiben Alman – Avusturya orduları tarafından zabt ve işgal edilmiştir. Rusya’nın Alman ve Avusturya tecavüzünü durdurmak maksadıyla inşa ve fevkalade tahkim ettiği 15 kaleden 14’ü 50 gün zarfında zabt edilmiş, şimdi yalnız Avusturya hududu karşısında Conev kalesi kalmıştı. Bütün bu mevaki müstahkemeden Conev ve Nev Georgiyevsk’de Ruslar binlerce esir, top, tüfek ve mitralyöz vermişler, lâ-yuadd erzak ve mühimmat terk etmişlerdir. Alman orduları firari Rus kıtaatını takiben Varşova’dan 300 kilometre daha içeri girmişlerdir. Müttefikeyn kıtaatı bu günlerde Riga, Donaburg, Vilna, Salonim, Pinsk gibi meşhur Rus şehirlerini zabt etmek üzere bulunuyorlar. Almanlarla Ruslar arasında, şark cephesinin bilhassa merkez kısmında mütemadi bir ricat ve takip muharebesi vuku buluyor ki bunun nerelere kadar devam edeceğini ancak Alman Erkan-ı Harbiyesi takdir ve tayin edebilir. Cephenin Riga’dan Peski’ye kadar uzanan şimal kısmında Ruslar epey ibrazı mukavemet ediyorlarsa da Alman taarruzunu tevkif edemiyorlar.

     Field Marshal August von Mackensen orduları Rokinov bataklıkları içinde Rusları takip ederek şiddetli muharebeler icra ediyorlar. Bu gurup Pinsk’e iyiden iyiye yaklaşmıştı.

     Daha cenubdan Rusya’nın Volinya vilayeti dâhilinde bulunan ve Rokinav bataklıklarıyla yukarıdaki kuvvetlerden ayrı düşmüş olan moskof orduları Avusturya generali Puhallo von Brlog’nun kumandasındaki kıtaat tarafından mütemadiyen def ve tazyik edilmektedir. Avusturyalılar burada Levzk, Duvbinev ve Runev kalelerinden müteşekkil bulunan müselles müstahkemin iki evvelki kalesini zabt etmeğe muvaffak oldular, Runev mevkii müstahkemi üzerine yürümekte bulunmuşlardır.

     Besarabya hududunda Galiçya’nın henüz moskof işgalinde kalan kısm-ı cüzisinde gayet şedid ve kanlı muharebat cereyan etmektedir. Rus ordusunun en az mağlubiyete uğramış ve iki üç aydan beri ciddi muharebeler anudane bir mukavemet göstermektedirler. İki Avusturya bir Alman generalinin kumandasında bulunan müttefikeyn orduları ile Rus kıtaatı arasında pek şiddetli icra edilen muharebat müttefikeyn lehine neticelenmekte ise de, Besarabya kayıp etmek, Romanya’yı düşmanlarıyla birleşmiş görmekten korkan Rusların müdafaayı nevmîdanesi bu taarruzun pek batı surette ilerlemesine mucib olmaktadır.

     Moskofların Ağustos efranci zarfında kayıp ettikleri esira, top ve mitralyöz miktarı ber-vech-i âtidir:

     Esir: 320000 top: 2200 mitralyöz: 680 Mayıs’tan beri uğradıkları zayiat yekünü ise şu azim miktara baliğ olmaktadır.

     Esir: 1068000 top: 2650 mitralyöz: 2160 müttefikinin Rusya dâhilinde işgal eyledikleri araziye gelince: Sulkilomra, Palvask, Varşova, Kalich, Petrekov, Radum, Kielce, Loblan, Siedlice, Courland, Counu vilayetleri ki – 12 tanedir – tamamen, Grodno’nun kısm-ı azamı ve Vilna ile Volina vilayetlerinin de bir kısmı Alman ve Avusturyalılar tarafından işgal edilmiştir. Bu arazi takriben Sırbistan, Yunanistan, Karadağ’ın mecmu arazisi 219000 kilometre murabba olduğuna göre müttefikeynin ne kadar vasi arazi işgal ettikleri kıyas edilebilir.

      Cenub garbi dar-l-harekâtında: Vaziyette hiçbir tebdil yoktur. Avusturyalılar, İtalyan muhacemat ve taarruzatını tamamen tevkif ve iade etmekte olduklarından, kahraman ( ! ) makarnacılar hâlâ hudut boyunda çırpınıp durmaktadırlar. Bu ahval karşısında vaktiyle, <<cenabı hak İtalyanları Avusturyalılar muzafferiyet kazansınlar diye yaratmış>> noktasını sarf etmiş olan Fransa imparatoru üçüncü Napolyon’un haklı olduğunu itiraf etmek iktiza ediyor.

     Denizlerde: Bermutat en ziyade ibrazı fiiliyat eden sefain-i harbiye Alman tahtelbahirleri olmuştur.  Bu küçük gemiler bir taraftan düşman tüccar gemilerini gark ederken diğer taraftan iki defa İngiliz sahillerini bombardıman etmişler, şimal denizinde İndia isminde 7900 tonluk bir İngiliz kruvazörünü, Adalar Denizinde ise asker yüklü olan “Royal Edward” namındaki 11000 tonluk bir İngiliz nakliye gemisini batırmışlardır. Meteor ismindeki bir Alman muavin kruvazörü İngiliz sularına torpil dökmüş ve bir İngiliz muavin kruvazörünü batırdıktan sonra düşmanın takibatına uğraması üzerine süvarisi tarafından gark edilmiştir.

     İngiltere’nin Links torpido muhribi bir torpile çarparak gark olmuş, Orera sisteminde bir İngiliz kruvazörüyle bir torpido muhribi, dört Alman torpido muhribinin baskınına maruz kalarak gark olmuşlardır. Orera üç bin küsur tonluk küçük bir kruvazör idi. Riga körfezinde Alman donanması müteaddit defalar Ruslarla çarpışmış, bu musadematın birinde bazı Rus gemileri hasara uğratmış, diğer birinde ise Rus filosundan bir torpido muhribi gark – ikisi hasar zede olmuş, iki topçeker batmış, büyük bir harp gemisi rahne-dar olmuştur.  Almanlardan ise 2 torpido muhribi batmış, biri hasara uğramıştır. Alman tahtelbahirlerinden U – 27 İngiltere sularında, İngiliz tahtelbahirlerinden E – 13 Danimarka sularında gark olmuştur.

     Avusturya’nın 12 ve 3 numaralı tahtelbahirleri ile İtalyanların Neroyid tahtelbahirleri Adriyatik’te batmışlardır.

     Çanakkale’de, Bolayır önlerinde bir düşman tahtelbahri bir tayyaremiz tarafından gark edildiği gibi diğer bir düşman tahtelbahri de Bahrisefid vapuru tarafından Armutlu önünde batırılmıştır. İngiltere’nin E – 7 tahtelbahri ise Çanakkale’den geçmek isterken gark edilmiştir.

     Alman kabil-i sevk bahriye balonları, İngiltere sahilini, Londra’yı müteaddit defalar bombardıman etmişlerdir.

     Çanakkale’de: Çanakkale’de düşman Anafartalar mevkiine asker çıkarmış ise de 50000 zayiat vererek mevcudunun nısfını kayıp etmiş ve hiçbir iş görmeğe muvaffak olamamıştır. Kahraman askerlerimiz Seddülbahir ve Arıburnu’nda da müttefikini bir adım ilerletmemişlerdir. Çanakkale müdafaası dostlarımızın, bitarafların değil, düşmanların bile bade-i hayret ve takdiri olacak bir şecaat ve fedakârı ile gayri kabili tezelzül bir surette cereyan etmektedir.

     Pazar ertesi: 31 Ağustos 1331

     Abidin Daver.

KRİKET OYUNUNUN USUL VE KAVAİDİ

İDMAN SÜTUNLARI

*****

FUTBOL

1331 – 1332 mevsimi

0486_0059-108_0944_EK98

Aydında hayat faaliyet: Kenz-i irfan ve feyziye mektepleri talebe ve heyet-i talimiyesi.

0486_0059-108_0944_EK99

Aydında heyet-i faaliyet: Teshiliye ve Cemal Bey mektepleri talebe ve heyet-i talimiyesi.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.